20 Eyl 2010

Çocukça Bir Düş-Kırıklığı...


Çocuk olmuş bir gün düşlerinden birinde, 
 Bir masal ülkesinde; 
 Oyunlar oynamış dünya çocuklarıyla, 
 Kavgasız-çıkarsız, yalansız-dolansız... 
 Koşmuş, zıplamış 
 Rengarenk kır çiçekleri toplamış. 
 Tırmanmış dağlara korkmadan, 
 Gökkuşağında sallanmış, 
 Merhaba demiş, güneşe, aya... 
 Kuşlarla tanışmış gökyüzünde, 
 Uçurtmalar uçurmuş, 
 Selam göndermiş yeryüzüne;
 Doğadaki tüm canlılara... 
 Temiz pınarlardan sular içmiş, 
 Acıkmış, katıksız ekmekler yemiş,
 Dalından koparmış taze meyveyi. 
 Soluklanmış, ciğerleri bayram etmiş 
 Yorulmuş deliksiz bir uyku uyumuş, 
 Yıldızlara sevdalı...

 ....................
 Bir uyanmış; düşler kırılmış...  
 Her yer darmadağın,
 Dünya eski dünya; 
 Aynı hızla dönüyormuş...  


                                Makbule ABALI

8 Eyl 2010

Kumbaralı Bayramlar


 Bayram gibi günler yaşasın çocuklar;
 Coşkulu, duygulu, şarkılı, türkülü,
 Eskisi gibi heyecanlı,
 Bahar gibi, bayram gibi... 
 Sudan ucuz olsun gene şeker,
 Kandırılmasınlar bir elma şekerine.
 Almaya alışmadan fazlasını;
 Bir küçük mendil, bir avuç yemiş, 
 Utanarak alınırsa da bayram harçlığı, 
 Doğru kumbaraya.
 Tıka basa dolmasa da kumbara,
 Minik yüreklere yeter onca para... 


                                Makbule ABALI

7 Eyl 2010

Gözle Görmek-Yürekle Duymak...

"Gözler ruhun aynasıdır." demişiz; Yıllar boyu göze ne çok anlam yüklemiş, ne çok deyim, ne çok söz üretmişiz göz üstüne... Yalnız bizde değil, dünyanın her yerinde, gözler üstüne pek çok şey yazılmış, çizilmiş: "Güzel görmek isteyen bir kez, doğru görmek isteyen iki kez bakar" diyen Amiel'e katılmamak mümkün mü...? "Sanatçıya iki göz yetmez" derken Lamartine, sanatçı duyarlılığını, gerçek sanata bakışı ne güzel dile getirmiş.

Çocuk gözlerindeki saflık, doğallık, içtenlik nasıl da huzur verir insana... En az değişime uğrayan gözlerimiz olmasına rağmen, büyüdükçe neler görür de gözleri kocaman olur çocukların? "İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir, gerçeğin mayasını gözler göremez" derken kim bilir neler düşünmüş Exupery...?

Gene de önce gözle başlamış pek çok sevda; yürekle sürmüş, göz yanılınca yürek de aldanmış kimi zaman, yürek soğuyunca göz de görmezden gelmiş... Yalnız gözle değil, yürekle de tanımak, yanılmaları en aza indiriyor kuşkusuz, öyle olmasa hiç göremeyen görme engelliler nasıl da acı çekerlerdi kim bilir? Oysa pek çoğu, tam görebilen nice insandan daha duyarlı... Gözleri görmeyen Aşık Veysel, onca güzel eseri nasıl da yürekten yorumlamış, çalmış, seslendirmiş...


Gözden göze bağlantılar bazen çok çabuk kurulurken, neden yürekten yüreğe köprüler oldukça geç inşa edilir, ve bazen çok çabuk yıkılır...? "Kalp kör olduktan sonra gözün görmesinde yarar yoktur" diyen Hz. Ali ne doğru söylemiş. Görüntü ve gürültü karmaşasında gözler görmez, kulaklar duymaz olunca yürek çaresiz kalmaz mı...? Ta derinden, yürekten düşünmeye çalıştıkları için mi, naif-kırılgan insanlar çabuk tükenirler...?

Yürekten düşünmeyip, yalnız gözlerimizle yetinseydik, yaş aldıkça gözleri zayıflayan insanlar için haksızlık etmiş olmaz mıydık? Ortalama ömür yaşının üstünde öylesine genç beyin var ki... Çok yönlü bakmadan görmek, ya da gerçekleri görmezden gelmek; gözlerimize, yüreğimize, beynimize, kendimize, ihanet değil midir...?

Gözlerimiz de yanılabilir elbette: Farklı amaçlarla kullanılırsa "insanları yanıltma sanatı" da diyebileceğimiz illüzyon; gözün var olanı yanlış algılaması, halüsinasyon ise hiç olmayanı varmış gibi algılaması olarak tanımlanıyor. Ne yazık, algı bozuklukları insanın uyumunu da güçleştiriyor, yanlış kararlara neden olabiliyor... 


Nedense tüketim toplumlarında "göz görgüsü" giderek azalırken, "beyin ve yürek açlığı" bir türlü doyurulamıyor. İnsanlar birbirini tanımaya, anlamaya çalışmadan, görüş alışverişi yapmadan, "göze girme" veya "gözden düşme"     durumları yaşanabiliyor.Çabuk öfkeleniyor, çabuk damgalıyoruz, "gözden ırak-gönülden uzak" diyerek kutuplaşmalar yaratıyoruz. Renk tablosunda kaç renk olduğunu unutup, "göz göre göre" birbirimizi aldatıyor, yanılgılara düşüyoruz... Neden ve nasıl bu hale geldik, hiç sorgulamıyoruz...


Oysa, bu topraklarda yetişen Mevlana, yıllar öncesinden ne güzel seslenmiş: "Sevgide güneş gibi, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi, hataları örtmede gece gibi, tevazuda toprak gibi, öfkede ölü gibi ol."



Keşke toplum olarak, birey olarak hepimiz;olduğumuz gibi görünmeyi başarabilsek, göz-yürek-beyin işbirliğiyle kendimizi gözlesek önce,  kendi dokunulmazlığımıza dokunarak, hatalarımızı göz ardı etmeden gerçekçi değerlendirmeler yapabilsek... Böylece "her konuda" daha güvenilir, daha dürüst seçimler yaparak, daha sağlıklı kararlar almaz mıydık...?