Bu Blogda Ara

1 Şub 2016

KIYAMADIKLARIMIZ...( NOSTALJİK PAZARTESİ )



Belki şimdilerde de vardır; eskiden daha çok Anadolu'da , yeni alınan, değer verilen eşyalarla ilgili kökleşmiş bir adet vardı. Eşyaların zarar görmesinden, yıpranmasından ya da bir daha alınamayacağından korkulduğu için üstleri örtülür, adeta korumaya alınırdı. Güzelim nakışlı örtüler,rengarenk işlenmiş peçeteler, televizyonların,
buzdolabı ve fırınların üstünde, baş köşede yer alırlardı. 

Eşyaların yıpranmasından ya da bir daha alınamayacağından korkulduğu için; salon(misafir odası) sadece misafir geldiği zaman açılır, veya porselen yemek takımları, işli sofra örtüleri önemli konuklara saklanırdı. En güzel şeyler daima konuklara sunulurdu. Kızların çeyizindeki en önemli parçalar sandıklarda , çekmecelerde hiç el değmeden yıllara meydan okur, sadece üstlerindeki sandık lekeleri eskiliğin, yılların belgesi sayılırdı. 

Eşyanın eskimesinden korkar insan... Oysa giden yılların ardından kendi de eskimektedir. Aslında eşyaya kıyamazken ne çok şeye kıyar insanoğlu. Daha güzel yaşamak varken, kendini güzelliklerden mahrum eder; sevgiyi yozlaştırır, dostlukları köreltir, zamanı hor kullanır... Hayatı kolaylaştırmak, hayatı güzelleştirmek, insana değer vermek; yaşamın da bir akıl süzgecinden geçirilmesini zorunlu kılıyor. Ne yararlı, ne yararsız, ne kullanılabilir, ne kullanılamaz, ne değerli, ne değersiz...?

Bazen atılamayan, hep saklanan, biriktirilen eşyalardan koca bir yığın oluşur. Atılamayan, kıyılamayan, yeniden değerlendirme fırsatı bulunamayan, satılsa para etmeyen onca eşya...
Tıpkı eşyalar gibi yaşanmayan anlar, günler, yıllar yok mu yaşantımızda? Ya da yaşarken değeri bilinemeyen, eşyalar gibi koruma altına alınamayan ne çok zaman dilimi var hepimizin hayatında... 

Günümüzde insanlar da daha çabuk eskir ve yıpranır oldu.Demek ki eşyalar kadar koruyamıyorlar kendilerini. Yorgunluk, stres, çeşitli hastalıklar, kazalar yaşam kalitemizi düşürüp, yaşamı sekteye uğratıyor. 

Hızlı teknoloji çağında "hayatın yavaşlatılmasından"
söz ediyor artık uzmanlar."Yavaş şehirler" oluşuyor.(Seferihisar gibi.) Kendine zaman ayırabilen, hayatı daha sade yaşayabilen, hobilerle uğraşan insanlar daha sağlıklı ve uzun ömürlü oluyorlar. 

Yavaş ya da sakin şehirlerde nüfusun elli binden az olması, trafiğin azaltılması, gürültü kirliliğinin engellenmesi, organik ürün üretilmesi, el sanatlarının
korunması, kadınların üretime katkısının desteklenmesi, yerli ürünlerin kullanılması öngörülüyor.

Ne lüks, ne konfor; sakinlik, sadelik, yalınlık ve içtenlik içinde geçecek bir ömrü özlüyor insanoğlu.
Zamanla kentten köye, kasabaya, küçük yörelere kaçışın sırrı belki de bundandır. Yaşadığımız yuvaları,
alanları yaşanabilir hale getirebilsek, daha yavaş sesle konuşup, birbirimize daha saygılı davransak
daha insanca bir yaşam sürdürebiliriz belki.

Kullanmaya kıyamadığımız eşyalar özenle , sevgiyle , kullanıldığında yıllarca dayanıklı ve sağlam olarak kalabiliyorlar.Aynı toplum bugün insanına aynı özeni göstermiyor.Keşke insanlarımızı da uygun yaklaşımlarla hayata karşı "doğal" olarak sigortalasak... Eşyalarını bile korumaya alan, kullanmaya kıyamayan bir toplumun bireyleri neden artık daha farklı davranıyor; gazete haberlerinde birkaç aylıkken dövülen bebeler, bıçaklanan, vurulan eşler, analar, babalar, sokağa bırakılmış yaşlılar yer alıyor? Toplum giderek daha acımasız olup sevdiklerine mi kıyıyor? 




Yılların ötesinde, yazdığım eski bir yazı...



26 yorum:

  1. eşyalara insanlardan daha çok değer veriliyor :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Herkes aynı şekilde düşünmüyor tabii.Eşyalarımıza gösterdiğimiz özeni insanlarımıza da gösterebilsek keşke.

      Sil
  2. Çok doğru.Kıyamadıklarımız bir gün bakıyoruz bize kıyıyorlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Acıma duygusu, merhamet, vicdan olmadığı sürece daha çok canlar gider.Dileriz kimse kimseye kıymasın.

      Sil
  3. İnsanlar eşyalarına gösterdikleri özeni, ki pek çok zaman anlamsız ve abartılıdır diye düşünürüm, kendilerine göstermezler nedense. Sanki taşı öğütüp kuma döndüren zaman şu zavallı bedenlere dokunmadan geçip gidecek sanırız. Ne çabuk eskidiğimizi, yıprandığımızı gördüğümüzde iş işten çoktan geçmiştir oysa.

    Anneciğimi kaybedeli on yılı geçti ama daha ben çocukken işleyip dantellediği yemek peçeteleri olduğu gibi duruyor bende hatıra olarak. Keşke zamanında doya doya kullansaydı diyorum her elime geçtiğinde.
    Kayınvalidemin 65 yaşındayken yaptırdığı salon perde ve mobilyaları eskimesin diye üstlerini sıkı sıkıya örmesi de bana çok saçma gelmişti. Ömür perdeleri eskitmeye yetecek miydi acaba..?

    Kendimle ilgili pişmanlığım da şu ki; eğer bilseydim yıllarımı hep bir şeyleri mükemmel ya da zamanında yapmak için bunca koşturarak, hırpalayarak geçirmezdim. Bugünkü aklım olsaydı her şeyi daha yavaş, sakin sakin yapardım. Yetişmezse yetişmeseydi bazı şeyler. Ama ben yaşamın her anını içime çekerek, sindirerek yaşardım...

    Güzel bir konuyu çok güzel kaleme almışsın yüreğine sağlık :)

    Sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bazı yorumlar vardır, yazıyla bütünleşir, anlam kazanır.
      "Ömür perdeleri eskitmeye yetecek miydi acaba?" "Dantelli yemek peçeteleri keşke doya doya kullanılabilseydi."
      Hayatın koşturmacası içinde hep koşturuyoruz, hep aceleciyiz. Oysa zamanı geriye alamayacağız.
      Bu güzel, duygu yüklü yorum için çok teşekkür ederim.
      Hepimiz için daha sakin, huzurlu, sağlıklı yıllar dilerim.
      Sevgiler.

      Sil
  4. Belki de eşyayı koruyan o zaman insanı sevdiklerini de daha çok koruyor, sahipleniyordu. Üstünü örttüğü buzdolabı gibi sevgisini de örtüp ulu orta yaşamıyordu. Bu yüzden mi daha uzun ömürlüydü sevgiler, bir çırpıda silinemiyordu yaşanmışlıklar. Çünkü bir kıymeti vardı o zamanlar. Belki de saklamak lazım, korumak kazım, kıymet vermek lazım. Bütün duygularını bağıra bağıra yaşayan insanoğlu çok çabuk yıprattı yüreğini, yüreğindekileri. Çin malı gibi oldu herkes bir anda gözümüzde. Çabuk elde ettik, ucuz diye üstünü örtmedik, kırılınca da üzülmedik çöpe attık...çöpe attığımız her şey gibi. Çocuklar, yaşlılar,kadınlar gibi..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O konuda çok haklısınız.Bir zamanlar insanın da, eşyanın da bir değeri vardı.
      Zamanla her şey çabucak yıprandı, katılıyorum. "İnsanoğlu çok çabuk yıprattı
      yüreğini, yüreğindekileri."diyorsunuz. Katılmamak mümkün mü? Ne çok şeyi çöpe attık değil mi?
      Yazıyla bütünleşen, açıklayıcı, duygulu,güzel yorumunuza çok teşekkür ederim.

      Sil
  5. Ben bunu elalemciliğe bağlıyorum. Biz millet olarak "Elalem ne der" kavramına düşkün olduğumuzdan, hep başkaları tarafından onaylanmak istiyoruz. Yazınızda belirttiğiniz gibi salon kapısı hiç açılmaz, oturma odasında oturulur gibi bir alışkanlığımız var. Misafire temiz havluyu anlarım da kırk yılda bir gelen için dokunulmadan saklanan o eşya tantanasını anlamam.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında bazen "genel yargılar" etkili olmakla beraber bazen de kişiye, kişiliğe bağlı olarak değişiyor.Değerli şeylerin ev halkıyla paylaşılması, insana verdiğimiz değeri de gösteriyor.Kapalı kapıların ardında saklanan her şey, insanla beraber eskiyor çoğu kez.

      Sil
    2. ''Eşyaların zarar görmesinden, yıpranmasından ya da bir daha alınamayacağından korkulduğu için üstleri örtülür,'' demişsiniz ya, ben bunu hiç düşünmemişim. Benim bakış açım şöyleydi çünkü: Radyo, TV, sehpa, vitrin benzeri eşyaların üzeri güzelim nakışlı örtüler ve oyalarla örtülüyordu, evet. Çünkü daha güzel ve dekoratif görünsün isteniyordu. Onlar olmadan ortam çıplakmış gibi hissediliyordu.
      Ancak koltuk ya da kanepelere polar ya da battaniye örterek kullananlar var. Burada tek amaç dediğiniz şekilde; eskimesin diye. Ne gerek var oysa tüm bunlara? Tepe tepe kullanılsa bile en az 5 yıl dayanır her biri. Çok doğru bir noktaya temas etmişsiniz. hiçbiri insan hayatından kıymetli değil.
      Seferihisar gibi kentlerin çoğalması dileğiyle, bu güzel ve farkındalık yaratan yazınız için teşekkürler..
      Sevgiler..

      Sil
    3. Çoğu kez benim gördüğüm, eşyaların üstü çizilmesin,boyası dökülmesin diye örtülüyor. Dekoratif amaçlı da örtülüyor ama asıl amaç eskimesin diye.Örtüyü sergilemek de amaçlanıyor tabii.
      Koltuk ve kanepelerde de yıpranmasın düşüncesiyle örtüler kullanılırdı, halen de kullanılıyor, haklısınız.
      İnsanlar gidiyor, eşyalar sapasağlam kalıyor.Değeri çok yüksek de olsa hangisi insandan daha değerli? Bir ömür, bir can, bir hayat...
      Güzel, bilinçli yorumunuza asıl ben teşekkür ederim.
      Sevgiler...

      Sil
  6. Eşya ve insan yaşamlarının ilişkisine ne güzel dokunmuşsunuz. Dediğiniz gibi, eşyayı bile koruma altına alıp biriktirirken, ne dost biriktirir, ne insan kıymeti bilir bu insanoğlu. Gariptir bu, hem de çok garip. İnsan hiç değerli değildir sanki...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Ne dost biriktirir, ne insan kıymeti bilir bu insanoğlu" deyişinize yürekten katılıyorum.Ya da kıymet bilir insanlar çok azaldı. Gelecek kuşaklara aktarılacak güzel davranışlar, iyi huylar giderek azalıyor.
      Teşekkür ederim. Sevgiler...

      Sil
  7. Eşyalar bu topraklarda her daim insandan daha kıymetli oldu her nedense:( Daha da kötüye gidiyor olması içler acısı... Sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız. Para giderek yükselen bir değer olunca, her şeyin ölçüsü o oluyor. Daha parlak, daha değerli, daha zengin, daha gösterişli.Eskiler "Bu günümüzü aramasak" derlerdi. Keşke öyle olsa...
      Sevgiyle...

      Sil
  8. eşya yıllara meydan okuyor ama insan sadece bir misafir gibi göçüp gidiyor bu dünyadan..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynen öyle. Eşyalar sapasağlam dururken insan gidiyor. Ve insan insana kıyabiliyor.

      Sil
  9. kullanmak lazım değil mi. :) artık o misafir odaları geleneği kalmadı değil mi? ne güzel yazıymış bu yaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Anı yaşamak önemli. Sadece misafirlere özel olmayan odalar. Hayatı dolu dolu yaşamak.
      Teşekkür ederim.

      Sil
  10. Geçmişten günümüze gelinceye değin yaşam stillerimiz, hayata bakışımız ve insani değerlerimiz değişime uğradı. Gelişen teknoloji ile birlikte, refah seviyemiz arttı belki ama adil olmayan bu hayatın içinde, sahip olanlar olmayanlara özenirken, olanlarda ise daha fazla lüks ve konforlu yaşamak sevdası içinde oluşan bu kaotik durum ve rekabet ortamında 'vahşi kapitalizm' insanı insan olmaktan çıkardı. Çıkarlar ön plana atıldı. İlişkiler gerçek değil, çoğu sahte. Tüketim eşyadan, insana doğru evrildi. Çabuk sahip oluyor hemen tüketip atıyoruz. Ne, zamanın kıymeti biliniyor, ne can sağlığının, ne de insanın kıymeti!. Özensiz, saygısız, menfaat ilişkileri yaşanmakta artık. Nitelik yerini niceliğe bıraktı. Gösterişli insanlar, sentetik eşyalar, genetiği bozuk ve hormonlu gıdalar… olmuş neye yarar!. İnsanın adı var kendi yok, görüntü var ses yok, sağlık yok!..
    Bu gidişattan inanın ben de hiç memnun değilim. Sakin ve sade, doğal ve içtenlikli bir yaşamı özlüyorum. 'Yavaş Şehirler'in çoğalmasını, insanların ise hız yerine, daha yavaş ama ruhsal açıdan daha zengin bir hayatı yaşamanın asıl konfor olduğunun farkına varmalarını temenni ediyorum. Çünkü hayat kısa ve yaşadığımız her an değerli. Bu anlamlı ve düşündüren yazınız için teşekkürler Makbule Öğretmenim. Sevgiler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yeni evlenen, yuva kurmaya hazırlanan gençler dikkatimi çekiyor. Her şey eksiksiz dört dörtlük olsun istiyorlar. Her biri diğerinden daha mükemmel olsun istiyor.
      Gösteriş ön planda. Gözü yoruluyor insanın. Bazen büyük şehirden uzaklaşma düşüncesinin temelinde de sakin bir hayat özlemi var. Sakin, temiz ve sade bir hayat hepimizin özlemi.Gürültüden,kalabalıklardan, çıkar ilişkilerinden uzaklaşmak istiyor insanoğlu.
      Yazıyla bütünleşen anlamlı yorumunuz için ben teşekkür ederim. Sevgiler...

      Sil
  11. Herkes benim de yazmak istediklerimi yazmis aslinda. Cok fazla ekleyebilecegim birsey kalmamis...

    Annemler (ve ozamanlar tüm tanidiklarimiz) televizyon kumandasini bir plastik folyoyla kaplarlardi, cabuk eskimesin, kirlenmesin diye. Biz cocuklar buna kizardik, sacma ve gereksiz bulurduk. Simdi düsünüyorum da, iliskiler, evlilikler de ozamanlar daha cok korunurdu, simdiki gibi cabuk eskitilip atilmazdi. Bayramlarda hediye edilen ayakkabilarin sevinci tarifsizdi, simdiki cocuklar bircok seye okadar sevinemiyorlar bile. Cünkü herseyleri fazlasiyla var. Hep daha iyisi olsun, daha yenisi olsun, hep daha cok , daha cok olsun... Cok üzücü.

    Bunun ilerisi daha nasil olur merak ediyorum. Sonu nereye varir... Ürkütücü.

    Cok anlamli ve düsündürücü bir yaziydi, tesekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Çok fazla ekleyebileceğim bir şey kalmamış" derken ne güzel şeyler çıkmış ortaya. Şimdilerde ilişkiler, evlilikler de daha çabuk yıpratılır oldu gerçekten. Sevinçler bile daha kolay tükenir oldu gerçekten.Çocuklara alınan hediyeler bile daha az mutluluk yaratıyor.
      Bir tüketim toplumu olduk. Ama toplumun gelir dağılımı arasındaki uçurum da giderek büyüyor.
      Yazıyla ilgili yorum da çok içten ve anlamlıydı.
      Sevgiyle...

      Sil
  12. Ne lüks, ne konfor; sakinlik, sadelik, yalınlık ve içtenlik içinde geçecek bir ömrü özlüyor insanoğlu.'' Son zamanlarda en çok dikkate alınması gereken bir cümle.
    Anlamlı yazınız için teşekkür ediyorum..

    YanıtlaSil
  13. O cümlenin içeriğine o kadar içtenlikle inanıyorum ki.Keşke toplumda çoğunluk öyle düşünebilse.Her şey bir başkalaşım içinde.Gözler hep daha lüks hayatları özlüyor.Katkınız için ben teşekkür ederim.
    Sevgiler.

    YanıtlaSil