Bu Blogda Ara

28 Eyl 2017

BİR BAŞKA SONBAHAR...



Ünlü şair Cahit Külebi kısacık şiirinde içtenlikle dile getirmiş;
Sonbahar geliyor serçe
Yuvanı ne yapacaksın?
Ayva çiçek açmadan önce.
Meyvelerin içi geçecek
Yağmurlarla ıslanacaksın
Halbuki ne kadar sıcaksın...


Her mevsim kendi özellikleriyle güzel. Her mevsimin kendi içinde ayrıcalığı var. Gerçi son zamanlarda mevsimler de kol kola, iç içe geçti. Bazen yazı yaşarken sonbahar havası ile karşılaştık, ya da sonbaharda yaz sıcağı ile. Yerini bulmaya çalışan kararsız insanlar gibi. Ama doğanın özünde ülkemizde her mevsimin güzel yaşandığını düşünüyorum.

Yeniden doğuş ve değişimle gelen ilkbahar en çok benimsediğim mevsimdir. Bilmem neden sonbahar hüzün verir bana. Yaş almış insanların yalnızlığını düşündürür. İşini ve idealindeki eşini bulamamış gençlerin kararsızlığını hatırlatır. Sararıp düşen yapraklar, eskimiş-yıpranmış ilişkileri anlatır. Son sözcüğü de anlamlı değil midir? Ömrün sonu gibi de algılanabilir.

Şarkılarda dile getirilen sonbahar da bir hüznü çağrıştırır;
"Ömrümüzün son demi,
Son baharıdır artık
Maziye bir bakıver,
Neler neler bıraktık."

Bir başka sonbahar şarkısı;
"Güz gülleri gibiydik
Hiç bahar yaşamadık.
Ya sevmeyi bilmedik yıllarca
Ya sevince geç kaldık..."

Ve bir zamanlar listelerden düşmeyen Autumn Leaves -Sonbahar Yaprakları şarkısı.

Sonbahar biraz aldatıcı gelir bana; Hava güneşliyken birdenbire boşanan sağanak yağışlarıyla, aniden değişen ısı göstergeleriyle, pastırma yazıyla...
Sonbaharda sararıp yere düşen her yaprak, ömürden giden günleri, ayları hatırlatır sanki. Bir başka diyara giden göçmen kuşlar, yitirdiğimiz sevdiklerimizi düşündürür. Değişken hava insanın ruhsal yapısını hatırlatır. Mevsim geçişlerinde ruh sağlığımız da iniş-çıkışlı değil midir?

Ama gene de güzellikleri fark edebilen gözler için doğanın her hali bir başka güzel. Bir tablo düzeninde renk armonisiyle, göz okşayan görüntüleriyle, gizemli tavrıyla sonbahar da farklı bir mevsimdir. 

Son baharımız olmasa da ömürde yaşanan her bahar  ayrı bir anlam taşıyor. Hepsinde yaşanmış farklı anılarımız var. Anılar değil midir asıl bizi hayata bağlayan...?

Şiirlerle hayatı algılamak güzel. Son şiirimiz Özdemir Asaf'tan;

Öyle bir ilkyaz ol ki korkut yaprakları,
Öyle bir son yaz ol ki tut yaprakları,
Sararıp dökülürken güz rüzgarlarında
Aralarında savrulsunlar, unut yaprakları
Sevinçlerinde onlar vardı, hüzünlerinde onlar
Seninle yeşerdiler, seninle soldular...
Olsunlar senden sonra da umut yaprakları.

Özdemir ASAF



21 Eyl 2017

MELAL'İ ANLAMAK...(ÖYKÜ )

"21 EYLÜL DÜNYA ALZHEİMER GÜNÜ" UNUTMAMAYA-UNUTTURMAMAYA VESİLE OLSUN...


Şehir otobüsünün yarıdan fazlası doluydu. Trafiğin çok yoğun olmadığı bir saatti. Şoför durağa yaklaşırken yavaşladı ve durdu. Bekleyen iki kişi binmek üzere yaklaştılar. Önce bir bastonun ucu uzandı içeriye doğru. Ve sonra zorlukla yaşlı bir adam bindi. Birkaç saniye ayakta 2. sıraya baktı. Koltukların hemen üzerinde "Yaşlılar ve engelliler içindir." yazıyordu. O koltuklarda oturan iki genç başlarını pencereden dışarı çevirdiler. Yaşlı adam bir arka sıraya geçti. Yanı boştu. Bastonunu yerleştirdi, saatine baktı, yanındaki küçük poşetten bir kitap çıkardı. Ancak okumuyor, bakıyordu. Sayfaları çevirmesinden belliydi. 

Adam bir ara arkasına döndü. İki sıra arkasında oturan genç kadın birden irkildi. Ne kadar değişse de bu yüzü unutmak mümkün müydü? Saçları biraz daha kırlaşmıştı. Her zaman görmeye alışık oldukları ütülü takım elbise yoktu üzerinde. Yazlık gömlekte kravat da yoktu tabii.
Oysa bir zamanlar ne şık kravatları olurdu. Bir kız lisesinde çok sevilen, sayılan bir Edebiyat Öğretmeni. Uzun yüzü, mikrofonik sesi, uzun parmaklı sanatçı elleri ve anlamlı bakışlarıyla nam yapmıştı. Sert değildi ama öyle bir otoritesi vardı ki çekinilirdi. 

Genç kadın önce çekindi, bir süre düşündü, kalktı, yerini değiştirdi. Yaşlı adamın yanındaki boş koltuğa oturdu."Merhaba Hocam" dedi. Kendi sesine kendi de yabancıydı. Yanındaki bey boş gözlerle baktı: "Ben sizi tanımıyorum. Kimsiniz?" "Ben sizin öğrencinizdim." diyebildi genç kadın. "Öyle mi?" dedi karşısındaki. "Sınıftaki bütün öğrencilerin adını bilirdiniz. Sizden ne çok şey öğrendik, Edebiyat dersini sayenizde sevdik. " "Öyle mi?" dedi yine karşısındaki. 

Genç kadın sustu... Garip bir rastlantı kafasını, duygu ve düşüncelerini altüst etmişti. Yeniden konuşmaya hazırlanırken birden öğretmeninin kolundaki bilekliği gördü.Kaybolmalarını engellemek için  Alzheimer hastalarına takılan tanıtım bilekliği. Şaşırdı, bocaladı, ne diyeceğini bilemedi önce. Hastalığı konduramadı sevgili öğretmenine.Depolanmış onca bilgi unutulabilir miydi...?

İneceği yere 4-5 durak vardı. Son bir hamle yaptı; "Kitap okuma sevgisini, güzel şiir okumayı siz bize kazandırdınız." Yanıt gene aynıydı; "Öyle mi...?" İfadesiz yüzü, donuk bakışlarıyla sanki bir başka dünyada gibiydi.
Düşündü; Edebiyat Öğretmeni şiir okurken sınıfta çıt çıkmazdı. Mikrofonik bir ses tonu vardı. Tok, güçlü bir ses. Bir kız lisesinde ona hayran çok öğrenci vardı. Annabel Lee şiirini dinledikten sonra pek çoğumuz ezberlemiştik. Sanki hepimiz birer Annabel Lee idik.

"Seneler seneler evveldi;
Bir deniz ülkesinde 
Yaşayan bir kız vardı, bileceksiniz
İsmi Annnabel Lee...."

Konuyu değiştirmek istedi; "Hocam bir zamanlar yakanızda hep Atatürk rozeti olurdu, bugün takmamışsınız." dedi. Yanıt iki kelimelik idi. "Öyle mi?" İçinden hıçkıra hıçkıra ağlamak geldi. 
O çok değerli Edebiyat Öğretmenine kaderin garip bir cilvesi miydi bu? Belleğinde ne çok şiir olurdu. O şiir okumaya başladığında herkes susardı. "Hocam ben sizin en çalışkan öğrencinizdim. Piyeslerde başrol oynadım, unuttunuz mu?" demek istedi, diyemedi. Boğazına bir düğüm saplandı adeta...

Son durağa iki durak kalmıştı. Hocası son durakta, yolun sonunda inecekti. Hayatın sonu gibi bir bitiş adeta; gösterişsiz, sessiz sedasız, sade, yalın... Öğretmeniyle vedalaşmak üzere ayağa kalktı. Ama O söylediklerini duymadı bile. Pencereden dışarıyı gözlüyordu. Bir zamanlar pırıl pırıl bakan gözlerinde anlamsızlık, tedirginlik vardı. Bastonuna sımsıkı sarılmış, çevreyle ilgisini kesmişti.

Genç kadın son duraktan önce indi. Bir zamanlar tüm okulun hayran olduğu Edebiyat Öğretmeni kimliğini- kişiliğini kaybetmişti. O yıllarda tok bir sesle okuduğu Ahmet Haşim'in "O Belde" şiiri geldi aklına. Hala ezberindeydi. Mırıldanarak eve doğru yürüdü. Ruhuyla, bedeniyle kendini öyle yorgun hissediyordu ki...

O BELDE
Ne sen,
Ne ben,
Ne de hüsnünde toplanan bu mesa,
Ne de âlam-i fikre bir mersa
Olan bu mai deniz, 
Melâli anlamayan nesle aşina değiliz. 
Sana yalnız bir ince taze kadın
Bana yalnızca eski bir budala 
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefil iştiha bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir ma'nâ...

Ahmet HAŞİM


Melal- Hüzün, keder.


19 Eyl 2017

ZİLLER TÜM GÜCÜYLE ÇALIYOR...


Okullar açıldığında ziller de çalmaya başlar. Hepimiz tanırız bu sesi. Her zili duyduğumda eski bir eğitimci olarak içim titrer, endişelenirim. Eksikleriyle okullarımızı düşünürüm, stresleriyle öğrencilerimizi düşünürüm, kaygılanırım. Öğretmenlerin bitmez tükenmez sorunları gelir aklıma. 
Yıllardır hiçbir öğretim yılı sorunsuz açılmaz. Neden önlem alınmaz, neden hazırlıklar bitmez, neden tatiller biraz daha uzayıp gider...?

Bu yıl da birdenbire sürpriz bir kararla TEOG sınavı (Temel Orta öğretime Geçiş Sınavı) kalkıyor dendi. Açıklamanın hemen ardından sorular geldi: "Bu yıl sınav uygulanacak mı- Not ortalaması hiç mi dikkate alınmayacak- Okullara sınavsız geçiş nasıl olacak? Kimse ileriyi göremiyor, kafalar karmakarışık.

Öğretmenlik yıllarımda Milli Eğitim Şuraları toplanırdı. Yöneticiler, öğretmenler, veliler, öğrencilerin olduğu büyük bir grupta sorunlar tartışılırdı. Ayrıca Talim Terbiye Kurulu konuyu inceler daha sonra pilot okullar seçilir ve uygulamalar önce bu okullarda başlardı. 

Bu sınavın çok adil olduğu söylenemez elbette. Uygulamayla ilgili pek çok aksaklık gündeme geldi:
Soruların bazıları yanlış çıktı. Bazen sorular çalındı. Sorularda yanlış doğruyu götürmüyor, öğrenci rastgele işaretleyebilir. Sınav sonuçları açıklandığında yüzlerce birinci çıktı. Oysa objektif bir sınavda bu bir ölçme hatası sayılır. Daha seçici sorular hazırlanamaz mı. "Sınav kolay olsun" denirse bu sonuçlar kaçınılmaz. Yıllardır matematik ve fen bilgisi sonuçları çok düşük. Ülke içinde olduğu kadar uluslararası olimpiyatlarda da bu durum dikkat çekiyor. Bu sonuçları iyileştirmek için ne gibi önlemler alındı.?

Çocuklar-gençler yetişirken öncelik vermemiz gereken bazı değerler var; Güven duyma, çalışmaları planlama, objektiflik gibi. Bu çocuklar kime güvenecekler, çalışmalarını nasıl planlayacaklar, hangi değerlere inanacaklar? Bu sistemin yerini ne alacak, okullara nasıl yerleştirecekler? 
Bu uygulamanın olumlu-olumsuz yönlerini, deneyimlerini, düşüncelerini gerçekçi olarak söyleyecek dürüst, kararlı eğitimcilere nasıl da ihtiyaç var.
Ziller çaldıkça kafanızda sorular oluşmuyor mu...? 


11 Eyl 2017

BEKLENMEDİK BİR KAZA...


Hayatın içinde yaşantımız süresince iyi günümüz de kötü günümüz de olacak elbette. Mutlulukla mutsuzluk,sevinçle keder, gözyaşı ile kahkaha nasıl da iç içeler. Bıçak sırtı inceliğinde geçişlerle bağlıyız her birine.

Bazen beklenmedik bir kaza hayatımızı altüst edebilir. Bazen cıvıl cıvıl bir günaydın bizi yeniden kendimize getirir. 
O günün akşamı ikimizin de  içinde nedenini bilemediğimiz bir sıkıntı vardı. Ama ikimiz de birbirimizi üzmemek için hiçbir şey söylemedik. Günlerdir belli belirsiz yağan yağmurlar mıydı sıkıntının kaynağı bilemiyorum. Her zaman bir gün sonrasının işlerini hep planlardık. O gün ilk iş depodan getirilecek bir ilacın eczaneden alınmasıydı.Aç karnına alınması gerekli bu ilaç bu öykünün başlangıç noktası sayılabilir.Saat sekizde alınacak ilaç için her zamanki dakikliğinle sekize beş kala evden çıktın. 

Son yıllarda yayan veya arabayla hiçbir yere yalnız gitmez olmuştuk. Bu arada ne çok tanıdığımızı kaybettik. Ne çok hastalık ve kaza duyduk.içim titriyor, sevdiklerime konduramıyorum.
"Sen kahvaltıyı hazırla, hemen gidip geleceğim " diyerek ısrar ettin. Bilirsin sakin ve uysalımdır. Hemen kabullendim. Kahvaltıdan sonra gidelim desem de sanırım beni yormak istemedin.

Aradan on dakika bile geçmedi.Eski muhtarın eve gelip söyledikleri hala kulaklarımda çınlıyor. O an tam net duyamadım sanırım. Şimdi sözcükleri birleştirebiliyorum. "Hocam, Ahmet Hocam küçük bir kaza geçirdi, sizi görmek istiyor."  "Nerede, nasıl, ne zaman, şimdi iyi mi...?" Sorular... sorular... İnsan bazen nasıl da hızlı düşünebiliyor.

Kahvaltı sofrası hazırdı.Her şeyi olduğu gibi ortada bıraktım. O anlarda duygu ile mantık çarpışıyor sanırım. Çaydanlığın altını kapatmayı unutmadım. İlaçlarımızı çantama aceleyle koydum. Teknoloji hepimizi öylesine esir almış ki, cep telefonlarımızı ne zaman çantama attığımın farkında değilim. Ama telefon şarjlarımızı almayı düşünecek halde değildim. 

Kaza yerine varıyoruz. Her zaman sağlık ocağının önünde bekleyen ambülans gelmiş bile. Kapılar sımsıkı kapalı. "Elektro çekiliyor" diyorlar. Belki çok kısa bir süre ama bana öyle uzun geliyor ki... Kapılar açılıyor, eşimi görüyorum. Büyük bir heyecan yaşadığı belli. Gözlerimden yaşlar süzülüyor. Henüz olayın ayrıntısını bilmiyoruz. Arkada, onun yanında oturmak istiyorum. "Olmaz" diyorlar. Yasakmış. Bu "yasak" sözcüğünü de hiç sevmem. Kurallar daha farklı ifade edilebilir.

Ön tarafın yüksek basamaklarına zorlukla çıkıyorum. O anda öyle güçsüzüm ki. Arkadan inleme sesleri geliyor. Elini tutabilsem kendini daha iyi hissedecek biliyorum. "Hiçbir şey yemedi, susamıştır, acıkmıştır." diyorum. Serum veriliyor, boyunluk takılmış. Arkada çantamda telefonlar durmaksızın çalıyor. Her zil sesi beynimde yankılanıyor. Çantamı ne zaman arkaya koydum hiç bilmiyorum. 

40 yıldır kaza yapmadan araba kullanan, kurallara hep uyan bir insandır eşim. O sabah büyük bir belediye otobüsü ile virajda çarpışan arabası geriye kayarak köprüden aşağıya taklalar atarak uçmuş. Sonradan arabanın görüntüsünü görenler "içinden sağ çıkan olmuş mu?" diyorlar. 

Bu olay anılarda kötü izleriyle kalacak. Hep yaptığın gibi başka anlatacak güzel öykülerin olacak. Dinlediğimizde nasıl da etkilenirdik: Çocukluğunda karlı kış günleri okula nasıl zorluklarla gittiğini anlatırdın. Bugün kaza geçirdiğin köprünün yan tarafında karda kayarak yuvarlandığını, yüzükoyun düşüp baygınlık geçirdiğini, ölümden döndüğünü...

Dinlerken nasıl da içimiz yanardı. Yoksa bu köprü sana hep tuzak mı kuruyor? Ya şimdi...? İyi ki emniyet kemerini bağlamışsın. Ama kırık 5 kaburga kemiğinin ağrısı 2-3 ay sürermiş. Sen sabırlı ve acıya tahammüllüsündür. Eylüller hep hüzünlü gelir bana. Bu hüznü neşeye, sevince mutluluğa dönüştürelim. Beklenmedik zamanda beklenmedik kazalar olmasın artık. 

Ancak her olumsuzluğun bir güzel yanı var. Böyle kötü günlerde, anlarda dostlarını daha iyi tanıyor insan. O dayanışma nasıl da ferahlatıcı. Çevremizde ne çok iyi insan varmış. Kaza yerinde, yolda, ambülansta, hastanede onlarca duyarlı, güzel insan...
Onlar değil midir acımızı hafifleten, bizi hayata bağlayan, insanlık adına umut veren...