31 Ağu 2024

AĞAÇ EV SOHBETLERİ- 158- ÇOCUKLUK...


Bloglarda "Ağaç Ev Sohbetleri " adıyla anılan uygulamayı seviyorum. Her hafta Pazartesi günü bir konu belirleniyor , o konuda fikir alışverişi yapılıyor. Bu haftaki konuyu Taha Akkurt arkadaşımız belirlemiş. İlginç bir konuydu. Hafta bitmeden ben de yazmak istedim:

"Çocukluğunuza dair neler hatırlıyorsunuz ? Nasıl bir çocuktunuz? "

Çocukluktan söz etmeyi seviyorum. Geçmişe bir vefa borcu gibi. Güzel şeyleri hatırlamak iyi geliyor insana. Amaç; bugünü unutmak değil,  geçmişin izlerini aktarmak, deneyimleri tazelemek. Yeni kuşakları daha gerçekçi olarak anlayabilmek hatta  tanıyabilmek için de bu gerekli. 

Atalar genel anlamda  söylemişler: "İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur. " Görüşler, yargılar, fikirler , davranışlar yılların ardından her ne kadar değişime uğrasa da uzmanların da benimsediği bir gerçek var: "Genlerle, doğal, sosyal ve kültürel çevrenin etkisiyle 7 yaşına kadar çocukların  kazandığı kişilik yapıları pek değişmiyor." 

"Şanslı çocuklardık" diye düşünürüm zaman zaman. "Orta direk" ailelerin çoğunlukta olduğu, zenginlerle yoksullar arasında henüz uçurumların olmadığı, insanların birbirine çıkarsız dost olduğu, güvendiği, idealist öğretmenlerin yeterli sayıda olduğu bir ortamda mutsuzluktan söz edilebilir mi? Dünya güzeldi. 

Sevgiyi, saygıyı çok yoğun yaşadık. Karma Devlet Okullarında farklı sosyal çevrelerden arkadaşlar edindik. Bazı yoksul arkadaşlarımın  arasında giysilerim farklı olduğunda çok üzüldüğümü, onları giymekten kaçındığımı  hatırlıyorum.  

İlk çocukluğumu üç kelime ile özetlerdi annem :"Sakin, uslu, güzel bir bebektin."   Onun ilk çocuğu, ilk göz ağrısı  idim. Ama "abla" olmak çok da kolay değildi. Hep özverili, hep paylaşımcı, hep düşünceli olmak zorundaydı ablalar. Bazen düşünürüm; " Ailemiz içimize sanki iyilik tohumu ekmiş" derim. İyilikler kötülüklerle çatışınca çok büyük hayal kırıklıkları yaşanıyor. Aslında o kuşak belki de bu yüzden duygusal anlamda çok acı çekti. 

Merhamet duygumuz yoğundu. Bir çöreği  bazen sekiz ya da  on parçaya  böldüğümüz, bir portakalı  dilim dilim paylaştığımız zamanlar olurdu. Pahalı oyuncaklarımız değil, bez bebeklerimiz vardı. En yaramaz arkadaşlarımız sınıfta kağıt tan yaptıkları uçurtmaları uçuranlar olurdu. 

Milli Bayramlarda sınıflarımızı renkli kağıtlarla süslerdik. Renkli ince krapon kağıtlardan bayram elbiseleri hazırlanırdı. Bir gün tören günü ansızın yağan yağmur kâğıttan yapılmış elbiselerimizi ıslatmış, emeklerimizi nasıl da harcamıştı. O komik görüntülere  bile çocuksu duygularla gülmüştük. 

Tutumlu çocuklardık. Okulda iş derslerimiz vardı. Kartondan kumbaralar yapar, harçlıklarımızdan biriktirirdik. Bebek elbiseleri dikmeyi, yama yapmayı, sökük onarmayı hep okulda öğrendik. Hayat Bilgisi derslerinde ıslak pamuklar arasında nohut, fasulye çimlendirerek, üretmeyi öğrendik. 

Temizlik aranılan bir değerdi. Her pazartesi okulda beyaz mendiller ellerimizde, tırnak temizliği kontrolünden geçerdik. Kitaplar defterler önce kaplanır, etiketlenir, sonra kullanılırdı. Defterlere özenle kenar süsleri yapılırdı. Kutlama kartlarını bile kendimiz hazırlardık. Yaratıcılık kabul görürdü.

Renkli boyalı kalemler çok çeşitli olmasa da dayanıklı kurşun kalemlerimiz vardı. Sanata, çizime yatkın eller öyle çoğaldı. Karikatürler, gülmece dergileri olumsuz zamanlarda bile dik durup gülebilmeyi sağlamıştır.

Cep telefonları yoktu tabii. Ama oyunlarımızda kibrit kutularından telefonlar oluştururduk. Duvar yazılarının belki en güzelleri, en anlamlıları o dönemlerde yazıldı: "Oku oku yaz / Okul açıldı/ Ali Ayşe'yi seviyor..." Günlüklerin en duygusalı, en sadesi o dönemlerde tutuldu. "Bana kalbin kadar temiz bu sayfada bir yer ayırdığın için... Sepet sepet yumurta sakın beni unutma.

Anlamsız kısacık mesajlar yerine uzun mektuplar  vardı tabii. Çocukluk bu ya; meraklıydık da. Babamın anneme yazdığı buram buram sevgi, özlem kokan mektupları nasıl unuturum... İnci gibi bir el yazısıyla, bazen de ilkokul döneminde öğrendikleri eski Türkçe ile yazılmış mektuplar... Okuyamadıklarımız oldu tabii.

Küçük bir kutuda, pembe bir kurdeleyle bağlanmış, kurutulmuş çiçeklerle süslenmiş upuzun mektuplar. Sanırım hayatımdaki en büyük suç, o mektupları annemden gizli okumak olmuştur. Ama gene de kardeşlerimle vicdanımız elvermedi, bir gün itiraf ettik. Bir suçlu gibi ezik, yüzümüz kızarmış... 

O zamanlar beden ruha uyardı; yüzlerimizin kızarması, gözlerimizin sulanması, utanma özelliğimiz  vardı. Gerçek duygularımızı gözlerimiz anlatırdı, yalan söylemek, aldatmak ayıptı. Belki de ondandır bu çağa kolay kolay uyum sağlayamayışımız... 

Özür dilemeyi, gerekirse bağışlamayı bilirdik. Bir demet kır çiçeği affedilmek için yeterdi çoğu zaman. Kitaplar en güzel hediyeydi. Ve okumak, yazmak bir tutku. Çocukluk düşleri yılların ardında kaldı. Sadece çocukluk değil, zamanla pek çok değer de, insanlar da  yitirildi. Belki de "Toplumsal bellek zayıflığımız" da unutmaları, vefasızlıkları hızlandırdı. 

Geriye kalan; anılar... anılar... anılar...

Makbule Abalı-2022  

Kısa Bir Not. Bir zamanlar yazdığım bu yazımı küçük düzeltmelerle yeniden yayınladım. 2024 Urla-M.A




Çocukluk: Makbule ve Rasime 






27 Ağu 2024

YAŞAMA ANLAM KATMAK

 


Düşe kalka büyür çocuklar;

Düşer- ağlar- susar- öğrenir,

Yeniden kalkar .

Ve sonra yaşam devam eder... 

Uyum sağlayabilmek gerek her yaşa;

Tıpkı çocuklar, ergenler, yetişkinler gibi 

Yeniden öğrenerek, uğraşarak,

Yaparak- yaşayarak, 

Çaba harcayarak...

Sınama-yanılma ile bazen

Ya da kavrayarak zaman içinde,

Uyum sağlayarak 

Değişimlere, yeni değerlere...

Eskimeden, eskitilmeden,

Olduğu gibi

Olması gerektiği gibi. 

Ama hep içinden gelerek; 

Görerek, duyarak, sezerek , bilinçle. 

Anlayarak derinlemesine, 

Anlatarak ince deyişlerle 

Mantıklı çözümlere ulaşmak... 

Her zaman çok hızlı değil, 

Bazen ağır çekimlerle;

Sadelikle- abartısız, 

Emek harcayarak, çabalayarak 

Yol alabilmek,

Belki son düşüşe kadar... 

Köklü ağaçlar gibi ayakta kalabilmek;

Kökleri kurutmadan.

Maviliklere kanat çırpmak,

Kanatlar var oldukça.

Her yeni doğan günle;

Yeniden umut tazelemek,

Var olmanın tadına varmak, 

Yaşama anlam katmak, katabilmek...


Makbule ABALI 

27 Ağustos 2024



Not: El emeği-sanat eseri, adeta oya gibi işlenmiş, USTA işi bu kapının Fotoğrafını Göltürkbükü Selvi Otel'de çekmiştim. 
İnsana, sanata, inceliklere tutkun, duyarlı tüm güzel insanlara saygıyla...










24 Ağu 2024

YORUMSUZ- GERÇEK BİR ÖYKÜ- KIRILGANLIK...


Her öykü 
hayattan izler taşır. Anlatıcısına ya da yazarına göre bazen kurgulanmıştır, bazen eklemeler veya kesintilerle aktarılır. Ama her öyküde bir gerçek payı vardır mutlaka...

Yaşam durağan değil elbette. Bir gün öncesi, bir gün sonrası, ya da  bir yıl sonrası aynı olabilir mi? Kurulmuş makine değil ki insanoğlu. Bir anı bir diğerine uymayabiliyor. Söz konusu insan olunca; Beklentiler, umutlar, sıkıntı ya da kaygılar, duygu ve heyecanlar da değişebilir doğal olarak.  

"İnsanın olduğu yerde hiçbir şey şaşılası değildir." sözü boşuna söylenmemiş. Yaşadıkça, yaş aldıkça bütün bunları az çok bilerek  tavır değiştirmeniz mümkün olsa da "Kaza geliyorum demez." demiş atalarımız. 

Gün her zamanki gibi erken başladı o gün. Gün ışığı pencereden süzülürken, yeni bir gün başlar. Telefon alarmı da bu uyanışa eşlik eder. Yılların ardından emekli olmuşsanız, bedeniniz dünün yorgunluğundan izler taşıyorsa birazcık daha uyuma lüksünüz olabilir. "Birazcık" daha dediğimiz zaman dilimi ancak 30 ile 45 dakika olursa, tekrar uyumadan kalkabilirsiniz de...

Eşim ve ben her sabah günün en basit ama en güzel öğünü kahvaltıyı hazırlamak için birlikte mutfak bölümüne geçeriz. Kahvaltı sonrası henüz çaylarımız bitmemişken (İkinci çayı genellikle bahçede, açık havada tamamlıyoruz.) ben "5 dakikada güllerin son durumlarının bir fotoğrafını çekip hemen geleyim." diyorum. Kuruyan her çiçek ya da ağaç hüzünlendiriyor beni.

Küçük çiçek bahçemiz evin hemen önünde, güller onun kenarında. Gün ışığından çok güzel yararlansalar da üç gülden bir tanesi,  arıların hiç terk etmediği mavi yaseminin hemen yanı başında adeta kıskaca alınmış gibi soldu, kurudu. Kurtarmak için çok uğraş verdim; Ele yapışan mavi çiçeği nazikçe, sıkmadan bağladık, sağ olsun çiçeklerin dilinden anlayan komşumuzun verdiği ilâçla besledik. Tam biraz canlanır gibi olmuşken sanki yeniden küstü. 

Son yıllarda bloğa yerleştirdiğim çoğu fotoğrafı eşimin cep telefonuyla çekiyorum. Benimkinden daha yeni, daha net çekiyor. "Çaya bekletmeyeyim eşimi" diyerek acele davranıyorum: Bir arı kendi sınırlarına girmemden hoşnut değil sanırım, başımın etrafında daireler çiziyor. Sonra yön değiştirdi, uçarak uzaklaştı. Yan tarafta küçüklü-büyüklü kaktüslerin yer aldığı küçük bir kaktüs köşemiz var... 





Her şey birdenbire oldu: Şimdi anlatmak kolay, o anı yaşayan bilir; Bir anda başım döner gibi oluyor, kendimi uçma denemelerine girişmişken kanadı kırılmış bir kuş gibi hissediyorum, ayağım kayıyor, dizim sanki yön değiştiriyor., tutunacak hiçbir şey yok, düşüyorum... !!!

 Yerde yapay çimlerin üzerinde upuzun yatıyorum. Güneş tam karşımda, ışınlarını yolluyor. Neyse başımı betona çarpmamışım, sol dizim, sol kol dirseğim  çok acıyor, sol ayak parmaklarım ters dönmüş gibi hissediyorum. Ellerimi açıp kapatıyorum. Sabah serinliğinde ter içinde, şaşkın ve çaresiz, tek başına yerdeyim... 



Sağ yanımda çiçeklerini sıcaklarda yitirmiş bir begonvil, az ileride bir zeytin ağacı, sol yanımda kaktüsler. Sokaktan geçen tek kişi veya araba yok. Eşim beni bu halde görürse panik yapar bilirim. Düşünüyorum, en sağlıklı çözüm ne olabilir? Yan dönmeye, taşlara tutunarak kalkmaya çalışıyorum, mümkün değil...

Çaresiz, eşime sesleniyorum, sesimi duyarak değil, beni merak edip zaten geliyormuş. O beni, ben onu  düşünüyorum- düşünüyoruz aynı anda. Sonradan anlattığına göre: "Seni o halde yerde yatar görünce beynimden vurulmuşa döndüm" diyor. Yüz renginden, bakışlarından anlamıştım. Benim de yüzüm kıpkırmızı, hissediyorum. İçim titriyor, üşüyorum.  Yaz sıcaklarında çiçeklerini dökmüş bir begonvil, bir zeytin ağacı bir de guguk kuşları tanıklık ediyorlar durumumuza... 

Eşim elini uzatıp beni bir an önce yerden kaldırmak istiyor. "Hayır hayır diyorum, eğilmemen, gözüne ağırlık yüklememen gerekir,"  Ve ekliyorum: "Ben  iyi sayılırım, ne olur paniğe kapılmayalım." Son bir gayretle, olduğum yerde oturmaya çalışıyorum. Acı ve ağrı çekmeme rağmen başarıyorum. da.  O "Bu esintide üşürsün." diyerek içerden kot ceketimi getiriyor, kendisi de üstüne bir şey giymiş. Oysa ben üşümüyor, sabah serinliğinde terliyorum...

Düşüşten ötürü kırığım yok sanırım. Belki burkulma ve ezikler var. Neyse ki bu aralar istemsiz çok kilo verdim. Kırılgan, hassas ve duyarlı yapımla pek de bağdaşmayan, ince ama sağlam bir kemik yapım ve  yaşıma göre kemik ölçümlerinde başarılı bir karnem var.  Ağrı ve acı eşiğim yüksektir, sakin yapımla kolay kolay bağıramam da. Ancak yanık türkülerde, ağıtlarda, toplu acılarda  ağlamam doğaldır sanırım.

Zaman ne kadar göreceli bir kavram. Bahçeye çıktığımda saat 08.20 idi. Henüz 9 olmamış. Kimselere haber vermedik. Yakınlarda oturan kızımın üç gündür midesinden rahatsız olduğunu biliyorum. Bir gün önce tansiyonu düşünce yakındaki temiz, güzel bir klinikte serum takılırken ben de yanındaydım. "Kimseyi sabah sabah tedirgin etmeyelim." diyorum. Ama eşim: "Ben Tolga'yı arayacağım" deyince itiraz edemiyorum artık. 

Can yoldaşımız sevgili Nur ve eşi Tolga arabalarıyla sahile yürüyüş için gitmişler. İtirazlarımız kabul görmüyor.  "15 dakika uzaktayız, hemen dönüyoruz." diyorlar.  An,  bir zaman birimi. Hayat hızla akıp geçerken,  yaşam bazen  ağır çekimde devam ediyor. yaşadığımız anların, saniyelerin, dakikaların, günlerin, yılların ne kadar farkındayız?

Bir gün öncesi- bir gün sonrası... Hayat ne getirir, ne götürür bilinmez. "Düşenin dostu olmaz." denmiş. Bazı atasözlerimiz ne zaman, ne durumda, neden nasıl  söylenmiş, bilinmez... 

Sonsuz teşekkürler sevgili Nur ve Tolga. 

Ancak iki kişinin yardımıyla ayağa kalkabiliyorum. İncinen yerlerime buz koyuyor, onarıcı merhem sürüyoruz. Yarım kalmış çayların yerine ağız tadıyla hep birlikte yeni çaylarımızı içiyoruz. İnsanın acısını insan alıyor gerçekten. Düşük tansiyon ve kalp çarpıntısı nedeniyle dün biraz bulutlarda gezinir gibiydim. "Yer Demir Gök Bakır" ne güzel bir romandı diye düşünüyorum. Bugün  daha iyiyim. Uyudum-rahatladım. Sonra eski şiirlerde, şarkılarda gezindim. 

Sağlık ve hastalık, mutluluk ya da mutsuzluk, coşku veya hüzün; hepsi hayat boyu bizimle, yaşamın ta içinde...



Ahmet Haşim'in ünlü bir şiiri, sanki o zor günün şiirsel anısı gibiydi:

Bir Günün Sonunda Arzu 

Yorgun gözümün halkalarında 

Güller gibi fecr oldu nümayan, 

Güller gibi... sonsuz, iri güller

Güller ki kamıştan daha nalan, 

Gün doğdu yazık arkalarında!

Altın kulelerden yine kuşlar

Tekrarını ömrün eder ilan.

Kuşlar mıdır onlar ki her akşam

Alemlerimizden sefer eyler?

Ahmet HAŞİM 

*Fecr olmak- Tan yeri ağarmak.

Nümayan olmak- Ortaya çıkmak. 


Yaşamak, paylaşmak güzeldir; Bir sevinci, coşkuyu, mutluluğu ya da bir acıyı, sıkıntıyı, hüznü, bazen bir şiiri... Ünlü sanatçı Yıldız Kenter de çok uzaklardan sesleniyor : "Aynalar"

Makbule Abalı

Ağustos 2024 Urla 



Bir not: Biliyorum, çok candan dostlarım, arkadaşlarım var. Blogda yazmaya başladığımdan beri ilk kez (Kimseyi yormamak düşüncesiyle) bu paylaşımımdan yorum köşesini kaldırıyorum. 

( Zamanlamada gecikince hemen yorum yazan hassas, duyarlı  arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. Silmeye de kıyamadım. Ancak tabii ki kurallar gereği yayınlayamadım da. Bağışlasınlar.
Teşekkürler. M.A )










22 Ağu 2024

YAŞAMIN İÇİNDEN İNCE AYRINTILAR...

 Günlük yaşam içinde bazen herhangi bir yerde; evde ya da dışarıda, tek başına veya birlikte, günlük yaşam diliminin bir anında öyle şeylerle karşılaşır ki insan, adeta mutluluk şırıngalanır bedenine, mutlu olmakla kalmaz  mutluluğunu paylaşmak ister. 

Sizin de var mıdır öyle anlarınız? Akıp giden zamanın içinde; bazen karmakarışık bir ruh hali içindeyken, yüksek perdeden seslerin alabildiğine çoğaldığı günlerde, ya da her şeyin sessizliğe gömüldüğü bir yerde ansızın öylesine  farklı, incelikli bir başka şeyle karşılaşırsınız ki; hayat yeniden anlam kazanır, renkler ve sesler çok daha uyumlu hale gelir. İnsan olmanın, yaşamanın tadına varırsınız...



Uykusuz bir gecenin sabahında, günün ilk ışıkları aydınlatırken doğayı, hele bir de kuş sesleri eşlik ederse bu ortama, hiç durmadan öten ağustos böceklerini bile hoş görürsünüz. Mutluluğunuzun ivmesi biraz daha yükselir az sonra. Doğal taşları seven birine verilebilecek en güzel hediye; Yeşim taşından el işi bir bileklik, yanında şekeri azaltılmış portakal reçeli. Gün boyu enerji birlikteliği... 

Çok geçmeden bir telefon, telefonda yumuşacık bir ses: "Anneanne seni çok özledim." "Biz de " dersiniz heyecanla. "O zaman hemen gelip alalım." der telefondaki bir başka güzel ses. Çayın yanına bir şeyler yapmak istese de gönlünüz , "Gönül ferman dinlemez." dese de büyükler, hemen kavuşmak için can atarsınız. Artık çocuklar da benim amatörce çekimlerimle kıyaslanmayacak kadar güzel fotoğraflar çekiyorlar. Anneleri "ustalık "belgesini almışsa çocuklar da "gönüllü çırak" olarak yetişiyorlar. 

Günlük yaşamın bizi adeta eve tutsak etmesinden mi yorgun düşer insan yoksa zihin yorgunluğu mu, karmaşık duyguların ruhu adeta bir cendereye sokmasından mı bazı geceler uyku tutmaz gözleri... Ne çok neden vardır da,  yaşayan kişi bile adını koymakta zorlanır... O yüzden küçük mutluluklar kocaman mutluluk kaynaklarına dönüşür. Yaşayan bilir.

Görünce, farkına vardıkça, iç seslere kulak verdikçe bazı anlar ya da günlerde mutsuzlukların ardından mutluluğunuz doruklara tırmanır; Mevsimsel değerleri aşan dayanılmaz sıcaklarda-hele bir de insan eliyle- ağaçlar kavrulurken, çiçekler kuruyup canlılar can verirken güzel işler de olur. Bugünlerde küçük bahçemizde  topraktan,  saksılardan adeta semizotu ve biberiye fışkırdı. İkisini de doğal sağlıklı ürün oldukları için ne çok sever ve kullanırız. Bir demet lâvanta yerine bir demet semizotu verir oldum.

Söz doğadan açılmışken güzel bir girişime tanık olduk- Biz katılamasak da- Site yönetiminin çağrısıyla bir çevre temizliği seferberliği düzenlendi. Gönüllü olarak katılanların emeklerine bedenlerine sağlık. Ah, biz eski biz değiliz ki. Biz sadece  "kolaylıklar dileyip" yakınlarından geçerek alkışlayıp kutladık. Ancak ben o gün bahçe kapımızın önündeki sokağı süpürdüm, kapı önünde boy vermiş çiçekleri sulayarak mutlu  oldum. "Herkes evinin önündeki sokağını süpürse her yer tertemiz olur" sözü kulaklarımda iz bırakmış.

İyi ki komşularımızdan her biri bir başka konuda usta. Dostluklarına, ustalıklarına becerilerine sırt çevirmek, görmezlikten gelmek haksızlık olur. Derin kuyular gibi tanıdıkça, öğrendikçe kaynakların özüne iniyorsunuz. Arka komşumuz Emin Bey bize göre baş danışman. Her derde deva. Ne ararsanız bulunur. Eşim ve ben onu yormamak için ne kadar çabalasak da olmuyor. Kendi deyişiyle: "Emin yorulmaz, Emin yardım istemez, Emin ikram kabul etmez..." Başkalarını mutlu ederken kişisel konforu reddetmek... Yardımlarınıza sonsuz teşekkürler Emin Bey. Bahçe kapımızın bile artık sağlam bir kapı kolu ve kilidi var. Görüntüsü de, işleyişi de mükemmel. 



Kilit derken bir anahtarlık geliyor aklıma. "El emeği-göz nuru"  şık bir makrome anahtarlık. Uygun olan her anahtara uyabilecek bir tasarım. İzmir Bloglar Buluşmasında incelikle her birimize verilen, gönüller kapısını açmada usta birinden armağan. Çantamda güzel ambalajıyla  bulmak, yeniden buluşmak gibiydi. Teşekkürler sevgili Sezer. Unutmak insana özgü. Senin gizemli ışığını yansıtmanın simgesi olarak düşündüğüm benim minik hediyem o günün heyecanıyla çantama bile konulamamış meğer..



Ne altın ne pırlanta ne de paha biçilmez hediyeler; beni incelikle, nazik bir seslenişle verilmiş armağanlar kadar mutlu etmiyor inanın. Bir gün mutfak masanızın üstüne bırakılmış bir poşet, içi bahçeden taze koparılmış domates, salatalık, incecik  biberler gizli. Kim bıraktı, halâ bilmiyoruz. Bir başka gün farklı bir sürpriz, bir kutuda iç içe dizilmiş kabak çiçekleri. Harika. Yaylada kabak çiçeği dolması yapacağımız zaman eşimin kardeşi Mustafa Abi gün doğarken açılmış olarak getirirdi sağ olsun. Urla'nın kabak çiçekleri buzdolabında iç içe geçirilmiş haliyle bir hafta tazeliğini korudu. Arkadaşlarıma pişiremesem de yeni bir saklama yöntemi öğrendim. Teşekkürler sevgili Nur ve Tolga. Az önce yeni bir ikramla mahcubiyetimiz katlandı.



 "Al-kullan-tüketemesen de at" politikasının çok geçerli olduğu günümüzde atık malzemelere yeni bir can kazandıranlar da var. Bozulmuş bir teflon tavadan iğne oyalarıyla çerçevelenmiş tablo gibi bir eser yaratılacağını düşünebilir misiniz? Beni çok mutlu eden değerli armağanım yerini buldu. Televizyonun hemen yanı başında, aynı usta ellerin üretimi bir kadın heykelciği ve bir sincabın  (o sincap da  sevgili Emel'in hediyesi) yanında beraberce dinleniyorlar. Onlara baktıkça Nazım Hikmet Usta'nın "Yaşamaya dair" adlı şiirini unutmak ne mümkün... Teşekkürler Mediha Hanım...



Ve dün çok değerli bir dede ile uyumlu bir torun hemen karşımızda çok büyük bir işe giriştiler. Bahçelerindeki köklü ağaçları budadılar. Oysa dede bir hafta önce küçük bir kaza atlatmıştı, geçmiş olsun demek için kısa bir ziyaret planımız vardı. Eşimle ben hayranlıkla bu kuşaklar arası dayanışma ve işbirliğini uzaktan izledik. "İyi ve güzel şeyleri fark edip kutlamak lâzım" diyerek içtenlikle kutladık.  Koca defne ağacının kesilmiş dallarından  birkaç tanesi arka kapımıza kurutulup yemeklerde kullanılmak üzere bırakıldı. Defneye tutkun birinin mutlu olması için ne güzel bir davranış. Teşekkürler Ege,  "Öğreticilik " görevini içtenlikle üstlenen değerli Dedene saygılar.



Mutluluk yaşamın içinde ince ayrıntılarda gizli. Farkındalık ve duyarlılık gibi iki temel özellikle hepimiz daha anlamlı ve yaşanabilir hayatlara katkıda bulunabiliriz. Denemeye değmez mi...?

Makbule ABALI 

22 Ağustos 2024 Urla





15 Ağu 2024

BİR İZMİR BULUŞMASI- ANILAR DEFTERİNE ÖNEMLİ BİR KAYIT...

 


11 Ağustos 2024 Pazar günü çok sıcak bir yaz gününde İzmir'de sımsıcak bir buluşma gerçekleşti; Bloglar Toplantısı. "Anılar" Defterime  hemen kayıt düştüm.

Bazen katılmayı, bulunmayı çok isteyip de katılamadığımız etkinlikler vardır: İzmir'de hatta bu yıl Urla'da da Kitap Fuarları gerçekleşti, hiçbirine katılamadım. Ağustos bizim için önemli bir ay. Eşimin iki gözünde sarı nokta kanaması nedeniyle her ay  yapılması gereken iğneler var. Halden anlayan ekip başkanlarımız uygun bir tarih belirleyince heyecanla o günü bekliyoruz. Bazen sözler yetersiz kalır duyguları aktarmaya. Her şey ışık hızından da etkili bir biçimde planlanıyor; Kırmızı Ruh ve eşi buluşmadan önce sağ olsunlar bizi ziyaret edecekler.  Israrlarım çaresiz,  otelde yer ayırtmışlar. 

Konuklarımı kendi pişirdiğim yemeklerle ağırlamayı tercih etmişimdir her zaman. İçine bir tutam sadelik, bir tutam doğallık ve bolca sevgi katılan yemeklerin tadı bir başka olur, biliyorum. Telefonda diyetiniz var mı diye soruyorum. tek bir ürün adı veriliyor. Tamam, kokusu bile olmayacak mutfağımızda. Elleri dolu dolu geliyorlar: Sevdiğim her şey var listede: Kitaplar, doğal otlar, Mevlâna şekeri ve Kırmızının adına yakışır,  işlenmiş,  henüz tadına bile bakamadığımız yıllanmış bir üzüm tortusu. Sonsuz teşekkürler, sizin evimize anlamlı ziyaretiniz yeterliydi.




Konuklarım bir kuş severin evinde olduklarından mıdır çok az yiyorlar, çok az su içiyorlar. Ama kuşlar gibi uyumlu bir çift. Fizik derslerinden nasılsa aklımda kalmış: "Zıt adlı kutuplar birbirini çekerler."  Onlar özellikle duygusal anlamda birbirlerini öyle güzel tamamlamışlar ki- kocaman bölünmez bir bütün olmuşlar... Sıcağın gücü, bahçedeki görünmez minik haşereler sohbetin tadını bozamadı. 

"Sadece Ceren"... olsa da bloğunun adı,  O benim için "Sevgili Ceren", "Caanım Ceren". Namı diğer Prenses. Hassas, duyarlı, ince (sadece bedeni değil, ruhu da ipince) naif bir güzel kadın C. (Öylesine alçakgönüllü ki belki  "Sadece C." olarak blog adı seçmesi de  o yüzdendir.)

Daha önce çok büyük  incelikle nazik bir teklifte bulunmuştu: "Makbule Öğretmenim , isterseniz ben sizi evden alayım birlikte buluşma yerine gidelim." diyerek. Çok mutlu oldum tabii. Telefonla haberleştiğimizde sordum: "Cerencim bir dinlenme molası verirsin değil mi- o arada ne ikram edebilirim ? " diyerek.  "Sadece SU" dedi. Ne kahve, ne çay, sadece Su mu? 


Ve geldi, tam dediği saatte. Elinde bir saksıda pembe begonvil " Bu çiçeği bahçemde sizin için yetiştirdim." diyen yüzünde muhteşem bir gülümseme ve ışıl ışıl gözleriyle çok tatlı bir genç bayan. Pardon unutmadan ekleyeyim, diğer elinde harika bir sunumla (Ceren usulü  bir ambalaj ) şık bir baharat şişesi- Bu güzel armağan daha sonra tüm katılımcılara da verildi. 

Yürümüyor adeta ritmik adımlarla dans ediyor, konuşuyor, dinliyor, anlatıyor. Kısacık bir zaman diliminden sonra,  eşimle vedalaşıp yola çıkıyoruz. Harika  yol arkadaşım  çok dikkatli bir kaptan aynı zamanda. 40 dakikalık süre nasıl bitti bilemedim. Buluşma mekânımız Agora Alışveriş Merkezine ulaştık bile.

Güzel, ferah , tertemiz, güvenilir bir mekândayız.  Heyecanlıyım, kalbimde minik kuşlar bile meraklılar sanki. Ağustos sıcağında serin bir ortamda sıcacık bir dostlar grubu. Henüz yüz yüze hiç görüşmediklerimiz olsa da beden dili çok şey anlatıyor. Duygularımız bizi yanıltmıyor. Sevgili Sezer ilk tanıdığım; "İyi ki tanımışım" dediğim, benim için gerçek bir dost,  ölçülü, saygılı, mizah gücü yüksek , bilinçli , kararlı, kolay kolay pes etmeyen  bir İnsan... Her konuda seçimlerinin ne kadar isabetli olduğunu bugün de kanıtlıyor. 

Sadık ve düzenli bir blogger, üstün görev anlayışı, dobra dobra anlatımları, acımasız  ama net   eleştirileri  ile güçlü bir muhalif; Kaplan Diary  alımlı eşi ile birlikte capcanlı karşımızda. Son aylarda yazmaz olmuştu, yorumlar aracılığı ile neden artık görünmediğini sorduğumuz Derin bile yanıtsız bırakmıştı sorularımızı. Yakın zamanda Ağaç Ev Sohbetleri 
içinde " İyi Bir Dede Olmanın  Getirileri" başlıklı bir konu  ile karşılaşırsak şaşırmayalım. Bay Kaplan eşine tutkun,  özellikle edebiyat konusunda, O'nun gibi nitelikli bir öğretmenin öğrencisi olmakla da gurur duyuyor. Değerli Öğretmenimizi içtenlikle kutladım.

Kafka gibi edebiyat alanında güçlü bir isimden yola çıkarak çok sık olmasa da çok değerli yazılar derleyen,  içten kişiliği konusunda öce Sezer'den, sonra bizlerden tam not alan genç bir blogger sevgili Levent  (Balthus) da aramızdaydı o gün. Yolculuğu nedeniyle erken ayrıldı ama güzel izlenimler bıraktı ardında; Küçük bir armağan olarak arkadaşlarımıza götürdüğüm ilk ve henüz tek kitabımı , gitmeden aceleyle yazarak ona verirken hemen paketlemek istediğimde incelikli deyişini nasıl unuturum... ""Hayır hayır paketlemeyelim, yolculukta hemen okumaya başlayacağım zaten." Teşekkürler Levent.

Bloğunun adı "Bir Garip Şeyma". Soramadım ama bu ad bana hemen Yunus Emre'yi çağrıştırıyor. Gözlerinin içi gülen,  incecik,  hassas, duyarlı bir genç İnsan. Benim ona yakıştırdığım ad "Bir Tatlı Şeyma". Bir ara Şeyma ile içeride yaklaşık 100 metre ilerde bir İhtiyaç alanına gitmek için kalkıyoruz. Arkadan Sezer'in yavaşça koruyucu bir anne gibi seslenişini duyuyorum: "Koluna gir." Şebnem gönüllü bir güvenlik uzmanı gibi koluma girmiş bile. Engelsiz, dümdüz bir yolda, şirin bir yol arkadaşıyla  yol almak öyle rahat ki.

Doğayı korumaya, geliştirmeye tutkun biri olarak bir el kurutma aracı  dikkatimi çekiyor. Şimdiye kadar gördüklerimizden farklı. Ah, telefonumu almamışım Şeymacım  derken o hemen "Ben aldım." diyor.  Küçük bir düzenleme ile kullanım aracının değişik açılardan fotoğrafını çekiyoruz. Düşünceli genç arkadaşım , sağ olsun fotoğrafları anında bana gönderiyor. 


Saatler ilerlerken acıktığımızı fark ediyor , Ceren'le bakışıyoruz. O "Ben acıktım. "derken nasılsa -Ben de- diyorum. Aramızda vejeteryanlar, veganlar, günde iki öğünü daha sağlıklı bulanlar var. Ben Sezen'in seçimlerine güvenerek tercihi ona bırakıyorum. İyi ki öyle yapmışım. Kocaman bir porsiyonla salata üstünde çıtır tavuk. Enfes bir sunum. Mekânımızın adı Peksimet. Adı bile bir başka güzel. Dış güzelliğine aldanmamak gerek; asıl lezzeti içinde saklı.

Her buluşmada sürprizler, fark edilemeyen girişimler, insana özgü unutkanlıklar, keşke''ler olabilir elbette. Ah burada da oldu: Almanya temsilcimiz biricik Ceren , hatta sevgili Sezer bile sezemedi o girişimi, göremediler, engelleyemediler. Kırmızı'nın değerli eşi ırmaklar kadar sakin, uyumlu, anlayışlı bir insan. Blogger değil ama grupla 40 yıllık dost gibi kaynaştı. Eşlerden biri kırmızı ise diğeri yeşil rengin temsilcisi gibi. Kontrast renkler birbirini tamamlamış. 

Paylaşımcılığı savunsak da böylesi hakça değil  doğrusu. Sonsuz teşekkürler bu sürpriz jest için. Güler yüzlü bir garson tabağımı alırken,  bitiremediğim salata için " Lütfen mutfak şefinize söyleyin, salata çok güzeldi ama ben bitiremedim. " dedim. "Hemen paket yapalım" deyince şaşırdım. Hiç düşünmemiştim doğrusu. Hayatımda ilk defa paket yapılmış bir salata ile eve döneceğim. 

Masamızdaki herkes yıllar öncesinden gerçek dostlar gibi. En yaşlı benim de, en gencimiz kim...? Herkesin gözleri ışıl ışıl. Daha saatlerce oturabilirim ama eşimi düşünüyorum. 3 kez telefonla konuştuk, her şeyi ayarlamıştım ama artık dönüşe geçmek gerek. Ceren: "sizi ben eve bırakacağım, ne zaman isterseniz kalkabiliriz ." deyince itiraz ediyorum. Uzun bir yol, tekrar buraya dönecek. O benden daha kararlı ve güçlü. Tüm itirazlarım kabul görmüyor. Ah caanım  Ceren , öyle çok ortak noktamız var ki. Begonvilime her gün özenle su veriyorum. 

11 Ağustos İzmir Buluşmamızın üzerinden 4 gün geçmiş. Ödevini geç hazırlayan öğrenciler gibi hissettim birden kendimi. Biliyorum,  dostlar hoş görecekler. Kendimizi ağır çekime alınca yaşamın hızlı akışına ayak uydurmak da zorlaşıyor. 

Tüm arkadaşlarıma küçük bir armağan olarak ilk ve tek kitabımı verirken eskimeyen Dost, Sezer'in paketlememe rağmen unuttuğum hediyesi, ilk fırsatta sahibine ulaşmayı bekliyor. ( Daha önce kitaplarımızı birbirimize armağan etmiştik.) Özenerek sizler için yaptığım, hatta küçük kapaklı kaplarını bile hazırladığım aşuremi oraya getiremedim. 


Düşününce: Bir kez daha anladım ki, orada, aramızda  olmasını istediğim daha ne çok blogger var. "Gitmesek de, gelmesek de o köy bizim köyümüzdür." der gibi... Görmesek de, duymasak da, bazen yorum yazamasak da  onlar  bizim  DOST bildiklerimiz. 

Yıllar önce bir günlüğüme yazmışım, ünlü bir düşünürün anlamlı bir sözü: 

"Bir başkasını tanımak, onun hakkında her şeyi bilmek demek değildir. Karşılıklı duygu ve sevgi beslemek ve birbirine inanmak demektir. " Nietsche 

ÇOK GÜZEL BİR GÜNDÜ, İYİ Kİ BİR ARAYA GELMİŞİZ. 

Sevgili Sezer ve Sevgili Kırmızı ; Üstlendiğiniz buluşma-tanışma etkinliğimiz için yürekten teşekkürler. Eşime de teşekkür borçluyum. Eve dönüşte "Neden biraz daha kalmadın? deyişi ile mutluluğuma ortak oldu...

Makbule ABALI. 
15 Ağustos 2024 Urla









10 Ağu 2024

İNSAN PSİKOLOJİSİ- Gerçek Bir Öykü ( BCP- Temmuz 2024 )

 

 "Her göz, her yüz upuzun bir öykü anlatır; yalnızca bakan değil, görebilen gözlere, duyarlı yüreklere... "

İNSAN'a  dair öykülerin her biri başkadır. Her hikâyede bir "Başlangıç- Gelişme ve Sonuç " bölümü bulunur. Her bebek dünyamıza ilk adım attığında ağlar. Sıcacık anne karnından farklı bir dünyaya uyum çabası, yaşamı sürdürmek için bir soluk alma deneyimidir bu. 

Bir ömrün hikâyesi karışık duygularla, yaşanılan yöreye özgü sınama ve yanılmalarla, kişiye özgü farklılıklarla inişli- çıkışlı devam eder. Her hikâyenin sonu nasıl, ne zaman, ne şekilde sona erecektir? Onu henüz "yapay zekâ" bile çözemedi...

PSİKOLOJİ  yüzyıllardır  var olan pozitif bir bilim dalı. Günümüzde halâ açıklanamayan konularla  " Parapsikoloji " ilgileniyor. İnsanla ilgili olarak nedenlerine inilemeyen her konuya psikoloji odaklı çözümler üretilebiliyor. Tıp alanında bile tanı konulamayan bazı hastalıklar "Psikolojik" olarak adlandırılıyor. 

İnsanın varlığı kanıtlanırken "Arz ve Talep" dengesi de hükmünü sürdürüyor elbette. Kaygılar, kuşkular, özlem ve beklentiler doğrultusunda Serbest Piyasa Ekonomisi toplumda alıcı kuşlar gibi acımasızca kararlar alabiliyor. Çaresiz ve yalnız insanoğlu için durumu kabullenmekten başka bir çıkar yol bulunmuyor... 

Bu yazı; bilimsel bir araştırma ya da tez  nedeniyle yazılmamıştır. Bir dönemde yaşanmış gerçeklere ışık tutmaya çalışırken gelecek adına yapılabilecek çalışmalara küçük bir katkı sunabilmeyi hedeflemektedir. Giderek suskunlaşan, fikir üretmeyen, sormayan, sorgulamayan bir topluma içten bir hatırlatma, bellek tamamlaması amacını taşımaktadır.

Yıllar önce (1964 yılında İstanbul Üniversitesi- Edebiyat Fakültesi Pedagoji Bölümüne girip 1968 yılında bitirmiş ) eski bir öğrencinin anılarından da izler taşır bu yazı. Temeli ta Adana'da başlayıp Adana Kız Lisesi'nden sonra İstanbul Edebiyat Fakültesi Pedagoji Bölümü'nde devam eden , mezun olduktan sonra bir Öğretmen Okuluna "Meslek Dersleri Öğretmeni" olarak atanmayı çok isteyen ancak ailevi nedenlerle Adana Rehberlik Ve Araştırma Merkezi'ne  Uzman  Rehber olarak atanan  idealist bir insan öyküsü. 

İnsanı,  insan  Psikolojisini anlamak açısından kayda değer. Çekingen, hassas içedönük , çok kitap okuyan, şiirler, öyküler yazan, "Çalıkuşu "  tutkunu bir genç kız ilk yıllarda Rehberlik Merkezinde biraz hayal kırıklığı yaşar. Bu yararlı merkez bir sürgün yeri gibidir. Değişen iktidarlara göre farklı görüş ve düşüncedeki kişilerin bir araya toplandığı bir çalışma yeri.

O yıllarda fakültelerde göstermelik değil,  "Gerçekten  Seçmeli" dallar vardır. Esas ana bölüm Pedagoji ( Rehberlik ve Psikolojik Danışma) iken yan dallar Umumi Psikoloji, Tecrübi Psikoloji ve Çapa Tıp Fakültesi'nden Psikiyatri seçer. Pedagojide disiplin ve otoritesi ile tanınan Prof. Dr. Refia Şemin, Umumi Psikolojide Sabri Esat Siyavuşgil, Tecrübi Psikolojide Doçent Dr. Sabri Özbaydar engin bilgileri ve davranışları ile ağırlığı olan hocalardır. Psikiyatri bölümünde  hastaları tanıyarak uygulamalı dersler Özcan Köknel  gibi çok değerli öğretim üyeleri tarafından verilir. 

Öğrenciler arasında Pedagoji Bölümünden formasyon alan her bölümden öğrenciler vardır. Dünyaca ünlü tiyatro sanatçımız Genco Erkal'ın İstanbul Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü mezunu olduğunu belki çok kişi bilmez.  O yılların güzellik kraliçelerini de aynı amfilerde görebilirsiniz. Magazin basını henüz bugünkü kadar etkili değildir. Işıltılı bir parlaklık değil, sadelik ve doğallık ön plandadır.

Pedagoji Bölümünde İstanbul İlkokul ve Liselerinde Öğrenci Tanıma Teknikleri uygulanır,  seminerlerde inceleme sonuçları aktarılır. Uygulamalı bir anaokulu vardır. Yıl sonunda 4 yılda işlenen konuların tümünden sınava girilir ve Mezuniyet Tezi hazırlanırdı. Stanford Binet Zekâ Testinin Türkiye'de standardizasyon uygulaması o yıl Edebiyat Fakültesi   Pedagoji Bölümü öğrencileri tarafından yapılmıştı. 

O yıllarda Türkiye'de büyük kentlerde Psikoloji Bölümü bulunan fakültelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Günümüzde 46 ilimizde bulunan Psikoloji Bölümü sayısı 127'ye ulaşmıştır. Acaba toplumun değerleri değiştikçe ihtiyaçları ve beklentileri de değişmekte midir? Sayılar çoğaldıkça okulların kalitesi ve mezunların yeterliliği neden düşmektedir? 

Son yıllarda çocuklarda hiperaktif davranışlar artarken genç yetişkinlerde depresyon, umutsuzluk ve gelecek kaygısının arttığı görülüyor. Yaş arttıkça yetişkinlerde tahammülsüzlük, sinirlilik, öfke ve yılgınlık, bıkkınlık gözlenmekte. İnsanın yalnızlığı ve çaresizliği giderek artmaktadır. 

Psikolojiyi, Psikolojik  Danışmayı ilgilendiren ne çok konu vardır. Çocuk Psikolojisi, Ergen Psikolojisi, Gençlik Psikolojisi, Yaşlılık Psikolojisi... İnsan yaşamını konu aldığınızda incelenmesi, vurgulanması gereken başka konular da var. Azınlıkların,  emeklilerin, kadınların, erkeklerin, engellilerin, çalışanların, öteki sayılanların ya da göçmenlerin psikolojileri... 

Belirli günler, haftalar düzenliyor, gösterişli-görkemli kutlamalar yapıyoruz ama öze inemedikten sonra, empati kurmayı, dinlemeyi, anlamayı bilemedikten sonra boşlukları kolay kolay dolduramıyoruz. İNSAN canlı bir organizma, yap-boz değil ki... Suskun, acımasız, çıkarcı, bencil, sevgisiz insanların giderek çoğaldığı toplumlar birkaç yılda oluşmuyor elbette. 

Kullanılan renkler, beden dili, gözler, eller, sözler, beğeniler, kaynağı psikolojik olan bedensel hastalıklar, çocukların çizdikleri resimler, evcilik oyunları, öykü tamamlamalar,  yetişkinlerin sanatsal yaklaşımları,  çizimleri, el yazıları, duyarlı oldukları konular, karşı çıkışları, korkuları, hayalleri, beklentileri, farkındalıkları... Çözülmeyi, anlaşılmayı bekleyen ne çok şey var.

Psikoloji , yükselen değerler arasında üst sıraları alırken, bireyler uyumsuz davranışlara yönelirken  kişisel gelişim kitaplarının, kursların, dizi ve filmlerin  çoğalması doğaldır. Ancak acaba İNSAN'ı konu alan bu kişi, kurum ve kuruluşlarla ilgili olarak yeterli denetim yapılmakta mıdır? Bu konuda bir yasa var mıdır? 

Psikolojik yaklaşımlarda genel ilke ve etik kurallar uygulanmakta mıdır? Uygulayıcılar  yeterli midir,  kişilere zarar vermeden, sorumluluklarının bilincinde olarak , dürüst ve insan haklarına saygılı mıdırlar...? 

Soru sormaktan, sorunları araştırmaktan, tarafsız-dürüst ve gerçekçi çözümler aramaktan uzak kaldığımız sürece bireysel ya da toplumsal fırtınalar azalmayacak. İklim değişiklikleri sadece doğayı değil tüm insanları etkiliyor. Zamanında yeterli önlemler alınmadıkça, İnsan da kimi zaman çaresiz ve umutsuz kalabilecektir..

Makbule ABALI - 2024 

Not: Bu yazı BCP (Blogları Canlandırma Projesi )  ile ilgili olarak "Psikoloji"  konusu seçilerek yazılmıştır. M.A  









2 Ağu 2024

SANATÇILARIN GÖZÜYLE - DİLİYLE - SESİYLE; YAŞAMDAN KARELER...

 

SANATÇI DUYARLILIĞI...  










Yaşamı anlamlandıran, biçimlendiren, dünyamıza renk ve ruh katan tüm sanatçılarımıza sonsuz teşekkürler... 

İYİ Kİ VARSINIZ...