Bu Blogda Ara

22 Ara 2013

BİR YENİ YIL AYNASINDA KENDİMİZLE YÜZLEŞMEK...


Yıllar da insanlar gibi bir süre sonra ömrünü tamamlıyor, bitiyor, tükeniyor. Bir daha asla geri getirilemeyecek 365 günlük bir yaşam süreci. Coşkuyla karşılanan, hüzünle uğurlanan koca bir yıl... Yaşanmış bir yılın birikimleriyle henüz yaşanmamış bir yılı düşlemek, hayallerimizin sınırlarını zorlayarak gerçek dünyaya bir ayna tutabilmek....

Bir yıl önce... Bir yıl sonra... Bir yıl önce beklentileriniz, umutlarınız nelerdi, neler gerçekleşti, neler istemiştiniz, neler değişti hayatınızda? Neler planlamıştınız, neler tamamlanamadı? Yaşanmış bir yılı düşündüğünüzde geride kalanlar temel oluşturuyor mu gelecek yıllara? Bir ömür bu birikimlerle, tortularla oluşmayacak mı, tortunun tadı sizin katkılarınızla değişmeyecek mi? 

Bu yıl kimler girdi hayatınıza ya da kimler kaydı hayatınızdan? "Tanıdım" dediklerinizi gerçekten tanıyabildiniz mi, olumsuz özellikleriyle tanıdıklarınızın olumlu yönlerini de görebildiniz mi? Ülkeler arası savaş hiç bitmezken, siz içinizdeki barışı sürdürebildiniz mi? Kendinizle ve çevrenizle ne kadar barışıktınız? Kendiniz için ne yaptınız? Kime ne kadar dürüst davrandınız, kaç kişiyi aldattınız, kaç kez yalan söylediniz, kimler için hangi kılıklara, hangi maskelere büründünüz?

"Hızlı yaşamak" mı, "sağlıklı, iyi yaşamak" mı gündemdeydi yaşantınızda? Spora ne kadar zaman ayırdınız, beslenmenize ne kadar özen gösterdiniz, doğadan ne kadar yararlandınız? Geçen yıl vücudunuzu, organlarınızı ne kadar önemsediniz? Gözünüze çöp kaçınca gözünüzün değerini, kalbinizin ritmi değiştiğinde kalbinizin değerini , sancılar başladığında midenizin değerini bilmek yeterli miydi? Bir kırık yüzünden yatağa bağlandığınızda ayakta kalabilmenin önemini daha iyi kavradınız mı? 

Bir yılda kaç hastayı ziyaret ettiniz, kaç kişinin sıkıntısını paylaştınız? İyi günde yanınızda olan insanlardan kaç tanesi kötü gününüzde de yanınızdaydı? Bir "alo" kadar yakınınızdaki insanlara kaç kez sesinizi iletebildiniz? Çevrenizdeki çiçeklerin, kuşların,gün batımının ya da mehtabın gökyüzünde ışıldayan yıldızların farkında mıydınız? Aydınlığın olmadığı yerde mum ışığının güzelliğini görebildiniz mi?

Mutsuz olduğunuz günlerde mutlu anların ne kadar farkında oldunuz, bunun için ne kadar özveride bulundunuz ya da neler yaptınız? Yıllar geçtikçe ya da yaş aldıkça tekrar "çocukluğa dönüş" dönemi yaşandığını, daha çok ilgi ve sevgi arandığını gözleyip, çocuklara ve yaşlılara daha hoşgörüyle bakabildiniz mi? "İçinizdeki çocuğu" ne kadar dinleyebildiniz?

Giden yılda bir sözle kimleri kırıp, kimleri sevindirdiniz, düşünmeden neler söylediniz, hak etmediğiniz halde size neler söylendi, incinip kırıldınız mı? Arkadaş, dost, eş seçerken seçimlerinizde ne kadar isabetli idiniz?
Kimleri hiç unutmadınız, kimler silindi hayatınızdan? Acaba siz kimler tarafından unutuldunuz ya da unutulmayanlardan oldunuz? 

Belirli günlerde değer verdiğiniz insanları hatırladınız mı? Bazen bir güzel söz, bir demet kır çiçeği, ihtiyaç karşılayan küçük bir hediye, bir küçük mesaj, bir sıcak gülümseme, ne değerli anlamlar kattı dostluklara fark ettiniz mi? Yaşamınızı yönlendirmiş, size katkıda bulunmuş kaç kişiye "vefa" duygunuzu kanıtladınız bu yıl, veya kimlere nasıl da kayıtsız kalarak "vefasızlık" örneği sergilediniz?

Giden 365 günde ön yargılarınız, kalıplaşmış düşünceleriniz sizi ne kadar etkiledi, o kalıplardan kurtulmayı hiç denediniz mi, o yargılarla neleri kaçırdınız, neleri kaybettiniz? Emek harcamadan, ter dökmeden, çabasız neleri, ne kadar çözebildiniz? Az zamanda, az yol katederek, çok güç harcamadan ulaştığınız sonuçlar sizi ne denli mutlu ya da mutsuz etti? Pişmanlıklarla oluşan temeller ne kadar da çürüktü. 

Bir yılın ardından düşündüğünüzde; aynayı kendinize çevirdiğinizde yüzünüzde korku mu, kaygı mı, pişmanlık mı var, ne kadar mutluluk, ne kadar mutsuzluk okuyorsunuz o yüzde? Neleri gerçekten hak ettiniz, nelerin bedelini çok ağır ödediniz? Hangi doğrular hangi yanlışlarla uyuşmadı? Hatalarınızı sorgularken sınırlarınız nereye kadardı, iğneyi ya da çuvaldızı kaç kez kendinize, kaç kez başkalarına batırdınız? Kendinize ve çevrenize karşı ne derece dürüst olabildiniz? Kimlere ne kadar güvendiniz ya da kimlerin güvenini nasıl kaybettiniz?

Nerede olursa olsun, sizin gibi düşünmeyen, sizin dilinizden konuşmayan, sizin takımdan olmayan birinin de haklı olabileceğini kabul edebildiniz mi, yoksa onlar hep "düşman" mı sayıldılar? Giden 365 günde kimlere nasıl "örnek" oldunuz, kimler hangi davranışlarınızla sizi örnek aldı, kimler sizden neler öğrendi veya kimler sizin gibi olmamak için ne tür tepkiler geliştirdi? 

Bir yıl içinde kaç kitap okudunuz, kaç tiyatro izlediniz, kaç söyleşide, şiir dinletisinde, sanat galerisinde, müzede, sergide bulundunuz, imkanlarınızı neler için kullanabilirken, neler için de hiç kullanmadınız? Sanata, sanatçıya ne denli saygılıydınız? Güzel bir sanat eseri sizi ne kadar etkiledi, beğeninizi, eleştirilerinizi ne ölçüde dile getirebildiniz? Bu yıl kaç düğüne gidebildiniz, kaç boşanmaya tanıklık ettiniz? Kaç düğün coşkusu mutluluğa, kaçı mutsuzluğa dönüştü, kimler uyumlu, kimler uyumsuz oldu? 

Saçlarınızda aklar, yüzünüzde kırışıklıklar çoğaldı mı bu yıl? Onlarla birlikte artan deneyimlerinizden, görüşlerinizden kimler, nasıl yararlanabildi? Yoksa akıl yaşınız hiç büyümedi mi? Kaç hastane, kaç mezarlık ziyaretiniz oldu bu yıl? Bu yıl kim bilir kaç kazada kaç can gitti, kaç kişinin canı yandı? Acaba kimler ne kadar sorumlu, kimler nasıl da sorumsuzdu. Yaşarken; yaşıyor olmanın önemini, sağlıklı nefes alabilmenin değerini bilenlerden mi, yoksa yaşayan ölülerden miydiniz?

Bir yıl önce bu yıl henüz yaşanmamıştı. Oysa bugünlerde o "eski yıl" oldu. Eski yıl ömrünü tamamlarken, nasıl geçeceği belirsiz bir yeni yılla karşılaşıyor dünya. Zaman nasıl da akıp geçti;" Bitmesin" dediğimiz günlere inat bazen de saniyeler uzadı. Bir yılın bitiminde sadece bellekteki izleri hiç silinmeyecek "anlar" bize kaldı. 
Geçmiş bir yılın aynasında kendimizle yüzleşirken; yepyeni, tertemiz, umut dolu" yeni bir yıl" yansıyor aynaya. Gözlerimiz kamaşmadan, içimiz kararmadan bakmak gerek yeni yıla. Henüz yaşanmamış koca 1 yıl, 12 ay, 52 hafta, 365 gün, 8760 saat var önümüzde. 

Çevremizdeki onca kötülüğe, olumsuzluğa hatta savaşlara rağmen "anları" yaşanabilir kılmak bizim elimizde, yeter ki aynalar kırılmasın. 
Kırmadan, kırılmadan, bir kez daha yüzleşmek üzere aynalar kararmadan, daha nice yıllara...






16 Ara 2013

YARIM KALAN OYUN...


Yılın ilk karı lapa lapa yağdı; Önce dağlara, sonra ağaçlara, toprağa ve kentin içine, caddelere... Çocuklar evde bunalmışlardı, zaten oyun arıyorlardı. Dışarıda bu havada, bu ortamda başka ne yapılırdı ki. Ancak kartopu oynanır, karda kızakla kayılır. Kızak yoksa bazen basit tahtalarla, bazen araba lastikleriyle. Bir avuç kar yerden alınır, bir top yapılır, tam isabet atılırdı. 

Yusuf da aynen öyle yaptı. Tam isabet attı ama, olmadı. Attığı kartopu bir taksiye rastladı. Yusuf gözlerdeki şimşekleri geç fark etti. Öbür çocuklar kaçabildiler. Yusuf koştu can havliyle... Öfkeli taksi şoförü kovaladı. Yusuf kaçtı, öfkeli taksi şoförü kovaladı. Tam kurtulduğunu sandığı anda bir başka karanlık kuyuya, E-5 kara yoluna düştü. Karlı bir kış gününde yolun son kurbanı, dünyanın keşmekeşinden habersiz, 10 yaşında masum bir çocuktu.

Taksi şoförü kaçtı. Yusuf kaçamadı. Yere karların üzerine yığıldı. Mevsimin ilk ve son kartopu oyunuydu Onunki. Belki de hayatının ilk kartopu oyunu...Yusuf'un yaşamı 10. yılda noktalandı. Kısacık bir ömür.
Yerde kalan izleri, kötülükleri, insanın acımasızlığını, duyarsızlığını sabaha kadar yağan kar bile temizleyemedi. 
Oyun yarım kaldı. Kardan adam yapmaya bile zaman yetmedi....

10 Ara 2013

İNSAN OLMAK...


(10 Aralık bütün dünyada "İnsan Hakları Günü" olarak anılıyor.)

Tutuklandıktan 4 yıl 277 gün sonra tahliye edilen Mustafa Balbay'la ilgili küçük notlar;

"Bu toplumda özgürlükler konuşulsa yeter diyorum. Benden özür dilenmesin."

"Ben içeride yaşadığım 5 yıllık tutukluluk süresi içinde en çok ne biriktirdim derseniz, gelecek biriktirdim."

Çocuklarını sabah okula bırakırken: "Çocuklarımı iyi okutamayacağım diye çok endişeleniyordum. Ama artık 'Her şey çok güzel olacak' diyorum ve biliyorum ki bu bir film adı değil.

"Cezaevinde gece uyanırsınız ve elinizi ranzanın soğuk demirine çarparsınız. Bu gece uyandım, elim sevdiğime çarptı."

Kızı Yağmur: "Babam bir gün ben kapıyı çalacağım ve sen açacaksın diyordu. Onun için ben evde kaldım. O'na kapıyı ben açacağım. 

Anne Melek Balbay:" Arayıp soranlara teşekkür ederim. Evladımın istediği haşhaşlı böreği hazırladım. Şimdi yanıma gelmesini bekliyorum. Çok şükür bugünleri de gördük."
 ................................................
Umut ve sabır, tüm zorlukların üstesinden geliyor galiba...


5 Ara 2013

BİR BAŞKA DÜNYA...


Uğur Yücel'in yönetmenliğinde çekilen; Beren Saat, Ayça Bingöl, Melis Mutluç gibi sanatçıların rol aldığı harika bir film "Benim Dünyam". Ders verici, eğitici, düşündürücü. Bir başka dünyada- bir engellinin dünyasında- insanı derinden sarsıyor. Yabancı bir filmden uyarlama, ama zaten bu açıklanmış. İnsanın bam teline dokunan ustalardan Uğur Yücel. Oyuncularını öyle güzel role hazırlıyor ki, adeta rollerini yaşıyor ve yaşatıyorlar. Uğur Yücel de Mahir Hoca rolüyle baş rolde.

Önce Ela'yı 8 yaşındaki haliyle tanıyoruz; Gözleri görmeyen, kulakları duymayan, bu yüzden hırçın, sinirli, uyumsuz bir çocuk. "Siyah bir dünya" onunki. Büyük ada'da bir köşkte anne-babası ve evin yardımcılarıyla birlikte yaşıyor. O zamana kadar anne-baba çaresizlik içinde, çocuklarının davranışlarına hiç kısıtlama getirmemişlerdir. Mahir Hoca (Uğur Yücel) öğretmen olarak köşke geliyor. Onun sözlüğünde "imkansız" sözcüğü yoktur. Mucizelere inanır. Eğitim yöntemi başlangıçta biraz sert, ama etkili olur. Öğretmen- öğrenci önce birbirlerine kızıyorlar, kıyasıya öfkeleniyorlar, yıpranıyorlar ama uzun yıllar içinde başarıyorlar. 

Beren Saat'in çocukluğunu canlandıran Melis, belki de filmin en iyi oyuncusu. Bir engellinin dramını adeta yaşıyor ve yaşatıyor. Filmde olağanüstü güzellikte ve etkileyici sahneler var: Köşkün havuzunda Ela'nın çok korktuğu suyla ilk karşılaşması. Kar yağarken karı fark etmesi, mutluluğu, başaramadığı zamanlardaki mutsuzluğu... İnsan bu filmi ikinci kez izlese ne çok farklı noktalar yakalar kim bilir. Oyuncuların hepsi çok çok başarılı. Hepsini içtenlikle kutlamak gerek. 

Film düşündürüyor, duygulandırıyor, eğitiyor, ağlatıyor. Hiçbir şeyin kolay olmadığı, kolay gerçekleşemeyeceği, mücadelenin gerektiği, filmde çok güzel vurgulanmış. Yıllar sonra Ela üniversiteye kabul ediliyor ancak daktilosunu çok yavaş kullandığından, sınavları hiçbir zaman zamanında bitiremiyor. 3 yıl aynı sınıfta okuyor, sonra kendini aşıyor. Bu durumlar çok güzel ifade edilmiş; Küçük kara balık evine döndü, kaplumbağa çölü geçti....
Ancak filmde bir nokta gerçek hayattakiler için yanıltıcı olabilir mi? Türkiye'de Edebiyat Fakültelerine giriş, genel üniversite sınavlarındaki puanlara göre olur. Yetenek sınavları dışındaki hiçbir bölüme bir komisyon veya kurul kararıyla girilmez. Belki de "filmler, diziler, romanlar gerçek hayatın bire bir kopyası olmayabilir" diye düşünülebilir. 

Filmin son sahneleri bir duygu girdabına sokuyor insanı. Mahir Öğretmen'in  zaman zaman tekrarlanan unutmaları bir hastalığın habercisidir; Alzheimer...Hastanede zor bir hayat beklemektedir onu. Bu defa Onun dünyası karanlığa bürünmüştür. Gün gelir Ela'yı bile tanımaz. 
Film sanırım uzun zamandır vizyondaydı. Başka dünyaları, zor hayatları anlayabilmek için keşke daha çok kişi izleyebilseydi. Gişe rekorları kıran bazı filmlerin yanında gerçek bir sanat eseri Uğur Yücel'in filmi. 


3 Ara 2013

ENGELLİ HAYATLAR


Kapkaranlık bir dünyada bir an gözünüz görmüyor, kulağınız duymuyorsa, konuşamıyor ya da yürüyemiyor olsanız kendinizi nasıl hissedersiniz? Engeller ne denli etkilidir yaşantınızda? Engeller sizi ne kadar, nereye kadar etkiler? Doğuştan ya da sonradan engelli olmak... kendini aşabilmek... gücüne güç katmak, engelli yönünü tamamlayabilmek... Yarımken bir olabilmek, kendine yeni güçler yaratmak... Eksik yanını daha güçlü şekilde, bir başka biçimde tamamlamak...

Engellilerle ilgili kafamda öyle çok öykü var ki: Gençlik yıllarımda okuduğum Helen Keller'in mücadelesini anlatan "Karanlığın İçinden" kitabını nasıl unuturum. Hayranlıkla, saygıyla adı belleğime kazınmış. 
Ankara'da Görme Engelliler Okulunda, yıllar önce içine zil konmuş bir topla oynanan futbol maçı, oynayanlar ve izleyenler için gerçek maçtan hiç de farklı değildi. Topun içindeki zil sesi oyuncular için de, kaleci için de bir uyarı oluyordu. 

Bir fizik tedavi merkezinde yürüme engelli 8-10 yaşlarındaki çocuğun iki bastonla büyük çaba harcayarak  yaptığı yeniden yürüme mücadelesini, hepimiz nefeslerimizi tutarak hayranlıkla izlemiştik. 
Kazada kollarını kaybettiğinde, alıştırmalarla ayak parmaklarına güç kazandırarak tablolar yapan, daha sonra sergi açan bir genç kız. Zoru başarmak herkesin harcı değildir. 

Rehberlik ve Araştırma Merkezlerinde emekle, umutla yürütülen konuşma terapileri. Sonuç, harcanan emeğe değerse yaşanan bayram sevinci... 
Bir trafik kazası sonucu bacakları kesilen eski bir bale sanatçısının televizyon ekranında izlediğimiz görsel bir şölen gibi gösterisi. Takdir etmemek mümkün mü. 
Görme engellilerin birçoğunun hayranlık uyandıran güzellikteki sesleri, bir müzik aleti çalmadaki ustalıkları.İnce, titiz bir çalışma gerektiren saat tamirindeki ustalıkları. 

Her dalda engelliler yarışmalarında sergilenen inanılmaz performanslar; Bir Engelliler Olimpiyadında yıllar önce gerçekleşen, unutulmayan, dilden dile dolaşan bir öykü. Bitiş çizgisine çok az bir zaman kala engellilerden biri düşer, ağlamaya başlar. Koşmakta olanlar durur, arkalarına bakarlar. Geriye dönerek düşen çocuğun yanına gelirler, el ele tutuşurlar, hep birlikte bitiş çizgisine varırlar. Yarışın ne kazananı, ne de kaybedeni vardır. Kazanan dostluktur, dayanışmadır, ortak duygulardır. Stadyumdaki seyirciler bu tabloyu ayakta alkışlamaktadır.

Son yıllarda işaret dilini öğrenme çabasına giren insanlarımız artıyor. Reklamlarda(bir telefon reklamında), filmlerde(Başka dilde aşk, Benim Dünyam) engellilerin güçlükler içindeki yaşamı ustaca işleniyor. Şafak Pavey gibi kişiliğiyle,vakur duruşuyla, eğitimiyle engelleri aşarak çevresine örnek olan güzel insanlar da var.
Yılda bir kez Engelliler Gününü anmak elbette yeterli değil; ancak insanlarımızı düşündürmek, toplum olarak engellilere karşı daha duyarlı, daha anlayışlı olmak adına yararlı oluyor. Keşke yıllar içinde, engellilere daha uygun bir hayat için "yaşanabilir bir fizik çevre" oluşturabilsek, onları anlayabilme çabasına girsek...
3 Aralık Dünya Engelliler Gününde tüm engellilerin hayatlarındaki engelleri kolayca aşabilmeleri dileğiyle...
Ve her şeye rağmen"imkansız" demeyip, zoru başarabilen iradesi güçlü insanlarımızı yürekten kutlayarak...