30 Ara 2019

SEVGİ YA DA AŞK...



Genç bir kız sordu annesine;
Aşk nedir anne, sevgi nedir?
Cevap verdi annesi:
Aşk coşkudur,
Sevgi huzurdur.
Aşk bir çağlayansa, 
sevgi sakin akan bir nehirdir.
Aşk bir okyanustur,
Derindir, nasıl girdiğini, nasıl çıktığını
bilemezsin.
Sevgi bir denizde sakin bir koydur,
Hırçın dalgalar uğramaz.
Zaman kavramı yoktur aşkta.
Hayatın virajları olabilir,
tehlikeyle burun buruna gelebilirsin.
Sevgi güvendir, huzurdur, içtenliktir,
Ayarlarsan her şey planlı gider hayatında .
Aşkın coşkusu uzun sürmez,
Enerji tükenir, heves bitebilir,
Oysa sevgi dürüst temellere oturursa
Ömür boyu aynı ahenkle sürebilir.
Aşk anlıktır, sevgi ömürlüktür,
Aşk güzel başlar, heyecanla sürer
Ne zaman biteceği belli olmaz.
Oysa sevgi dayanıklıdır, sabırlıdır, vefalıdır,
Ömür boyu sürebilir.
Aşk bir fırtınadır,
Sevgi bir bahar esintisidir...

Makbule ABALI


25 Ara 2019

YAĞMUR...


Yağmur önce azar azar yağdı
Belli belirsiz,
Usul usul,
ıslatmadan, incitmeden,
Sonra sağanak başladı;
Bardaktan boşalırcasına
İnsanlar ıslandı, anılar ıslandı,
Geçmiş ıslandı
Her şey sırılsıklam.
Hayaller tersyüz olmuş, bumburuşuk
Gerçekler dümdüz...
Yağmur sonrası ortalık pırıl pırıl
Doğa tertemiz, yapraklar yemyeşil,
Bir toprak kokusu sardı dört bir yanı
Dünya aydınlandı,
Dünya temizlendi...

Makbule ABALI

18 Ara 2019

DÖRT MEVSİM...


Çocuklar bazı şeyleri ritmik saymalarla, melodik bir işleyişle daha kolay öğreniyorlar. İlkokullarda mevsim tablosu hala uygulanıyordur. Bir ağacın 4 mevsimlik hali; İlkbahar, yaz, sonbahar, kış. Kışın hemen altında da kış mevsiminin ayları yazardı; Aralık, Ocak, Şubat. Henüz her yörede ağaçlar karla kaplanmadı ama Aralık ayını da yarıladık.

Kişisel zevkler elbette değişebilir ama kış bana hep hüzün vermiştir. Soğuğa, kara, kışa ayak uyduramayanları düşünürüm. Aç kalan canlılar ya da yoksulluk çeken insanları düşünür, acı çekerim. 

Kimileri dağda lüks kayak takımlarıyla keyifle  kayarken  bir tahta parçası veya lastik üstünde kaymaya çalışan çocuklar gelir aklıma. Kışın sağanak yağmur yağarken içeride sıcacık bir odada , dumanı tüten bir bardak çay eşliğinde kitap okumak nasıl da zevklidir. Ama sağanak yağış altında sırılsıklam olup ardından gribe yakalanmak ne büyük sıkıntıdır. Ya sele yakalanmak...? Karlı bir yörede gün doğarken sabahın beşinde okul yolunda kilometrelerce yürümek...

Sınıfta sobada tezek yanarken üşümüş ellerini ısıtmaya çalışmak, yazmaya hazırlanmak. Bir başka okulda kardan adamın başına bere, ellerine eldiven geçirmek. 
Hayat, türlü çeşitli yönleriyle hüzün, coşku, iyilikler, güzellikler ya da olumsuzluklar içeriyor. Olumsuzluklara karşı mücadele etmek ya da pes etmek elimizde...

Makbule ABALI




5 Ara 2019

KADIN HAKLARI...



Çocuk Hakları,Kadın Hakları, İnsan Hakları... Haklarımızdan ne kadar haberdarız, haklarımızı ne ölçüde kullanıyoruz? Geçmişten bu yana neleri, ne kadar geliştirebildik, neleri düzeltebildik? 

5Aralık 1934 yılında Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanınmış.Günümüzden 85 yıl önce. 24 Haziran Genel Seçimlerine göre Meclisteki 600 Milletvekilinden sadece 78'i kadın. bu sayıya son yıllardaki en yüksek sayı olarak bakılıyor.

İstatistiklere göre son yıllarda cinayete kurban giden kadın sayısı şöyle;
2015  414 kadın
2016  367 kadın
2017  387 kadın
2018 391  kadın
Bu kadınlar haklarını mı kullanamadılar, yararlanamadılar mı, korunamadılar mı?

Makbule ABALI

Ulu Onder Atatürk'ü saygı, minnet  ve rahmetle anıyoruz.

İKİ VİDEOYU BİR TEKNİK HATADAN ÖTÜRÜ ÇALIŞTIRAMADIM.




2 Ara 2019

İMKANSIZI İSTEMEK...


Mutlu anlarda zaman dursa,
Kesintisiz an'lar olsa
Saatler çalışmasa, saniyeler akmasa,
Gölgesiz sevinçler olsa.
Acılar, tasalar itilse bir kenara,
Kin, öfke, nefret saklansa,
İnsan insana kıymasa.
Yaş'sız dönemler olsa bazen,
Güzel yıllar tekrar yaşanabilse.
Karlı, puslu kışlar ertelense,
Dört mevsim bahar yaşansa.
Düşler uzun, upuzun olsa
Tan yeri ağarırken uyanılsa,
Günü uzatsak gün batımına kadar,
Olmazları olur kılabilsek...

Makbule ABALI


29 Kas 2019

İNSANLAR...


İnsanlar vardır;
Gelip geçerler hayatlarımızdan...
Kimi hiçbir iz bırakmaz ardından,
Kimi hafifçe okşar ruhumuzu,
Kimi de hüzün bırakır ardından...
İnsanlar vardır;
Usulca sokulurlar içimize,
Sonsuzcasına orada kalsın isteriz...
Bazıları şarap gibidir,
Yokluğunda hayalleridir gerçeğiniz...
İnsanlar vardır;
Su gibi aziz, su gibi duru...
Konuştukça su olur akarlar
Kalbimize,
Kan gibi, can gibi, canan gibi...
İnsanlar vardır;
Işığı sönmüş yıldızlar gibi
Çaresizdirler,
Açtın mı kollarını,
Kalbine doldururlar ışığı...
İnsanlar vardır;
Soğuk duvarlar misali 
Gülümsemenin sıcaklığını 
bilmezler,
Bilseler de sevmezler...
İnsanlar vardır;
Gelip geçerler hayatlarımızdan
Kimi depremlerle gider
Kimi fırtınalarla
Ben kalanlardan yanayım.
Gitmeyenlerin sadakatini ve
sabrını severim,
Sarılıp bırakmayanların sıcaklığını...

Şems-i TEBRİZİ






25 Kas 2019

ÖLÜMCÜL ŞİDDET...


Akşam karanlığında eve geldiğinde her şey karmakarışıktı. Salonda koltuk yastıkları yerlerde, mutfakta tabaklar altüst, kırılan bardaklar yerlere saçılmış... Birden ürperdiğini hissetti. Oysa ayrılalı bir ay kadar olmuştu, artık kendini özgür sanıyordu. Sadece önlem olarak güvenlik için başvurmuştu.

Yatak odasına girdi. Tuvalet aynasına yöneldi önce. 6284no.lu "kadına şiddet ve ailenin korunması ile ilgili  kanun" maddelerinin ezberleyerek yazdığı kağıdın yırtılarak yatağın üzerine saçıldığını gördü. 
Yardıma ihtiyaç anında arayabileceği çağrı merkezlerinin telefon numaralarının üstü karalanmış, okunmaz hale getirilmişti. Gözleri doldu. Çaresizlik ilk o zaman canını acıttı. Ellerinin titrediğini farketti. 

"İyi ki çocukları ablama bırakmışım " dedi. Kulakları, gözleri daha güç kazanmıştı sanki. Etrafı bir kez daha kolaçan etti. İşten çıkınca bir an önce kendini eve atmak düşüncesindeydi. Nasıl da acıkmıştı. Bir tost, bir çay diyordu kendi kendine. Ama artık açlık umurunda değildi. Midesi kazınıyor, başı dönüyordu. Soğuktan, açlıktan değil, heyecandan titriyordu. 

Anılar zincirine takıldı o an. "Küfür de, aşağılama da şiddet sayılır " dediğinde kocası nasıl sinirlenmiş, ardı ardına en aşağılık küfürleri sıralamıştı. Kadının konuşmasına izin yoktu onun düşüncesinde. Kadın susmalıydı, eşine itaat etmeliydi. Sofrada sessiz otururken kaşık-çatal sesleri dışında sadece onun hakaret sesleri duyulurdu. Çocukları bazen kaş göz işaretiyle sofradan uzaklaştırırdı. Kızı "Anne ben evlenmiycem" diyordu. Oğlu okulda arkadaşlarına karşı haşin ve saldırgandı. 
Babası , annesini döverken ya yumruklarını sımsıkı sıkar ya da odasında duvarları yumruklardı.

Kadın banyoya yönelirken ansızın durdu. Yaklaşan ayak seslerini duymuştu. Yüzü bembeyaz kesildi. Üst kattan bir çocuk ağlaması geldi. Ve ardından sadece iki el slah sesi duyuldu. Bir hayat daha sona ermişti. İstatistiklere bir kadın cinayeti daha eklenecekti. Ve bu kez , o çağırmadan bir zamanlar telefonlarını ezberlediği tüm görevliler gelmişti.

Makbule ABALI

25 Kasım: Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası 
Mücadele Günü.

24 Kas 2019

ANNE ELİ GİBİ...( MİNİ ÖYKÜ )




Kasımın sonlarına doğru havalar hep böyle olur buralarda. Yağmur yağmaz ama bulutludur hava.  Gökyüzü öfkelenmiş gibidir adeta. Güneşe bir türlü yol vermez. Gündüzle gece arasında çok ısı farkı vardır. Akşam üstleri içiniz titrer. Bir hırka veya bir yelekle dost olmazsanız grip kapıdadır. 

Tatil günüydü. Dere kenarında otururken yatılı okul günlerini hatırladı. Aileden uzakta, her gece yatağında gizli gizli gözyaşı döktüğü günler... Ama bilirdi; ağlayamazsa o sıkıntılar içinde volkanik bir dağ gibi büyüyecek, bir gün ansızın patlayarak canını daha çok acıtacaktır. Dere kenarında oturup suya küçük taşlar atarken anılar üşüştü belleğine...

Mevsimin o soğuk günlerinden birinde çok hastalanınca asık yüzlü hemşire onu revire kaldırmıştı. Tüm vücudu, yüzü, kulakları ateşler içinde yanıyordu. Susuzdu. İçinden adeta alev fışkırıyordu. Dudakları kupkuruydu. Hemşirenin yaptığı iğne nasıl da canını yakmıştı. En çok sevdiği , saydığı öğretmenini yanına çağıran sayıklamalarını hatırladı.

Hayal meyal hatırlıyordu;Bir bardak ıhlamuru içememiş, tavuk  suyuna şehriye çorbasını püskürtmüştü.. Midesi bulanıyordu. bir ara kustu. Grip tüm şiddetiyle sürerken kapı gıcırtısını duydu. bir hayal gibi içeriye en sevdiği öğretmen süzüldü. Uyur taklidi yaptı. Alnında dolaşan öğretmenin serin elini duyumsadı. İnsandan insana bir sevgi akımıydı bu...

Sanki bir iyilik meleği başucundaydı; Ateşler içindeyken serin bir pınar gibi. O, öte yandan elini tuttu. Sakinleştirici, rahatlatıcı, iyileştirici bir pınar gibi. Ve o iç rahatlığıyla hiç uyanmasam diyerek uykuya daldi. 
Aradan yıllar geçti... Ama ne zaman hasta olsa adeta alnında şefkatli bir el gezinir.  Anne eli gibi; merhamet, iyilik, hoşgörü timsali...

Şimdi düşünüyordu;
Hayatının sonraki yıllarında hiçbir kadın eli , o geceki elin alnındaki sakinleştirici, iyileştirici etkisini yaşatamamıştı. Bir bahar esintisi gelip geçmişti sanki...

Makbule ABALI

Tüm öğretmenlerimizin maddi-manevi hak ettikleri koşullarda, sağlıklı bir Eğitim- Öğretim Ortamında görev yapabilmeleri en içten dileğimizdir.

18 Kas 2019

HOŞGÖRÜ...


15 Kasım Dünya Hoşgörü Günüydü. Günün engin anlayışına sığınarak üzerinde durmayı biraz geciktirdim. Hoşgörü ,çok sevdiğim, sıkça kullandığım sözcüklerden biri. Gerçi toplum olarak giderek hoşgörüsüz davranmakta dibe vurduk. Kuşkulu, güvensiz, endişeli, huzursuz bir toplumun bireyleri hoşgörülü olabilir mi? 
Hele çeşitli konularda önyargılıysanız, karşınızdaki kişi hakkında her türlü senaryo üretilebilir. Özellikle kadınlar veya erkekler hakkında kemikleşmiş yargılarınız varsa tabii hoşgörünüz de baştan yenik düşecektir. 

Bir kişinin hoşgörüsünü sınarken sözcüklere yüklediğiniz anlamlar da çok farklılaşır. Olumsuz sözcüklerle seslendiğiniz bir kişi,  sizin sözcüklerinizden daha ağırını size yöneltebilir. Bu defa sonuç, iki taraf için de dayanılmaz olacaktır. Hoşgörü, her şeyi olumlu görmek, tüm hata ve kusurları görmezden gelmek değildir elbette. Karşılıklı anlayış ve iyi niyet çerçevesinde farklı bakabilmektir, başka görüşlerin de olabileceğini kabul etme olgunluğudur.


Karşılıklı çatışmalarla hoşgörü paramparça olmuşsa,  hoşgörünün bittiği yerde önyargı, kuşku, şüphe, aldatmaca, aşağılamalar başlayacaktır. Hoşgörü parçalanırken; dostluk, arkadaşlık, akrabalık, komşuluk, eş ilişkileri de yara alır.
Yaralanmalar, zedelenmeler zor da olsa onarılır ama parçalanan onur, gurur, kişilik kolay kolay tamir edilemez. Gönül kırığı, organ kırığına benzemez... 

Makbule Abalı-2019



7 Kas 2019

BİR FESTİVALİN ARDINDAN...


Günlerdir hazırlık çalışmaları devam ediyordu. Mersin Uluslararası Narenciye Festivalinin bu yıl 7. yılı. Uzun bir sahil bandında maketler kuruluyor, narenciye ürünleri tellerle onlara bağlanarak harika bir narenciye dünyası yaratılıyor. Korsan gemisi, denizaltı, balina, zürafa, deniz feneri, değirmen, canavar vb. Adeta güneş yere inmiş, denizle buluşmuş, yer-gök sarı ve turuncuya boyanmış. Bastonlu dedelerden pusetteki ikizlere kadar herkes burada. Portakal ve limon çiçeği kokusunu duyabileceğiniz "koku tüneli" bile var.

Festival için kilolarca narenciye ürünü kullanılmış, dans grupları, folklor ekipleri görev almış, yabancı konuklar davet edilmiş.Standlarda sivil toplum kuruluşları, hediyelik eşyalar var. Yemek showlar düzenleniyor. Denizde, havada, karada gösteriler var.
Akşamları konserler sürüyor. Bir ses verenk cümbüşü içinde kayboluyorsunuz adeta.


Düşünüyorum; halkımız görüntülü, sesli, renkli, ücretsiz eğlenceleri seviyor. Belki içimizdeki çocuktan kalan, doyurulmamış bir özlem bu. Çocuklar da bu ses ve renk dayanışmasına bayılıyorlar. Hareket ve dans doğalarında var. Özellikle hareketleri kısıtlanmış toplumlarda bu tür gösteriler büyük ihtiyaç. 

Yaşamdan 3 gün daha gitti. Ses, ışık ve renkleriyle, 
belleklerde iz bırakan görüntüleriyle masal kahramanlarını yolcu ettik. Ah, gönül neler arzu ediyor. Yığınlarla çöp geride kaldı. Gülümseyen yüzler, yorgun bedenler, çevresinin farkında olmayan insanlar... 

Ertesi sabah sadece zürafanın ve canavarın başında birkaç narenciye ürünü kalmıştı. Düşünmeden edemedim; toplumda canavar teması neden bu kadar sık işlenir oldu, festivallerde bile nasıl bu kadar çabuk büyüdüler...?



Makbule ABALI


6 Kas 2019

NERGİS KOKUSU- UNUTAMAMAK...



Çiçekleri ne çok severdi. O'nun sayesinde hepimiz çiçek sever, bakar ve korurduk. Sadece ön ve arka balkonlar değil, salon ve mutfak penceresi de çiçek saksılarıyla doluydu. Adeta bir çiçek evdi bizimki. Çocukluktan kalma bir alışkanlıkla yapma çiçekleri bugün de hiç sevmem, kullanmam. Doğal insanlar gibi doğal çiçekleri ararım: Mevsiminde açan, içe işleyen kokusu olan, evde varlığıyla iz bırakan çiçekler...


Küçük bahçemizde narenciye ürünleri, muz, zeytin ve güller vardı. Yasemin ve hanımeli balkonda baş köşede dururlardı.
Bir başka köşede reyhan, fesleğen, nane, maydanoz ve yanı başlarında küçük saksılarda her tür kaktüs. Dikenler arasında çiçek açan kaktüsler. Çatlamış bir porselen, seramik çaydanlık ya da kasede keyifli kaktüsler. Rengi atmış bir seramik veya porselen kase , harika bir saksı olurdu. Evde işe yarar her türlü geri dönüşüm malzemesi çiçekler için saksı olarak kullanılırdı.


Evde, bahçede  yetiştiremediğimiz , annemin çok sevdiği, kokusundan vazgeçemediği bir çiçek vardı; nergisler. Kış başında evde çarşıdan alınmış demet demet nergis olur, bütün ev nergis kokardı. Oysa ben yasemin, lavanta, limon çiçeği kokularını severdim. Nergis bana ağır gelirdi. Zevkler, tatlar, renkler kolay kolay değişmiyor.

Ancak zaman değişirken , beden, beyin yıpranırken duygular da değişiyor, duyu organları  zayıflıyor, insan da değişime uğruyor. 
Alzheimer hastalığının son aşamasında annemi tanımakta zorlanır olduk. İstiklal Marşının 10 kıtasını, ünlü şairlerin uzun şiirlerini ezbere okurken adeta söz bitti. Odasına gündüzleri koyduğumuz nergisleri fark edemez oldu. En sevdiği çiçek artık ona hiçbir şey ifade etmiyordu. Onun güzel kokusunu da algılayamaz olmuştu.

Nergislerin yeniden doğuşa geçtiği, topraktan baş verdiği bir Ocak ayında annemi kaybettik. Kişiliğiyle, karakteriyle, alışkanlıklarıyla çevresinde çok sevilen bir güzel insandı. Saygıyla, rahmetle anıyoruz. Ondan kalma bir alışkanlık, her mevsim evde canlı çiçek bulundurmayı hiç ihmal etmem. Hele nergisler hep evin baş köşesinde  güzel bir vazoda saltanat sürer...

Makbule ABALI-Eğitimci


29 Eki 2019

BİR DÖNEM - CUMHURİYET...


Bazı özel günler insanı düşündürür. Geçmişi, şimdiyi kıyaslar, fikir yürütürsünüz.Cumhuriyetin getirdikleri, kazandırdıkları ,bitmez tükenmez anıları içerir. O yıllar ve sonrasındaki anılar, izlenimler, yaşamdan kesitler nasıl da değerlidir.

Cumhuriyetten sonraki ilk kuşaklar yokluğu, insanın değerini, vefayı, fedakarlığı bilen kuşaklardı. Onlar güzel değerleri sonraki kuşaklara sağlıkla aktardılar.Değerleri özenle yaşattılar. Araya yıllar girdikçe unutkanlıklar çoğaldı.İlk kuşaklar savaş yıllarına tanık olmasalar da yakınlarından, büyüklerinden olumsuzlukları dinlemişlerdir. İsrafın ve haksızlığın , kötülüğün zararlarını biliyorlardır.

Babam 2 yıl askerlik yaptıktan bir süre sonra evlenmiş ,ama evliliğinin 3. gününde muvazzaf asker olarak tekrar askere çağırılıyor. Tabii o yıllarda bedelli askerlik yok, çürük raporu almak yok. Olsa bile vatan sevgisi ağır basınca almaya istekli olan yok. 

Zamanında dinlenen her öykü küçük birikimlerle bütünü daha anlamlı kılıyor. Annem Adana Kız Enstitüsünde öğrencilerine tasarruf macıyla çuvaldan elbiseler diktirerek defileler düzenliyor. Cumhuriyetin ilanından 20-25 yıl sonra da tasarruf politikaları devam ediyor. Cumhuriyetten 30 yıl sonra okullarda ev-iş derslerinde yama yapma, sökük dikme, ilik açma öğretilirdi.Yoksulluk ayıp değildi. Pislik, israf, yalancılık, hile ayıptı.

Bizler kurşun kalemimiz sonuna gelse bile ucuna bir de uzatıcı geçiren çocuklardık. Ekmek yere düşmüşse nimetir denir, 3 kere başa götürülerek öpülürdü. Bayat ekmekler harcanmaz, lezzetli bir çorba yapılırdı. O yıllardan bu yana yıllar geçti, kaç kuşak değişti? Giderek azaldı birşeyler. Değerler nasıl bu kadar tepetaklak oldu? Neyi, nasıl düzelteceğiz? Yılların açtığı arayı nasıl kapatacağız?

Makbule ABALI



24 Eki 2019

UNUTTUK...



Yıllar eskidi ...
Bebek unuttu;
Anne sütünü,
Tatlı ninnileri,
Gülen yüzleri
Hepsi geride kaldı.
Çocuk unuttu;
Uçurtmanın uçuşunu,
Bilyaların rengini,
Sek sek oyununu...
Delikanlı unuttu
Okuldaki ilk aşkını
Yazılıdaki ilk kopyasını,
Mahalle maçındaki ilk galibiyeti
Hepsi geride kaldı...
Genç kız unuttu;
İlk platonik aşkını,
El ele tutuşmasını,
Yazdığı uzun mektupları,
Tutku dolu satırları
Hepsi geride kaldı,,,
Her şey unutuldu ;
Adam kadını unuttu,
Kadın adamı unuttu;
Her şeyi, iyilikleri, kötülükleri,
Güzellikleri, çirkinlikleri...
Hayatın bir çöp kutusu vardı ellerinde,
Her şeyi içine doldurdular
Ve yola devam etti insanoğlu
Her şeyi geride bırakarak.
Rüzgar esti, fırtına dağıttı çöpleri
Her şey darmadağın...
Çocuk unuttu bütün çocukça şeyleri,
Kadın unuttu bütün kadınca şeyleri,
Adam unuttu bütün insanca şeyleri...
Günler, aylar, mevsimler hızla akıp geçti,
Unuttular unutulması gerekenleri...

Makbule ABALI




13 Eki 2019

OKUL YILLARINDAN İZLER...



Her yılın, her dönemin kendine özgü anıları var. Hatırladıkça kah gülümsüyorsunuz. Kah yüzünüz buruşuyor, içinize bir sıkıntı çöküyor. Okulların açılmasından bu yana bir aydan fazla bir zaman geçti.
Geçmiş yılları düşünüyorum, bu günlerle kıyaslamalar yapıyorum.

İlkokulda her zaman haftanın ilk günü öğretmenimiz tırnak temizliği kontrolü yapardı. Katlanmış bir mendilin üzerinde parmaklarımızı öğretmene uzatır, tırnak kontrolünden geçerdik. Kızlarda saçlar ya iki örgü olur yada kulak memesi hizasında kesilirdi. Erkeklerin ölçüsü üç numaraydı.

Çocukluk işte, okul törenlerinde ciddi bir ortamda sessiz ve dik dururken gülme krizine giren arkadaşlarımız olurdu. Resmi bayramlarda stadyumdaki törenlere bütün okul şortlarla katılırdı. Kılık kıyafet konusunda okul yönetiminin katı kuralları vardı.  . Uymayanlara disiplin cezaları uygulanırdı. 

Törenlerde şort giyilirdi ama mini etek giymek yasaktı.  Bizler yerli malı kullanmaya özen göstermeyi okullarımızda öğrendik. Hangi arkadaşım nereliydi, hangi yöredendi, hiç hatırlamıyorum. Sormazdık ki, ihtiyaç duymazdık.
İnsan ayırt edilmezdi, insan aşağılanmazdı. Gururlu ve onurlu olmak, insan olmanın özellikleriydi.

 Resmi Bayramlarda stadyumdaki törenlere bütün öğrenciler okul giysileriyle veya şortlarla katılırlardı. O Yıllardan hatırladığım en önemli konu19 Mayıs Bayramlarına yıl boyu süren hazırlıklardı. Çok güzel jimnastik hareketleri hazırlanırdı. Dövme yaptırmak, tırnak uzatmak, makyaj yapmak düşünülemezdi bile.

 Ortaokul ve lise yılları, ergenlik dönemleri; Bir başka gözle dünyaya bakmak, insanları farklı algılamak. "Dünya benim, ben dünyayım " diyebilmek.

Cep telefonlarımız, bilgisayarlarımız, tabletlerimiz yoktu. Sigara içen çok az öğrenci olurdu. Bazen sınıflarda, bazen tuvaletlerde sigara kontrolü yapılırdı. Sınıf kitaplıklarımız vardı. Kompozisyon derslerimiz, edebiyat derslerinden ayrı saatlerde işlenirdi. Münazaralar, kitap tanıtımları yapılırdı. Şiirler okur, özdeyişlerle  ilgili açıklamalar yapardık.

Bizim zamanımızda özel okullar yok denecek kadar azdı. Ben hep Devlet okullarında okudum. Ama çok kaliteli öğretmenlerden eğitim gördük. İlkokulda mandolin, ortaokulda flüt çalmayı öğrendik.

Şimdi o günleri özlemek mi... belki hayır. Ama neden o günlerin değerini bilemedik diye düşünürüm zaman zaman. İnsanlarını, anılarını, etkinliklerini, söyleşilerini, insani değerlerini...Buruk bir özlem bu...

Makbule ABALI


11 Eki 2019

HAYATI PAYLAŞMAK...


Paylaşmak , ne güzel bir duygudur. Hayatta uygun gördüğümüz her şeyi paylaşabiliriz insan olarak. Acımızı, sevincimizi, zamanımızı, düşüncelerimizi...

Hayat arkadaşınızla bir hayatın paylaşımı daha farklıdır elbette. Hayatı anlamlandırmak için paylaşmak zorunlu hale gelır. Ama aynı zamanda bu bir sorumluluktur. Sevgi ne kadar güçlü ise paylaşım da o denli güçlenir. İkili hayatlar teke dönüşür, her şey bütünlük içinde algılanır.

Acısıyla, tatlısıyla, umuduyla, umutsuzluğuyla paylaşılır hayatlar. O zaman empati en güçlü hale gelir, vazgeçilmez olur. Bazen mevsime göre verilecek doğal çiçekler bağlantıya güç katar ;narenciye çiçekleriyle bezenmiş bir küçük dal, baharın simgesi papatya, ince, narin çiçekleriyle yasemin... Bu inceliktir, sevdiğini vurgulamaktır. Çiçek bir semboldür, amaç pahalı çiçekler almak değil, gönül almaktır.

Eskiler "tek yastıkta eskiyin" derlerdi. Şimdi baş yastıkları da çiftleşti.El ele, omuz omuza yaşlanmayı dilemekten başka ne kalıyor geriye? Bir kadın eşinin sevdiği yöresel yemekleri pişirerek mide ile kalp arasındaki yolu kısaltıyorsa, yuvasında fark yaratıyordur.

Paylaşımı, beraberlik ihtiyacını  en çok da sağlıksız günlerde, hastalıklarda hissederiz. İnsan ,insanın acısını alır gerçekten. Gözden akan bir- iki damla yaş acıyı belirginleştirir. Seven insan bu durumu anında farkeder. Ateşten yanan alına kondurulan serin bir öpücük o anda dünyalara bedeldir. Öksürüyorsa sizin de nefesiniz tıkanır adeta. Bazı geceler kaygıyla  sessizlikte nefesini dinlersiniz. İçi titrer insanın.

Hasta insan , yanıbaşındaki insanın elini tutmak ister.
Adeta ondan güç alır. Dayanışmanın en güzel örneğidir bu. Aynı zamanda kalpten kalbe en kısa yoldur. İyi günde, kötü günde içten gelen duru, saf sevgiye nasıl da ihtiyaç duyar insan. Bu sevgiyle can bulur...


Not: Yazıdaki ikinci resim İnternet'ten.


30 Eyl 2019

GÜNBEGÜN...Alzheimer


EYLÜL ayı - "ALZHEİMER FARKINDALIK AYI"
21 Eylül- Dünya Alzheimer Günü

Daha önceki yazı ve şiirlerime ek olarak, bu ayın son alzheimer şiiri... (30 Eylül 2019)



GÜNBEGÜN
Gün gelir, unutkanlıktan yakınır insan;
Unutulmaktan, vefasızlıktan  
Sevdiklerine, dostlarına...
Sevgi , vefa yer değiştirmiştir başka duygularla,
Sevgi tükenmiştir belki de
Oysa hayır...
Beyin yıpranmıştır,
İnsan yaş almıştır,
Eskimese de başkalaşmıştır.
Unutmalar yanı başımızdadır
Bellek yenileri depolayamaz artık,
Hayat ağır çekimde sürer,
Ağır bir tempoda yürür her şey,
Konuklar azalır birer ikişer...
Aşırı ses, aşırı gürültü, aşırı hareket
bunaltır insanı.
Huzur aranır,
Sakinlik aranır,
Güven aranır...
İnsan aranır el verecek,
Omuz aranır baş koyacak,
Dost aranır, yürekle buluşacak...

Makbule ABALI-Eğitimci