18 Oca 2016

DUYARLILIK- DUYARSIZLIK...(NOSTALJİK PAZARTESİ)



Dünyanın her yerinde, duyularla-duygularla ilgili sözcükleri ne çok kullanır insanoğlu; duyarlılık, duyarlı olmak, duyarsız olmak, duygulanmak, duygusuz olmak... Neden ihtiyaç duyar, bilinmez...
Belki de insan yanını-varlığını kanıtlamak ister.

Duyu organlarımızla farkına varıyoruz pek çok şeyin;
görüyor, kokluyor, duyuyor, tadıyor, dokunuyor, böylece anlıyor, tanıyor, algılıyor, bilincine varıyoruz. 
Duyarlı olmak için ille de tüm duyu organlarımızın sağlam ve işler olması gerekmiyor elbette.Duyu organları sapasağlam olduğu halde pek çok konuda duyarsız olabilen ne çok insan var toplumda. Uzman doktorlardan "sağlam" raporu alsa bile "duyarlılık" konusunda "özürlü-engelli" olabiliyor kişi...

Gün gelecek, belki de son teknoloji harikası robotlar, aldıkları komutlar doğrultusunda her işi büyük ustalıkla gerçekleştirecekler, ancak hangi "üstün robot" insan duyarlılığında olabilir...? İnsan gibi yüz yüze- göz göze gelebilir, insan sıcaklığında dokunabilir, yüzü kızarıp utanabilir, acıyı test edip, sevinci- coşkuyu ölçebilir...? Pozitif Bilime güvenmek gerek, belki bir gün insana duyarlı robotlar da olacak.
Kim bilir...

Duyu organlarımız arasında ne güzel bir iş bolümü vardır: Birinin gerçekleştiremediğini diğeri başarmaya çalışır, uyum sağlanır böylece; Dil susarsa göz berraklaşır, göz kapanırsa kulak açılır, kulak duymazsa göz baş role geçer, beynin işlerliği artar. Dünyanın her yerinde "insanca dokunuşlar" sona erdiğinde, "kötü kokular" alabildiğine çoğalıyor... 
Duyarlı bir yürekle duyarlı duyu organları insana zarar vermiyor, ancak "duyarsızlık-duygusuzluk" büyük kayıplara neden olabiliyor. "Gözünü dört açmazsa insan", kötülerin, kötülüklerin olumsuz etkisinden kurtulamıyor...

Dilimiz öylesine zengin ki; Belki zamanında insan değerini bildiğimiz ya da insana önem verdiğimiz için, duyarlılık ve duyu organlarımız ile ilgili doğru-yanlış ne çok söz üretmişiz. Acaba çocuklar yetişkinlerden daha iyi görüp duydukları için mi "Çocuktan al haberi"
demişiz. "Gözlerinin içi gülmek" mutluluğun mu, duyarlılığın mı bir göstergesidir? Her şey makineleştiği için mi, yoksa değer bilmezliğimizden mi "El emeği-göz nuru" deyişini daha az kullanır olduk? "Kulaklarına kadar kızarmak" deyimini bilen ya da kullanan kaç kişi kaldı aramızda? 

Gözleri görmediği halde nice güzel işler başaran onca güzel insanımız varken neden "kör-topal işini sürdürmek" deriz... Gözün görmeyişi veya ayağın aksaması beynin işleyişine engel değil ki... Görme engelli öğrencilerin, topun doğru yönünü algılayabilmek için ziller takılmış bir topla oynadıkları kavgasız futbol maçlarına bakan-gören kaç göz imrenmez? Yeter ki aldatılmasınlar, zihinsel engelli pek çok çocuğun yüreği öylesine sevgi doludur ki, uygun yaklaşımlar hemen sevgi diliyle ödüllendirilir. 
Oysa bazı insanlarda bakışlara bile yansıyan kin-nefret-öfke nasıl da korkutur-incitir-yaralar insanı.

Güzelliklerin, küçük mutlulukların tadını çıkarmak yerine pek çok şeyin tadını kaçırırız bazen, ille de "acı" ararız yaşantımızda. Gözümüzde büyüttüğümüz bazı insanlar, nesneler anlaşılmaz biçimde giderek değer kaybedip küçülürler. Neden-nasıl soruşturmayız, araştırmak istemeyiz. Dilin söyleyemediğini "beden dili" ne güzel anlatır oysa...
"Timsah gözyaşları" tanınmadığı, bilinmediği için mi "gerçek gözyaşları" anlaşılmaz-fark edilmez bazen.

"Duyarlılık-duyarsızlık" doğuştan var olan bir özelliğimiz değil. Sonradan pek çok etkenle dünyaya-yaşadığımız ortama uyumlu veya uyumsuz olabiliyoruz. Zamanında duyu organlarına yeterince işlerlik kazandırılmamışsa, sonradan beyin ve yürek de yeterince yardımcı olamıyor. Yürek "nasır bağlayınca" göz görmek istemiyor, dil yaralayıcı olabiliyor... Ağız ne kadar çok açılırsa göz giderek küçüldüğü için "görüş alanı" daralıyor, sonuçta görmez oluyor.

İnsanın içindeki "fırtına" büyüdükçe fırtına öncesi sessizlik bazen patlamalarla sonuçlanabiliyor. Kasılmalar çoğaldıkça dokunma duyusu da azalıyor, umarsızlık-duyarsızlık-ilgisizlik artıyor. Tüketim toplumlarında "kalabalıklar içinde yalnız ve çaresiz insan" imajı nasıl da acımasız gelir duyarlı insana. 
"Kalp kör olduktan sonra gözün görmesinde yarar yoktur" deyişiyle ne güzel-ne doğru söylüyor Hz.Ali.

Bir zamanlar teknoloji böylesine gelişmeden, sanal dünya oluşmadan, hatta cep telefonları yaygınlaşmadan da biz "iletişim" kurabiliyorduk;
bazen beden diliyle, bazen bir kartla, bazen mektupla... Anlaşmak-iletişim kurmak için istemek ve hazır olmak yeterdi. Ancak belki de en önemlisi beyin ve yüreklerin "paylaşıma" açık olması, "duyarlı" olmasıydı... Neden günümüzde de olmasın...?

                                          19 Kasım. 2010



18 yorum:

  1. Ne kadar güzel anlatmışsın arkadaşım, eline, emeğine, göz nuruna, duyarlılığına sağlık diyorum, ekleyecek bir şey bulamadım. Duyarlılık çok önemli, eskiler malum hassasiyet derdi, herkes hassas, duyarlı olmuyor, oysa ne kadar önemli bir şey, insanda azıcık değil çokça hassassiyet, duyarlılık ararım ben. Bir şey diyeyim mi, bir kediye, bir köpeğe acımayan insana güvenmem, komşum olsun bile istemem, çünkü sadece kendine, kendi ailesine hayrı dokunan tiplerdir duyarlı olmayanlar...
    Sevgiler:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ortak düşüncelerde buluşmak insana nasıl da iyi geliyor.Kendinden başkasını düşünmeyen bencil tipler nasıl da acımasız davranır çevresine.Günümüzde nasıl da çoğaldı öyleleri.İnsanlar-hayvanlar-bitkiler... Tüm canlılara kıyılmasın istiyorum ben de.
      Böyle duyarlı bir arkadaşı tanıdığım için çok mutluyum.
      Sevgiler...

      Sil
  2. Bazen iş yaptığımız insanlar arasında verdi sözü tutmayan, taahhüdünü yerine getiremeyenler oluyor.
    Bakıyorum, konuşurken rahat mı yoksa utanıyor mu.
    Eğer utanarak konuşuyor ise mutlaka sorunu çözecek ikinci bir yol veya zamana yayma durumuna gidiyorum.
    Çünkü utanabilen, yüzü kızaran insanlar benim için çok değerli.
    Yaşadığımız kötü zamanlarda hala iyi kalabilmiş bu insanlara hemen içim ısınıyor :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok ilginç bir örnek gerçekten. Her şeye rağmen pervasız-duyarsız-aldırmaz insan tipleri hala var çevremizde.Öte yandan hatasının farkında,bundan ötürü utanan. sıkılan insan tipine bir şans daha verilebilir tabii. O tip duyarlı insanlar hatayı gerçekten telafi ediyorlar.Yüzünün kızarması da mahcubiyetindendir.

      Sil
  3. anlatımın kibarlığına bayıldım..o kadar güzel anlatmışsın ki keşke onda birimizde bu duyarlılık farkındalık olabilse keşke dedim kendime..
    yinede umudumuzu yitirmeden, yılmadan, usanmadan birilerini etkileyebilmek adına mücadele içinde olalım değil mi..
    sevgilerimle,

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Ama sizler de öylesiniz. Blogdaki içtenlik, yalınlık öyle hoşuma gidiyor ki.
      En umutsuz olduğumuz anlarda bile umudumuzu yitirmemek, mücadele gücümüzü kaybetmemek, pes etmemek, duyarsız kalmamak diye düşünüyorum.
      Sevgiyle...

      Sil
  4. Farkındalığınızı, naifliğinizi seviyorum...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bazı arkadaşların yorumunu görünce mutluluğum bundandır. Aynı noktalarda buluşmak,ortak paylaşımlarla düşünmek...
      Çok teşekkür ediyorum.

      Sil
  5. Duyarlılığı çok yönlü olarak ele alıp irdelemişsiniz, ellerinizi sağlık.
    Görüşlerinize katılmamak mümkün değil. Bu duygu doğuştan gelmiyor, sonradan kazanılıyor tabii ki. İnsanlar birbirini göre göre etkileşime girerek duyarlılıklarını yitiriyor belki de. Bunda sanal dünyanın etkisi yadsınamaz. Like'layarak beğeni ya da duyarlılıkların sergilendiği sosyal medya ortamlarının etkisi...
    Duyarsızlık=Bencillik, benmerkezcilik, kendinden başka kimseyi düşünmeme, çıkarların ön planda olması hali, ruhsuzluk.. Sağduyudan yoksunluk...
    Doğaya duyarlılık, trafikte duyarlılık, insan haklarına duyarlılık.
    Öyle bir noktaya geldik ki; bu değerli duygu can çekişiyor adeta.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumla yazı birbirini tamamlamış, ne güzel. Duyarsızlık çok küçük yaşlardan, ailede aldırmazlıkla başlıyor. Umursamazlık, aldırmazlık, boş vermişlikle sürüyor.
      Bazen görmezden gelme, bazen bazen kolaya kaçma... Pek çok konuda "neden ben" düşüncesiyle geri planda kalma, vurdumduymazlık.
      Hep düşünürüm; Örnek alınacak insanlar çoğalsa toplum da daha iyi örnekler sergiler mi acaba?
      Sevgiler...

      Sil
    2. Sorunuzun yanıtı kuşkusuz ki ''Evet, daha iyi örnekler sergiler.''
      Misal yapılan araştırmalar ülkemizde ''yaygın görüş'' oluşmasında TV'nin %50 katkısı olduğunu söylemiş. siz de biliyorsunuz ki, TV programları geleneksel kültür üzerinde çok keskin değişimlere neden olabiliyor. Kanalların birtakım yollarla yaydığı görüşler büyük kitleler tarafından kolaylıkla benimseniyor.

      Bu da demektir ki toplum ne görürse onu alıyor ve sergiliyor. Keşke konuyla ilgili programlar ve kamu spotu türü reklamlar çoğaltılabilse...
      Sevgiler...

      Sil
    3. Eminim, daha iyi örnekler de çoğalacaktır. Ama keşke o iyi örnekler büyük kitlelere ulaşabilse. Bazen öyle basit TV programları yayınlanıyor ki, yanlış örnek oluyor.Bazen nadiren de olsa yol gösterici, eğitici, öğretici programlar var. "Kamu Spotları"nı ben de beğeniyorum. Koşuda yorulan KOAH hastası baba ve çocuk gelin öyküsü çok iyi hazırlanmış. Ama yalan, aldatma,dolandırıcılık ile ilgili de filmler yapılabilse keşke.Küçük yerlerde harika örnekler var. Onlar sergilense keşke,
      Katkınıza teşekkürler. Sevgiler...

      Sil
  6. Kitabınızda da yer verdiğiniz 'Duyarlılık-Duyarsızlık' konusundaki yazınızı bir kez daha ilgi ile okudum. Konuyu geçmişten günümüze değerlendirerek çok güzel irdelemişsiniz.
    Duyarlılık ve duyarsızlıklara dair sanırım en büyük yanılgımız; Önyargılar. Enine boyuna konuyu anlamadan, bilmeden karşı tarafa hüküm vermek oluyor. Bu, olumlu ya da olumsuz oluşan ve hissedilen her tür duygu için geçerli. Bir insanı tanımak zaman istiyor. Yargılarda bulunmak için, bilmek gerek, ne-nedir? ne-değildir?. Hiç bir şey, gerçek bakan iki gözün, mimikleriyle ruhun dışa yansıyan bakışların, ifadelerin, sesin, dokunmanın... beden dilinin yerini tutmaz, bu anlamda sanal ortam yanıltabilir!. Ama anlamak istiyorsak eğer, zaman tanımalıyız birbirimize!. sözcüklere dikkat etmeli, ani duygular ve acele kararlardan kaçınmalıyız. Zamanın değerli olduğunu bilerek, seçimlerimizde de aynı özeni göstererek… Bir de sizin de belirttiğiniz gibi,* anlaşmak-iletişim kurmak için istemek ve hazır olmak ve paylaşıma açık olmak gerek.. İyi niyet, hoşgörü ve pozitif duygular ise her daim, insanlık için hepimize gerek...

    Bu anlamlı yazınız adına teşekkürler öğretmenim. Sevgi ve esenlikle kalın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben biraz da duyarsızlığı kabalığa yakın düşünüyorum.Kendinden başkasını düşünmemek, hiçe saymak, değer vermemek. Nezaketten yoksun olmak, farklı davranmak. O zaman belirttiğiniz gibi bu tip insanlarla iletişim de kurulamıyor. Pozitif duygular, iyi niyet, hoşgörü tüm iyi adımlarda olmazsa olmazlardan, haklısınız.
      İyiyle kötünün ayırt edilmesi için zaman çok önemli, doğru ama bazen de çok dikkatli olmamıza rağmen çok uzun zaman sonra olumsuzluklar fark edilebiliyor ne yazık.İnsan karmaşık bir yapıda.Hayal kırıklığı da hüzün de, coşku da yaratabiliyor. Kırıcı olmayan, anlayışlı, duyarlı insanlarla karşılaşmayı diliyorum.
      Güzel yorumunuza teşekkür ederim.Esenlikler diliyorum.
      Sevgiler...

      Sil
  7. Yine ne güzel bir konuyu ele almissiniz. Duyarlilik... benim de cok cook önem verdigim bir özelliktir insanlarda. Duyarli insanlara bayilirim, hangi konuda olursa olsun.
    Ama herkesin ayni ölcüde sahip olmadigi bir seydir, maalesef...

    Duyarliliginiza saglik.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Duyarlı, düşünceli, hassas insanlar her zaman benim de favorimdir. Zarar gelmeyecek insanlar bunlar. Kendileri ve çevredekiler için iyi şeyler yapıyorlar.
      Toplum giderek daha duyarsız oldu, daha çıkarcı insanlar çoğaldı.
      Esenlikler dilerim. Sevgiyle...

      Sil
  8. Bir şeyi çok yoğun ve sürekli yarayınca da duyarsizlasiyor insan. Alışkanlık beraberinde duyarsızlık getiriyor. Bu yüzden hep tazelenmeliyiz. İlişkilerde, isimizde...Farklı fikirlere açık olmalıyız, yorumlara açık olmalıyız ki duyarsizliklarimizi görelim...
    Yine mükkemmel bir yazı. Elinize sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Blogda gezinirken nasılsa cevaplamayı unuttuğum bir yorum gördüm. Kusura bakmayın lütfen.
      Bu düşüncenize katılıyorum. Ama belki her zaman değil. Değişiklik, fikir alışverişi insanı yeniliyor gerçekten. Bir nevi kan değişimi gibi.
      Düşündürücü yorumunuza çok teşekkür ederim. Sevgiyle.

      Sil