27 Ara 2016

MUTLULUK MOLALARI...



Yeni bir yılı karşılamaya çok az bir zaman kala geçmişi de anıyor insan. Geçmişteki iyi-kötü deneyimlerimizden ders alıp geleceğe daha farklı bakmak... Geçmişi düşündüğümüzde; insan hafızası rahatsızlık veren hüzünlü anıları genellikle unutmaya eğilimli. Mutlu anılar bellekte daha kalıcı. Acı veren anılara panzehir arıyor belki de bellek. Çok acı yüklenmek istemiyor, rahatlama yolları arıyor.



Mutluluk kaynakları ya da "mutluluk durakları" aslında yanımızda, yöremizde, her yerde. Baksak göreceğiz, fark edeceğiz. Hayatın o karmaşası içinde bu molalar kişiyi rahatlatıyor, kendine gelmesini, soluk almasını sağlıyor. Mutluluk durakları yaşama sevinci ve umut topladığımız duraklar olarak düşünülebilir. Bazen birkaç dakika, bazen birkaç saat süreli, belki kısacık bir zaman dilimine sığan,ama kalıcı etki bırakan molalar...

Gün doğarken, gün batarken, hayat yeniden yeni bir güne hazırlanırken bizim için de her şey yeniden başlar.

Bazen birkaç dakika, bazen birkaç saat süreli, gün içinde koştururken, çalışırken, dinlenirken, alışverişte ya da yürüyüşte dikkatli bir gözlemci misiniz? Farklılıkları fark ediyor, mutlu oluyor musunuz? Ansızın yüzünüzde bir gülümseme belirdiğinde ya da gözleriniz ışıldarken yakınlarınızın, arkadaşlarınızın da bu güzelliklerden haberdar olmalarını sağlıyor musunuz?


Çocuklar doğada ağaçlarla, çiçeklerle, kuşlar ve kelebeklerle birlikte olduklarında nasıl da mutludurlar.Onların mutluluklarına tanık olmak insanı nasıl da mutlu eder.


Onca olumsuzluğa rağmen dünya bir yönüyle de öyle güzel ki o güzellikleri fark etmemek haksızlık olur.
Yeni bir yılı karşılamaya hazırlanırken dileklerimiz, beklentilerimiz ne kadar farklı kim bilir. Ben en çok tüm dünya için barışı özlüyorum. Ve sevdiklerim için sağlıklı, mutlu bir hayatı.Bir de mutluluk molalarını daha rahat verebileceğim duraklar çoğalsa keşke...

O huzur molalarından bazılarını paylaşmak isterdim:
Dostlarla birlikte güzel bir kahvaltı sofrasında bulunmak. Bir engel çıkıp da gidemediğinizde bir aile büyüğünüzün deyişiyle "Hakkınızın baki kalması".







Üreticinin emeğinin karşılığını alması. Ürününü hak ettiği gibi satabilmesi.


Ülkemizde bütün mevsimler güzeldir.

Başarmanın zevkine varmak.
Ben de yapabilirim demek...

Doğada huzur içinde, düşler kurarak uyumak...





"Bir dünya bırakın biz çocuklara ıslanmış olmasın gözyaşlarıyla..."

Çocuklara kulak vermek, onları dinlemek yaşanacak yılları da daha güzel kılacak...

2017 hepimiz için daha güzel bir yıl olsun...

21 Ara 2016

BİR YENİ YIL HEDİYESİ...



Şehrin denize inen ara sokaklarından birisi burası. İki adım ötede deniz. Butik bir pastahane. Sade bir zevkle döşenmiş. Mavi ile beyazın hakim olduğu bir oturma düzeni. Dışarıda hasır koltuklar ve özenle yetiştirilmiş çiçekler görülüyor. Duvarda nazar boncukları, deniz kabuklarından yapılmış süsler, kapıda dokunaklı sesler çıkaran bir rüzgar çanı var. 
Eski bir gramofon rüzgar çanına eşlik ediyor adeta. Nedendir bilinmez hep hüzünlü şarkılar... Yıllar öncesinden eski ustalar ses veriyor. 

Akşama daha birkaç saat var. Günler kısaldı zaten. Eski yılın bitimine 8-10 gün kalmış. Yeni bir yıl; yeni umutlar, yeni heyecanlar, yeni girişimler demek olsa da herkes için değil. İçeride sadece 1 masa dolu. Masada 4 kadın oturuyor. İkisi 70 yaşlarında, diğer ikisi 40-45 yaşlarında. 

Yan masada biraz kulak misafiri olduğunuzda anlıyorsunuz ki iki yaşlı kadın konuşmaların merkezinde. Onlardan biri birden tiz bir sesle bağırıyor. "Her zamanki gibi bütün kurabiyeleri kendisi yedi. Bana hiç vermedi. Hep aç kalıyorum."
Genç bayanlardan biri: "Annem her zamanki gibi önce seni doyurdum. Yiyeceksen bir daha isteyelim."  İstek üzerine servisler yenileniyor. Yaşlı kadınların ikisi birden ayağa kalkarak tabaklardaki kurabiyeleri çantalarına dolduruyorlar. Oysa kurabiyeler yağlı. 
Öyle telaşlılar ki sanki günlerden beri aç kalmışlar.

Kadınlardan daha genç olanı:"Neyse sen halden anlarsın. Her yerde beni böyle mahcup ediyor. Hiç kimseye ziyarete gidemiyorum. Ancak Yaşlı Yaşam Merkezi'nde rahat vakit geçirebiliyor. Orada yaşıtları arasında daha mutlu. Bir iş başarınca kendini iyi hissediyor." 

Ansızın salonda bir ses çınladı: "Gene döktüm- gene döktüm..." Büyükçe bir bardak limonata masa örtüsünün üzerinde  adeta bir havuz oluşturmuştu. O arada diğer bardak da yaşlı bayanın şık elbisesinin üzerine döküldü. Kısa bir panik havası yaşandı. Garsonlar deneyimliydiler. Hemen ıslak mendiller getirildi, gerekli temizlik yapıldı. 

Ortalık sakinleşince masada bir suskunluk oldu. Deniz o kadar yakındı ki dalgaların sesini dinlediler bir süre. Bu arada gramofon devreye girdi; "Akşam oldu hüzünlendim ben yine..." Sadece havada değil, şarkılarda da hüzün vardı.Rüzgar çanı bir başka ritmle eşlik etti müziğe. 

Genç kadınlardan biri çantasından şık bir ambalaj içinde bir paket çıkardı; "Hayal Teyzeciğim size bir sürprizim var. çok sevdiğiniz  renkte bir kazak aldım size." Yaşlı bayan gülümsedi; "Ah canım kızım, baban gibisin sen de. o da hiç unutmaz. Dün o da portakal çiçeği kokusu almıştı." Genç kadın alçak sesle mırıldandı; "Annem babamı kaybedeli yıllar oldu. nasıl unutursun?" Hayalle gerçek gene kol kolaydı.

Sessizlik hepsini düşünmeye yöneltmişken birden tiz bir ses çınladı salonda. "Bir lokma ekmekle beni buraya kapatamazsınız." Yaşlı kadınlardan biri avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Birkaç kişi meraklı bakışlarla kapıdan içeriye başını uzattı.Garsonlardan biri durumu açıkladı.

Tedirginlik, kuşku bulaşıcı. Bu kez diğer yaşlı bayan öfkeyle ayağa kalktı. "Evimde bu yabancılar ne arıyor?" diye bağırıyordu. Masanın üstündeki eşyaları örtüsüyle birlikte yere savurdu. Tüm eşyalar farklı yönlere dağıldılar.

Hayat çok bilinmeyenli bir denklem gibidir bazen. Bir yanda mutluluk, huzur öte yanda hastalıklar, acı, hüzün...  Terazinin ibresi hangi yanda? Denge nasıl sağlanacak, kim sağlayacak...? Eski gramofonda başka bir şarkı çalmaya başlamıştı: "Dönülmez akşamın ufkundayız./ vakit çok geç/ Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç."


Rüzgar çanı ses vermeye devam ediyordu. İnsanın içini titreten farklı bir ses. Hayatın içinden hüzünlü bir şarkının son nağmeleri gibi...Henüz bitmemiş bir eserin son parçaları gibi...İç dünyalar böyleyken ya dışarıda? Dışarıda hayat tüm hızıyla, canlılığıyla devam ediyordu. İnsanlar yeni bir yılı karşılamaya hazırlanıyorlardı.







16 Ara 2016

ANLAMINI YİTİRMİŞ SÖZCÜKLER...





Sözcükler anlamını yitirir bazen. Bir başka olayda anlam yüklüyken,  farklı bir olay ya da durumda yetersiz kalır. Ünlü şairimiz Orhan Veli'nin ünlü şiirinde "Anlatamıyorum" diyerek seslenişi gibi;
"Ağlasam sesimi duyar mısınız,
 Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
 Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

İçimizdekini anlatamayız, haykıramayız bazen. Oysa ne zengindir dilimiz. Kullanımımıza göre bir sözcük bazen 5 ayrı anlam yüklenir. Bazen de sözcükler meramımızı anlatmaya yetmez. Kurulan cümle o anki durumla bağdaşmıyorsa anlam karmaşası yaşanır. Son günlerde hep böylesi zor durumlar yaşanmadı mı?

20 yaşında oğlunu davul zurnayla askere yollamış, bir gece yarısı ansızın ambulansla cansız bedeni gelmiş bir anne...

Bir başkası, öğretmen olmayı hayal ederken KPSS sınavını kazanamayınca polis olunca çok mutlu olmuş. Bir gün mutluluk mutsuzluğa dönmüş. Kara haber anne olmayı hayal eden eşine tez ulaşmış, dünyası kararmış...

"Babam neden bu kutunun içine girdi anne?" diye ağlayarak soran, 
henüz okula bile gitmemiş çocuğa ne cevap verilir?

"Oğlum, buralara kadar geldin de neden eve uğramadın? Sana sevdiğin ıspanaklı börekten hazırlardım." diyen gözü yaşlı anneye ne denir ki? 

Böylesi can yakan gerçek hikayelerde bu insanların yakınlarına "Acını paylaşıyorum." diyebilir misiniz? O anda bu sözcük anlam kaybına uğramaz mı? Onun yaşadığı o büyük acıyı nasıl, ne kadar paylaşabilirsiniz?

"Başın sağ olsun." dediğinizde kendi ruhen ölmüşse, başı ne kadar sağ ve sağlıklı olabilir? Yürekler kan ağlarken başlar iyi olabilir mi?

"Kanları yerde kalmayacak." dediğinizde karşınızdaki yaslı baba oğlundan kalan kanlı kasketi ya da kanlı gömleği sımsıkı elinde tutuyorsa, hangi güçlü deterjan o kan izlerini temizleyebilir?

"Ağlama, kimseyi sevindirme." dediğinizde; dışa atılamadan  içte kalan öfke, acı, isyan gün gelip daha rahatsız edici boyutta patlamaz mı? 

"Vatan sağ olsun" dediğimizde,  neden bunca can gitmeden vatanın devamını düşünmüyoruz?

Ülkemizde her katliamın ardından sivil ya da üniformalı masum insanların yarım kalmış hayat öykülerini okuyoruz. Her hikaye bir başka acılı sayfayı aralıyor. Yaşları genellikle 20-30 arası , henüz hayatının baharında gencecik insanlar. Tamamlanmamış hayat öyküleri. Hayaller, umutlar hep yarım kalmış.

Ya geride kalanlar... Yeni gelinler, nişanlı-sözlü kızlar, Babalarını kaybetmiş küçücük yetim çocuklar,  tutunacak dalı kalmayan , gözleri yaşlı ana-babalar, dedeler-nineler...

Öte yandan hala hayat gailesi devam ediyor. Basit nedenlerle kavgalar, haksız paylaşımlar, adil olmayan yaklaşımlar. Oysa her ölümden, her felaketten alacağımız ne çok ders var. 

Öfkeyle, kinle, nefretle değil; sağduyuyla, mantıkla, empati kurarak, "insan" kimliğimizi öne çıkararak , kendi çıkarlarımızı değil, ülke çıkarlarını gözeterek kenetlenemez miyiz?

Sözcükler anlamını yitirirse hayatın anlamı da kalmaz. Hayatın içini anlamlı, güzel şeylerle doldurmak gerek. Hayatı anlamlı ya da anlamsız kılan da biz insanlar değil miyiz?





8 Ara 2016

KİTAP DOSTU ÇOCUKLAR...



"Elimde olsaydı her karış toprağa buğday eker gibi kitap ekerdim."
                                                                         Horace Mann.
Bir kitap tarlasını düşlemek bile güzel.
Mersin ikinci kitap fuarına ev sahipliği yaptı geçen hafta. Bu fuar geçen yıldan daha düzenli ve büyüktü. Bu yıl imza günleri, söyleşiler de geçen yıldan daha zengin ve doyurucuydu.


Fuarda gruplar halinde çocuk ve gençleri görmek sevindiriciydi. Milli Eğitim Müdürlüğü'nün okullara gönderdiği genelgeyle okullar fuar alanına otobüslerle, minibüslerle geziler düzenlemişler. Fuar nedeniyle kitaplar da daha ucuza satılıyor. Özellikle bu yıl çocuklar, gençler kitaplara dokundular, kitap kokusunu teneffüs ettiler. O renkli, ışıltılı dünyanın içine girdiler, gezdiler, harçlıklarının yettiğince kitaplar satın aldılar.


Ben çocukların küçük yaşlardan itibaren kitaplarla tanışmasını önemsiyorum.
İlk kitap, ilk sevda gibi kolay unutulmuyor. Anne babaların veya öğretmenlerin yönlendirmesiyle kitapsever çocuklar yetişiyor. Kitap fuarında Mersin Alzheimer Derneği'nin mini kitap standında bir hafta Dernek yararına kitaplar sattım. Fuara gelen çocukları da gözleme fırsatım oldu. Çocukları gözlediğimizde farklı, ilginç davranışlarla karşılaşıyoruz; Parası yetmeyenler, bunu üzüntüyle dile getirenler, gelecek fuarda çok parayla geleceğim  diyenler, kitap poşetini sımsıkı tutup göğsüne bastıranlar...



Kitap fuarından zihnimde düşündüren, duygulandıran anılar kaldı;
Babalarının omuzunda uyuyakalan küçücük çocuklar hatta bebekler. 2-3 çocuğuyla hatta pusetteki çocuğuyla fuarda kitap seçmeye çalışan anne-babalar. Alım gücü olmayan çocuk ve gençlerin yüzündeki hüzün. Farklı öğretmen davranışları.
"Bağış yapabilir miyim?" diye soran, "Tabii" dediğimde çekinerek 5.5 TL uzatan gençler.Bağış yaptıktan sonra yüzündeki mutluluğu unutamam. "Gönül zenginliği" başka bir şey...


Çocuklar çok küçük yaşlarda kitaplarla tanıştığında bu dostluk uzun süre devam ediyor. Mutlaka okunacak güzel kitaplar buluyor, daha seçici davranabiliyor. Hatta bu isabetli seçimler tüm hayatını olumlu etkiliyor. Kitap dostu çocukları görünce çok mutlu oluyor, gelecek adına umutlanıyorum.


"Kitapsız yaşamak; kör, sağır, dilsiz yaşamaktır."

                                                           Seneca 

"Gençlerini kitapla beslemeyen ulusların sonu acıdır."

                                                            Ovidius














                                                    

3 Ara 2016

ENGELLENEN HAYATLARIMIZ...



Bazen düşünürüm; Hayatımızda aşmamız gereken, mücadeleyi zorunlu kılan ne çok engel var. Bazen yolumuzdaki bir inşaat çukuru ya da bir kasis. Yanlış yere park etmiş arabalar. Bazen maddi-manevi engeller vardır karşımızda; Yaşlılık, bedensel çöküntüler, ruhsal sıkıntılar hayatımızı istediğimiz gibi yönetmemizi  engeller. Bazen doğa koşulları engeller hayatı; Kar,yağmur, dolu, rüzgar, fırtına felç eder yaşamı. 

Ya bedensel engelleri nedeniyle hayatlarını sürdürmekte zorlanan insanlarımız... Görme engelliler, işitme engelliler, bedensel engelliler, zihinsel engelliler. Çeşitli yönlerden biz onlara rahat edebilecekleri fiziksel ve psikolojik ortamı henüz sağlayamamışken onlar var güçleriyle uyum sağlamaya çalışıyorlar.

Bazen eğitim- öğretim olanaklarından yararlanamıyorlar. Bazen engelli yollarda zorluklarla karşılaşıyorlar. Bazen anlayışsız davranışlarla, empati kuramayan kişilerle karşılaşıyorlar. Böylece engelliler için hayat, düzeltemediğimiz engellemelerle devam ediyor. Ancak iradesini, aklını kullanarak "pes etmeyen", olumsuz fiziki koşullarla, toplumdaki duyarsız insanlarla mücadele edebilen, engel tanımayan, kendisiyle barışık tüm engellileri yürekten kutluyoruz. 

Öte yandan hayatı engelleyen, ama pek farkında olmadığımız ne çok şey var yaşantımızda. Asıl büyük ve zorlayıcı engeller onlar. Doğal olarak engelli olup da engellere alışmış insanlarımıza belki çok da zor gelmiyordur bu ikinci grup engeller. Hayatımıza set çeken, zorlaştıran, canımızı sıkan asıl büyük engeller de var. Örneğin:

Kaba, hoyrat, haşin, acımasız insanların davranışları. Küfürlü, aşağılayıcı konuşmalar. Adil olmayan, haklıyı haksızdan ayıramayan kararlar. Haklı olduğumuz halde söyleyemediğimiz, içimizde kalan sözcükler. Eğitim-öğretimde yanlış uygulamalar, çocukları, gençleri zor durumda bırakan kararlar. İnsanın insana saygısızlığı, haksızlığı, merhametsizliği, aldırmazlığı... 
Ve daha nice davranış, nice durum sayılabilir. Asıl hayata ket vuran, engelleyen pek çok davranış...

Keşke öncelikle onları azaltabilsek, hatta zamanla kaldırabilsek tüm engelleri. O zaman engelli vatandaşlarımız da daha huzurlu , daha mutlu olmaz mı...?



3 Aralık Dünya Engelliler Günü'nde ve sonrasında yaşamları boyunca tüm engellilerin hak ettikleri gibi uygun bir ortamda, güzel bir dünyada yaşayabilmeleri yürekten  dileğimizdir.

30 Kas 2016

YANIYORUM ANNE...



Gece zifiri karanlıktı,
Önce duman kokusu duyuldu,
Ansızın alevler göğe yükseldi...
Kapılar kapalı, gece karanlık.
Çığlıklar, çığlıklar, çığlıklar...
Yanıyorum anne...
Bağırdım, duymadın,
Tutuştu her taraf
Sen yanımda değildin anne,
Ben yurtta, sen evde,
Kilometrelerce uzaktaydın anne.
Bense tek başıma,
Ben yandım ta içimden,
Ben tutuştum anne...
Oysa okumaya gelmiştim;
Doktor, öğretmen ya da hakim olmaya,
Hayallerim, umutlarım da yandı anne,
Ben tutuştum onlar da alev aldı.
Vedalaşamadım kimseyle,
Kavrulmuş elimi uzatamadım.
Ben gidiyorum, elveda anne,
Her şey kül oldu.
Kötü bir rüya gibi, kötü bir masal gibi,
Yandı bitti kül oldu...

Makbule Abalı 2016




27 Kas 2016

YAŞAMIN İÇİNDEN FARKLI GÜNLER...




Çevremizle ilgili gözlemlerimiz bizi belli yargılara götürüyor; Bazı konularda daha kesin düşüncelerimiz oluşuyor. İnanıyor ya da reddediyoruz.  Ben bir kez daha inandım ki ; Belli bir yaştan sonra özellikle birtakım hastalıklar bedeni ve organları yıpratmaya başlamışsa, kişi ne çok kalabalıktan ne de yalnızlıktan hoşlanıyor.

Güler yüz, içten bir tebessüm harika etkiler yaratıyor. Çok iyi duymuyorsa bile sakin, yumuşak bir ses tonuyla konuşmak rahatlatıyor. İnsanoğlu hayatının her döneminde ama özellikle yaşlılıkta hele rahatsızsa "insan sıcağı" arıyor; El ele tutuşma, kol kola girme, omuza-sırta dokunma gibi... 

Yaş ilerlemeden önce yaşlılığa hazır olmak lazım. Mersin Yaşlı Yaşam Merkezi'ndeki "Aktif Yaşam Merkezi" çok yararlı etkinliklerin yapıldığı bir yer. Etkinlikler sürerken kapıdan baktığınızda içerideki enerji kanallarını hissedebiliyorsunuz adeta.
Kamp süresince etkinlikler devam etti. 3 gün hasta yakınlarına, aile hekimlerine ve hastalara yönelik çalışmalar sürdü.

Hastalığa nasıl tanı konulur, nasıl  tedavi edilir, hastalıkta davranış sorunları, hukuksal sorunlar, rahatlama teknikleri, hasta bakım eğitimi, ebru çalışması gibi . Ankara, İzmir ve Denizli'den katılan uzman konuklarımız vardı. Kamp 3 günün sonunda katılım belgelerinin verilmesiyle son buldu.

Yaşlı Yaşam Merkezi'nde farklı yaşanan bir başka gün de 24 Kasım Öğretmenler Günüydü.Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği'nden öğretmenler, Teknik Öğretmenler, Sınıf Öğretmenleri ve diğer Emekli Öğretmenler...

Koronun saz ekibi güne renk ve ses kattı. İçli, duygulu sesleriyle emekli öğretmenlerimizden de anlamlı şarkılar dinledik. "Eski Dostlar, Bekledim de gelmedin..." gibi. Alzheimer meslek, cinsiyet tanımıyor. Bu  zor hastalık öğretmenleri de bulmuş. Aynı sözcükleri tekrar tekrar söylemek, muhakemenin zayıflaması, çabuk sıkılmak,
unutkanlıklar...


Yaşlı Yaşam Merkezinde, yaşamın içinde geçirilen farklı günler farklı duygulanımlar ve farkındalıklar yarattı.
Hayat boyu öğreneceğimiz ne çok şey var; Hepimiz bazen hem öğrenci, hem öğretmeniz. Öğrendiğimiz pek çok bilgiyi zamanla unutsak da sevgi dolu, özverili, insan iyisi öğretmenlerimizi herhalde kolay kolay unutmayacağız...  


24 Kas 2016

BENİ DUY ÖĞRETMENİM...




Okullu olduğumda
Nasıl da sevinmiştim öğretmenim
Boyum kısacıktı, tahta kocaman...
El yazısıyla yazacağız demiştiniz
Anlattınız, gösterdiniz, yazdınız
Ama ben yapamadım öğretmenim
Oysa elimle yazmıştım el yazısını
Olmadı, beğenmediniz,
Bir sayfa da evde yazdım, yoruldum.
Olmadı, gene beğenmediniz,
Yüzünüz asıldı...
Yazılıda 1 aldım, ağladım.
Sınıf başkanı 5 aldı sevindi, güldü.
Ben sizin gülümsemenize hasrettim...
İtmeyin öğretmenim, elim titriyor,
Ben de okumak-yazmak istiyorum. 
Vurmayın öğretmenim,
Gül bitmiyor vurduğunuz yerde.
Oysa babam öyle demişti,
Gül gibi kızardı sadece...
Beni duy öğretmenim
Ne olur bari bugün beni duy, beni anla öğretmenim...

Makbule Abalı
 24.11.2016


Çocukları incitmeyen, sevginin üstün gücüne inanan, özverili tüm öğretmenlerimizi kutluyor, sevgi ve saygılarımı iletiyorum. 

18 Kas 2016

YALNIZ VE MUTSUZ KADINLAR...




Henüz 17 yaşında; yorgun, çileli, bitkin...
Uzun kumral saçları dağınık, yün hırkası solgun,
Hep düşleriyle yaşadı, bodrum katının küçücük odasında.
Sokak lambasının gölge oyunlarında neler kurdu bilseniz.
Gece yarılarına dek ayak seslerini dinledi,
Kırık camın penceresinden.
Ne niyetler tuttu şarkılardan,
Kırık boy aynasında ne kılıklara büründü.
Fotoroman sayfalarında öyle büyük aşklar yaşadı ki
Şaşardınız...
Gazetelerden az kupon biriktirmedi;
Apartman katının, son model kırmızı arabanın sevdasına. 
Ay başlarında sinemaya gitti ağlamak için,
Türkan Soray'ın dramına.
Bekledi hep bekledi bir masal prensini
Ve bir gün kandırıldı, çok ağladı, çok çırpındı...
Sesini kimseler duymadı, kederini kimse görmedi.
Evlendi tacizci patronuyla...
Taşındı; bodrum katının titrek ışığından
Bir apartmanın avizeli salonuna...
Bodrum katının küçük odasında umutlar, tutkular, hayaller,
Üst katta çıplak gerçekle yüz yüze mutsuz, yalnız bir kadın kaldı...

Makbule Abalı




16 Kas 2016

ARSLANKÖY'DE SONBAHAR...






Sonbaharın hüznünü ben en çok insanların terk ettiği yerlerde hissederim. Yaylalar, sayfiyeler, yazın özenle bakılan, keyfi çıkarılan bahçeler... Yaz sonunda birden terk edilmiş, bakımsız, tarumar, ıssız kalmıştır. İnsan olmayınca mekanlar da ıssızlaşıyor. 
Terk edilmiş yerlerde sonbahar daha belirgin. Ahmet Özhan'ın sesinden "Bir sonbahar vurgunu" ne güzel bir şarkıdır. Bana hep sonbaharı düşündürür.

Geçen hafta yaylaya bir ziyaret yaptık. Bir sonbahar vurgunu yemiş gibiydi her yer. Dökülen yapraklar renk değiştirerek farklı bir zemin oluşturmuşlar.  Sarı ile kahverenginin uyumlu beraberliği kızıla dönüşerek yeni bir renk yaratıyor, soluk renkler hayat buluyor. Yazın canlılığı sonbaharın hüznüyle noktalanmış adeta.


Yazın gölgesinde oturulan görkemli ceviz ağaçları şık elbiselerini çıkarıp eski püskü giysilerini giyinen insanlar gibi. Sarmaşıklar artık talvarın altında güneşi kesmiyor. "Benim görevim buraya kadardı" der gibi. Sabah akşam bir koro halinde ötüşen kuşlar yuvalarını terk edip gitmişler. Gelecek yaza kadar kim bilir hangi sıcak diyarlarda olacaklar? Kuş seslerine alışan kulaklar gene onları arıyor. Sulama havuzunun kenarından nasıl dikkatle su içerlerdi.


Kaynaklardan akan sular da azalmış. Kış-yaz burada yaşayanlar "Bu yıl kuraklık olur" diyorlar. Uzun zamandır yağmur yağmamış. Ağaçlar susuz. Oysa yazın toprak suya doymuştu. Her yer semizotu tarlası gibiydi. Bu yaz sebze-meyve bolluğu vardı. Yaz sonuna doğru yağan dolu elmalarda, ayvalarda, cevizde hep yaralar bırakmış. Kiraz, dolu zamanından önce olgunlaşınca yara almaktan kurtuldu. 

Çınaraltı Kahvesindeki asırlık çınarlar da yapraklarını dökmüşler. Oysa yazın gölgesinde ne güzel sohbetler, konuşmalar olurdu.  Yazın kurulan pazar artık kurulmuyor. Yeri boş. Okullardan   taşımalı eğitim var. Çocukların sesi de olmasa tam sessizlik hakim olacak beldeye. Onlar her mevsim cıvıl cıvıl.

Yazın kentin boğucu sıcaklarından insanlar yaylaya kaçıyorlardı. Şimdi soğuktan kente gidiyorlar. Geceleri evlerde odun sobası yanıyor. Yakında odun, kömürle buluşacak. Şimdilerde sabah kahvaltısındaki bazlamalar dışarıda sacda değil. içerideki sobanın üzerinde pişecek. Yanında keçi peyniri, saf tereyağı,  bal da güzel bir üçlü oluşturacaklar. Sonbahar hüznü coşkuya dönecek o zaman. 

Beldede dolaşırken uzaklardan sahipsiz köpek sesleri geliyor. Kediden çok köpek var buralarda. Köpeklerin ev bekçiliğine ihtiyaç oluyor sanırım. Aylarca evini, sahibini koruyan köpekler şimdi boş sokaklarda yarı aç, yarı susuz dolaşıyorlar. Görüntüsüyle fark yaratanlar daha şanslı, onu birileri sahipleniyor belki.

Sonbaharın bitimine iki hafta kaldı. Ardından karlı bir kış gelecek belki de. Bazı yörelerimize kar merhaba dedi bile. Bu sonbahar elbet "son bahar" olmayacak. Yaşantımızda kimi bahar, kimi kış farklı mevsimler yaşanacak.
 Ünlü şair Yahya Kemal  Beyatlı bir şiirinde sonbaharı şöyle vurguluyor: 
"Günler kısaldı... Kanlıca'nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları
Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa...
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa..."

İnsanların olmadığı yerlerde mevsimler de kılık değiştiriyor.
Sonbahar bir süre daha kendini kanıtlayacak...

Makbule ABALI