Sevgili Gençler,
Artık üniversitelisiniz. İster büyük, ister küçük bir kentte olun, üniversite yaşamı bir kültür etkileşimini de beraberinde yaşatıyor. Türkiye'nin değişik yörelerinden, farklı kültür ve yaşantılardan kopup gelmiş nice genç insan, onlarla birlikte gözlediğimiz nice alışkanlık, tutum ve davranış... Benzerlikler olduğu gibi ne büyük ayrılıklar var değil mi? Tanımak, anlamaya çalışmak ama kendinize zaman tanıyarak seçici olmak gerek. Dostlarınızda, arkadaşlarınızda, alışkanlıklarınızda, kitaplarınızda, sizi siz yapacak her şeyde seçici olmak...
Artık siz kendinizden sorumlusunuz. Hatalarınızla, yanılgılarınızla, seçimlerinizle üniversiteli bir bireysiniz. Okul sizi bir yandan da yaşama hazırlayacak; derslere ilginiz, devamınız, sistemli çalışmanız, ilkeleriniz yaşam kalitenizi yükseltecek, bir anlamda geleceğe yatırımınız olacak
.
Ünlü bir düşünürün çok anlamlı bir deyişi var: "Yaşlılar, hayatlarının sadece işe yarar bölümlerini hesaplasalardı, kimbilir nice yaşlı bugün genç sayılırdı." Öğütlerden hoşlanmadığınızı çok iyi biliyoruz ancak bunu öğüt saymayın; hayatınızın işe yarar bölümlerini çoğaltın, çevrenize "gören" gözlerle bakın. Yaşarken değişik "insan manzaraları" göreceksiniz, çevrenizde değişik "insan yüzleri" tanıyacaksınız. Kimi zaman acının, kimi zaman hilenin, kimi zaman onurun, gururun ağır bastığı onca yüz, onca ayrı insan, birer yaşam abidesi... Henüz yolun başındasınız. Yıllar deneyimlerinizi arttırırken, insanları tanımak, anlamak için kendinize süre tanımayı, kimine daha yakın, kimine daha uzak olmanın gereğini daha iyi kavrayacaksınız.
Üniversitede okurken bulunduğunuz her ortamdan bir şeyler öğrenmeye, kendinizi geliştirmeye, yetiştirmeye, çalışın. Örneğin; bir kitap fuarını ziyaret edebilirseniz, olanaklarınız elverdiğince bir tiyatroya, bir konferansa, panele, katılabilirseniz, kendinizi şanslı sayın. Bunların hiçbirinin olmadığı bir ortamda yeni hobiler edinmek, kitap okuyabilmek, insan tanımak da az kazanç mıdır?
İlginç bir rastlantı, mektubu yazarken bir şarkı geliyor uzaklardan; "Bana bir masal anlat baba, içinde hüzün olmasın." İçinde hüzün olmayan gerçek öyküler olabilir mi...? Unutmayın, yaşamınız her zaman toz pembe olmayacak. Yerine göre bazen bir tutam hüzün, bir tutam mutsuzluk, büyük ölçüde yorgunluk da olacak elbette yaşantınızda. Acılar çekilmeden mutluluğun, başarısızlık görülmeden başarının, hastalık yaşanmadan sağlığın değeri bilinemiyor. Anlamak için yaşamak gerek.
Bugünlerde sorun saydığınız ne çok şey var değil mi? Oysa başlangıçta sadece bir bölüm kazanmak vardı. Sorunlar yaşayarak öğreniliyor, önemseniyor. Yurt çıkmayanlar üzülürken, yurtta kalanların ayrı sorunları vardı: Yurda giriş çıkış saatleri, odaların, ranzaların durumu, yemek ücretleri, çalışma odalarının yetersizliği... Evde kalanlar için olay daha farklı boyutlarda idi: Kışın soğuğu, yolun uzunluğu, aydınlanma, ısınma, su giderleri... Yemek nasıl yapılacak, çamaşırlar nasıl yıkanacak...? Yeni bir yaşama alışmak her zaman zordur, belli bir uyum sürecini gerektirir. Birçok şeyden belki yoksun olduğunuz o ortamlar bile yıllar sonra gülümseyerek hatırlanacak, tıpkı askerlik anıları gibi uzun uzun anlatılacak.
Sizlere olanaklar ölçüsünde yollayabildiğimiz harçlıklarla öncelikle gıdanıza dikkat etmenizi isteyeceğiz. Bütçeyi ayarlamak sizin ustalığınıza bağlı. Ama eminiz, birkaç aylık bir çıraklık dönemi geçirmeden paranızı uygun biçimde harcayamayacaksınız. "ay sonu gelmeden param nasıl da bitiverdi."- ""Bu şehir de öyle pahalı ki." - "Gelecek ay biraz daha ekleseniz, ben de daha idareli olmak zorundayım."... Bu sözcükleri duymaya kendimizi hazırlamıştık zaten. Unutmayın, bu ülkede asgari ücretle çok çocuklu ailesini geçindirmeye çalışanlar, ek gelir için canını dişine takanlar, banka kuyruklarında ölen emekliler de var. Kendiniz para kazanınca alın terinin, emeğin değerini daha iyi bileceksiniz, eminiz.
Evi, ev yemeklerini özlüyor, arıyor musunuz? Bugünlerde "fast food" türü beslenmeyle hamburgerler, sandviçler, cola tipi içecekler, damak tadınızın dostu, ama midenizin de düşmanı olmaya devam ediyor. Yıllar yemek seçimlerinizi de etkileyecek, bir süre sonra sizler de isteyerek ayranı, pekmezi, sebze meyve ağırlıklı doğal beslenme biçimini seçecekseniz. Ama ne olursa olsun, ağız tadıyla içilen bir kap sıcak çorbanın, dostlarla içilen bir bardak çayın değişmeyen tadının dünyanın her yerinde aynı olduğunu da zamanla anlayacaksınız.
İlk yıl tatil günlerini iple çekeceksiniz. Aslında üniversite öncesinde sizleri tatillere kötü alıştırdık. Okullarımızda 180 işgününü hangi yıl tamamlayabildik ki? Bayram öncesi, bayram sonrası, öğretim yılı başı, öğretim yılı sonu, dolu dolu ne çok tatil yaşattık sizlere. Bazen çevrenizde, toplumda, ömür boyu tatil yapan, ama çok kazanç sağlayan kötü örnekler de sergiledik, bağışlayın.
İlk yılın ilk tatillerinde eve dönüşün tadı bir başka olsa da, okulda eskidikçe evi daha az özler olacaksınız. Hatta belki bazen biz sizleri beklerken, geleceğinizi umarken bir telefon alacağız. (Mektup değil) "Bu bayram arkadaşlarla birlikte olacağız, gelemiyorum." veya daha uygun bir üslupla söylenmiş birkaç kırık cümle: "Sizleri de çok özledim ama, bu yılbaşı gelmesem olmaz mı?" Sanırım duygusallığımız çok elvermese de, sizleri anlamaya çalışacağız, hak vereceğiz, izin vereceğiz dolayısıyla.
Üniversite yaşantınızda yıllar akıp giderken bazı değer yargılarınız sarsılacak, değişecek, gelişecek. İlk yıl büyük sınıfların gözünde "çömezler, acemiler" idiniz. Zamanla sizlerden sonra gelenler de size "abla, ağabey" diyecekler, danışacaklar, fikir alacaklar. Okul bitiminde "yaşam kavgası" başlayacak. Sizler henüz okurken, biz o dönem için de kaygılanmaya başlayacağız. Biliyoruz ki okul bitiminde hayat arkadaşını seçenler olabilecek, büyük kentlerde iş arayışına girenler,yeni bir sınava girecekler, yüksek lisans düşünenler, yurt dışına gitmek isteyenler... Kabulleneceğiz ki her biriniz bir başka yol ayrımında olacak. Duygu sömürüsü yapmadan, sizleri sevdiğimizi, özlediğimizi hep vurgulayacağız, sağlıklı ve mutlu olduğunuzu bilmek bize yetecek.
Geride bıraktığınız bizler mi...? Ne kadar büyüseniz, değişseniz de bizim gözümüzde, belleğimizde çocuksunuz, çocuklarımızsınız. Yıllardır olduğu gibi, mantığımız bazen engellese de büyüklerin çocuklara karışması hiç bitmeyecek, buna kendinizi alıştırın. İnsan hayat boyu nelere alışmıyor ki. Örneğin soğuklar başladığında, yağmurlar yağdığında sizin de üşüdüğünüzü düşüneceğiz, uzaklardan sesleneceğiz telefonlarla... "Havalar soğudu, aman giyimine dikkat et." Sizler "Ben artık büyüdüm." deseniz de elimizde değil,- yaşlılığımıza sayın- karışacağız. Unutmayın, bir süre sonra sizler de çevrenizde sizi düşünen birileri olsun isteyeceksiniz. Sevgi, ilgi insanın doğasında var. Çok bunaldığınız bir anda, güvenilir bir dost "cankurtaran simidi" gibidir.
Sizler o uzak kentlerde iken bazen biz de bunalacağız. Gazetelerde 1. sayfada kara manşetlerle "Üniversitelerde öğrenci olayları başladı." yazısını gördüğümüzde tüm gençler adına içimiz titreyecek, içimiz yanacak.Televizyon ekranlarında adeta korku filmi görüntüleri gibi defalarca tekrarlanan sahneler içimizi karartacak. "Biz bu filmi daha önce de görmüştük" diyecek birçoğumuz. Oysa o yıllardan bu yana dünyada ne çok şey değişti.
Uzun bir mektup oldu, telefonda bunca şeyi konuşabilir miydik? Görüyorsunuz, içinde hüzün olmayan dünya masalı yok. Unutmayın, sizler bizim umudumuzsunuz. Bizleri düş kırıklığına uğratmadan, duyarlı, düşünceye saygılı, çalışkan, lâik gençler olarak yetişmenizi diliyor, uzaklardan yürek dolusu sevgi ve selamlarımızı iletiyoruz.