29 Nis 2023

İKİ KADIN YÖNETMEN (B. C. P. Nisan Ayı )

Bu yazı Blogları Canlandırma Projesi (B.C.P) kapsamında yazılmıştır. Her ayın son haftasında yazılan  projenin  Nisan Ayı konusu  "Belirli Yazarlar ve Yönetmenler " idi. Ben Yönetmenler konusunu seçtim.
TDK Yönetmen sözcüğünü şöyle tanımlıyor: "Oyunlarda oyuncuların rollerini dağıtıp oyunu düzenleyen ve ilgili rollerin tümünün hazırlanan objeye uyumundan ve düzeninden sorumlu kimsedir." 
Dünyada ve ülkemizde erkek yönetmenlerin sayısı kadın yönetmenlerden çok daha fazla. Yaptığı işi  seven ve ciddiye alan  her insan, kadın veya erkek başarıyı yakalıyor. Ancak bazı konularda kadın duyarlılığı, kadın hassasiyeti erkeklerden farklı .  Kadınlar daha detaycı, oya gibi işliyorlar ele aldıkları konuları. Anne eli değmişçesine... 




TÜRKÂN ŞORAY
Türkân Şoray yıllarını sinemaya adamış bir sinema oyuncusu, senarist ve yönetmen. Yönetmenliği belki çok bilinmez ama tam bir sinema emekçisidir. 1945 İstanbul doğumludur. 15 yaşlarında sinemaya girmiş, yaklaşık 200  sinema  filminde , 10'dan fazla dizide  rol almıştır.  Sultan lâkaplı Türkân Şoray yıllardır kuşaktan kuşağa, her yaştan seyircinin gönlünde haklı bir yer edinmiştir.

Bir zamanlar Adana'da iki büyük sinemadan biri Alsaray Sineması'nda  yabancı filmler  gösterime girer, Erciyes Sineması'nda ise Türk filmleri oynatılırdı. Yaz aylarında ise Sular Yolunda Sular Sineması Türkân Şoray filmlerinin gösterime girdiği günlerde seyircilerle dolup taşardı. Film çok beğenilirse seyirci ayakta alkışlardı. 

Türkân Şoray 4 filmde yönetmenlik yaptı: Dönüş-1972, Azap-1973, Bodrum Hakimi-1976 Yılanı Öldürseler (Şerif Gören ile )-1981
Senaryosunu yazdığı filmler: Yılanı Öldürseler- 1981, Buruk Acı- 1989 
Dönüş Filmi 1973'te Moskova Film Festivalinde özel ödül aldı. 
1972'de Selvi Boylum Al Yazmalım ile En İyi Kadın Oyuncu Ödülünü aldı. 
Üç kez Altın Portakal Ödülünü aldı. Acı Hayat-1964, Ölüm Tarlası-1968, Hayallerim Aşkım ve Sen- 1987 . Mahpus ile 1973 Altın Koza Film Festivalinde ödül aldı. 
1999'da Roma Film Festivali Büyük Ödülünü aldı.
Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali Kadın Yönetmen Ödülünü aldı. 
2001'de İkinci Bahar Dizisindeki rolüyle Akademi İstanbul- Yılın En Başarılı Sinema Sanatçısı Ödülünü aldı. 



YEŞİM USTAOĞLU

Yeşim Ustaoğlu 1990 sonrasının önemli sinemacılarından. 1960 doğumlu. Karadeniz Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunu. 
Sinemaya ödüllü kısa filmlerle başlamış. Filmlerinde içinde yaşadığı toplumu gözlemleyerek hayatın içinden farklı kesimlerden karakterlere yer veriyor. Bulutları Beklerken, Araf, Güneşe Yolculuk filmlerini yönetmiş. Bağımsız sinemacılardan.

İz filmi İstanbul, köln, Nürnberg Film Festivallerinde En İyi Film seçilmiş. 1999 yılında Güneşe Yolculuk Filmi Berlin Film Festivalinde En İyi Avrupa Filmi seçilmiş, Mavi Melek ve Heinrich Böll Barış Ödülünü almış. 
Pandora'nın Kutusu San Sebastian Uluslararası Film Festivalinde En İyi Proje Ödülünü almış. Yeşim Ustaoğlu bol ödüllü bir sinemacı. Altın İstiridye (En iyi Film) , Gümüş İstiridye (En iyi Kadın Oyuncu) ödüllerini almış.

 Güneşe Yolculuk Filmiyle 53. Antalya Film Festivalinde En İyi Yönetmen Ödülünü kazanmış. 2017'de Uluslararası İstanbul Festivalinde En İyi Yönetmen ödülünü almış. 






27 Nis 2023

ZAMAN...

 



Bazı sözcükler var ki adeta içimize işlemiş,  konuşurken, yazarken , düşünürken sürekli bizimle birlikteler. Anlamlı varlıklarıyla anlatımımıza güç kazandırıyorlar ; "Zamanda yol almak , zamanla yarış, zamana yenik düşmek, zaman harcamak, zaman kazanmak, zamansızlık, ahir zaman, geçmiş zamanlar, zaman doldurmak, evvel zaman içinde..." ve daha niceleri. Zamanı önemsediğimizden mi, alışkanlıktan mı , vazgeçilmez oluşundan mı böylesine sarılmışız bu sözcüğe...? 

En kısa zaman birimi "an" diye düşünürüz. An'ların birikimiyle anılar da bütünleşiyor.  Bir ömür öbek öbek anıları barındırıyor içinde. İyi-kötü, acı-tatlı, mutlu- mutsuz, neşeli- hüzünlü anlar. Kişiliğimize özgü yaşanmışlıklar...  Bir anda karar değiştirebilir insan, bir anda  şaşırabilir,   bir anda  bocalayabilir. Bir anda bayılabilir hatta bir anda ölebilir de. Hayat bir çelişkiler yumağı. 

Her zaman dilimi kendine özgü durumlar yaşatır insana. Dakikaları içine alan saatler bir başkadır. Bir saat bazen ne kadar uzun, bazen ne kadar kısa gelir insana. Saniyeler dakikaya dönüşür de saatler geçmiş gibi gelir insana. Bir siyah beyaz fotoğraf ya da birkaç dakikalık bir film karesi ömür boyu gözünüzün önünden gitmez. İnsanoğlu gariptir;  yıllar önce mutluluk veren anılar bir anda kâbusa dönüşebilir. Bazen de akıp giden zamanla değişimler yaşanır, mutsuzluk anları bile tebessümle hatırlanır. 

Gün içinde en önemsediğimiz zaman dilimi herkese göre değişir elbette. Yeni bir günün başlangıç saati gündoğumu benim en sevdiğim zamandır. Sabahları erken uyanıp da güneşin doğuşunu izlemek, günü daha bereketli kılar, umutları tazeler, bedene canlılık katar. Günün bitiminde güneşi yolcu ederken günbatımında biraz hüzün vardır sanki. Her ikisi de bir başlangıç ve bitişi düşündürür adeta. Zaman değişirken bir gün daha eksilir ömürden...

Zamanı vurgulayan saatler bir evde ne kadar önemlidir. Her yerde gözüm bir saat arar. Odada, salonda, mutfakta mutlaka bir saat bulunmasına özen gösteririm. Büyük küçük, süslü püslü, renkli renksiz olsun, hiç önemli değil. Yeter ki işlevini yerine getirsin. Durmuş veya pili bitmiş saatler hep bana o evdeki olumsuzluğu, durağanlığı düşündürür. Zaman akıp giderken saatler de ona eşlik etmeli, durmamalı derim. 

İnsanlar gibi saatler de çeşitli. Adana'da Büyük Saat ve Küçük saat  aynı zamanda  iki ayrı semt adıydı. Mersin Mezitli Sahilinde kocaman saat kulesindeki saat nedense hiç doğru zamanı göstermezdi. Çocukluğumda  evimizdeki guguklu saati nasıl unuturum.  Evin içinde adeta bir başka canlı gibi. Onun saat başlarında her çalışında biz de taklit ederdik; "Guguk... guguk..." Kuş hep saatin içinde olunca açlığını nasıl giderir diye sorduğumu da hatırlıyorum.

Yıllar önce İstanbul'da bir kırtasiyecide çok beğenerek aldığım bir başka saat de halâ çalışmaya ve yol göstermeye devam ediyor: Üzerinde "Bugünün Tekrarı Yok" yazısıyla. Kız kardeşimin oğlu çok sevdiğim yeğenim Mersin'deki evimizde üniversite sınavına hazırlanırken odasına astığım o saatten çok huzursuz olmuştu. Saat öylece yer değiştirmişti. 

Yaşamın içinde her şey ince bir çizgide ruh buluyor, rol değiştiriyor. Bazen bir anı üreticisi, bazen düşündüren bir simge, bir anı çözümleyicisi. Zaman çok şeyi alıp götürse de bazı eşyalar yıllara meydan okuyup ses vermeye devam ediyor. Zamansız  kaybettiğimiz diğer kız kardeşimin hediye ettiği mavi çalar saat aralıksız tik taklarına devam ediyor. Bizim için öyle değerli ki. 

"Bugünün tekrarı yok" zamanın akışında ama,  yarınlar daha güzel olacak düşlerimizde...

Makbule ABAL-Eğitimci

27 Nisan 2023








23 Nis 2023

BİR ÇOCUK BAYRAMINDA ÇOCUKLUĞA ÖZLEM...


 Sevgili Çocuklar:(  23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.)


BİR ÇOCUK BAYRAMINDA ÇOCUKLUĞA ÖZLEM...

Bir Bayram günü,

Tüm çocuklar toplandı köy meydanında ;

Kızlı erkekli her yaştan çocuk

Esmer, yanık tenli, buğday, beyaz tenli çocuklar

Kara saçlı, kumral, sarışın

Uzun, kısa, şişman, zayıf

Çocuklar, bir çocuk şenliğinde...

Kocaman bir masa kuruldu

Evlerden gelen yiyecekler kondu ortaya 

"Şimdi bölüşeceğiz, paylaşacağız" 

dedi en büyük abla.

İki yardımcı seçti yanına

Bölüştüler bazlamaları, gözlemeleri,

Ata buğdayından yapılmış ekmekleri,

Börekleri, kurabiyeleri, mercimekli köfteyi

Paylaştırdılar tabaklara 

Taze toplanmış otlardan salatalar,

Saf zeytinyağı, nar ekşisiyle tatlanmış

Görkemli bir sofra çocuklara lâyık,

Bir Çocuk Bayramında ortaklaşa hazırlanmış...

Ortada rengârenk kır çiçekleri

Papatyalardan taçlar örülmüş,

Al al olmuş kızların yanakları 

Kardeş kardeşe, el ele, omuz omuza

Oyunlar oynandı, türküler söylendi

Halaylar çekildi o güzel günde

Bir Çocuk Bayramında

Bir gün ki unutulmaz,

Bir gün ki çocuklar yaşar ancak...


Makbule ABALI

23 Nisan 2023 Urla






16 Nis 2023

GÜZEL BİR GÜN... KÖY ENSTİTÜLERİNİ ANMAK-

 


Fırtınalı ya da yağmurlu bir günün ardından  çıkan güneşi çok seviyorum. Parlak, ısıtıcı, iç açıcı, umut verici. Bir dost gibi yaşama sevincinizi tazeliyor, güven veriyor. Bazı günler de bazı insanlar gibi yer eder zihninizde. Güzel şeyler düşündürür, mutlu eder sizi. Ortak duygulardır bu hissi veren. Önceden tanıdığınız bir dost gibi karşılaştığınızda, ortak konularınız da vardır mutlaka. Bu tür rastlantılar yaşama sevinciyle pekişir, iz bırakır. 

O gün de öyle oldu;  Urla'da tarihi bir çarşıdayız. Öyle yerler nasıl da hoşuma gider.  Eskinin kokusunu alırsınız adeta. Eski insanlar da severler öyle mekanları. Belki kendilerini bulurlar orada ve kendileri gibi insanları... Her köşede, her yüzde bir başka hikâye ilham verir size. Davranışlarda farklı bir özen, saygı vardır sanki. Bir eski zaman masalı gibi. Eski tatlar,  antika eşyalar, eski zanaat ustaları. 

Yerler Arnavut kaldırımı tarzında döşenmiş. Adımlarımızı dikkatle atarak yürüyoruz. Ben eşimin kolunda, kızım da yanımızda,  çantalarımızı o taşıyor. Az ilerde küçücük bir yer var, bize bir şeyler  ikram etmek istiyor.  Boş bir masaya doğru yöneliyoruz. Uzaktan fark ediyoruz,  bir kadınla bir erkek iki kişi de bir başka masada oturuyor. Gülümseyerek bizi izliyorlar. Tebessüm bulaşıcı gerçekten. Biz de gülümseyerek selâmlaşıyoruz. Masa komşumuz bey hiç tereddütsüz soruyor: "35 mi, 40 mı? " Algıda seçicilik, eşim de hemen yanıtlıyor: "Yarın 45 yıl doluyor. " "Tahmin etmiştim " diyor adını bile bilmediğimiz bey. "Artık böyle bağlılıklar kalmadı."  Ve içtenlikle gülümsüyor. Gülünce yüzü, gözleri de aydınlanıyor sanki.

Yanında oturan hanımefendiyi  "Ablam" diyerek tanıtıyor. ve soruyor eşime: Mesleğiniz? Eşim: "Emekli İlköğretim Müfettişi diyerek devam ediyor :" Köy Enstitülerinde öğrenim görme şansını yakalayanlardanım. Kapanmadan önceki son yıllardı. Beş yıl İlkokul Öğretmenliğinden sonra Ankara Gazi Eğitim  Pedagoji Bölümünden mezun oldum. " Ah babam da Hasanoğlan  Köy Enstitüsü mezunuydu." diyor genç adam. Heyecanla ayak üstü bir sohbet başlıyor... Ben ziraat mühendisiyim, ama pek çok şeyi babamdan öğrendim. O, okuldan aldığı bilgilerle usta bir tarımcı, tecrübeli bir ziraatçı idi. Bir atın yavrusunu doğurmasına yardımcı oluşunu unutamam. "

Yıllar öncesinden ortak anıları olan eski dostlar gibiyiz. Sadece dinliyoruz. Geçmiş yılların Türkiye'sinde 21 tane okulun yarattığı mucize, günümüzde de halâ takdirle, saygıyla anılıyor. Adlarını bile soramadığımız bu güzel insanlarla geçmişe anılardan bir köprü kuruyoruz. Köy Enstitüleri gibi köklü eğitim kurumlarının izleri kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Dile kolay, kuruluşlarından bu yana 83 yıl geçmiş. Yoksul köy çocuklarını eğiterek ülke kalkınmasına hazırlayan bu kurumları ve tüm emeği geçenleri saygıyla,   özlemle anıyoruz. 

Makbule ABALI 

Nisan 2023 Urla 





Not: Blogda Köy Enstitüleri ile ilgili okuyabileceğiniz diğer paylaşımlarım:

*Aydınlanma -                                          2014

*Bir Zamanlar Köy Enstitüleri-  17 Nisan 2015

* Orada Bir Köy Var Uzakta-      17 Nisan 2016

* Köy Enstitüleri -                         17 Nisan 2017

* Köy Enstitüleri-                          17 Nisan 2017

* Bir Okuma Öyküsü                     17 Nisan 2018

* Köy Enstitülerini Anmak-           17 Nisan 2020

Hüsnü Çelik 

Başöğretmen Hüsnü Çelik               25 Kasım 2021

*Köy Enstitüleri-                              17 Nisan 2022  

Arayacağınız yayınları bloğun sol üst köşesindeki Arama kutucuğuna yazıp  büyüteci tıklayarak bulabilirsiniz. Ya da Sağ taraftaki Arşivden tarihe bakarak bulmanız mümkün.                                 



                                                 Ahmet Abalı

                                                Makbule & Ahmet Abalı

11 Nis 2023

YAĞMUR SONRASI BİR GÜN...

 


Sağanak yağan yağmurlardan sonra insanın içini ısıtan güneşli bir gün; uzun zamandır evden çıkmamıştık. Eviniz huzurlu bir yuva haline dönüşmüşse kuşlar gibi yuvaya yerleşiyorsunuz.  Özellikle erkekler huzur buldukları evlerinden kolay kolay dışarı çıkmak istemiyorlar. Dışarıda gürültülü, karmaşık bir dünya varsa , hele kent trafiği de huzursuz ediyorsa doğanın uyanışına tanık olmak amacıyla kısa yürüyüşler yapmak daha rahatlatıcı oluyor.                                  

                                               Zaman zaman dışarı çıktığımızda el ele etrafı gözlemleyerek  kısa yürüyüşler yapıyoruz. Gören gözlerle baktığınızda bir ot parçası bile can buluyor, bir öyküye dönüşebiliyor. Ya da bir insan yüzünde kocaman bir hayat dramasının izlerini okuyorsunuz. Bir Merhaba, bir Günaydın size farklı bir hayatın kapılarını aralıyor.                             

Hayatımın hiçbir döneminde baharı bu denli güçlü ve yoğun yaşamamıştım. Orman içi bir alandayız. Bahar yağmurlarıyla birlikte her yer yeşile büründü. Ağaçlar çiçeklerle donandı, tomurcuklandı. Zeytin ağaçlarının altında beyaz ve sarı papatyalar açtı. Sanki onlarla yarışırcasına diğer çiçekler de boy gösterdi. Her renkte, her boyda bir göz zenginliği sunuyorlar. Bir ara yağmurun ardından bir dolu yağışı da görmüştük. Mevsimler çok yönlü bir gösteri sunuyorlar adeta.        






Uzun yıllar yaşadığımız Akdeniz Bölgesi'nde mor salkım görmemiştim. Burada sokaklarda hemen her evin önünde cömertçe uzayan mor salkımlar var. Mor enerji rengi diye bilinir ama toplumca öyle büyük acılar yaşadık ki henüz o enerji içimize sinmedi. Çevrede zeytin ve çam ağaçları hakim. İnsanlar gibi bitkiler de yerini sevince, havaya ve toprağa uyum sağlayınca daha çabuk gelişiyor, uyum sağlıyorlar.                       

                       Burada zeytin ağaçları bir başka güzel. Adeta köklerinde enerji biriktirmiş gibi taze ve canlılar. Çamlar da Akdeniz Bölgesi'nde daha görkemli ve gösterişli görünürlerdi. Hele yaylalık bölgelerde, dağlarda ardıçlar, serviler, meşe ve köknarlar gökyüzüyle buluşurlar adeta.                                      Akasya, leylak, manolya ve narenciye  ağaçlarını özlüyorum. Görüntüleri, renkleri, kokularıyla  belleğimde silinmeyecek  izler  bırakmışlar. Ağaçlar da insanlar gibi; Ya uzun süreli iz bırakıyorlar belleğinizde ya da unutulup gidiyorlar.                                          

  Makbule Abalı. 10.04.2023 



M



5 Nis 2023

ANLAMAK- İnsanı, ANLATABİLMEK-İnsana, ANLAŞILABİLMEK- İnsanca...

 


Bir insanı tanımak, tanıdım diyebilmek aslında çok da kolay değil. Bireyin bireysel özellikleri, karakteri,  kişilik özellikleri, iç dünyası onu tanımak için yeterli midir? Tam anlamıyla tanımaya bazen yıllar yetmeyebilir. Yeterince açıklamalı bir otobiyografi ya da CV bile tüm detayları vermeyebilir. 

Bir insanın adı- soyadı, yaşı, cinsiyeti, medeni hali, işi, memleketi, yaşadığı yer onu tanımak için yeterli midir? Bir fotoğraf, bir anlamlı söz, yakınları, arkadaşları tanımak için bir ipucu sayılabilir mi? Göz rengi, saç rengi, ten rengi, ses tonu, duruşu, bakışları... Kısacık bir profilde yanlışı, doğruyu, sahteyi gerçeği bir dipsiz kuyuya inercesine çözebilir misiniz?

Dijital sistemde, gizli hesaplarda, filtreli resimlerde safça sadelik, duruluk, şeffaflık aramak akıl kârı mıdır ? Bir insanın ruhsal yapısını, kaygılarını, korkularını, hayallerini, umutlarını kaç saat, kaç ay, kaç yıl, kaç mevsimde çözersiniz? Beden dili, sessizliği, gözyaşı ya da kahkahaları, coşkusu, öfkesi veya sitemi... Bir insan iç dünyasında kaç duyguyu barındırır? 

Kaç bilinmeyenli denklemdir insan? Kaç teoriyi çözmek gerekir anlamak için? Kaç robot bir insan eder ya da kaç insan bir robotun becerilerine ulaşabilir? Yüksek teknoloji çağında her an, her dakika üstün becerilerle donatılmış cep telefonları, bilgisayarlar üretilirken siber suçlar için de önlemler alınır mı?  Adil olmayan bir dünya düzeninde kırılan adalet terazisini kim, nasıl, ne kadar zamanda onarabilir?

Yıllar önce icat edilen Yalan Makinesi halen işlerlik kazanmadı ama kötülük durumlarında terleme, yüz kızarması, ses kısılması, bakışların kaçırılması , utanma duygusu gibi belirtiler suçluyu ele vermez mi? Yıllarca ilmek ilmek örülen iyilikleri,  güzellikleri aklamaya zaman mı yetmez, insan mı güçsüz kalır? Kulaklar sağır, yürekler duyarsız olduğunda kim çözebilir dünyanın sırrını?

İnsanı diğer canlılardan ayıran özellikler nelerdir; vahşi bir hayvan gibi saldırgan olabilir mi insan?  Sözcükler, kelimeler yetmezse anlamaya, nefes tükense dil yenik düşer mi ? Kaç gün batımı sakinleştirir bir insanı, kaç gün doğumu heyecanlandırır, kaç yeni ay umut tazeler, kaç yıldız kayması dilek yeniler?

Bir insan dünyanın kaç bucak olduğunu ne zaman anlar? Kaç yaşında başlar gerçek olgunluk dönemi? Dünya ne zaman insanca bir düzene ulaşır, ne zaman hilesiz, yalansız, insanca yaşanabilecek bir yer olur?

Makbule Abalı

05.04. 2023 

3 Nis 2023

İKİ KİTAP- İKİ KADIN YAZAR - B.C.P. (Blogları Canlandırma Projesi -Mart Ayı)

 




B.C.P. (Blogları Canlandırma Projesi) bloglar arasında iki yıldır devam eden bir etkinlik. Ben 3. yıl haberdar olup katıldım. Her ayın son haftasında, o ay için belirlenen iki temadan seçim yaparak paylaşımınızı yapıyorsunuz. Ben Kadın Yazarlar ve Polisiye başlıklı iki temadan ilkini seçtim.( Sevgili Şule Uzundere'nin kitap çekilişinde kazandığım kitaplardan ikisi, sevdiğim iki kadın yazarın kitapları.)



1- Asıl adı HAYAT ve HÜZÜN olan kitap, yazarı Ayşe Kulin'in 1964-1983 yılları arasındaki yaşamını "Dürbünümde 40 sene "başlığıyla anlatıyor. Ayşe Kulin'i yıllar önce okuduğum Foto Sabah Resimleri adlı öykü kitabı ile tanımıştım. Çok severek okumuştum. Daha sonra Adı Aylin, Geniş Zamanlar, Kardelenler, Gece Sesleri, Türkan-Tek ve Tek Başına adlı kitaplarını da okudum. 

1941 doğumlu Ayşe Kulin, Foto Sabah Resimleri ile 1995 yılında Haldun Taner Öykü Ödülünü, 1995 yılında Sait Faik Hikaye Armağanını, 2007 yılında Veda adlı kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği En İyi Roman Ödülünü, 2008 yılında Nefes Nefese adlı kitabı ile European Council of Jewish Communities tarafından verilen En İyi Roman Ödülünü kazanmış. 

Kitap 3 bölümden oluşuyor. İki evliliğinden 4 oğlu olan Ayşe Kulin kitabında bir kadın olarak o yıllarda yaşadıklarını, çalışmalarını, çocuklarıyla ilişkilerini konu ediyor. Ülkenin o dönemdeki siyasal yaşamına da yüzeysel olarak değinmiş. Ben diğer kitaplarını daha severek okumuştum.

Kitaptan alıntılar__________________

* "Gözyaşlarım yüreğime mi akıyordu yoksa yanaklarımdan mı yuvarlanıyorlardı, farkında değildim. Haksızlığa uğramışların duyduğu isyanın, kötülük karşısındaki çaresizliğin ve kızgınlığın gözyaşları daha senelerce, senelerce akacaktı gözlerimden hep içime, hep yüreğime."- Sayfa. 85

* "O düzlüğe yürüdüm, ciğerlerimdeki tüm nefesimle, Tarzan gibi, bir orman hayvanı gibi, çok acılı bir insan gibi böğürerek , avazım çıktığı kadar bağırdım önce! Sesim yankılandı, bana döndü. Sonra hıçkırarak ağlamaya başladım. Kimse duymadı beni!" S-96 

* "Koşarak çıktığım merdivenlerden inerken düşündüm ki, zaman gibi hayat da geçmişti üzerimden. İnsanlara olan inancımı, iyi niyetimi, safiyetimi götürmüş, teselli mükafatı olarak bana iki oğul vermişti. Yaşlı bir genç kadındım artık. Yirmilerinde görünüyordum ama tam yüz yaşındaydım! "

* " Karşılıklı hiç konuşmadan oturduk. Filiz'le çok güzel susulurdu birlikte. Kedilerin hastalanınca tedavi amacıyla bir yere gizlenmeleri gibiydi tıpkı birlikte içe dönmek. Sükut aracılığıyla ruh tedavisiydi bir nevi." S-218

------------------------------------



2- ANLAR-İZLER- TUTKULAR- İnci Aral 

İnci Aral, sade, yalın anlatımı, insanın çeşitli yönlerden tahlilleriyle severek okuduğum bir yazar. Kitabın arka sayfasındaki tanıtım yazısı şöyle: " Biri bir çocuğun adını söyler, bir hanımeli kokusu duyulur birden, bir iç çekiş. Günışığı avlunun taş döşemesine düşer. Bir köpek havlar. Rüzgar camınızı çalar bir dal ucuyla. Bir öykü başlar."

"İnci Aral'ın hayata, dünyaya, edebiyata ve yazma tutkusuna bakışını yansıtan, okumak, yazmak, severek ve yazarak var olmak üstüne düşünce ve deneyimlerini yalın, akıcı bir anlatımla dile getirdiği bu kitap belleğin seçtiği anlara ve akıp giden yaşamın bizde kalan izlerine değinen bir anlatılar toplamı."

İnci Aral yazmak isteyen gençlere şunları söylüyor:" Yazmak, insan ruhunu, bilincini, dalgalanma, yükselme ve düşüşlerini anlama ve insanın önce kendi gecesini aydınlığa çıkarma çabasıdır. Zamanın içinde bir yerlerde kendini aşkla, severek ve yazarak olumlama ve bunlara tutunarak hiçliğe karşı durma uğraşının özü budur."

Kitaptan Alıntılar _________________________

* "Çarşamba öğleden sonraları şiir, edebiyat saatleri yapılır ya da belgesel filmler gösterilirdi. Kültüre, şiire, edebiyata, yaratıcılığı geliştirecek etkinliklere, öğrenimin eğitim boyutu olarak , o yıllarda çok önem verilirdi, çok iyi öğretmenlerimiz vardı. Yozlaşan kentlerimiz, yaşamlarımız, değerlerimiz gibi eğitim öğretim de yozlaşmamıştı henüz." S-23

* "Türkçeyi doğru kullanamayan sınıf geçemezdi. Öğrencilerin yaptığı resimler panolara asılır, her hafta değişirdi. Okulun giriş holündeki tahtaya birkaç günde bir, renkli tebeşirlerle güzel bir el yazısıyla özdeyiş yazılırdı. Öğrenci şiirleri okul gazetesinde yayımlanır, ödüllü yarışmalar düzenlenirdi."  S-23

* "Sanatçının ortaya koyduğu ürün yalnızca bireysel değil, aynı zamanda içinde yaşadığı toplumun, ülkesinin ve ulusunun tarihinin, coğrafyasının ortak ve ilişkiler bütününün ortak düşünsel ve ruhsal yapılanmasının da ürünü olacaktır. " S-70 

* "Zamanı kağıt üzerinde kaydetmeye çalışmak bana iyi geldi. İnsan çoğunluğunun cehalet ve çılgınlığı yüzünden kapıldığım umutsuzluğu, hayretlerimi, endişelerimi, yalakalık, ahmaklık ve yersiz kibirden duyduğum nefreti, töre ve boş inanlar karşısındaki çaresizliğimi, körleşme ve duyarsızlaşma korkumu belli ölçüde yatıştırdı." S-99 

* "Zamanın iyiliği de yok değil. Keder, acı gibi duyguların şiddetini azaltıyor. Önce belli bir düzeye indiriyor sonra da bizi unutmanın cömertliğine sürüklüyor. Zor zamanlarda felaketler, ölümler, acılar, darbeler öylesine arka arkaya geliyor ki tümünü birden taşıyamıyoruz. İnsanımız acıya dayanıklı. Sabırla yüzleşiyor ölümle ve hayatla. Başına gelecek uğursuzluğu tevekkülle bekliyor." S-100

* "Ticari, içeriksiz ve bayağı ürünler, insanın dilini, duygu ve düşüncelerini sığlaştırıp basitleştirir. İnsanımızın kültürel erozyona uğraması, tartışan, eleştiren, sorgulayan yeni üretici ve yapıcı insan tipini de aşındırıyor. Aslında sistemin amacı, isteği de bu. Düşünmeyen, hazır düşünce kalıplarına teslim olmuş, bir örnek, koyun gibi insanlar." S-103

* "Eğer hayatı ve varoluş gerçeğini size sunulduğu gibi kabul eder, sorgulamazsanız ya fazla siner ya da acı çekersiniz." S- 127

* "En sert sorunları dile getirirken bile edebiyat tadını korumaya ve okuma zevki vermeye özen gösteriyorum." S-127