28 Ara 2014

"UMUT VAR" DİYEBİLMEK...



Bazı zamanlarda ,olaylarda ya da durumlarda içimiz aydınlanır. Gülümseriz, "umut var" deriz. Ama bazen de bir karamsarlık, umutsuzluk çöker içimize; Beklenmedik davranışlar, şiddete başvuran insanlar, gücünü kötüye kullanan tipler, iç karartıcı durumlar, yalan, aldatma, hırsızlık, iki yüzlülük... gibi davranışlar insanı umutsuzluğa yöneltir. 

Umudun varlığına inanmak ister insan. "Umut var" diyebilmek ister.
Örneğin neler bize umudu çağrıştırır, neler bize güç verir, umuda olan inancımızı tazeler ?


Alın teriyle, emeğin değerini bilen, yalan söylemeyen, insanı aşağılamayan, aldatmayan, hırsızlık yapmayan, kadınlara kaba davranmayan,çevreye duyarlı insanların varlığını bilebilmek, onların giderek çoğaldığını görmek... 




Aslında yoksul olduğu halde, bulduğu yüklüce bir parayı araştırıp sahibine iade eden, hiçbir karşılık beklemeden mutlu olan insanı bilmek...
Paranın yanlış verildiğini fark ettiğinde müşterinin arkasından yetişip parayı iade eden, haksız kazancı reddeden esnafı tanımak...

Hangi partiden olursa olsun, doğru bildiğini iradesiyle, uygun bir üslupla çekinmeden söyleyen, halkın yararlarını savunan, dinleyen, çözüm üreten milletvekilinin varlığını bilmek...

Kendi partisine oy vermeyen bir yöreye de ön yargısız hizmet götürebilen, halkıyla empati kurabilen yerel yönetici, dürüst politikacıyı tanıyabilmek...

Engelli vatandaşlarımızın varlığını kabul edip, onlara uygun iş imkanları sunan, çalışmasının gerçek karşılığını veren, çalışanların sigortasını yaptıran dürüst iş yeri sahibini bilmek...



Halk sağlığını düşünüp katkılı gıdalara, zararlı besinlere, hormonlu sebze ve meyveye karşı çıkan esnafın varlığından haberdar olmak...

Hastalıklardan önce koruyucu hekimliğe önem veren, hastasını dinleyen, anlamaya çalışan, hastasını kurtarmak için her çabaya başvuran Hippokrat Yeminine sadık kalmış doktorların varlığını bilmek. 

İdealist bir öğretmenin, imkansızlıklar içinde öğrencilerini yetiştirmek için çabalayarak her şeye rağmen onları" kendine yeter" uygun bireyler olarak yetiştirdiğini bilmek...

Bilgisini uygun biçimde kullanıp, kentlerin görüntüsünü bozacak her tür yapılaşmaya hayır diyebilen, depreme dayanıklı sağlam konutlar inşa edilmesine önayak olan dürüst mimar ve mühendislerin güvencemiz olduğunu bilebilmek...

Yerin yedi kat altındaki madende çalışan işçinin de, yerin üstünde bir inşaat asansöründe çalışan bir işçinin de can güvenliğini düşünüp gerekli önlemleri alan işverenlerin varlığını bilmek...

Halka yasalar çerçevesinde uygun şekilde davranan, kaba kuvvet, orantısız güç uygulamayan, toplumsal olaylarda halkın güvenliğini koruyan, toplum ve gençlik psikolojisini bilen, ancak yasa dışı davranışlarda yeterli uyarıları yaptıktan sonra önlem alan güvenlik güçlerini görebilmek...

Hayvanlara gerekli duyarlılığı gösteren, yaralı bir hayvanı iyileştirmek için çareler arayan, yardıma muhtaç her canlıya yeterince sevgi ve özen gösterebilen kişilerin farkına varmak...

Çevremizde, yakınımızda ya da uzağımızda bütün bu insanlar, olaylar, durumlar bize umudu düşündürür. İçimizde umut ışığının parlamasına neden olabilir." 2015 Umut Yılı" olsun diyebilmeyi öyle içtenlikle istiyorum ki. Yeni yıl umutsuzlukların üstüne umut taşısın. Tek tek her birimiz birey olarak, vatandaş olarak, insan olarak çaba harcamazsak umuda nasıl yer açarız? 

Tüm dünya için, Türkiye için 2014 beklendiği gibi bir yıl olmadı. Ama her yıl yeniden umut yüklenir insanoğlu. Şimdiden beklenti içine girdik bile. Ne olur bu yıl "boş umutlar yılı" olmasın. 

23 Ara 2014

KORUMA... KORUYAMAMA...


Bir kadın korumaya alındı.
Korunacaktı; kavgadan, dayaktan, ölümden,
Bir zamanlar severek evlendiği kocasından,
Bir kış günüydü, akşam üstü, iş dönüşü...
Evine ulaşmak istedi;
Korundu ayazdan, fırtınadan,
Korundu yağmurdan, çamurdan,
Ama korunamadı ölümden.
Önce iki el silah sesi duyuldu,
Çocuklar pencerede, ürkek, şaşkın, şokta
Her şey karmakarışık, paramparça.
Babaları mı kurşun yağdıran...?
Komşular yetişti feryada,
Hava kuru soğuk, ayaz.
Cansız bedeni gazete kağıtlarıyla kapattılar.
Yerde kalan kanı yağmur temizledi.
Baba götürüldü elleri kelepçeli, başı önde,
Anne götürüldü ambulansla, cansız...
Çocuklar korumaya alındı bu kez,
Anneleri korunamayınca...


18 Ara 2014

KAZANDIKLARIMIZ YA DA KAYBETTİKLERİMİZ...



Bazı öyküler vardır, gerçekten yaşanmıştır dünyanın bir yerinde. Dilden dile söylenir, unutulmaz bir ders gibidir. Yıllar önce okumuş, çok etkilenmiştim. Olay İsveç'te geçiyor. Bilindiği gibi İsveç  dünyanın en uygar ülkelerinden biri. Ülkelerin "mutluluk" sıralamasında en üst sıralarda. Ekonomik yönden kişi başına düşen gelir düzeyi çok yüksek. Manevi değerler sıralamasında; dürüstlük, yasa ve kurallara uyma, güvenilirlik gibi değerlerde  üst sıralarda. Eğitim- öğretim düzeyi  pek çok ülkeden daha yüksek.

Bu ülkede bir gün bir yılbaşı öncesi, oyuncak satan büyük bir alışveriş merkezinde bir olay geçiyor: İki genç arkadaş mağaza yöneticilerine  bir oyun oynamaya karar veriyorlar. Kimsenin haberi yokken mağazanın anons merkezine geçiyorlar ve bir duyuru yapıyorlar: "Yılbaşı öncesi alışveriş merkezimiz müşterilerimize bir jest yapmaya karar vermiştir. Herkes 10 dakika içinde istediği oyuncağı para ödemeden alıp götürebilir."

Alışveriş merkezi bir anda karışır, mağazalar talan edilir. En pahalı oyuncaklar da götürülmüştür. Yöneticiler şaşkına dönmüşlerdir.Oysa dışarı çıkan müşteriler ve çocuklar nasıl da mutludurlar. Kısa bir düşünme devresinden sonra yöneticiler bir deneme yapmaya karar verirler; Yeni bir anons yapılır, kötü niyetli kişilerin oyununa geldikleri dile getirilir. Para ödemeden, haksızca alınan oyuncakların geri getirilmesi istenir. Bir gün içinde alınan bütün oyuncaklar iade edilir. Sadece kötü şakayı yapan iki kişinin aldığı iki oyuncak geri gelmemiştir. 

Bu olayda kim kazandı, kim kaybetti diye düşünüldüğünde kaybeden belki sadece iki kişidir. Herkes kazançlıdır, çocuklar hayatları boyunca bu olayı unutmayacaklardır. "Hak etmedikleri bir şeyi almamaları gerekir. Bedelini ödemeden bir şey alınmamalıdır. Yanlış davranıştan dönülmesi gerekir."
Dünyanın her yerinde çocuklar yaşayarak öğreniyorlar. Onlara ancak örnek davranışlar sergileyerek kalıcı davranışlar kazandırılıyor.


11 Ara 2014

BİR GÜZEL İNSAN: DİLEK LİVANELİ...


Güzellik sadece kaşın, gözün güzel olması değil elbette. Güzel diye nitelendirdiğimiz öyle insanlar var ki; yüreği güzeldir, yüzü aydınlıktır, davranışları içtendir. Çevresine adeta ışık saçar, adından söz ettirir. Güzel işler yapar, varlığı kazançtır çevresindekiler için. 

Ekranlarda izlediğimiz onca olumsuz haber arasında çok güzel bir haber vardı. Böyle haberler aslında çok kısa, yüzeysel geçiştirilir. Bu kez öyle olmadı; Haberin iki televizyon kanalında, iki gazetede yer alması sevindiriciydi. Güzel bir insanı, bir sınıf öğretmenini tanıdık böylece: Dilek Livaneli, Samsun'un Çarşamba İlçesi'ndeki Kumköy İlkokulu'nda beş yıldır "sınıf öğretmeni" olarak görev yapıyor. İki yıl önce çevresinde "Fark Yaratanlar" arasında seçilmiş.

Keşke Dilek Öğretmen gazetelerin 3. sayfasında değil de 1. sayfasında haber olabilseydi. Toplum olarak işini böylesine benimseyen, fark yaratan, dürüst, idealist insanlara öylesine ihtiyacımız var ki... Dilek Öğretmen çalıştığı okulun iç donanımını ve fizik şartlarını tamamen yenilemiş, sosyal içerikli projeler hazırlayarak çocuklarla aileleri arasında iletişimi güçlendirmiş.11 yıldır köy okullarında görev yapıyor.

Öğrencilerini operaya, sinemaya, tiyatroya, buz patenine götürmüş, velilere okuma-yazma ve meslek edindirme kursları açılmasını sağlamış. Okul lojmanının iki odasını atölye haline dönüştürmüş, köydeki kadınlar sertifika alarak üretime geçmişler. Yaptığı çalışmalarla Dilek Öğretmen Dünya çapında "Küresel Öğretmen Ödülü Komitesinin" (The Global Teacher Prize) seçtiği 5 bin öğretmen arasından son 50'ye kalan tek Türk Öğretmen olmuş. Daha sonraki elemelerde son 10 ve birinci seçilecekmiş. 

"Çağdaş bir çalıkuşu" bizlere hatta dünyaya, istenirse imkansızlıklar içinde de neler yapılabileceğini kanıtladı. İçimize su serpti, yüreğimizi aydınlattı.
Teşekkürler Dilek Öğretmenim, bunca kötü haber arasında bir tutam mutluluk, bir tutam umut sundunuz bizlere...


9 Ara 2014

ÇOCUKLAR VE KİTAPLAR







Burnunu vitrin camına dayamış, hayran hayran camın arkasını seyreden 10-12 yaşlarında bir çocuk gördüm bugün. Bir kitapçı vitriniydi seyrettiği. Caddenin gürültüsü, insanların koşuşturması onu hiç ama hiç ilgilendirmiyordu. Öyle sevimliydi ki. Onu tedirgin etmemek için fotoğrafını da çekemedim. İzin alarak çeksem doğallık bozulacaktı. Ama onun o duruşu, kitapları ilgiyle, dikkatle izleyişi beynimde yer etmiş durumda. 

Bir zamanlar doğum günlerinde verilecek en güzel hediye kitaptı. Parlak renklerle 1. hamur kağıda basılmış, en güzel resimlerle donatılmış kitaplar da değildi bunlar. Ama seyredilmez, okunurdu. Kitaplar can dostuydu çocukların. İlkokullarda bir kitap köşesi ya da kitaplık kolu mutlaka bulunurdu. 

Günümüzde kitaplar gene var. Ama görsel anlamda bilgisayarlar, tabletler daha ön planda. Uykuya geçmeden önce okunacak bir öykü çocuklara nasıl da iyi gelir. Kitaba dokunmak, kokusunu duymak, sayfalarını karıştırmak bilgisayar veya tabletin verdiği hazza eşdeğer midir? Bilgisayarlar geceleri uykuya dalmadan çocuklara kitap okuyamaz ki. Onlara canlı canlı, sesli soru da sorulamaz ki. Tekrar tekrar anlatma sabrı da yoktur bilgisayarların. Bu işi mükemmel bir şekilde başaran anneler, babalar, anneanneler, babaanneler vardır nasılsa. 

Çocuklar kitapların sayfalarını araladıkça yeni dünyalar keşfederler. Heyecanlı, macera dolu bir yolculuktur bu. Bazen hayal alemlerinde yeni arkadaşlar edinir, yeni ülkelere doğru yol alırlar. Şimdi var mıdır acaba? Eskiden çocuk dergisi Doğan Kardeş vardı. Dopdolu bir dergi. Nasıl da merakla beklenirdi. İçinde masallar, şiir köşeleri, karikatürler, çizgi romanlar... 

Erken yaşlarda iyi yönlendirilen çocuklar sonraki çağlarda da kitaplardan kolay kolay vazgeçmiyorlar. Neyi okuyacaklarını doğru biçimde seçerek kitaplar dünyasında yol alıyorlar. Bazı büyük kitapçılarda artık çocuklar için küçük tabureler, küçük masaların da konması ne güzel. Çocuklar için adeta küçük bir dünya, bir kitap cenneti yaratılması güzel bir düşünce. Televizyon ekranlarında büyük kentlerin kitap fuarlarında çocukları da görünce nasıl da mutlu oluyor, "doğru yerdeler" diye düşünüyorum. 

Günümüzde teknolojinin sağladığı yeniliklerle eskilerden çok daha kaliteli, cazip çocuk kitapları basılıyor. Ama okuma tutkusu azaldı sanki. Bazen günlük tutan, şiir yazan, hobileri olan bir çocukla karşılaşıyorsunuz. Fark yaratan her çocuk, yarınlar adına insanı mutlu ediyor. Okuyan, araştıran, düşünen, öğrendiğini paylaşan çocuklar, önyargısız, kavgasız, huzurlu bir dünyayı da daha kolay oluşturacaklar.


4 Ara 2014

ENGELLİ YARIŞ



                   ENGELLİ YARIŞ

Dün engelliler günüydü, engelliler unutulmadı...
365 gün unutulmuşlardı, bir gün hatırlandılar. 
Ne zorluklar yaşadılar, çoğu kez bilinmedi;
Merdivenlerden geçerken babaların annelerin sırtında taşındılar,
Hastanelerde bile bazen geçiş yolu bulamadılar.
Otobüslerde biniş kapakları açılmadı kimi gün, tartaklandılar.
Kaldırım taşları söküldü, yeniden yapıldı,
Olmadı, yeniden söküldü, günlerce-gecelerce tekrar yapıldı.
Önlerine nice engeller çıktı, bir şekilde aştılar,
Umutlarını yitirmediler, pes etmediler.
Bazen ödüller aldılar, mutlu oldular.
Ağladılar kimi zaman; sevinçten ya da mutluluktan.
Haksız ve yanlış davranışlarda şaşırdılar, duygulandılar. 
Bu bir engelli yarıştı çok katılımlı,
Toplum çaresiz kaldı, yenik düştü.
Çabalarıyla, iradeleriyle hayat yarışında engelliler kazandı.

                                                        Makbule Abalı 



24 Kas 2014

BAZEN UZAKLARDAN BİR SES DUYULUR; "ÖĞRETMENİM..."


Yıllar, yıllar öncesine gittiğinizde ilk öğretmeninizden neler kaldı geriye? Ya da öğrenim hayatınız boyunca karşılaştığınız diğer öğretmenlerden hangi izleri taşıyorsunuz? İyi-kötü, mutlu-mutsuz, eğitici-cezalandırıcı, göz yaşartıcı-neşeli...İlk öğretmen "ilk aşk" gibidir bazen, unutulmaz. Bazen de hayatın en çürük temel taşlarının yapı ustası. Hasarın onarılması yıllar alır.

Yılın bir gününde anlı şanlı konuşmalarla göklere çıkarılan, diğer zamanlarda sorunları gözardı edilen öğretmenler. KPSS'de (Kamu Personeli Seçme Sınavı) umduğunu bulamayan, çok yüksek puanlarla bile bazen branş öğretmenliğine atanamayan, hakkını aramaya kalktığında itilen, tartaklanan, şiddet gören öğretmen adayları...

Mesleğini seven, idealist bir öğretmen zor zamanda bazen tutunacak bir el olur öğrencisine, bazen destek alınacak bir omuz. Gün gelir gözyaşları akar yoksul bir öğrencisine, gün gelir birlikte güler bir mutlu sona.

Yıllar, yıllar sonra "Öğretmenim..." diye seslenen bir ses ya da bir kart, bir mektup, şimdilerde bir kısa mesaj bütün emeklerin, yorgunlukların geriye dönük bir teşekkürüdür sanki. Her şeye değer o gönülden sesleniş. İşinizi benimsemezseniz, çocukları sevmezseniz, o yorgunluklara dayanamazsınız ki. Sevgi gözlerde başlar. Çocuklar öğretmenin gözünde o sevgi kıvılcımını göremezse dersi de sevemez ki. Korku anlamaya da ket vurur.

Diğer mesleklerin aksine öğretmenlikten "emekli" olmak zordur. Hayattan emekli olup, kendinizi bir köşede dinlenmeye alabilirsiniz belki ama, öğretmenlikten emekli olmak çok da kolay değildir. Beyin aktiftir gene, çok yönlü düşünmeye devam eder. Eğitim-öğretim sorunları, düşük maaşlar, okullardan gelen zil sesleri, çınlayan çocuk sesleri hep meşgul eder emekli öğretmeni. 

Bazen Eğitim Sistemindeki aksaklıklar içini acıtsa da, söyledikleri eleştiriden öte değer taşımaz. Ya da sesini duyan olmaz. Antika eşyaların aksine, deneyimler eskidikçe değer kaybına uğrar ülkemizde. 

Emekle yoğurulmuş uzun ve zor yıllar adeta bir "anı defteri" gibidir. Zaman zaman yeri geldikçe gülümseyerek açılır, yeniden tazelenir geçmiş. Bazen 1-2 damla gözyaşı eşlik eder o sessiz okumalara. Bazen dile getirilir, anlatılır. Zamanın içinde gizemli, duygulu, uzun yolculuklar ayrı bir tatla sürer gider.




17 Kas 2014

COŞKULU BİR ETKİNLİK...NARENCİYE FESTİVALİ


Anadolu'da büyük kentlerdeki gibi çok büyük kültürel organizasyonlara çok sık rastlamıyoruz. İstanbul Kitap Fuarı, Çağdaş Sanat Fuarı, İstanbul Müzik Festivali giderek gelişen çok büyük organizasyonlar.Gerçi Mersin'de de Uluslararası Müzik Festivali var. Ama her festival halka inemiyor veya halk ona ulaşamıyor.

Her yörenin, her kentin kendine has özellikleri, güzellikleri var. Bazen doğal ortam; bir göl, bir akarsu, bir dağ, ya da farklı bir mutfak kültürü o yöreyi diğerlerinden farklı kılıyor. Akdeniz yöresi ılıman iklimi, dost insanları, tantunisi, cezeryesi, kebabı ile bilinir. Güneyin narenciye ürünleri ünlüdür. Turunç, portakal, limon, mandalina, greyfurt . Nisan'da ağaçlar tomurcuk verip çiçek açtığında buram buram bir koku sarar etrafı. Özellikle akşamları o güzel koku bayıltıcı bir hal alır. En güzel parfümden daha etkileyici bir kokudur bu.


Narenciye Festivali  her yıl 15-16 Kasım günlerinde yapılmakta. Bu yıl 5. kez yapılıyor. Günlük hayatın içinde festival farklı bir renk, bir ses, bir görüntü yaratıyor. Mersin sahil şeridinin 1.5 kilometrelik bir alanı tel maketlerin üzerine değişik figürlerle narenciye ürünleriyle süslenmiş. Çevreye sarı-turuncu renkler hakim. Korsan gemisi, ahtapot, zürafa, atlı arabalar, lokomotifler, küçük evler, kaplumbağalar ve daha nice narenciye heykeli... Bahçelerden toplanıp gelmiş, burada adeta can kazanmış yüzlerce narenciye ürünü. Betonlaşmayla birlikte yok olan doğaya dikkat çekmek amacıyla, Mersin Olgunlaşma Enstitüsü Öğretmen ve Öğrencileri, narenciye ürünlerinden oluşan bir defile düzenlemişler.





Pusette, kucakta bebeğiyle gelenlerden tekerlekli sandalyedeki ziyaretçiye kadar her yaştan katılımcı var. Pek çok dernek köşe açmış: Alzheimer Derneği Mersin Şubesi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Cumhuriyet Kadınları Derneği, İçel Sanat Kulübü, ODTÜ Mezunları Derneği... Bazı derneklerdeki doğallık ve dayanışma hemen fark ediliyor. Üyeler becerilerini en güzel şekilde sergilemişler. El işleri, takılar, sağlıklı yiyecekler... Sarımsaklı  köfteden yaprak sarmasına, çeşitli böreklerden portakallı keke, sarı burma tatlısından, kurutulmuş doğal ürünlere kadar her şey en güzel ve özenli bir şekilde hazırlanmış. Bazı reyonlarda kitap satışı bile var. Umarız "kitapsever", sağlıklı ürünlerle beslenen bir kuşak yetişiyor
.


.Çeşitli ülkelerden gelen müzik ve Halk Oyunları ekipleri de var. Değişik giysileriyle fotoğraf çektiriyorlar, zaman zaman oyunlarını sergiliyorlar. Öte yandan anında çektiğiniz fotoğraflarla katılabileceğiniz "fotoğraf yarışması" var. Bir taraftan birçok masada içecek olarak doğal mandalina suyu, limonata, çay, kahve ikram ediliyor. Makinede çocukların bayıldığı mısır patlatılıyor.Narenciye çeşmesi çocukların çok hoşuna gidiyor, gidip önünde fotoğraf çektiriyorlar. Özellikle çocukların hayal dünyalarını çalıştıran bir masal ülkesi burası. İki gün tam bir şenlik havasında geçti. Bu süre içinde nice "narenciye masalı" yaşandı. 



1. gün akşamüstü ansızın bastıran yağmur hayallerin üstüne su serpse de , bedenleri ıslatsa da yola devam edildi. Festivaller, fuarlar bir kentte günlük yaşamın içinde ekonomik açıdan, sosyal açıdan bir hareketlilik ve rahatlık sağlıyor. Daha bahara çok uzun bir zaman var. Narenciye Festivali narenciye çiçeklerinin kokusunu getiremedi ama, oyunlarıyla, renkleriyle, farklı yörelerden insanlarıyla Mersin'e coşku ve canlılık getirdi. Düzenlemede 100 ton narenciye kullanıldığı söyleniyor.Festival bitiminde halk torbalarla narenciye ürünlerini paylaştı. Bol bol ücretsiz dağıtılan meyve sularının,portakal, mandalina ve limonların halk sağlığına büyük katkısı olmuştur elbette...

13 Kas 2014

ÇOCUK VE DİYABET


                                       "14 KASIM DÜNYA DİYABET GÜNÜ"
Birleşmiş Milletler'in aldığı kararla tüm ülkelerde Dünya Diyabet Günü amblemi "mavi halka" olarak kabul edildi. Mavi umudu, halka birliği temsil ediyor. O gün dikkat çekmek amacıyla her ülkede bir eser mavi renkle ışıklandırılıyor. Bizde Boğaziçi Köprüsü ışıklandırılacak.

                                        ÇOCUK VE DİYABET (Bir çocuk diliyle ) 
Masallar vardı bir zamanlar annemin anlattığı,
Kucağında dinlerken düşler kurduğum;
Kaf Dağının ardındaki ülkeler,
Bazen ormanlarında, bazen dağlarında gezindiğim,
Kırlarında çiçeklerden taçlar ördüğüm.
Masallar vardı annemin okuduğu,
Masal kahramanları çocukluk arkadaşlarım:
Yalanlarla burnu uzayan Pinokyo,
Saf ama dürüst Keloğlan,
Güzeller güzeli Pamuk Prenses.
Öyküler canlanırdı belleğimde;
Pamuk Prensesi uyutan zehirli elma
Kırmızı kıpkırmızı, şekerli ama zehirli.
Annem bilir nasıl üzüldüğümü,
Neler neler düşündüğümü...
Pamuk Prensesi kurtarmak için ,
Yedi cücelerin yanında sekizinci cüce olabilir miydim?
Elma şekerinden zehri çıkarabilir miydim?
-------------------------------------
Şeker Kız Candy oldum bir dönem
Ama O uzaklardaydı, çok çok uzaklarda,
Ulaşamadım.
Babamın "şeker kızı" olmak vardı burada,
Yanı başında...
Türkülerle anlatırdı babam sevgisini,
Bayılırdım. 
"Karabiberim, top top şekerim
Yıllardan beri seni severim."
Bazen kızardım; neden karabiber?
Annem açıklardı, sevinirdim;
"Sen bizim tadımız, tuzumuzsun."
"Her tatlıyı yararlı bilme, parlayan her şeyi altın sanma" derdi annem.
Pamuk Prenses güzeldi,
Ama şekerli elma zehirli.
"Şeker gibi çocuk" derdi görenler
Oysa ben hiç şeker sevmedim,
Yalancı elma yerine gerçek elmayı dişledim
Sağlam dişlerimle hep gülümsedim. 
"Ne tatlı çocuk" derdi bilenler
Oysa ben" babamın karabiberi"," evin tatlandırıcısı"
"Üç beyazdan uzaklaştım" derdi annem;
Çocuktum, anlamazdım...
Düşünürdüm;
Bulutlar beyazdı gökyüzünde, çok uzak,
Martılar beyazdı denizde, tutamazdım,
Karlar beyazdı dağların tepesinde, erişemezdim.
"Üç beyaz" uzaktı, çok uzak.
-----------------------------
Çocuktum... Düşünürdüm:
Babamın karabiberi, annemin tatlısı,
Beyazlar uzaktı, evimiz renkli
Meyveler renkliydi, çiçekler renkli,
Balıklar renkli,
Muhabbet kuşlarımız renkli,
Yağmurun ardından gök kuşağı renkli
Biz üç beyazdan uzakta,
Bir masal ülkesinde sağlıklı, mutlu,
Küçücük dünyamızda her şey rengarenkti...

Makbule Abalı




10 Kas 2014

AĞAÇLARIN KIYIMI...

 

SAYGIYLA, ÖZLEMLE ANIYOR, ARIYORUZ...

Gün gelecek, büyükler çocuklarına, torunlarına içinde hüzün olan gerçek hayat öyküleri anlatacaklar: "Yıllar öncesi, çok eski zamanlarda insana da, bitkiye de değer verilirdi. Hatta bir zamanlar, bir çınarın dalları kesilmesin diye koca bir köşkün temeline inilerek , raylı bir sistemle köşk 4,5 m. ileriye taşınmıştı.Yalova'daki köşk o yüzden "Yürüyen Köşk" adını almıştı. "Burada ot bile yeşermez" denen yerlerde, bozkırda  koca çiftlikler kurulmuştu. Okullarda uygulamalı tarım dersleri vardı, fidan dikme kampanyaları düzenlenirdi..." 

"Günümüzde, ülkemizin cennet gibi bir yöresinde termik santral kurmak için 6000 (altı bin) zeytin ağacını kestiler." Çocuklar bile bu öyküye inanamayacak. Binlerce ölümsüzlük ağacına, kutsal ağaca kıydılar. Yetişmesi, ürün vermesi yıllar süren, kesilmesi, kökten cansız bırakılması birkaç saatte tamamlanan koca zeytinlikler..."AMA NEDEN???" diye sorduğunda çocuklar, büyüklerin cevap vermesi pek kolay olmayacak. "Ağaçların çok mu canı yanmıştır, ağaçlar ağlamış mıdır" gibi sorular da gelebilir. Çocuklar ağaçlarla kendini özdeşleştirebilir, daha duygusal düşünebilir, anlamakta zorlanabilirler. 

Şair "Yaşamaya Dair" adlı şiirinde ne güzel der:
"Yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
Yetmişinde bile mesela, zeytin dikeceksin." 


28 Eki 2014

YILLARIN ÖTESİNDEN SESLENİŞ...



"Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür. Kültür; okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek, anlama yeteneğini eğitmektir."

"Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister."

                                       Mustafa Kemal ATATÜRK


24 Eki 2014

BİR EĞİTİM KAMPI...








24-26 Ekim  tarihleri arasında Mersin'de bir dizi kamp etkinliği gerçekleştiriliyor. Bildiğimiz, alışık olduğumuz kamplardan değil bu. Deniz kenarında ya da bir dağ yamacında kurulmuş değil. Ama denize bir gezi düzenleniyor, sportif etkinliklere yer veriliyor, dans grupları var. Ve tabii ki eğitim amaçlı konferanslar, söyleşiler, anlatımlar... "Alzheimer Eğitim Kampı" bu. Hastalar, hasta yakınları, aile hekimleri, alanında uzman kişiler,eğitimciler,emekliler, her yaştan, her yöreden katılımcı... 

Çevrenizi izlediğinizde çok ilginç detaylar yakalıyorsunuz. Demansla ilgili hastalıklar bazı belirtiler veriyor; Yürüme etkileniyor, davranışlarda bir ürkeklik seziliyor, gözler anlamsız bakıyor, fikir karmaşaları yaşanıyor. Kamptaki hasta yakınları ilgili, öğrenmeye açık, aydınlık yüzlü insanlardan oluşan bir grup. Kamp etkinlik saatleri 9.00-17.00 arasında. Hastalar, hasta yakınları ve doktorlar ayrı mekanlarda eğitim alıyorlar. Kitaplar sergileniyor, söyleşiler, seminerler yapılıyor. Uygun zamanlarda çay, kahve, kuru pasta servisleri ve lokantada yemek dağıtımları var. Programda tarihi ören yerlerine geziler de var. Üç güne bilimden sanata, eğlenceden kültüre çok şey sığdırılmış. 

Hastalara genellikle hasta yakınları yardımcı oluyorlar. Yemek saatlerinde fark ediyorsunuz, hastalar yemekleri pek de kurallı yiyemiyorlar. Kaşığa, çatala hakim olamayınca, yemek giysilere veya masaya dökülebiliyor. Varsın olsun. Bu ortamda kimse kimseye gülmüyor, alay etmiyor ya da ayıplamıyor. Adeta "Halden anlayanlar Kulübü" burası. 

Kampta etkinlikler bölünmüş durumda: Hastalar gönüllü üniversite öğrencilerinin gözetiminde çeşitli el işleri yapıyorlar, dans gösterilerini izliyorlar, hatta bazen dans ediyorlar. Çocuklar ve yaşlıların dünyası öylesine saf ve katıksız ki... Bir anda mutsuzluktan mutluluğa geçiş çok kolay. Bir tatlı dil, bir gülümseme bütün kapalı kapıları aralayıveriyor. Yüzü asılmış  bir halde oturan yaşlı bir bayanın yanına yaklaşıp, "Bugün ne kadar güzelsiniz" dediğinizde birden yüzü aydınlanıyor, gülümsüyor, "Siz de öyle" diyor. Uygun yaklaşımlarla iletişim bu denli kolay kurulabiliyor. 

Güvenle tokalaşan bir el, omuza yumuşak bir dokunuş, yumuşak bir ses tonuyla konuşma... Hepsi yakınlık kurmak için uygun yollar. Yeter ki onları anlamak için çaba harcayalım. Yaşlılar adeta "insan sarrafı". Sanki bir önseziyle insanı tanıyor ve değerlendiriyor.Uygun yaklaşımda bulunmazsanız , ters tepki veriyor, göz teması kurmuyor. 

Mersin Alzheimer Derneği'nin 5. Eğitim Kampında dolu dolu geçecek üç günlük bir program hazırlanmış. Burada bulunan herkese uygun bir etkinlik var. Bu anlamlı toplantıyı izlerken düşünmeden edemiyorsunuz; Güzel, yararlı amaçlar doğrultusunda, gönüllü olarak bir araya gelen insanlar güçleriyle ne çok şey gerçekleştirebilirler.Sonuçta güzellikleri görünce içiniz aydınlanıyor ve umutlanıyorsunuz. Dünya paylaşımlarla güzelleşiyor ve kolaylaşıyor... 




9 Eki 2014

Bir Kitap Tanıtımı: Anlar mı Anılar mı Geriye Kalan ?






"Hayatım boyunca okumak, yazmak hep bir tutkuydu benim için. Bu bir "ilk kitap." Başlangıcı yıllar öncesine, ilk gençlik yıllarıma uzanıyor. Bir hayat öyküsü değil. Ancak hayatın içinden; yaşadıklarımız, hayallerimiz, umut ve beklentilerimizin belki bir özeti. Kitabın sayfaları arasında bir yazıda, bir şiirde, bir öyküde belki kendi hayatınızdan da izler bulacaksınız. İnsanız; Farklı duygular yaşasak da , farklı davranışlarda bulunsak da hepimizin hayatında kesişen noktalar var.

Yazarken; Bir kadın duyarlılığıyla, 35 yıllık eğitimci birikimimle, ama en çok İNSAN kimliğimle yazmaya çalıştım. O yüzden içinde insana dair çok şey barındırıyor; özlemlerimiz, korkularımız, acılarımız, etkilendiğimiz her şey...Yazı ve şiirlerden bazıları yıllar önce tuttuğum eski günlüklerin sararmış yaprakları arasından çıkıp hayat buldu. Bazıları çalıştığım kurumlarda yazdığım yazılardan oluştu. Ancak büyük çoğunluğu, emekliliğimde kızımın ısrarıyla oluşturduğum, çok zevkle yazdığım bir blogdaki (Uçun Kuşlar  ) yazılarımdan derlendi."

"GERİYE KALAN" adlı kitabımın önsözünde böyle diyordum. "İnsanın kendi adını taşıyan bir kitabının olması gerçekten büyük mutluluk. Artık benim de bir kitabım var." Bana göre ev, arsa, bahçe sahibi olmaktan çok daha büyük bir kazanç. Kitabın satışından elde edilecek gelir Türkiye Alzheimer Derneği Mersin Şubesi "Yaşlı Yaşam Merkezi" yapımında kullanılacak. Böylesine yararlı bir işte destek olabilmek daha da mutluluk verici. Bir tohumu canlandırmak, bir ağacı yeşertmek gibi..." 

 Yıllar öncesine, geçmişe uzanıyor düşüncelerim... Yazmak, her vesileyle yazmak ne güzel bir uğraştı benim için. Günlüklere yazmak, anı defterlerine yazmak, küçük notlar tutmak, uzun, upuzun mektuplar yazmak... Üniversite yıllarımızda cep telefonları yoktu. Yurt telefonu düzenli çalışmazdı, postanede beklemek de çok külfetli olurdu. Aile bireyleriyle haberleşme ihtiyacını mektuplar karşılardı. Her hafta yazardım, her şeyi detaylı anlatırdım. O mektupları hala saklarım. O yıllar için ne sağlam birer belgedir.

Yazmak...Kendini ifade etmek, düşünmek, yorum yapmak, anlamlandırmak... Yazmak hayatı, insanları, doğayı, bazen kendimi, yaşadığım zamanı...Yazmak ruha nasıl da iyi geliyor. Rahatlıyor, sakinleşiyor insan. Çevrenizle iletişim kurduğunuzda dünya küçülüyor, güzelleşiyor sanki. Anlar, anılar iç içe. Yaşanmış anlar anılara dönüşüyor. Geriye kalan koca bir anılar yumağı. Olumlu- olumsuz etkilendiğimiz her şey bir "hayat dersi" verircesine belleklerimizde yer ediyor...

Hayatımızda her dönem kendi özellikleriyle yaşanıyor. Geride yaşanmış anlar ve anılar kalıyor. İnsan ömrü, hayatın baharı ve sonbaharı gibi tüm mevsimleri barındırıyor içinde. Başlangıçtaki parlak, canlı renklerin yerini sona doğru soluk renkler alıyor. Ama her mevsim kendi içinde, kendi renkleriyle, kendi doğasıyla güzel. Tıpkı insan yaşamındaki dönemler gibi... Gün gelecek onca yaşanmışlığın ardından "Bir düş gibiydi hayat" diyeceğiz. Ve gene kendi kendimize mırıldanacağız; "Geriye kalan...? " Her şey yaşanmış ve geçmiş olacak. Geride kalan; yaşanmış "anlar ve anılar" bütünü olacak belki de... 

Makbule Abalı- Eğitimci
Mersin-2014





İLETİŞİM: Türkiye Alzheimer Derneği Mersin Şubesi.
Dernek Sekreteri: Ayşegül Şimşek. Tel: +90 324 3364641 
E-Mail: alzheimermersin@yahoo.com 

Türkiye Alzheimer Derneği Mersin Şubesi 
Yaşlı Yaşam Merkezi Yardım Hesabı -Kitap-" Geriye Kalan"
Türkiye İş Bankası Uray Şubesi Mersin    IBAN: TR42 0006 4000 0016 6071 0532 44




 

1 Eki 2014

RASTLANTI... BİR ÇOCUK GİBİ...


1 Ekim Dünya Çocuk ve Yaşlılar Gününde tüm çocuklara sevgiyle, yaşlılara saygıyla....


RASTLANTI... 

Rastlantı bu ya aynı güne rastladı
Dünya Çocuk Günüyle Dünya Yaşlılar Günü.
Çocuklar ve yaşlılar; farklı kuşaklardan, farklı dünyalardan
Çocuklar iki büklüm vücutlara hiç şaşırmadılar,
Yaşlılar tüm yaramazlıkları hoş gördüler. 
Balonlar bastonlardan hiç ürkmediler,
Ak saçlı buruşuk yüzler gencecik yüzleri yadırgamadılar.
Yıllar öncesine uzandı anılar;
Çocukluk, gençlik öyküleri hatırlandı,
Geçmiş canlandı gözlerde, solgun, silik görüntülerle.
Çökük omuzlar yükten kurtuldu sanki,
Çocuksu çığlıklar, canlı kahkahalarla.
Zaman durdu birden, el ele tutuşunca kuşaklar;
Yürekler ısındı, yüzler aydınlandı,
Sevinç çığlıklarıyla dünya değişti.
Çocuklarla yaşlılar el ele halka oldular. 
Dünyaya barış, mutluluk ve iyilik tohumları ektiler. 
Akıp giden zaman tekrar durdu sanki, dünya gençleşti, güzelleşti...

Makbule ABALI




BİR ÇOCUK GİBİ...

Kocaman dünyada bir gün,
Çocuklar için belirlendi.
Masumiyetleri, saflıkları ve doğallıklarıyla,
Onların değerini bilelim diye.
Bilyeler, uçurtmalar, toplar, balonlarla oynasınlar diye...
Özgürce hayal kurabilsinler diye,
Çiçeklerden taçlar, merdivenler yapıp,
Gökyüzünde yıldızlarla konuşsunlar diye.
Yetişkin bir insan olmadan önce
Çocuk olduklarının farkına varıp,
Dünyanın kaç bucak olduğunu öğrensinler diye.
Savaşlarda silahların, bombaların gölgesinde,
Korunmasız, savunmasız,
Bir kez daha çocukça oynasınlar diye.
Dünya Çocuk Gününde yaşına göre "çocuk" sayılmak,
Yaşadıklarıyla "büyük" olmak,
Ne büyük, ne de çocuk olmak.
Gerçek hayatta gerçek bir çocuk gibi olmayı özlemek...
Dünya Çocuk Gününde, dünyanın önünde,
24 saatlik kısacık bir zaman diliminde,
ÇOCUK olmak, ÇOCUK sayılmak...

Makbule ABALI 







27 Eyl 2014

MUTLU YA DA MUTSUZ OLMAK...


Rehberlik çalışmalarında çocukları tanımak amacıyla sorardık;" Seni en çok mutlu eden şey nedir?"Çocuk yaşta dilekler hep anne- baba, ev veya somut şeylerle ilgili olurdu; "Annemin-babamın kavga etmemeleri." "Babamın bir iş bulması." "Çok paramızın olması." "Yeni bir televizyonumuz olsa..." 

"Seni en çok mutsuz eden şey" sorusuna verilen cevaplar ilk soruya verilen cevaplara çok benzer olurdu. Bazı şeylerin yokluğu çocuklar için mutsuzluk kaynağı olabiliyor.; "Annemi veya babamı kaybetmek..." "Annemle babamın kavga etmesi." "Okulda başarısız olmak." "Arkadaşsız kalmak." 
Çocuklar kendi iç dünyalarında ve çevrelerinde kazançlarla kayıpları tartıp içtenlikle cevap veriyorlar.

Ergenler daha "ben merkezli" düşünüyorlar. Kişilik sorunları yaşıyorlar. Gelecek kaygıları oluyor. Henüz yetişkin değildirler ama kimliklerini kabul ettirme çabasındadırlar. Güvensizliklerini hissedersiniz. "İyi bir okula girebilmek" büyük mutluluktur, tersi ise mutsuzluk. "Sınavı kazanabilmek", "arkadaşları arasında kabul görmek, "iyi bir iş sahibi olmak"  mutluluktur. "Çocuk yerine konmak" mutsuzluktur. 

Yetişkin insan için ise mutluluk- mutsuzluk kaynakları ne kadar çeşitlidir. Kişiye göre ne kadar başkalaşım gösterir. Hayaller uzun yıllar ötesine uzanır. Mutluluk paylaşılabilir mi, kimlerle ne ölçüde paylaşılır?" Tek  başına mutlu olmak... Ne denli doğrudur tartışılır. Kişi mutluluğuna sevdiklerini de ortak edebilmeli. Tıpkı mutsuzluğun paylaşılmasıyla acının azalması, dinmesi gibi.

Duyguların aktarılmasında sözcükler yetersiz kalır bazen. Trafik kazalarında kayıplar sonrası yüzlerdeki acı, elem fotoğraf karelerinin dışında nasıl anlatılabilir? Bir maç sonrası galibiyet sevincini resmeden bir fotoğraf karesi kaç sayfa yazıya sığabilir? Mutluluk ya da mutsuzluk kaynaklarımız ne kadar uzağımızda, ne kadar yakınımızda?

İyi ve güzel şeyler gerçekleştirmeyi hedeflediğimizde, koşullar uygun olduğunda, çaba harcamak ve umutla beklemek sonuçta bizi mutluluğa götürmez mi?



25 Eyl 2014

MELANKOLİ







Herkes sonbaharı yaşarken
O son baharını bekliyordu.
Son baharı son umut gibiydi.
Beklemek boş bir umutla,
Beklemek boş gözlerle,
Beklemek soluk bir yüzle,
Umutsuz bir düş gibi...
Sarı karanlıktı her şey,
Renkler alaca, karmakarışık
Renkler kayıp, renkler uçuk,
Bir veda gibiydi akşamın hüzünlü karanlığı,
Zaten bir ömür alaca karanlıktı.
Sonunda tümüyle karardı her şey,
El ayak çekilince,
Ortalık süt liman oldu.
Acısız, tasasız, yüksüz bir sondu beklenen;
Öyle de oldu,
Bir sonbahar günü her şey sona erdi,
Geride korkunç bir yalnızlık ve sessizlik kaldı...






20 Eyl 2014

YİTİK HAYATLAR...


(21 Eylül Dünya Alzheimer Gününde tüm hastalara iyilik, hasta yakınlarına sabır dileyerek...)

Modern, çağdaş dünyada

Yeni buluşlara el attı tıp dünyası,
Daha uzun ve daha sağlıklı bir yaşam için.
Daha uzun ömürler gerçekleşti,
80 yaşın üstüne çıktı insanlar.
Aynı zamanda daha sağlıklı mı, hayır henüz o olamadı.
Unutkanlıklar başladı, sorunlar arttı;
İnsanlar uyumsuz, sinirli, öfkeli,
Kendinden habersiz, sorular yanıtsız.
Demans, alzheimer, parkinson,
Yaş ilerledikçe sorunlar çığ gibi,
Yaşlılar mutsuz, gençler umutsuz. 
Dünyanın düzeni değişti, Ömür bir su gibi aktı geçti,
Tarihler, takvimler eskidi, saatler ilerledi.
Baharlar yaza, yazlar kışa döndü.
Yıllar ilerledi, yaş ilerledi.
Her şey unutulmuş, beden eskimiş, kafalar karışmış...
Aşı mı, iğne mi, tablet mi,
Çare tükenmez elbette;
Yeni buluşlar, araştırmalar sürüyor laboratuvarlarda,
Oysa insan çürüyor modern dünyada...
Ve çığlıklar yükseliyor: "Umut, biraz daha, biraz daha umut..."

Makbule ABALI- Eğitimci 
2014




14 Eyl 2014

BİR İLKOKUL ÖĞRENCİSİNİN DÜŞÜNCELERİ...


Yarın okullar açılıyor...
Defterim, kalemim, çantam;
Hepsi hazır. Eski, ama olsun. 
Çantam omuza asılanlardan değil.
İçinde beslenme çantası da yok. 
Babam, ücreti artarsa yeni çanta alacak.
İki askılı, dört gözlü,
Her gözde bir kitap, bir defter olacak o zaman.
Bir de yeni ayakkabılar gıcır gıcır.
Yürürken ayaklarıma bakacaklar.
Ayağımı sürümeden, koşarak okula giderim o zaman. 
Ama o sonra alınacak.
"Beklemesini bil küçüğüm, her şey sırayla" der annem.
Ayakkabıya sıra gelmedi henüz.
Ben beklerim, alıştım. Beklemek zor değil ki.
Yarın okullar açılıyor...
Büyümeyi bekledim, büyüdüm.
Ama bitmedi;
Çocukları seven iyi öğretmenler beni okutsun istiyorum.
Anlamadığım zaman bir daha anlatsın istiyorum.
Boyum uzasın, güçlü olayım istiyorum. 
Sonra okul bitsin, doktor olayım...
Adam gibi adam olayım...
Olayım, olayım, olayım...
Yarın okullar açılıyor, gün aydınlanıyor... 




8 Eyl 2014

SIRADAN BİR İŞ KAZASI (!)


Zamanla pek  çok şeye nasıl da alıştık. Eskiden "şaşırma, yadırgama, kabullenememe" huylarımız vardı. Davranış değiştirdik, kanıksadık pek çok şeyi, şaşırmaz olduk. Ne oldu bize, ne oldu da böylesine değiştik? Değişmeyi kabullendik. Haberleri izlerken içimiz titriyor, "sonrası nedir" diyerek ürpererek izliyoruz.
Her olayın perde arkasını araştırdığımızda ne çok olay, ne çok insan çıkıyor. Çarpıcı olaylar şok etkisi yapıyor. En merhametsizimiz  bile gözlerinin yaşarmasını engelleyemiyor. 

İstanbul'da bir gökdelen inşaatında 35. kattan bir asansör düşüyor, şiddetle yere çakılıyor. İçindeki 10 işçi anında ölüyor. Türkiye'de ne yazık bundan sonrası bellidir: "Kim haklı, kim haksız, kimler sorumlu, kimler değil, kim suçlu, kim suçsuz..." Doğrularla yanlışlar, önyargılar, genel doğrular birbiriyle çelişir, kafalar karışır. İş güvenliği uzmanları denetimlerin nasıl kusursuz işlediğinden söz ederler. Makine mühendisleri odaları sağlıklı işleyişten söz ederler. 

Herkes söz alırken birileri suskundur; belki acıdan, belki işini kaybetme korkusundan, belki ne konuşacağını bilmediğinden. Oysa asıl söz alması gerekenler çalışanlar, 5 dakika önce birlikte çalıştıkları arkadaşları ölen işçiler. Tepki gösterdikleri için üstlerine güvenlik güçlerinin yürüdüğü çalışanlar. Oysa toplum psikolojisi, insan psikolojisi o anda her türlü insani tepkiyi haklı bulur. 

Acı çekmeyen insan acı çekenin halinden anlamaz. O hayatların içinde hiç bilemeyeceğimiz insan hikayeleri, farklı kişisel dramlar olabilir. Her ölüm ardında nice kayıplar bırakıyor. "Ölenle ölünmez" dense de birer yaşayan ölü haline geliyor geride kalanlar. Giden her can geride bacası için için yanan evler bırakıyor:
Henüz hayatının baharında gencecik delikanlılar, evlenmek için para biriktirenler, üniversite öğrenimi için tehlikeyi göze alarak çalışanlar, yeni doğmuş çocuğunu görmek için memleketine gidemeden can verenler, iki kardeş umutla geldikleri bir büyük kentte, aynı anda, aynı kazada can verenler...

Hepsi de hayatlarında bir daha belki de hiç binmeyecekleri bir asansörü çalıştırmaya çalışırken, asansörün çalışmadığını canlarıyla test etmiş oldular. Geride parçalanmış aileler kaldı.. Gözü yaşlı çocuklar, analar, babalar. Yitik hayatlar; her biri ayrı birer öykü, belki uzun birer roman.
Ve raporlar...raporlar...raporlar...Uzman görüşleri, beklentileri...
Ama insan olarak asıl büyük beklentimiz; bu tür kazaların tekrarlanmaması, sorumluların bulunması ve insanın değerinin bilinmesi.