25 Şub 2018

DOĞAYLA BULUŞMA



      DOĞAYLA BULUŞMA

Doğa hep çocukları bekledi;
Özlemle, sabırsızlıkla,
Dört gözle bekledi...
Onların neşeli seslerini, 
Koşarak uçurtma uçurmalarını
Kuşlarla konuşup
Sincaplara el sallamalarını 

Çocuklar da doğayı özlediler elbette;
Dağlara seslenip yankılar dinlemeyi
Ağaçlara sarılmayı, hamakta sallanmayı
Taze meyvelerden toplamayı,
Papatyalardan taç yapıp,
Gelinciklere gülümsemeyi...

Ve bir gün buluştular;
Güneş aydınlattı her yanı,
Sular şırıl şırıl aktı dağlardan ovalara .
Ağaç kovuklarında saklambaç oynadılar,
Cevizlerin gölgesinde dinlendiler.
Yer-gök çınladı çocuk kahkahalarıyla .
Doğa çocukları kucakladı ,
Yılların özlemiyle.
En çok ağaçlar sevindi,
Yalnız olmadıklarına...

Makbule ABALI 


18 Şub 2018

TOPLUMSAL BİR OLAYIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ... TECAVÜZ



Zaman zaman toplumca dibe vuruyoruz. Çekirge misali tekrar sıçrıyoruz. Çaresiz, ümitsiz... Ve o arada üzülüyoruz, endişe ediyoruz, korkuyoruz. Ama sonra unutuyoruz. Hafızamız zayıfladı. Acılı bir toplum mu olduk, acıya mı alıştık, bilinmez. Acılara tahammülümüz artarken öfkemiz, stresimiz de yükseliyor . Bu arada çok şeyi unutuyoruz; Suç ve ceza kavramını yeniden değerlendirmeyi, toplumca hatalı davranışlarımızı sorgulamayı, neden-sonuç ilişkilerine göre önlem almayı hep unutuyoruz...

Devlet istatistikleri; kadın cinayetleri, tecavüzler konusunda hayallerimizi zorlayan rakamlar ortaya koyuyor. Son yıllarda pek çok değerimizi yitirdik ya da zayıflattık; Onur, utanç, saygı ayıp kavramı, vicdan, merhamet... Nereden nereye...? Bir zamanlar kırsal kesimde kapılar kilitlenmezdi. Kentlerde bile evlerin anahtarları çiçeklerin sulanması için komşulara verilirdi. emanet kavramı vardı. "emanete hıyanet " edilmezdi.

Başka dillerde olmayan bir sözcüğümüz vardı bizim;
"Bacım" Ne içten bir deyişti. Olumsuz bir davranış karşısında "Senin bacın yok mu? " denirdi. Bu soru bile bir empati (kendini karşısındakinin yerine koyma)
sayılabilirdi.İlkokulda kız, erkek aynı sıralarda otururduk. Karşı cins kavramı çok net çizgilerle ayrılmamıştı. Belki o yüzden birbirleri için sakıncalı sayılmazlardı. Oysa şimdi... Önce sıralar, sonra sınıflar ve daha sonra okullar ayrıldı.

Tokalaşmak, uygun sınırlar içinde konuşmak, yardımlaşmak neden yanlış olsun? 
Ne güzel sözdür; "Elinizdeki tek araç çekiçse etrafınızdaki her şeye çivi olarak bakarsınız."
"Tehlikeli" diye nitelendirdiğimiz her şey gün gelir "tehlikeli" kılığına bürünebilir. İçindeki dürtüler su yüzüne çıkmıştır. Kişi karşı cinsi,sadece cinsel bir obje olarak görmeye başladığında toplumdaki yasaklar, tabular nedeniyle davranışları da değişir.

"Önce İnsan" diyebilsek, insani özellikleriyle birini tanısak, onaylasak ya da reddetsek. Güzellik, yakışıklılık zenginlik, güçlü olmak hepsi geçici değil mi? Başka değerleri gözardı ettiğimiz için mi onları değer kaybına uğrattık? Namus, gurur, onur, vicdan, ahlak, masumiyet, utanç nerelerdeler...? Kişinin öz denetimi
değil de "mahalle baskısı" önem kazanınca, temiz duygular sahteleriyle karıştırıldı, değer kaybına uğradı.

Suç ve ceza kavramlarının uygulanışı beyinlerde, yüreklerde soru işareti yaratmamalı. Haksızlıklar kılık değiştirerek, abartılarak haklıyı yenik düşürmemeli.
"Hukuk"  insanların yaşama güvencesi olmalı. Orman hukuku'nun uygulandığı yerlerde kim haklı- kim haksız bilinmez ki. "Kim güçlü- o haklı"  mantığı galip gelir.
İnsanca yaşamak istiyorsak; saygı, sevgi, hak, hukuk, adalet, insanlık uzağımızda değil,yakınımızda olmalı...

Bir toplumda yaşanan her olumsuz olay o toplumda yaşayan bireylerin duygularını da altüst ediyor, kaygı düzeyini yükseltiyor. Ben duygularımı bir şiirle ifade etmeye çalıştım. Dileriz bu tür olaylar son bulur...



                      TECAVÜZ 
Bulduklarında çok kötü durumdaydı;
Düşme değil, kaza değil,
Söylemeye utanıyor insan,
Üç yaşa bile tecavüz.
Henüz üç yaşında bir çocuk;
Bin gün bile görmemiş hayatında,
Yaşanmamış günler, yaşanmamış yıllar...
Koca beden küçücük bedenin üstüne çullandı,
Uykudaydı, haykırdı acıyla çocuk...
Avazı çıktığı kadar bağırdı,
Ağzı kapatılmıştı,
Kulak zarı patladı kendi sesinden.
Duyan olmadı dışarıdan,
Ağzı kapalıydı, bantlanmış,
Gözleri fal taşı gibi açık...
Vahşeti gördü, acıyı duydu,
Sesini duyuramadı, 
dünyanın kuru gürültüsünde.
Eliyle ittirdi kocaman canavarı,
Gücü yetmedi... 
Çağrısına kimseler yetişemedi.
Sesi yankılandı, acılar katlandı, ruhu yaralandı...
Bağırdı... bağırdı... bağırdı...
Sesi kısılıp, kesilinceye kadar...
Sonunda baygın düştü;
Yaralı, zedelenmiş, yorgun,
İncinmiş, bitkin, perişan...
Bir başka uyku sardı bedenini;
Gözleri görmüyordu artık,
Sesi çıkmıyordu, kulakları duymuyordu,
Titremeler vardı minik bedeninde...
Canavarlar ayaktaydı, öfke, kin ayakta.
İnsanlık uykuda...
Merhamet, vicdan, utanç yerlerde...

Makbule ABALI 
Şubat- 2018