16 Haz 2019

ANILARLA BAŞ BAŞA...



Hayatınızda bazı günler, anlar vardır; yaşanmış, anılar bırakmış, izleri yaşamınızı etkilemiş günler. Tüketim toplumlarına hizmet etmekten çok, özel yaşamınıza düşünce, tavır ve davranış olarak farklılık katan günler... Babalar Günü mesela; Bu gün sizin hayatınızda hangi anılarla yer alıyor? Babanızın hayatınızdaki rolü neydi? Düşünmek, çoğu kez insana iyi geliyor, olaylara geniş bir yelpazeden bakmasını sağlıyor.

Sevginin gücüne her zaman inanmışımdır. Theodere Hesburgh babalarla ilgili şöyle diyor; "Bir babanın çocuklarına yapabileceği en büyük yardım, annelerini sevmektir." Annemi de, babamı da çok severdim. Her ikisi de annelerini çok erken yaşta kaybetmişler. Babamın avukat olarak çalıştığı yazıhane evin alt katındaydı. Çocukluk, sık sık aşağı iner, sağ olup olmadığına bakardım. 

Bilirim, bazı insanlar çok severler ama abartılı bir sevgi gösteremezler. Bu konuda ben de babama çekmişim.Oysa küçük kardeşlerim nasıl da sevgi gösterisinde bulunurlardı. Sevginizi anlatmanın türlü çeşitli yolları var. Sevgi içten gelen, hissedilen bir şey zaten.

Babamın gelişleri unutulmazdı benim için. İş dönüşü eve gelince kapıları açar, Adana güneşi tüm görkemiyle evin içine dolardı. Sanki dünya daha sıcak, daha aydınlık olurdu. Yazın Bürücek Yaylasına çıktığımızda hafta sonu eve dönüşü ne güzel olurdu. Siparişimiz olan kitaplar, dergiler...Paketleri açmak harikaydı. Sürprizleri o yüzden çok severim.

Çocuklar için bağlılık, güven duygusu, sevgi ne kadar önemlidir. Baba yolu gözleyen çocukları çok iyi anlarım.Babasını kaybetmiş çocuklar... Beklemek, özlem duymak zordur, hele çocuklukta... Kız çocukları genellikle kişilik ve karakter olarak babalarına benzeyen erkekleri tercih ederler. İsabetli bir seçimdir bu. Bir güven tazelemedir adeta. 

Yaşayan ya da kaybettiğimiz tüm babaları saygıyla anıyorum. "Baba" gibi davranışlara sahip tüm duyarlı insanlara da selam olsun.


3 Haz 2019

YAŞAMAYA DAİR...


Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani,
 yaşamanın dışında ve ötesinde 
hiçbir şey beklemeden
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin ,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yani ağır bastığından.

Diyelim kiağır ameliyatlık hastayız,
yani beyaz masadan 
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de
 biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.

Diyelim ki dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bıleceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz 
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki hapisteyiz,
Yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına
demir kapının.
Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani duvarın arkasındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerde olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak ...

Nazım HİKMET