Blog dünyasında bu yıl sanki mim'ler çoğaldı. Belki bir gün ben de düşündürücü sorularla bir mim hazırlamayı düşünürüm. Bu kez sevgili İstiridye Avcısı arkadaşımız güzel bir mim hazırlamış. Mim'ler "beyin jimnastiği" gibi oluyor diye düşünüyorum. Sorular üzerinde düşünmek iyi geliyor insana...
1- Ramazanı bir hediye paketine benzetirsek , sizin için nasıl bir paket olurdu , içinde sizin için neler olurdu?
"Hediye" deyince çok farklı şeyler algılıyorum: Hayatım boyunca bir hediye verirken de, alırken de hep bir anlamı olsun istedim. Görkemli, pahalı hediyeler değil, Hayatı kolaylaştıran, bir işlevi olan, insanca düşüncelerle verilen , sunulan şeyler.
Güzel hayaller kurmanın hepimize iyi geldiğine inanıyorum.
Ramazan paketine vefa, sadakat, güleryüz, incelik, saygı, dostluk ve kucaklar dolusu sevgi katılabilseydi keşke. Birkaç paket makarna, birkaç kilo pirinç, mercimek, un, tuz, yağ kaç hafta karın doyurur bilemem ama o hediye kolilerinin yerine hiç olmazsa Ramazanda davranışlarımızı değiştirebilsek. Belki kimilerinde kalıcı hale dönüşür...
2- Ramazan ile ilgili en net anınız hangisidir ? Size kazandırdığı hislerle birlikte anlatır mısınız?
Mutfakla ilgili her şey benim için caziptir. Sofra düzeni, farklı yemekler hazırlamak, değişik tarifler denemek... Çocukken de gençlikte de, sonrasında da alışkanlıklar çok değişime uğramıyor. Sofraya önce kahvaltılıklar konurdu, ramazana özgü pideyi biz çocuklar çok severdik. Pek gezmeye götürülen çocuklar değildik ama annemle birlikte katıldığım, hiç unutamadığım dillere destan bir sofra hatırlıyorum; "Zekeriya Sofrası." Her çeşitten farklı tatlarla 41 çeşit yiyecek. Bilenler bilir, en basit yemekler bile olsa bir sofra şöleni gibidir. Göz görgüsü gibiydi.Hala aynı canlılığıyla gözümün önündedir.
3- Çocukluğunuzdaki Ramazan ve şimdi yaşadığınız Ramazan arasındaki en belirgin farklar nelerdir?
Yıllar bizlere, hayatımıza çok şey katıyor ya da çok şey kaybettiriyor. O zamanların en belirgin özelliği "paylaşım" idi. Ramazan bereketliydi, pişirdiğiniz yemekten bir tabak da mutlaka komşuya gönderilirdi. O tabak da boş gelmez, mutlaka dolu dönerdi. Çocuklar komşuda pişen farklı tatları nasıl da severler bilirsiniz. Yöresel yemekler bir başka olurdu.
Sonraki yıllarda Tip2 diyabet çıkınca eskisi, gibi muntazam oruç tutamaz oldum. Toplumdaki değişimleri, insan ayrımlarını, suçlamaları duydukça, gözledikçe "Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer." diyorum. O yıllarda şimdiki gibi şatafatlı sofralar değil, insan ilişkileri önemliydi.Yoksulluk ayıp değildi, yalan, riya, gösteriş, insan küçümseme, alay yadırganırdı.
Ben bu yıllarda bile dışarıda açık alanda dondurma ya da yiyecek yiyemem. Belki alamaz, canı çeker diye düşünürüm.Oruçlunun yanında çay içemez, yemek yiyemezdik. Evde bulunmayan , o anda ihtiyaç olan bir limon, bir yumurta komşudan ödünç istenirdi. Geri almazlardı tabii.
Sanırım eski ile yeni Ramazanlar arasındaki en büyük fark ;
madde ve insan ayrımı. Zekat- Fitre ödenmesiyle her şey biter sanılıyor. Oysa bir yoksulun evinde birlikte içilen bir tas çorba, gönül almadır, hatır saymadır, insan olmanın tadına varmadır. Yardımlar neden bir medya ordusunun önünde ilan edercesine yapılır? Ekmekler neden kamyonlardan atılarak, karmaşa yaratılarak verilir? İnsan harcayarak paye kazanılmaz, çok şey kaybedilir , ah keşke bilebilsek...
Mim'i doldurarak paylaşmak isteyen arkadaşlarıma sonsuz teşekkürler. Esenlikler diliyorum.
Makbule ABALI.