İnsanın anlaşılmaya ne kadar ihtiyacı var. Bazen sadece kendi iç sesini dinlemek istiyor ; Sakin bir mekanda, belki sevdiği bir şarkı eşliğinde , ya da yalnız doğadaki sesleri dinleyerek. Kuş sesleri, akan su şırıltısı, ağustos böceklerinin sesleri... Çok uzaklardan gelen, yaşadığınızı, varlığınızı hissettiren sesler.Oysa bazen tam tersine , sesler duymak isteriz çevremizde. Belki ahenkli, ahenksiz, notasız ama her telden.
Kimi insan alışkanlıklarına bağlıdır. Saati bile kurmadan her gün aynı saatte uyanır, aynı saatlerde uyur. Monoton değil ama düzenli bir hayat ister. Aşırılıklara, aykırılıklara yer yoktur hayatında. Kimilerine sıkıcı gelir böyle bir hayat. Oysa düzensizlikler, belirsizlikler değil midir hayatın dengesini bozan? İnsanın değişmezliğine karşın çevresi değişir bazen. Yıllardır yaşadığı kent, alışveriş ettiği market, pazar, saçını kestirdiği berber, merhaba dediği kitapçı, çiçekçi...
Ama artık yeni bir yerde, yeni seçimler yapmak zorundadır. Zordur alışmak, kabul etmek, güvenmek... Sokaklar, yollar bile değişmiştir. Çok katlı apartmanlardan az katlı evlere, geniş caddelerden Arnavut kaldırımlarına, parklardan ormanlara... Ne çok şeye yeniden alışmak, yeni bir hayata uyum sağlamak zorundadır.
Neyse ki gökyüzü, güneş, ay, yıldızlar küçük yer değişimleriyle hep aynı yerlerindeler. Dünya aynı kocaman dünya; Hepimiz bir başka yerde, kendi küçük dünyalarımızda uyum sağlamaya çalışıyoruz. Hayat ağır çekimde devam ediyor...