24 Ağu 2024

YORUMSUZ- GERÇEK BİR ÖYKÜ- KIRILGANLIK...


Her öykü 
hayattan izler taşır. Anlatıcısına ya da yazarına göre bazen kurgulanmıştır, bazen eklemeler veya kesintilerle aktarılır. Ama her öyküde bir gerçek payı vardır mutlaka...

Yaşam durağan değil elbette. Bir gün öncesi, bir gün sonrası, ya da  bir yıl sonrası aynı olabilir mi? Kurulmuş makine değil ki insanoğlu. Bir anı bir diğerine uymayabiliyor. Söz konusu insan olunca; Beklentiler, umutlar, sıkıntı ya da kaygılar, duygu ve heyecanlar da değişebilir doğal olarak.  

"İnsanın olduğu yerde hiçbir şey şaşılası değildir." sözü boşuna söylenmemiş. Yaşadıkça, yaş aldıkça bütün bunları az çok bilerek  tavır değiştirmeniz mümkün olsa da "Kaza geliyorum demez." demiş atalarımız. 

Gün her zamanki gibi erken başladı o gün. Gün ışığı pencereden süzülürken, yeni bir gün başlar. Telefon alarmı da bu uyanışa eşlik eder. Yılların ardından emekli olmuşsanız, bedeniniz dünün yorgunluğundan izler taşıyorsa birazcık daha uyuma lüksünüz olabilir. "Birazcık" daha dediğimiz zaman dilimi ancak 30 ile 45 dakika olursa, tekrar uyumadan kalkabilirsiniz de...

Eşim ve ben her sabah günün en basit ama en güzel öğünü kahvaltıyı hazırlamak için birlikte mutfak bölümüne geçeriz. Kahvaltı sonrası henüz çaylarımız bitmemişken (İkinci çayı genellikle bahçede, açık havada tamamlıyoruz.) ben "5 dakikada güllerin son durumlarının bir fotoğrafını çekip hemen geleyim." diyorum. Kuruyan her çiçek ya da ağaç hüzünlendiriyor beni.

Küçük çiçek bahçemiz evin hemen önünde, güller onun kenarında. Gün ışığından çok güzel yararlansalar da üç gülden bir tanesi,  arıların hiç terk etmediği mavi yaseminin hemen yanı başında adeta kıskaca alınmış gibi soldu, kurudu. Kurtarmak için çok uğraş verdim; Ele yapışan mavi çiçeği nazikçe, sıkmadan bağladık, sağ olsun çiçeklerin dilinden anlayan komşumuzun verdiği ilâçla besledik. Tam biraz canlanır gibi olmuşken sanki yeniden küstü. 

Son yıllarda bloğa yerleştirdiğim çoğu fotoğrafı eşimin cep telefonuyla çekiyorum. Benimkinden daha yeni, daha net çekiyor. "Çaya bekletmeyeyim eşimi" diyerek acele davranıyorum: Bir arı kendi sınırlarına girmemden hoşnut değil sanırım, başımın etrafında daireler çiziyor. Sonra yön değiştirdi, uçarak uzaklaştı. Yan tarafta küçüklü-büyüklü kaktüslerin yer aldığı küçük bir kaktüs köşemiz var... 





Her şey birdenbire oldu: Şimdi anlatmak kolay, o anı yaşayan bilir; Bir anda başım döner gibi oluyor, kendimi uçma denemelerine girişmişken kanadı kırılmış bir kuş gibi hissediyorum, ayağım kayıyor, dizim sanki yön değiştiriyor., tutunacak hiçbir şey yok, düşüyorum... !!!

 Yerde yapay çimlerin üzerinde upuzun yatıyorum. Güneş tam karşımda, ışınlarını yolluyor. Neyse başımı betona çarpmamışım, sol dizim, sol kol dirseğim  çok acıyor, sol ayak parmaklarım ters dönmüş gibi hissediyorum. Ellerimi açıp kapatıyorum. Sabah serinliğinde ter içinde, şaşkın ve çaresiz, tek başına yerdeyim... 



Sağ yanımda çiçeklerini sıcaklarda yitirmiş bir begonvil, az ileride bir zeytin ağacı, sol yanımda kaktüsler. Sokaktan geçen tek kişi veya araba yok. Eşim beni bu halde görürse panik yapar bilirim. Düşünüyorum, en sağlıklı çözüm ne olabilir? Yan dönmeye, taşlara tutunarak kalkmaya çalışıyorum, mümkün değil...

Çaresiz, eşime sesleniyorum, sesimi duyarak değil, beni merak edip zaten geliyormuş. O beni, ben onu  düşünüyorum- düşünüyoruz aynı anda. Sonradan anlattığına göre: "Seni o halde yerde yatar görünce beynimden vurulmuşa döndüm" diyor. Yüz renginden, bakışlarından anlamıştım. Benim de yüzüm kıpkırmızı, hissediyorum. İçim titriyor, üşüyorum.  Yaz sıcaklarında çiçeklerini dökmüş bir begonvil, bir zeytin ağacı bir de guguk kuşları tanıklık ediyorlar durumumuza... 

Eşim elini uzatıp beni bir an önce yerden kaldırmak istiyor. "Hayır hayır diyorum, eğilmemen, gözüne ağırlık yüklememen gerekir,"  Ve ekliyorum: "Ben  iyi sayılırım, ne olur paniğe kapılmayalım." Son bir gayretle, olduğum yerde oturmaya çalışıyorum. Acı ve ağrı çekmeme rağmen başarıyorum. da.  O "Bu esintide üşürsün." diyerek içerden kot ceketimi getiriyor, kendisi de üstüne bir şey giymiş. Oysa ben üşümüyor, sabah serinliğinde terliyorum...

Düşüşten ötürü kırığım yok sanırım. Belki burkulma ve ezikler var. Neyse ki bu aralar istemsiz çok kilo verdim. Kırılgan, hassas ve duyarlı yapımla pek de bağdaşmayan, ince ama sağlam bir kemik yapım ve  yaşıma göre kemik ölçümlerinde başarılı bir karnem var.  Ağrı ve acı eşiğim yüksektir, sakin yapımla kolay kolay bağıramam da. Ancak yanık türkülerde, ağıtlarda, toplu acılarda  ağlamam doğaldır sanırım.

Zaman ne kadar göreceli bir kavram. Bahçeye çıktığımda saat 08.20 idi. Henüz 9 olmamış. Kimselere haber vermedik. Yakınlarda oturan kızımın üç gündür midesinden rahatsız olduğunu biliyorum. Bir gün önce tansiyonu düşünce yakındaki temiz, güzel bir klinikte serum takılırken ben de yanındaydım. "Kimseyi sabah sabah tedirgin etmeyelim." diyorum. Ama eşim: "Ben Tolga'yı arayacağım" deyince itiraz edemiyorum artık. 

Can yoldaşımız sevgili Nur ve eşi Tolga arabalarıyla sahile yürüyüş için gitmişler. İtirazlarımız kabul görmüyor.  "15 dakika uzaktayız, hemen dönüyoruz." diyorlar.  An,  bir zaman birimi. Hayat hızla akıp geçerken,  yaşam bazen  ağır çekimde devam ediyor. yaşadığımız anların, saniyelerin, dakikaların, günlerin, yılların ne kadar farkındayız?

Bir gün öncesi- bir gün sonrası... Hayat ne getirir, ne götürür bilinmez. "Düşenin dostu olmaz." denmiş. Bazı atasözlerimiz ne zaman, ne durumda, neden nasıl  söylenmiş, bilinmez... 

Sonsuz teşekkürler sevgili Nur ve Tolga. 

Ancak iki kişinin yardımıyla ayağa kalkabiliyorum. İncinen yerlerime buz koyuyor, onarıcı merhem sürüyoruz. Yarım kalmış çayların yerine ağız tadıyla hep birlikte yeni çaylarımızı içiyoruz. İnsanın acısını insan alıyor gerçekten. Düşük tansiyon ve kalp çarpıntısı nedeniyle dün biraz bulutlarda gezinir gibiydim. "Yer Demir Gök Bakır" ne güzel bir romandı diye düşünüyorum. Bugün  daha iyiyim. Uyudum-rahatladım. Sonra eski şiirlerde, şarkılarda gezindim. 

Sağlık ve hastalık, mutluluk ya da mutsuzluk, coşku veya hüzün; hepsi hayat boyu bizimle, yaşamın ta içinde...



Ahmet Haşim'in ünlü bir şiiri, sanki o zor günün şiirsel anısı gibiydi:

Bir Günün Sonunda Arzu 

Yorgun gözümün halkalarında 

Güller gibi fecr oldu nümayan, 

Güller gibi... sonsuz, iri güller

Güller ki kamıştan daha nalan, 

Gün doğdu yazık arkalarında!

Altın kulelerden yine kuşlar

Tekrarını ömrün eder ilan.

Kuşlar mıdır onlar ki her akşam

Alemlerimizden sefer eyler?

Ahmet HAŞİM 

*Fecr olmak- Tan yeri ağarmak.

Nümayan olmak- Ortaya çıkmak. 


Yaşamak, paylaşmak güzeldir; Bir sevinci, coşkuyu, mutluluğu ya da bir acıyı, sıkıntıyı, hüznü, bazen bir şiiri... Ünlü sanatçı Yıldız Kenter de çok uzaklardan sesleniyor : "Aynalar"

Makbule Abalı

Ağustos 2024 Urla 



Bir not: Biliyorum, çok candan dostlarım, arkadaşlarım var. Blogda yazmaya başladığımdan beri ilk kez (Kimseyi yormamak düşüncesiyle) bu paylaşımımdan yorum köşesini kaldırıyorum. 

( Zamanlamada gecikince hemen yorum yazan hassas, duyarlı  arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. Silmeye de kıyamadım. Ancak tabii ki kurallar gereği yayınlayamadım da. Bağışlasınlar.
Teşekkürler. M.A )










2 yorum:

  1. Ah geçmişler olsun, kırık çıkık olmadığına çok sevindim, yara bere geçer nasılsa. Siz bilirsiniz gerçi ama hatırlatayım dedim, çok yakın zamanda kantaron yağı benim için çok faydalı olmuştu. sadece yara değil, berelenme için de iyi geldi.
    Tekrar geçmiş olsun, şifa diliyorum. Sevgiler. :)

    YanıtlaSil
  2. Ahhhh canım öğretmenim çok geçmiş olsun! Ben de kalp çarpıntısıyla hatta hızlı satırları atlayarak okudum o şimdi iyiyim kelimesini aradı gözlerim, sonra bir daha yavaş okudum :( Düşük tansiyon huyumuz da mı benzermiş?! Öne fazla eğilmeler, oturur yatarken birden kalkmalar hep tetikler, çoooook geçmiş olsun! Kırık olmamasına çok şükür.. İhmal etmeyin ne olur… Bu sıcaklarda dikkatli olmak lazım ama az kaldı bu hafta dönecek mevsim..Çok çok geçmiş olsun!

    YanıtlaSil