Bir gün önce sabahtan akşama kadar yağmur devam etmişti. Bugün insanın iliklerine kadar işleyen bir soğuk hava. Ocak Ayının ikinci yarısındayız. Mevsimler de aldatıcı oldu. Bir kar yağsa, hepimiz arınsak olumsuz duygulardan; içimizde birikmiş kaygı ve endişelerden, dışa vurulmamış, bedene yansımış stresten...
Öğleye doğru bu küçük parkta güneşi arkama alarak yürümek, biraz ısınmak, karanlıktan aydınlığa bir yol aramak gibiydi sanki. Kafamda düşünce öbekleri, karmakarışık duygular ve sonsuzluğa uzanan bir yol. Eskinin Arnavut Kaldırım taşları düzeninde örülmüş bir yol,, Çevrede Akdeniz ve Ege İklimine özgü çam, palmiye ve zeytin ağaçları, birbirlerine haksızlık etmeden sıra sıra dizilmişler. Mevsimlere göre yapraklarını döken ve dökmeyen ağaçlar, birbirlerine karşı öyle anlayışlılar ki şaşırıyorum bazen. Sanırım yeterince tanımıyoruz bu ayrı dünyaları. Onlar kendi içlerinde bir uyumu özgürce ama ölçülü bir biçimde sürdürüyorlar. Ya biz insanlar...?
Ansızın sessizliğin içinde farklı sesler algılıyorum: Kısa cümlelerle sakin konuşmalar, insan sesleri. Sonra seslerin kaynağını buluyorum. Az ileride yürüyen bir çift. Nereden, ne zaman çıktılar? Onlar da kendilerini fark ettirmediler. Yüzlerini göremedim ilkin. Sırtları bana dönüktü. Ağır adımlarla, el ele, kol kola, adeta birbirlerinden destek alarak yürüyorlardı. Amaçsız bir yürüyüştü bu sanki. Ya da yılların ardından yönünü, amacını belirlemiş bir yürüme. Ama hiçbir trafik işareti bu doğal yürüyüşü kontrol edemezdi, bu çiftin yazısız doğal kuralları çok önceden belirlenmişti. Çocukların oyun kuralları gibi içten, saf.
Çam , palmiye ve zeytin ağaçlarıyla çevrili bir park alanıydı burası. Girişte bir Atatürk Büstü, birkaç bank vardı. Parkın dışında çocuklar için bir oyun alanı görülüyordu. Dönem tatili başlamıştı ama parkta hiç çocuk yoktu. Bu zaman diliminde park üç kişiye ayrılmıştı sanki. Ufak adımlarla, sadece birbirlerini dinleyerek yürüyen yaşlı bir çift ve ben. Onlar dikkatle yere basarak yürürken, sanki gözlerden çok kulaklar işlerlik kazanmıştı. Kuşların kanat çırpışlarını, ötüşlerini duyuyorlar mıydı acaba? Ya da yoldan geçen tek tük aracın sesleri onlara kadar ulaşıyor muydu? Neden bu dalgınlık diye düşündüm bir an. Onları böylesine yoğun duygularla düşündüren neydi bilinmez..
Sanki onların dokunulmazlığına zarar vereceğimden ürktüm. yanlarından sessizce süzülüp geçtim. Bastığım yerdeki kuru yapraklar bile ses vermedi. Az sonra seslerini duydum. Kelime oyununa benzer bir oyun gibiydi konuşmaları. Erkek, eşine bildiği ağaçların özelliklerini sıralıyordu: " Sedir ağacına köylerde katran derler. Katran, ardıç ağaçlarının bittiği yerlerde başlar. 1000 metrenin üstünde görülür." Ben parkta üçüncü turumu tamamlarken onlar henüz birinci turun sonundaydılar. Birkaç metre geriden izlemeye başladım. Giysilerindeki sadelik ve renk uyumu dikkatimi çekti. Kadının boynunda polar mavi bir atkı vardı. Erkeğin boynunda sonbahar renklerini yansıtan , zevkle bağlanmış yün bir atkı. Giysilerinde tek dikkat çekici nesne erkeğin elinde taşıdığı Atatürk simgeli çok şık bir Safranbolu bastonuydu.
Birden onlarla tanışmak için içimde dayanılmaz bir arzu duydum. Onları daha rahat izleyebilmek için adımlarımı da yavaşlatmıştım zaten. Aynı hizada yürümeye başladığımızda selâm verdim. "Merhaba" dedim. Gözlerini kısarak baktı yaşlı bey. Yüzüne vuran kış güneşi gözlük camlarına da yansımıştı.
"Bir zamanlar ben de sizin kadar hızlı yürürdüm. Çok sevdiğim bir arkadaşımla birlikte sahilde 5 km. sabah yürüyüşlerimiz olurdu." Eşi, yüzünde tatlı bir gülümsemeyle onayladı: "Bir zamanlar..."
Konuşmak için konu aramaya hiç ihtiyaç yoktu. "Bastonunuz da çok şık" diye ekledim. "Hayat boyu izinden gittik." diye bilgece bir yanıt geldi. Parktaki birkaç banktan biri hemen yanımızda idi. "Biraz soluklanmak ister misiniz? " soruma yanıt eşinden geldi: " Tabii ne iyi olur. "
Oturduk. Kış güneşi çok da ısıtıcı değildi. "Baharda buralar çok güzel olur. çiçeklerle donanır." dedim. Onlar da onayladılar sözümü: "Gördük, harikaydı. Doğa giysilerini yenileyecek bir süre sonra. Kuşlar ve böcekler de değişime uğrar. Ömrümüzün kaçıncı baharı bu kim bilir? " Tok bir erkek sesi tamamladı eşinin cümlesini. " Ben her bahar yeniden dirilirim adeta. Ancak gözlerim zayıfladı, artık dünyayı eskisi kadar net seçemiyorum . Bastonu da sevgili eşimin ısrarıyla kullanmaya başladım. Onu hiç kırmadım ki..." Sanki sözleşmiş gibi cümleyi birlikte tamamladılar: "Belli bir yaştan sonra birbirimizin desteğine daha çok ihtiyaç duyuyoruz. "
Bir yağmur bulutu göz kırptı ağaçların arasından. Bir küçük damla düştü, sonra bir damla daha. Ömürden giden günler, yıllar gibi...
Bu mini söyleşiyi noktaladık, vedalaştık. Bastonun dirençli sesi, onların ayak seslerine karıştı. Yağmur da sanki onların adımlarına uymuş, hemen sağanağa dönüşmemişti.
Arkalarından uzun süre bakakaldım. Birkaç dakikada ne çok soru, ne çok iz bıraktılar zihnimde. Sokakta çıt yoktu... Oysa içimde fırtınalar esiyordu...
Makbule ABALI
27 Ocak 2024 Urla.