25 Haz 2013

SEVGİ-SEVDA KUŞLARI...


Toplum olarak sevgiye, güzel duygulara, güzel, yumuşak sözlere nasıl da ihtiyacımız var. Hayatın karmaşası içinde sakinlik ve dinginlik arıyor insanoğlu. Hayatı anlamlandırmak, kolaylaştırmak, mutluluğa yol açmak istiyor. Kavgasız bir hayat için çabalamaya değmez mi ? Uzun bir yolu emin adımlarla yürüyebilmek için yanında güvendiği birine ihtiyaç duyuyor insan. Kişilik özelliklerinde uyum, yeni beraberliklere zemin hazırlıyor. Başlangıç kolay görünse de uzun zamanlı beraberlikler karşılıklı güven ve özveriyi, sevgi ve saygıyı  zorunlu kılıyor. Temeli sağlam olan sevgiler küçük ayrılıklarla daha da pekişiyor, güçleniyor. 

Sevgi zaman ister, emek ister, sabır ister. Değeri bilindikçe kalıcılığı artar. Gerçek sevgiyi sahtesinden ayırt etmek hiç de zor değildir. Bakışlar, ses tonu, beden dili gerçeklere ulaşmada en büyük yardımcıdır. Sevginin olmadığı yerde kin, nefret, zulüm, acımasızlık, insafsızlık, kabalık, şiddet giderek çoğalır. Sevgisizlik bir kara bulut gibi çöker yüreklere, yüzlere... 

İnsan, sezgilerinin, önsezilerinin, değer verdiği niteliklerin peşinden gider: Uzun, ince, hassas bir yoldur bu. İnsanı bir bilinmeze de götürebilir, mutluluk köşkünün kapısına da ulaştırabilir. Özveri ister, incelik ister, anlayış ve paylaşım bekler. Hayata adeta bir tül perdenin ardından bakarak net olmayan görüntüleri netleştirmek, neden- sonuç ilişkisi içinde olayları anlamlandırmak, değerlendirmek gerekir. 

Dünyamız her gün yeni oluşumlara tanıklık eder. Dünya tüm hızıyla dönerken sevgiyle örülen yollar daha sağlam, daha dayanıklı uzayıp gider. Bir can bir başka cana yer hazırlar. sevgi çoğalır, paylaşılır, mutluluk katlanarak artar. Dünyanın pek çok yerinde aynı anda yüzlerce doğum gerçekleşir. Yunus Emre ne güzel der; "Bir ben vardır bende benden içeri" Bir iken iki olmak ve sonra üç olmak... hayata daha sağlam bakmayı sağlar, beraberliğe yeni bir renk katar ve çoğu kez daha ılımlı rüzgarlar estirir. 

Sevgi sembolü kuşlar bize ne çok şey öğretirler: Eşleri ve yuvaları konusunda çok seçicidirler. Muhabbet kuşları her kuşla çiftleşmezler. Göçmen kuşlar dönüşlerinde mutlaka eski yuvalarını ararlar. Akşam gün biterken topluca uyudukları ağaçlar hep aynı ağaçlardır. Ağaçları yok olursa o yöreden uzaklaşırlar. Kuşlar yuvalarını çevreden topladıkları çalı çırpıyla yaparlar ama ağızlarından salgıladıkları salgıyla adeta bir harç yaparak öyle sağlam bir yuva yaparlar ki kolay kolay bozamazsınız. Kuşların eşlerine sadık ve bağlı oluşlarından hep söz edilir. Muhabbet kuşları, öğretilen sözcükleri öğrenebilir, ancak erkek ve dişi kuş aynı kafeste olursa konuşmazlar. Belki de birbirleriyle muhabbet ederler.

Kuşlarla ilgili ne çok şarkı, ne çok şiir ve ne çok deyiş vardır; Birbirini çok seven iki insana "kumrular gibi" deriz. Çok mutlu, neşeli kişilere "kuşlar gibi cıvıl cıvıl" denir. Heyecan durumunda "kuşlar gibi yüreği çarpmak", rahatlama durumunda "kuş gibi hafiflemek" deriz. Kuşlarla insanlar öylesine benzerlikler gösterirler ki, sevginin ya da uygun ortamın olmadığı yerde kuşlar da barınamaz. Önce sesleri kesilir, uçuşları azalır, kanatları düşer ve sonra göçer giderler başka diyarlara. 

Sevgi yaşatır tüm canlıları; soluk aldırır, hayata bağlar, mutluluk verir, cana can katar. Dileriz sevgi hep içimizde, başucumuzda olsun. Sevgisizlik kimseyi kırmasın, incitmesin, yaralamasın.
Cem Karaca'nın gür sesiyle okuduğu "Sevda Kuşun Kanadında" adlı şarkısı nasıl da güzeldir:

Dağ başında rastladım ak sakallı birisine
Bin yıllık bir halıya bin yıldan beri
Bağdaş kurmuş bir çınar gibiydi
Sordum ona "Aşk ne ustam, hayatın sırrı ne,
Tepeden tırnağa aşığım ben
Ve koskoca bir hayat var önümde"
Sevda kuşun kanadında
Ürkütürsen tutamazsın
Ökse ile sapanla vurursun da saramazsın
Hayat sırrının suyunu
Çeşmelerden bulamazsın
Ansızın bir deli çaydan içersin de kanamazsın.

Dileriz; şarkılar, türküler, şiirler yaşama tat katsın, anlam kazandırsın, güzellikler hayatımızı zenginleştirsin...

Makbule ABALI






20 Haz 2013

ÇİÇEKLER DİLE GELSE...

Dünyamızda bitkiler, hayvanlarla ortak bir yaşam alanını paylaşıyoruz. Bu dünya hepimizin. Ağaçlar, çiçekler, otlar, böcekler, kuşlar, balıklar hayatı zenginleştiriyor, farklı bir ses, farklı bir görüntü katıyorlar. Hangi çiçek sizi rahatlatır, sakinleştirir ya da mutlu eder? Kokusuyla, görüntüsüyle, rengiyle hangi çiçeği kendinize yakın hissederdiniz? Bazı çiçeklerin olumlu, bazılarınınsa olumsuz anıları vardır. Bir tek çiçek bile bazen öyle farklı şeyler çağrıştırabilir ki. Bazı çiçekler rahatlatır, lâvanta gibi. Bazı çiçekler kokusuyla rahatsızlık verir, baygınlık hissi yaratır. Bazı çiçek umudun simgesidir, insana güç verir. Manolya, kırmızı, pembe karanfil gibi. 


Parklarda "çiçekleri koparmayınız", "çimlere basmayınız" yazıları hep beni düşündürmüştür. Neden "çiçekleri, çimleri koruyunuz" değil de, olumsuz bir ifadeyle sesleniliyor? Çiçekleri, ağaçları, bitkileri seven, koruyan, insanları da sever, çevresine zarar vermemeye özen gösterir. Çiçek sevenlerde estetik duygusu gelişmiştir, daha ılımlı, daha sakin insanlardır. Daha şefkatli, daha sabırlı oldukları bile söylenebilir. 

Dikilen veya ekilen bir çiçeğin topraktan baş vermesini beklemek sabır ister, emek ister. İlk can suyunu verdikten sonra belli aralıklarla sulamak ve ilk tomurcuğu gözlemek... Nasıl da güzeldir, heyecan vericidir. Açan her çiçek bir uğraşının ödülüdür. Bir amaç varsa beklemek zor gelmez insana. Parkta, bahçede, balkonda veya pencere kenarlarında yerini bulmuş bir çiçek, bir küçük fidan, bir bitki çevresine enerji yayar adeta. Hava, güneş ve suya yeterince doyan bir bitki, tıpkı sevgi arayışındaki bir bebek, bir çocuk gibi daha rahat serpilir, büyür. 


Ağaçlar ve toprak bedenden negatif enerjiyi alır, vücuda pozitif enerji yükler. Çıplak ayakla toprağa basmak nasıl da rahatlatır insanı. Bilimsel anlamda doğruluk payı var mıdır bilinmez, ancak bazı çiçeklerle bazı insan kişilikleri arasında benzerlikler olduğu bile söylenebilir. Her insanın gönlünde kendine yakın gördüğü bir çiçek yatar. Her insanın kendisiyle bağdaştırdığı, kendisine yakın gördüğü bir çiçek mutlaka vardır. 

Örneğin kır papatyası daha sade insanların tercihidir. Saflığı, temizliği simgeler, ilkbaharın müjdecisidir. Gül sevgi çiçeğidir, sevdayı anlatır. Dikenleri, sevginin acı veren yanının da olabileceğini nasıl da güzel vurgular. Nergis, temizlik, sadelik ve iyi duyguları dile getirir. Ağır kokusuyla varlığını kanıtlar adeta. Dağ nergisleri nasıl da diridir. Toplanıp kente gelince daha çabuk solması yerini değiştirdiği için midir, bilinmez. Hatmi çiçeği de yaylalarda haziran-temmuzu bahar bilip nasıl da boy verir, uzayıp gider sere serpe. Sağlık için yararlı olduğunu da bilir mi acep?


Çiçeklerin sessiz sakin, oldukları yerde durmaları bile ne çok şey anlatır. Çiçeklere anlam yüklemek insanlara da ilginç gelir tabii. Sözcükler ve davranışlarla duygular yeterince anlatılamazsa çiçekler yardımcı olacaktır. Renklerin bile ne kadar farklı anlatımları vardır. Pembe sümbülün melankoliyi, menekşenin alçak gönüllülüğü vurguladığı söylenir. Beyaz gül masumiyet, lityum güven anlatır deniyor. Mimoza kadınların kırılganlığının simgesidir. Bitkiler, çiçekler de can taşıyor, durdukları yerde çevrelerine anlam kazandırmaya devam ediyorlar.

Bazı çiçekler de ders verir gibi düşündürücü örnekler sergiliyorlar: Dikenleri elimize batan, elimizi acıtan, hatta bazen kanatan kaktüsler bile yılda iki kez harika çiçekler açarak verdikleri acı için insanlardan özür diliyorlar adeta. Kaktüs çiçek açmaya birkaç günde hazırlanıyor. Sabah gün doğumuyla, güneşle beraber çok ince, nazik çiçeklerini açar. Bir gün sonra o çiçeklerin ömrü sona erer. 

Bir zamanlar kaktüslerin radyasyonu engellediği gerekçesiyle bilgisayarların yanına konması önerilmişti. Sonra bu haberin doğruluğu kanıtlanamadı. Dikenleriyle acıtıp öte yandan radyasyonu emmek... ilginç tabii. Doğa bir şeyleri dengeliyor mu acaba? Kimsenin kimselere hediye olarak vermediği kaktüs, kendini kanıtlamak mı ister, sürpriz mi yapmayı düşünür, bir özür mü dilemek ister bilinmez, onca keskin, sivri dikenin yanında öyle nazik, öyle ince çiçekler açar ki, şaşırtır görenleri.


Ondan hiç beklemezsiniz bu nezaketi. Kısa bir süre için sunar tüm güzelliklerini. Sadece 1-2 gün...o kadar. Hep çevresindekileri azarlamaya, incitmeye alışmış insanlar gibi gene sürdürür huyunu. Ta ki yeni çiçekler oluşuncaya kadar. Oysa insan ömrü gibi çiçekler de kısa ömürlüdür. Güzel şeyleri daha çok görmek ister insanoğlu. Daha iyi şeyler duymak ister. 
Kaktüsler de bunu bilebilselerdi, dikenlerini daha az batırırlar mıydı acaba? 
Çiçeklerin dili olsa neler neler anlatırlardı kim bilir...


8 Haz 2013

DUYGU PATLAMALARI...


Olaylar ve kişiler karşısında hepimizde farklı duygulanımlar oluşur: Seviniriz, güleriz, bağırırız, haykırmak gelir içimizden, üzülürüz, hüzünleniriz, ağlarız, sessizliği seçer, içimize kapanırız. Çünkü insanız... Duygularımız tavan yapar bazen; Her zamankinden farklı şiddette, farklı boyutta yaşanır her şey. Ne hissettiğimizi anlatmaya renkler de yardımcı olur: Öfkeden mosmor kesilmek, utançtan kıpkırmızı olmak, korkudan bembeyaz olmak, endişeden sapsarı kesilmek gibi...

Tehlike karşısında tüm canlılarda öncelikle iki davranış görülür. Savunmaya geçme veya kaçma davranışı. Tehlike karşısında beden de daha dirençli hale gelir, farklı hormonlar salgılanır, kaslar güçlenir. Tüm canlılarda saldırıya hazır değişimler gözleriz. Kedilerin tüyleri kabarır, sesi değişir. Kaktüs cinsinden çiçekler, savunma amaçlı dikenlerini saldırıya hazır hale getirirler. Kaplumbağalar başlarını kabuklarının altına gizlerler. 

Çok sakin bir insanın bir olay karşısında birden patlamasına tanık oldunuz mu hiç? Yanardağ gibidir adeta. İçinde biriktirdiği her şey lavlar gibi akıp gitmektedir sanki. Değerlerine ters düşen her şeyle mücadele etmeye hazırdır o anda. Bir enerji boşalımı olmaktadır adeta. Çok sabırlı, ölçülü insanlarda da aynı durumu gözleyebiliriz bazen. Bir fitil ateşlenmiştir adeta. Onca yılın birikimi, bir ses bombası gibi büyük bir gümbürtüyle, birikmiş öfke, sıkıntı, kin, nefret boşaltılır. Domino taşları gibi, her şey birdenbire ardı ardına büyük bir hızla olur biter. İzlemeye bile zaman yoktur. 

Özellikle gençlikte tepkiler çok daha heyecanlı, çok daha anidir. Genç insan kendini dünyanın merkezinde sayar. Baskıcı otoriteye karşıdır. Kişiliğiyle ilgili bir aşağılamaya, kabalığa, küfürlü, alaylı konuşmaya şiddetle karşı çıkar. Öfkelendiğinde "yangına körükle gitmek" gibi öfkeyi arttırıcı davranışlar, söylemler varsa tepkileri giderek büyür. "Adam yerine konmak", dinlenmek ister. İyi niyetle atılmış bir adım bazen çok yanlış yönlere sürüklenebilir. Tanıdığınızı sandığınız insanları bir anda tanıyamazsınız bile. 

Güneşteki patlamalar nasıl olumsuz değişikliklere neden oluyorsa, insandaki öfke patlamaları da hem kişiye, hem çevresine büyük zararlar verebilir. Stres yüklenmiş insanlar, hastalıklı bir topluma zemin hazırlayacaktır. Günlerin, ayların, yılların birikimi de bazen bir duygu patlamasına dönüşebilir.Kim olursa olsun, günlerce uykusuz kalan, yorgun, sinirli, öfkeli bir kişi, onur kırıcı, aşağılayıcı söz ve davranışlara kontrolsüz şekilde tepkiler gösterebilir. Haksızlık, adaletsizlik karşısında isyan edebilir. 

Kötü anlar yaşayan, canı yanan insanda ön yargılar, olumsuz düşünceler oluşur. Kötü bir deneyim yaşamışsa, şiddet görmüşse, haksız yere yanlış davranışa maruz kalmışsa, panik atak yaşayabilir, paranoya geliştirebilir, uyku düzeni bozulabilir. Güvenilmesi gereken bir kurum, korkulan, ürkülen, kaçınılan bir kurum haline dönüşür. Öğretmeninden dayak yeyip korkan, çekinen bir çocuğun, okul saati geldiğinde karın ağrılarının, mide bulantılarının başlaması gibi. 

Kişiliğimiz nasıl olursa olsun (sakin, heyecanlı, sinirli ) yaşantımızın herhangi bir gününde , kişiler veya olaylar karşısında; öfkemizin, sinirlerimizin, acıma duygumuzun, tahammül gücümüzün aşırı zorlandığını hissedebiliriz. Çünkü insanız, insani duygular yaşıyoruz. Önemli olan bunun törpülenmesi, kontrol edilebilmesi, tekrar sakinleşip eski hale dönülebilmesi. "Öfke kontrolü" insana özgü tabii, ancak çok da kolay gerçekleştirilemeyebilir. Kendini eleştirebilme, güçlü bir irade, iyi işleyen, tarafsız bir mantık gerektirebilir.

"Duygu patlamaları" sık yaşanırsa, yaratacağı  tahribat da büyük olacaktır. Ruh sağlığı zedelenmiş bireyler, toplum sağlığını da olumsuz etkileyecektir. Nefret, öfke, kin ne kadar içte beslenip büyütülürse, insan o kadar insanlıktan uzaklaşabilir. Oysa dayanışma, kardeşlik, paylaşım, merhamet, yardımlaşma gibi insani duygular, insanı insan yapar, yüceltir. Birbirimizi daha iyi anlayabilmek için, okullarımızda gösterilen onca dersin yanında özellikle toplum psikolojisi, gençlik psikolojisi, davranış bilimleri ile ilgili derslere nasıl da ihtiyacımız var. 
Birbirimizin sesine kulak vermezsek, yok sayarsak nasıl anlaşabiliriz...? 

Ataol Behramoğlu'nun yıllar önce yazılmış, güncelliğini hiç kaybetmeyen şiirini hatırlıyorum:

Bütün insanları dostun bil, kardeşin bil kızım.
Sevincin ürünüdür insan, nefretin değil kızım.
Zulmün önünde dimdik tut onurunu, 
Sevginin önünde eğil kızım.

Ataol BEHRAMOĞLU



1 Haz 2013

AĞAÇLAR AĞLAR MI ANNE...?


ÖYKÜ
Önce sadece ağlama sesini duydum; Derin iç çekmelerle, hıçkırarak bir ağlama sesi idi bu. Bir çocuk sesi ağlama sesine karışıyordu arada bir: "Ama neden... ama neden..." Sonra onları gördüm; bir anne ile 5-6 yaşlarında tatlı bir kız çocuğu. Beni görünce önce irkildiler, sonra şaşırdıklarını fark ettim. Beklenmedik bir zamanda karşılarına çıkmıştım. Bir yabancı olarak özel konuşmalarının arasına girmiştim. Rahatları kaçmış gibiydi. 

Biraz sonra varlığımı kabullendiler sanırım, konuşmaya devam ettiler. Küçük kız burnunu silip, iç çekerken sorularını sıralamaya devam etti: "Anne, ağaçların da canı yanar mı? Ağaçlar ağlar mı anne" Yavaşça, ürkütmeden konuya karıştım:" Ağaçlar da insanlar, hayvanlar gibi canlıdır elbette. Ama onların dilinden canlılar anlar. Ne kadar iyi korur ve seversek, onlar da bizimle o kadar iyi anlaşırlar." "Peki ağaçlar ağlar mı diye sorusunu yineledi:" Gözyaşlarını biz göremeyiz ama canı yanarsa akar gider sessizce." dedim 

Küçük kızla aramızda köprü kurulmuştu. Yanıma oturdu yavaşça, anlatmaya başladı: Anaokulundan öğretmeni ve arkadaşlarıyla beraber fidan dikmeye gitmişler. Artık herkesin adını verdiği bir fidanı varmış. Kendilerinden büyük sınıfların yıllar önce diktikleri yetişmiş ağaçları da görmüşler. Bu işin çok kolay olmadığını, yıllar aldığını görmüşler. "Çok çok zaman önce küçücükmüş, şimdi kocaman olmuş, senin boyundan büyük" diye anlatıyordu... 

Bugün geldikleri parkta  bıçakla yaralanmış, dalları kesilmiş bazı ağaçları görünce çok çok üzülmüş. Güzel, iri yeşil gözlerini gözlerime dikerek bir kez de bana sordu: "Canı yanınca ağaçlar ağlar mı teyze?" Elini tuttum: "Çok haklısın, hiçbir canlının canını acıtmamak lazım. Büyüklerimiz çok eskiden söylemişler; "Yaş ağaca balta vuran el onmaz" demişler. Anlamadı sanırım, ama akıllı çocuk, yanlış bir iş yapıldığını tahmin etti. 
"Bu ağaçlar şarkı söylerlerdi eskiden, ama bak artık söylemiyorlar" dedi. Annesi yavaşça fısıldayarak açıklama yaptı: "Rüzgarda yaprakların hışırdaması olurdu, onu anlatmak istiyor." Anladım dedim ve çocuğa yöneldim." Peki siz okulda hangi şarkıları öğrendiniz?" 

Bir şarkıyı mırıldanmaya başladı. Şiirler, şarkılar, türküler, ninniler, acılara iyi geliyor gerçekten. Ağlaması durmuştu artık. "Ağacın yaralarını saralım ister misin" dedim." Ama sen doktor değilsin ki" dedi ".Hadi deneyelim" dedim. Yerden biraz toprak alıp su katarak çamur oluşturduk, ağaçların yaralı yerlerine sürdük, kapattık. Yetişemediği üst dallara annesinin kucağında ulaştı. Minicik elleriyle ağacın yaralarını onardı.Yetip yetmeyeceğini düşünmeden küçük pet şişeyle ağacın dibine su döktü. Artık rahatlamıştı. 

Annesiyle el ele tutuştu. "Evde babam bekliyordur" dedi. Belli ki "ağaçların öyküsü" az sonra babaya da anlatılacaktı. Anne kızla vedalaştık. Parktan çıktılar, hızlı hızlı yürüyerek uzaklaştılar... 

Küçük kız düşüncelere yöneltti beni... Küçüklüğümüzde ağaçlara salıncak ya da hamak kurarken ağacın canı yanmasın, zarar görmesin diye ipin bağlantı yerine birkaç kat bez sarıp bağlardık. Dalları kırılmasın diye biriken kar özenle temizlenirdi. Ağaçlar yıllarca can verdi, hayat verdi insanlara, parklara, kentlere, doğaya...
Küçük kızın duyarlılığı haklıydı. Ağaçların da canı vardır. Ve yaşatılma çabası olmazsa ağaçlar ayakta ölür...


BİR ŞİİR                          CEVİZ AĞACI

Başım köpük köpük bulut,
İçim dışım deniz,
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında,
Budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında
Yapraklarım suda balık gibi kımıl kımıl,
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a
Yapraklarım gözlerimdir.Şaşarak bakarım
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım,

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında,
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Nazım HİKMET