Bu Blogda Ara

31 Tem 2015

BASİT YAŞAYACAKSIN...



Mesela; susayınca su içecek kadar basit,
Dört çıkacak , iki ikiyle çarptığında,
Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi;
sevince lafı dolandırmadan söylediğin
"seni seviyorum" gibi.

Basit bir öpücük yetecek sana;
basit sıcak bir öpücük.
Ve öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin.
O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
o öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.
Kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu.
El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak
en değerli kağıdın;
hep yanında taşıdığın, atmaya kıyamadığın.
İki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
Kısacık olacak uyanman
ve yola çıkman arasında geçen süre;
kısacık olacak , sıcacık kollara dolanman
ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre.
Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini.
Beklentilerin de basit olacak.
Kaf Dağı'nın önünde bekleyecek mutluluklar.
Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana
en ucuz aşk romanını.
Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken
                                                      gözlerini.
Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.
Bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını bilemediğin sofrada;
parmakların olacak en kıymetli çatalın.
Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.
İskender'in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.
Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda, doğru basılmış bir
"fa diyez"in mutluluğunu.
Makyajın ilk "a"sına kadar bilmen yetecek.
Temizlik kokacak en pahalı parfümün.
"Bilmiyorum" diyebileceksin bilmediğinde
ve çok normal olacak onu da bilmeyişin.
Tek dereden su getirmen yetecek, 
bir "istemiyorum" diyebilmeye.
Ne durduğunu fark etmeyecek abanın altında.
Saatin sadece saati gösterecek;
Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın.
Küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan.
Basit yaşayacaksın, basit.
Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi basit...

                                       Nazım HİKMET





21 Tem 2015

DUYARSIZ KALMAK...



Ortalık yangın yeri
Her yer kül duman
Barış güvercinleri bile kurşunlanmış.
Ölen yaralanan kaç kişi belli değil.
Siren sesleri kulak paralayıcı,
Yüzlerde endişe, gözlerde korku
Her şey çocukların gözleri önünde,
Bombalar kan kusuyor...
Sesler, koşuşturmalar, patlamalar
Ortalık toz duman.
Oysa dünya habersiz, 
Koca dünya çaresiz;
Canlar yanmış, kayıplardan umut kesilmiş,
Hastanelerde yatak kalmamış, doktor yok,
Kimin umurunda...?
Dünya kan revan
İnsanlık ölüyor an be an...

                             Makbule Abalı




12 Tem 2015

KINALI KUZU



Yorgundu... Bedenen ve ruhen...Hemen yanı başındaki çimenlerin üzerine uzandı. Birden ıslaklığı hissetti. "Sabah yağan çiğden olabilir" diye düşündü. Oysa çok erken de gelmemişti buraya. Uzandığı yerde bir tutam çimen kopardı. Bilinçsizce elinde ovaladı. Eli ıslandı, yeşilin izi çıktı. 

Uzandığı yerde gözlerini kapadı, hayal kurmaya başladı. Ta uzaklardan sesler geliyordu. Otlamaktan dönen hayvanların zil sesi. Arada başlarındaki çobanın onları düzene koyma sesi. Sonra sesler azaldı, uzaklaştı. Ellerini başının üstünde kavuşturdu, gerindi. Düşündü; Bir zamanlar küçükken o da hayvan otlatmaya giderdi. Sanki hayvanlar onun sözünü dinlerdi. Alışıktılar ona. Hepsine ad takmıştı, çağırınca tepki gösterirlerdi. Babası bile şaşırırdı bu dostluğa.

O zamanlar hep hayvanlarla özdeşleştirirdi kendini. O günleri hatırladı; Can arkadaşı, gözdesi kınalı kuzu idi. Boynuna mavi boncuklu kurdele takar, tüylerini parlatır, tarardı. Çok soğuk bir kış günü kınalı kuzu bir kurdun saldırısına uğradı. Sürünün en arkasında kalmıştı. Kurtulamadı, 3 gün sonra kaybettiler onu. Nasıl da ağladı, üzüldü. Çok sıkıntılı zamanlarında kendini "kınalı kuzu" gibi hissetmesi ondandır. 

Uzandığı yerden birden doğruldu. Ta uzaklardan gelen ezan sesini fark etti. "Öğlen olmuş" dedi. Üstündeki otları temizledi, "ekmek pişirilecek" dedi. Artık fırından ekmek almıyorlardı. Babası "düğünün için para biriktirmek gerek" diyordu. Ekmek parası...düğün parası... Demek daha çok bekleyeceklerdi. Ekmeği daha az yeseler daha çok para birikir miydi acaba? 

Bu yıl meyveler de çok para getirmemişti. Şehirde 5-6 liradan satılan meyve burada 1,5-2 liradan alıcı buluyordu. İlacı, gübresi, toplaması, yağmuru, soğuğu... "Evlerinde, rahat köşelerinde bu meyveleri yiyenler bu sıkıntıları bilirler mi acaba?" diye iç geçirdi sessizce. 

Aklına parlak bir fikir gelmiş gibi birden gözleri parladı; "Bu gece çimenlerin üzerine uzansam, gökyüzündeki yıldızları saysam" diye düşündü. "Onca yıldız arasından belki bir yıldız kayar, ben bir dilek tutarım ve dileğim gerçekleşir. Olmaz mı, neden olmasın...?"


9 Tem 2015

GEÇ KALAN BAHARLAR...



Mevsimler eskisi gibi değil. Belki hiçbir şey eskisi gibi değil. Ama mevsimler büyük değişim yaşıyor. Baharlar daha uzun süreli, bazen aldatıcı. Yazlar daha geç geldi, daha sıcak yaşanıyor. Zaman kavramını yitirdik sanki. Baharda sürekli yağan yağmurlar ve zamansız soğuklar nedeniyle pek çok ağaç geç çiçek açtı, geç meyve verecek.

Özellikle deniz kenarından 5-6 m. yükseklikte bir kentte yaşarken bir gün deniz kenarından 1500-1600 m. yükseklikte bir beldeye gittiğinizde farkı hemen fark ediyorsunuz. Aşağılarda yaz, yukarılarda bahar yaşanıyor adeta. İlk birkaç gün beden alışmakta zorlanıyor. Kulak çınlaması, baş dönmesi, denge zorluğu yaşıyor insan. Ama sonra alışıyor, zamanla her şeye alışıldığı gibi.  Bir süre sonra kente inince sıcak çarpar insanı. Farklı rahatsızlıklar farklı şekillerde yaşanır. 

Torosların eteğindeki ya da yamaçlarındaki yaylalar ayrı bir mevsim , ayrı bir iklimle karşılıyor konuklarını. Konuksever bir ev sahibi gibi. Temmuz başlarında Mersin'de yazı yaşarken 70 km. ilerde Arslanköy'de ilkbahar hüküm sürüyordu sanki. Her öğleden sonra kovadan boşalırcasına sürekli yağmur yağmış, zaman zaman ardından dolu yağmış. Akşamları odun veya kömür sobası yanmış. Sürekli yaylalarda kalanlar bile geç kalan baharlar ve yazlardan yakınıyorlardı. 

Ağaçlarda çiçekler meyveye dönüşmüştü ama dolu meyvelere zarar verir endişesi içindeydiler. Ama hayır, çok da zarar görmedi ağaçlar. Tıpkı acıya, sıkıntıya tahammülü öğrenen insanlar gibi bitkiler de sanırım sonraki vurgunlarda daha da dayanıklı oluyorlar. Adeta bünye sağlamlaşıyor, acı eşiği yükseliyor. Ağaçlar da daha sağlam ve dayanıklı olmayı öğreniyorlar. Görkemli ceviz ağacının altındaki söğüt, cevizden uzaklaşarak dallarını farklı yönlere uzatmış. Verimli toprağı bulan semizotu bahçenin her yöresine yayılmış. Sağlıklı otlar onunla arkadaşlık ediyor. Hindiba, sirken, dereotu...


Bitkiler ve hayvanlar dünyasında küçük gözlemler insanı çok ilginç sonuçlara götürüyor; Hayvanlar da kendilerine zarar vermeyen , güvenli ortamlarda yuva kurmayı tercih ediyorlar. Geçen yıl evin ön tarafında iki kuş yuvası vardı. Serçe ve kırlangıçlar farklı zamanlarda o yuvaları paylaştılar. Bu yıl baktık, evin arkasında da bir yuva kurulmuş. O küçücük yuvalara anne kuş, baba kuş, en az 2-3 yavru kuş hep birlikte nasıl sığabiliyorlar, hep merak ederim...

Bahçede sabah erken saatlerden başlayan kuşlar korosu ve kuş sesleri akşama doğru çoğalıyor. Bu yıl kuşlardan biri evin içine kadar girdi. İncitmeden yuvasına girmesini sağladık. Doğa çeşitli özellikleriyle insanı mutlu ediyor. Normal yaşantımızda zamanı geriye alamıyoruz. Ama burada adeta bir "geriye dönüş" yaşanıyor. Kentte bahar geride kalmışken burada yeniden bir bahar yaşanıyor. 
Her yer yemyeşil otlarla donanmış, gelincikler, papatyalar bir baharı düşündürüyor. 

Toros Yaylaları bugünlerde geç giden bir bahara "elveda" derken ardından geç gelen bir yaza "merhaba" diyor...