24 Kas 2014

BAZEN UZAKLARDAN BİR SES DUYULUR; "ÖĞRETMENİM..."


Yıllar, yıllar öncesine gittiğinizde ilk öğretmeninizden neler kaldı geriye? Ya da öğrenim hayatınız boyunca karşılaştığınız diğer öğretmenlerden hangi izleri taşıyorsunuz? İyi-kötü, mutlu-mutsuz, eğitici-cezalandırıcı, göz yaşartıcı-neşeli...İlk öğretmen "ilk aşk" gibidir bazen, unutulmaz. Bazen de hayatın en çürük temel taşlarının yapı ustası. Hasarın onarılması yıllar alır.

Yılın bir gününde anlı şanlı konuşmalarla göklere çıkarılan, diğer zamanlarda sorunları gözardı edilen öğretmenler. KPSS'de (Kamu Personeli Seçme Sınavı) umduğunu bulamayan, çok yüksek puanlarla bile bazen branş öğretmenliğine atanamayan, hakkını aramaya kalktığında itilen, tartaklanan, şiddet gören öğretmen adayları...

Mesleğini seven, idealist bir öğretmen zor zamanda bazen tutunacak bir el olur öğrencisine, bazen destek alınacak bir omuz. Gün gelir gözyaşları akar yoksul bir öğrencisine, gün gelir birlikte güler bir mutlu sona.

Yıllar, yıllar sonra "Öğretmenim..." diye seslenen bir ses ya da bir kart, bir mektup, şimdilerde bir kısa mesaj bütün emeklerin, yorgunlukların geriye dönük bir teşekkürüdür sanki. Her şeye değer o gönülden sesleniş. İşinizi benimsemezseniz, çocukları sevmezseniz, o yorgunluklara dayanamazsınız ki. Sevgi gözlerde başlar. Çocuklar öğretmenin gözünde o sevgi kıvılcımını göremezse dersi de sevemez ki. Korku anlamaya da ket vurur.

Diğer mesleklerin aksine öğretmenlikten "emekli" olmak zordur. Hayattan emekli olup, kendinizi bir köşede dinlenmeye alabilirsiniz belki ama, öğretmenlikten emekli olmak çok da kolay değildir. Beyin aktiftir gene, çok yönlü düşünmeye devam eder. Eğitim-öğretim sorunları, düşük maaşlar, okullardan gelen zil sesleri, çınlayan çocuk sesleri hep meşgul eder emekli öğretmeni. 

Bazen Eğitim Sistemindeki aksaklıklar içini acıtsa da, söyledikleri eleştiriden öte değer taşımaz. Ya da sesini duyan olmaz. Antika eşyaların aksine, deneyimler eskidikçe değer kaybına uğrar ülkemizde. 

Emekle yoğurulmuş uzun ve zor yıllar adeta bir "anı defteri" gibidir. Zaman zaman yeri geldikçe gülümseyerek açılır, yeniden tazelenir geçmiş. Bazen 1-2 damla gözyaşı eşlik eder o sessiz okumalara. Bazen dile getirilir, anlatılır. Zamanın içinde gizemli, duygulu, uzun yolculuklar ayrı bir tatla sürer gider.




17 Kas 2014

COŞKULU BİR ETKİNLİK...NARENCİYE FESTİVALİ


Anadolu'da büyük kentlerdeki gibi çok büyük kültürel organizasyonlara çok sık rastlamıyoruz. İstanbul Kitap Fuarı, Çağdaş Sanat Fuarı, İstanbul Müzik Festivali giderek gelişen çok büyük organizasyonlar.Gerçi Mersin'de de Uluslararası Müzik Festivali var. Ama her festival halka inemiyor veya halk ona ulaşamıyor.

Her yörenin, her kentin kendine has özellikleri, güzellikleri var. Bazen doğal ortam; bir göl, bir akarsu, bir dağ, ya da farklı bir mutfak kültürü o yöreyi diğerlerinden farklı kılıyor. Akdeniz yöresi ılıman iklimi, dost insanları, tantunisi, cezeryesi, kebabı ile bilinir. Güneyin narenciye ürünleri ünlüdür. Turunç, portakal, limon, mandalina, greyfurt . Nisan'da ağaçlar tomurcuk verip çiçek açtığında buram buram bir koku sarar etrafı. Özellikle akşamları o güzel koku bayıltıcı bir hal alır. En güzel parfümden daha etkileyici bir kokudur bu.


Narenciye Festivali  her yıl 15-16 Kasım günlerinde yapılmakta. Bu yıl 5. kez yapılıyor. Günlük hayatın içinde festival farklı bir renk, bir ses, bir görüntü yaratıyor. Mersin sahil şeridinin 1.5 kilometrelik bir alanı tel maketlerin üzerine değişik figürlerle narenciye ürünleriyle süslenmiş. Çevreye sarı-turuncu renkler hakim. Korsan gemisi, ahtapot, zürafa, atlı arabalar, lokomotifler, küçük evler, kaplumbağalar ve daha nice narenciye heykeli... Bahçelerden toplanıp gelmiş, burada adeta can kazanmış yüzlerce narenciye ürünü. Betonlaşmayla birlikte yok olan doğaya dikkat çekmek amacıyla, Mersin Olgunlaşma Enstitüsü Öğretmen ve Öğrencileri, narenciye ürünlerinden oluşan bir defile düzenlemişler.





Pusette, kucakta bebeğiyle gelenlerden tekerlekli sandalyedeki ziyaretçiye kadar her yaştan katılımcı var. Pek çok dernek köşe açmış: Alzheimer Derneği Mersin Şubesi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Cumhuriyet Kadınları Derneği, İçel Sanat Kulübü, ODTÜ Mezunları Derneği... Bazı derneklerdeki doğallık ve dayanışma hemen fark ediliyor. Üyeler becerilerini en güzel şekilde sergilemişler. El işleri, takılar, sağlıklı yiyecekler... Sarımsaklı  köfteden yaprak sarmasına, çeşitli böreklerden portakallı keke, sarı burma tatlısından, kurutulmuş doğal ürünlere kadar her şey en güzel ve özenli bir şekilde hazırlanmış. Bazı reyonlarda kitap satışı bile var. Umarız "kitapsever", sağlıklı ürünlerle beslenen bir kuşak yetişiyor
.


.Çeşitli ülkelerden gelen müzik ve Halk Oyunları ekipleri de var. Değişik giysileriyle fotoğraf çektiriyorlar, zaman zaman oyunlarını sergiliyorlar. Öte yandan anında çektiğiniz fotoğraflarla katılabileceğiniz "fotoğraf yarışması" var. Bir taraftan birçok masada içecek olarak doğal mandalina suyu, limonata, çay, kahve ikram ediliyor. Makinede çocukların bayıldığı mısır patlatılıyor.Narenciye çeşmesi çocukların çok hoşuna gidiyor, gidip önünde fotoğraf çektiriyorlar. Özellikle çocukların hayal dünyalarını çalıştıran bir masal ülkesi burası. İki gün tam bir şenlik havasında geçti. Bu süre içinde nice "narenciye masalı" yaşandı. 



1. gün akşamüstü ansızın bastıran yağmur hayallerin üstüne su serpse de , bedenleri ıslatsa da yola devam edildi. Festivaller, fuarlar bir kentte günlük yaşamın içinde ekonomik açıdan, sosyal açıdan bir hareketlilik ve rahatlık sağlıyor. Daha bahara çok uzun bir zaman var. Narenciye Festivali narenciye çiçeklerinin kokusunu getiremedi ama, oyunlarıyla, renkleriyle, farklı yörelerden insanlarıyla Mersin'e coşku ve canlılık getirdi. Düzenlemede 100 ton narenciye kullanıldığı söyleniyor.Festival bitiminde halk torbalarla narenciye ürünlerini paylaştı. Bol bol ücretsiz dağıtılan meyve sularının,portakal, mandalina ve limonların halk sağlığına büyük katkısı olmuştur elbette...

13 Kas 2014

ÇOCUK VE DİYABET


                                       "14 KASIM DÜNYA DİYABET GÜNÜ"
Birleşmiş Milletler'in aldığı kararla tüm ülkelerde Dünya Diyabet Günü amblemi "mavi halka" olarak kabul edildi. Mavi umudu, halka birliği temsil ediyor. O gün dikkat çekmek amacıyla her ülkede bir eser mavi renkle ışıklandırılıyor. Bizde Boğaziçi Köprüsü ışıklandırılacak.

                                        ÇOCUK VE DİYABET (Bir çocuk diliyle ) 
Masallar vardı bir zamanlar annemin anlattığı,
Kucağında dinlerken düşler kurduğum;
Kaf Dağının ardındaki ülkeler,
Bazen ormanlarında, bazen dağlarında gezindiğim,
Kırlarında çiçeklerden taçlar ördüğüm.
Masallar vardı annemin okuduğu,
Masal kahramanları çocukluk arkadaşlarım:
Yalanlarla burnu uzayan Pinokyo,
Saf ama dürüst Keloğlan,
Güzeller güzeli Pamuk Prenses.
Öyküler canlanırdı belleğimde;
Pamuk Prensesi uyutan zehirli elma
Kırmızı kıpkırmızı, şekerli ama zehirli.
Annem bilir nasıl üzüldüğümü,
Neler neler düşündüğümü...
Pamuk Prensesi kurtarmak için ,
Yedi cücelerin yanında sekizinci cüce olabilir miydim?
Elma şekerinden zehri çıkarabilir miydim?
-------------------------------------
Şeker Kız Candy oldum bir dönem
Ama O uzaklardaydı, çok çok uzaklarda,
Ulaşamadım.
Babamın "şeker kızı" olmak vardı burada,
Yanı başında...
Türkülerle anlatırdı babam sevgisini,
Bayılırdım. 
"Karabiberim, top top şekerim
Yıllardan beri seni severim."
Bazen kızardım; neden karabiber?
Annem açıklardı, sevinirdim;
"Sen bizim tadımız, tuzumuzsun."
"Her tatlıyı yararlı bilme, parlayan her şeyi altın sanma" derdi annem.
Pamuk Prenses güzeldi,
Ama şekerli elma zehirli.
"Şeker gibi çocuk" derdi görenler
Oysa ben hiç şeker sevmedim,
Yalancı elma yerine gerçek elmayı dişledim
Sağlam dişlerimle hep gülümsedim. 
"Ne tatlı çocuk" derdi bilenler
Oysa ben" babamın karabiberi"," evin tatlandırıcısı"
"Üç beyazdan uzaklaştım" derdi annem;
Çocuktum, anlamazdım...
Düşünürdüm;
Bulutlar beyazdı gökyüzünde, çok uzak,
Martılar beyazdı denizde, tutamazdım,
Karlar beyazdı dağların tepesinde, erişemezdim.
"Üç beyaz" uzaktı, çok uzak.
-----------------------------
Çocuktum... Düşünürdüm:
Babamın karabiberi, annemin tatlısı,
Beyazlar uzaktı, evimiz renkli
Meyveler renkliydi, çiçekler renkli,
Balıklar renkli,
Muhabbet kuşlarımız renkli,
Yağmurun ardından gök kuşağı renkli
Biz üç beyazdan uzakta,
Bir masal ülkesinde sağlıklı, mutlu,
Küçücük dünyamızda her şey rengarenkti...

Makbule Abalı




10 Kas 2014

AĞAÇLARIN KIYIMI...

 

SAYGIYLA, ÖZLEMLE ANIYOR, ARIYORUZ...

Gün gelecek, büyükler çocuklarına, torunlarına içinde hüzün olan gerçek hayat öyküleri anlatacaklar: "Yıllar öncesi, çok eski zamanlarda insana da, bitkiye de değer verilirdi. Hatta bir zamanlar, bir çınarın dalları kesilmesin diye koca bir köşkün temeline inilerek , raylı bir sistemle köşk 4,5 m. ileriye taşınmıştı.Yalova'daki köşk o yüzden "Yürüyen Köşk" adını almıştı. "Burada ot bile yeşermez" denen yerlerde, bozkırda  koca çiftlikler kurulmuştu. Okullarda uygulamalı tarım dersleri vardı, fidan dikme kampanyaları düzenlenirdi..." 

"Günümüzde, ülkemizin cennet gibi bir yöresinde termik santral kurmak için 6000 (altı bin) zeytin ağacını kestiler." Çocuklar bile bu öyküye inanamayacak. Binlerce ölümsüzlük ağacına, kutsal ağaca kıydılar. Yetişmesi, ürün vermesi yıllar süren, kesilmesi, kökten cansız bırakılması birkaç saatte tamamlanan koca zeytinlikler..."AMA NEDEN???" diye sorduğunda çocuklar, büyüklerin cevap vermesi pek kolay olmayacak. "Ağaçların çok mu canı yanmıştır, ağaçlar ağlamış mıdır" gibi sorular da gelebilir. Çocuklar ağaçlarla kendini özdeşleştirebilir, daha duygusal düşünebilir, anlamakta zorlanabilirler. 

Şair "Yaşamaya Dair" adlı şiirinde ne güzel der:
"Yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
Yetmişinde bile mesela, zeytin dikeceksin."