Dünyamızda bitkiler, hayvanlarla ortak bir yaşam alanını paylaşıyoruz. Bu dünya hepimizin. Ağaçlar, çiçekler, otlar, böcekler, kuşlar, balıklar hayatı zenginleştiriyor, farklı bir ses, farklı bir görüntü katıyorlar. Hangi çiçek sizi rahatlatır, sakinleştirir ya da mutlu eder? Kokusuyla, görüntüsüyle, rengiyle hangi çiçeği kendinize yakın hissederdiniz? Bazı çiçeklerin olumlu, bazılarınınsa olumsuz anıları vardır. Bir tek çiçek bile bazen öyle farklı şeyler çağrıştırabilir ki. Bazı çiçekler rahatlatır, lâvanta gibi. Bazı çiçekler kokusuyla rahatsızlık verir, baygınlık hissi yaratır. Bazı çiçek umudun simgesidir, insana güç verir. Manolya, kırmızı, pembe karanfil gibi.
Parklarda "çiçekleri koparmayınız", "çimlere basmayınız" yazıları hep beni düşündürmüştür. Neden "çiçekleri, çimleri koruyunuz" değil de, olumsuz bir ifadeyle sesleniliyor? Çiçekleri, ağaçları, bitkileri seven, koruyan, insanları da sever, çevresine zarar vermemeye özen gösterir. Çiçek sevenlerde estetik duygusu gelişmiştir, daha ılımlı, daha sakin insanlardır. Daha şefkatli, daha sabırlı oldukları bile söylenebilir.
Dikilen veya ekilen bir çiçeğin topraktan baş vermesini beklemek sabır ister, emek ister. İlk can suyunu verdikten sonra belli aralıklarla sulamak ve ilk tomurcuğu gözlemek... Nasıl da güzeldir, heyecan vericidir. Açan her çiçek bir uğraşının ödülüdür. Bir amaç varsa beklemek zor gelmez insana. Parkta, bahçede, balkonda veya pencere kenarlarında yerini bulmuş bir çiçek, bir küçük fidan, bir bitki çevresine enerji yayar adeta. Hava, güneş ve suya yeterince doyan bir bitki, tıpkı sevgi arayışındaki bir bebek, bir çocuk gibi daha rahat serpilir, büyür.
Ağaçlar ve toprak bedenden negatif enerjiyi alır, vücuda pozitif enerji yükler. Çıplak ayakla toprağa basmak nasıl da rahatlatır insanı. Bilimsel anlamda doğruluk payı var mıdır bilinmez, ancak bazı çiçeklerle bazı insan kişilikleri arasında benzerlikler olduğu bile söylenebilir. Her insanın gönlünde kendine yakın gördüğü bir çiçek yatar. Her insanın kendisiyle bağdaştırdığı, kendisine yakın gördüğü bir çiçek mutlaka vardır.
Örneğin kır papatyası daha sade insanların tercihidir. Saflığı, temizliği simgeler, ilkbaharın müjdecisidir. Gül sevgi çiçeğidir, sevdayı anlatır. Dikenleri, sevginin acı veren yanının da olabileceğini nasıl da güzel vurgular. Nergis, temizlik, sadelik ve iyi duyguları dile getirir. Ağır kokusuyla varlığını kanıtlar adeta. Dağ nergisleri nasıl da diridir. Toplanıp kente gelince daha çabuk solması yerini değiştirdiği için midir, bilinmez. Hatmi çiçeği de yaylalarda haziran-temmuzu bahar bilip nasıl da boy verir, uzayıp gider sere serpe. Sağlık için yararlı olduğunu da bilir mi acep?
Çiçeklerin sessiz sakin, oldukları yerde durmaları bile ne çok şey anlatır. Çiçeklere anlam yüklemek insanlara da ilginç gelir tabii. Sözcükler ve davranışlarla duygular yeterince anlatılamazsa çiçekler yardımcı olacaktır. Renklerin bile ne kadar farklı anlatımları vardır. Pembe sümbülün melankoliyi, menekşenin alçak gönüllülüğü vurguladığı söylenir. Beyaz gül masumiyet, lityum güven anlatır deniyor. Mimoza kadınların kırılganlığının simgesidir. Bitkiler, çiçekler de can taşıyor, durdukları yerde çevrelerine anlam kazandırmaya devam ediyorlar.
Bazı çiçekler de ders verir gibi düşündürücü örnekler sergiliyorlar: Dikenleri elimize batan, elimizi acıtan, hatta bazen kanatan kaktüsler bile yılda iki kez harika çiçekler açarak verdikleri acı için insanlardan özür diliyorlar adeta. Kaktüs çiçek açmaya birkaç günde hazırlanıyor. Sabah gün doğumuyla, güneşle beraber çok ince, nazik çiçeklerini açar. Bir gün sonra o çiçeklerin ömrü sona erer.
Bir zamanlar kaktüslerin radyasyonu engellediği gerekçesiyle bilgisayarların yanına konması önerilmişti. Sonra bu haberin doğruluğu kanıtlanamadı. Dikenleriyle acıtıp öte yandan radyasyonu emmek... ilginç tabii. Doğa bir şeyleri dengeliyor mu acaba? Kimsenin kimselere hediye olarak vermediği kaktüs, kendini kanıtlamak mı ister, sürpriz mi yapmayı düşünür, bir özür mü dilemek ister bilinmez, onca keskin, sivri dikenin yanında öyle nazik, öyle ince çiçekler açar ki, şaşırtır görenleri.
Ondan hiç beklemezsiniz bu nezaketi. Kısa bir süre için sunar tüm güzelliklerini. Sadece 1-2 gün...o kadar. Hep çevresindekileri azarlamaya, incitmeye alışmış insanlar gibi gene sürdürür huyunu. Ta ki yeni çiçekler oluşuncaya kadar. Oysa insan ömrü gibi çiçekler de kısa ömürlüdür. Güzel şeyleri daha çok görmek ister insanoğlu. Daha iyi şeyler duymak ister.
Kaktüsler de bunu bilebilselerdi, dikenlerini daha az batırırlar mıydı acaba?
Çiçeklerin sessiz sakin, oldukları yerde durmaları bile ne çok şey anlatır. Çiçeklere anlam yüklemek insanlara da ilginç gelir tabii. Sözcükler ve davranışlarla duygular yeterince anlatılamazsa çiçekler yardımcı olacaktır. Renklerin bile ne kadar farklı anlatımları vardır. Pembe sümbülün melankoliyi, menekşenin alçak gönüllülüğü vurguladığı söylenir. Beyaz gül masumiyet, lityum güven anlatır deniyor. Mimoza kadınların kırılganlığının simgesidir. Bitkiler, çiçekler de can taşıyor, durdukları yerde çevrelerine anlam kazandırmaya devam ediyorlar.
Bazı çiçekler de ders verir gibi düşündürücü örnekler sergiliyorlar: Dikenleri elimize batan, elimizi acıtan, hatta bazen kanatan kaktüsler bile yılda iki kez harika çiçekler açarak verdikleri acı için insanlardan özür diliyorlar adeta. Kaktüs çiçek açmaya birkaç günde hazırlanıyor. Sabah gün doğumuyla, güneşle beraber çok ince, nazik çiçeklerini açar. Bir gün sonra o çiçeklerin ömrü sona erer.
Bir zamanlar kaktüslerin radyasyonu engellediği gerekçesiyle bilgisayarların yanına konması önerilmişti. Sonra bu haberin doğruluğu kanıtlanamadı. Dikenleriyle acıtıp öte yandan radyasyonu emmek... ilginç tabii. Doğa bir şeyleri dengeliyor mu acaba? Kimsenin kimselere hediye olarak vermediği kaktüs, kendini kanıtlamak mı ister, sürpriz mi yapmayı düşünür, bir özür mü dilemek ister bilinmez, onca keskin, sivri dikenin yanında öyle nazik, öyle ince çiçekler açar ki, şaşırtır görenleri.
Ondan hiç beklemezsiniz bu nezaketi. Kısa bir süre için sunar tüm güzelliklerini. Sadece 1-2 gün...o kadar. Hep çevresindekileri azarlamaya, incitmeye alışmış insanlar gibi gene sürdürür huyunu. Ta ki yeni çiçekler oluşuncaya kadar. Oysa insan ömrü gibi çiçekler de kısa ömürlüdür. Güzel şeyleri daha çok görmek ister insanoğlu. Daha iyi şeyler duymak ister.
Kaktüsler de bunu bilebilselerdi, dikenlerini daha az batırırlar mıydı acaba?
Çiçekler, ağaçlar değil sadece ev sahipleri parklar dile geldi, kendi alfabesini, dilini oluşturdu sonra sağırlar ülkesinde...
YanıtlaSilYine umuda çağırdı ama kelimeler...Çok çok sevgiler...
"Görmüyorum, duymuyorum, söylemiyorum" konumuna düşmemek istiyor insanoğlu. Uygun bir dille söylenince anlam kazanıyor her şey tabii.
SilMevlana ne güzel söylemiş: "Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır."
"Umut" bizi hayata bağlayan can damarımız. Teşekkürler. Sevgiyle...