Bu Blogda Ara

30 Ağu 2021

ANMA...

 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZI KUTLUYORUZ.


"Seni anlatabilmek seni 

İyi çocuklara, kahramanlara

---------------

Yokluğun cehennemin öbür adıdır

Üşüyorum kapama gözlerini..."

Ahmed ARİF





27 Ağu 2021

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 105


Neden Kitap Okuyoruz?

Bir süredir bloglar arasında devam eden Ağaç Ev Sohbetlerinin bu haftaki konusunu Derin Arkadaşımız (Deep Tone) belirledi. İsteyen arkadaşlar bu konuda sohbete katılabiliyorlar.

Neden Kitap Okuyoruz?

Okula başlamadan önce kitapları elime alır, uzun uzun resimlerine bakardım. O resimlerde az mı hayali yolculuklar yaptım, öykülerde dağlar aştım, yeni arkadaşlar edindim. Bizim zamanımızda Bütünden Parçaya öğrenirdik. Önce cümle, kelime ve harf. Renkli fişler hazırlardı öğretmenimiz. Şubat ayı gelmeden okurduk. Daha kolay, daha zevkli ve pratik. Eğitsel kollarda Kitaplık kolumuz vardı, her sınıfta bir kitap dolabı bulunurdu. Kitapları okudukça paylaşırdık. Kol başkanı olarak o dolabın anahtarını taşımak ne büyük sorumluluktu.

Daha sonraki yıllarda okuma yarışlarımız, kitap özetlerimiz, münazara ve kompozisyonlarımız bizleri okumayla dost kıldı. Okumak için okuduk, bilgilenmek, öğrenmek, sevdiğimiz, saydığımız büyüklerin gözüne girmek için okuduk.

Bugün bile takvim yapraklarını, birbirimize yazdığımız pusulaları okurum. Küçüklüğümüzde kardeşimle babamın anneme geçmişte yazdığı mektupları nasıl da heyecanla okurduk. Önceleri kitaplar konusunda seçici değildik. Her kitap öğrenmeye açık yeni bir kaynaktı. Polisiye romanlar, duygusal çocuk romanları, haftalık dergiler, macera kitapları... Belki büyüdüğümüzü hissetmek istiyorduk.

Yıllar önce yazdığım günlükleri bugün okumak şimdilerde öyle farklı bir duygu ki. Kendimi tanıyorum, sorguluyorum, belki yargılıyorum. Zamanla seçici olmayı öğreniyor insan. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza, budala. Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Sait Faik, Nazım Hikmet, Orhan Veli ,Cahit Sıtkı Tarancı, Steinbeck ,Gazap Üzümleri; dost olduklarım. Çalıkuşu, Küçük Kadınlar, can dostlarım, unutamadıklarım...

Çekingen bir çocuktum. İnsan kişiliği çok büyük bir değişime uğramıyor. Kitaplar size kocaman bir dünyanın kapılarını aralıyor, ufkunuzu genişletiyor, güveninizi tazeliyor.  Candan bir dost gibi yanınızda, yakınınızda olsun istiyorsunuz. Yemek, içmek gibi olağan bir ihtiyaç, açlık, susuzluk gibi bir duygu. Evliliğimizde yeni eve ilk siparişimiz, bir duvarı boydan boya kaplayan bir kitaplık olmuştu. Ve taşınan eşyalar arasında kutular dolusu kitap; vefalı dostlar gibi kitaplar...

Kitaplara notlar almışım, işaretler koymuşum. Her karıştırışta yeni şeyler buluyorum. Bir arkadaşıma, dostuma doğum günlerinde hep kitap armağan ederim. benim de her zaman aldığım en değerli hediye kitaptır. Bir küçük pusulayla verilen hediye iki kat değer kazanır benim için. Zamanla okuma hızınız düşüyor tabii. Gözlerinizde bozukluklar çıkıyor. beden temponuz yavaşlıyor. Sadece okumak değil, yazmak da bir başka anlam kazanıyor. Hayatı yeniden filme çekiyorsunuz adeta. Ama okumanın kazandırdıklarını kayda alıyorsunuz bu kez. Ve hayat devam ediyor... 

Makbule Abalı 



 

24 Ağu 2021

SULAR GİBİ...

 Suyun hayatımızda inkar edilmez bir önemi var:


Saflığı, temizliği vurgularız:

Su gibi temiz, su gibi berrak deriz.

Güzelliği anlatmak isteriz:

Bir içim su gibi deriz,

Olumsuzluğu anlatmak istediğimizde:

Elinden bir yudum su içilmez deriz. 

Ucuzluğu, sudan ucuz diyerek anlatırız. 

Kolay öğrenmekten söz ederken:

Sular seller gibi öğrendim deriz

Beddua eden insan:

Bir yudum suya muhtaç ol diyebilir. 

Çok öfkelenirse:

Bir kaşık suda boğmak ister adeta.

Çok susadığımızda su veren kişiye:

Su gibi aziz ol deriz. 

Bir özlemi dile getirmek için :

Suya susamış toprak gibi denir.

Değişik konulardan söz açarken:

Havadan sudan deriz. 

Bazen sudan meseleler için

Birbirimizi kırar, ama sonra 

Sular seller gibi kaynaşıp barışır,

Geçinip gideriz...

Makbule Abalı


17 Ağu 2021

PAYLAŞMA- YARDIMLAŞMA...


Paylaşma- yardımlaşma en güzel alışkanlıklarımızdan biri. Zamanla onlar da değişime uğradı, başkalaştı, kılık değiştirdi. Ben hala yemek servisi yaparken "kardeş payı" diyerek dağıtırım. Kalan bir küçük parçayı bile ikiye bölerim. Ülkemizde ve dünyada o kadar aç insan varken çöpe atılan yemeklere içim gider. Yemek reklamlarının görüntülerini aç insanlara haksızlık olarak nitelendiririm. Bir ülkede yoksullarla varlıklılar arasında uçurum varsa o ülkede adaletten söz edilebilir mi..? 

Son yangın ve sel felaketlerinde paylaşma ve yardımlaşmanın ne çok örneklerini gördük; Canla başla var gücüyle koşturanlar, kovalarla su taşıyanlar, yanan hayvanları ağlayarak kurtaranlar ya da bir tarafta seyirci kalanlar. Hatta bazı yardım kolilerinin ihtiyaç sahiplerinin eline ulaşmasına engel olunduğundan bile söz edildi. 

Tehlikenin boyutunu anlamayanlar; Onları hiç unutmayacağız. Ama öte yandan yangınlarda yanan bir kaplumbağaya su içiren insanı da, yaşlı insanları sırtına alıp taşıyanları da unutmadık, belleklerimize kazıdık. 

Gökyüzü renk değiştirirken, maviden kızıla dönerken kendilerinin yüzleri bile kızarmadan uzaklardan izleyenler de hep utanç köşelerinde kalacaklar. Bizler yardımlaşma ve paylaşmayı bilen insanlardık. Yaşadığımız acı deneyimler bize güvensizliği öğretti. Kim kime nasıl yardım etti, toplanan paralar nereye gitti? Huy değiştirdik, davranış değiştirdik. Sorgulamadan elimiz yardıma varmıyor. 

Ne zaman eski halimizi bulacağız, ne zaman yeniden "eski biz" olacağız?


Doğal afetlerde zarar gören, yakınlarını, malını, hayvanlarını kaybeden tüm yurttaşlarımıza geçmiş olsun diyor, acılarını yürekten paylaşıyoruz.

Makbule Abalı 



 

10 Ağu 2021

ÇOCUK OLABİLMEK...


Son orman yangınlarında bir kez daha tanık olduk; Çocuklar gelecekte yetişkinlerden çok daha planlı, düzenli çalışacaklar, benzer felaketlerin
yaşanmaması için tüm güçlerini harcayacaklar.



İnsanlık adına öyle merhametli ve vefalılar ki davranışlarıyla şaşırtıyorlar bizi; Karıncalarla, kelebeklerle konuşuyorlar, yanan buzağıların ardından hüngür hüngür ağlıyorlar. Yangında kalan kaplumbağalara su veren yetişkinlere yardım ediyorlar. Yaptıkları resimlerde acıyı, hüznü kapkara boyalarla dile getiriyorlar. Mutlu oldukları anlar canlı renklere  bürünüyor.

Çocuklar içten, saf, temiz ve masumlar. Günümüzde pek çok yetişkinde rastladığımız yalan, riya, aldatmaca, acımasızlık , haksızlık onlarda yok. İçleri, dışları bir.  Hoşlanmadıkları bir davranışı rahatlıkla eleştiriyorlar. İçimizi acıtan soruları da var. "Kuşların yanan kanatlarının yerine yeni kanat takılabilir mi?" sorusu gibi. 

Çocukların dünyasında " çocuklar gibi" oluyor insan...

Makbule ABALI 











 

3 Ağu 2021

AĞAÇLAR DİLE GELSE...


   Ağaçlar dile gelse: Ne uzun, ne renkli, ne güzel, belki de ne acıklı öyküleri olurdu kimbilir... Neler anlatır, neler fısıldarlardı geçmiş yaşamlarından; sabırlı bir dinleyici bulsalar, paylaşırlar mıydı acaba sırlarını... Yoksa kırgın, kızgın, öfkeli midir ağaçlar insanlara ? Yıllarca yararlanıp sonra da değerini bilmediğimiz için, ihanetle mi suçlarlardı biz insanları, kimbilir...
   
   Ağaçlarla ilgili ne çok öykü, ne çok şiir vardır: Cahit Sıtkı Tarancı, ne güzel demiştir, "Yalnızlığa Dair" adlı şiirinde; "Bir derdin varsa açabilirsin ağaçlara, /Ağaç yaprak verir sır vermez rüzgâra." Ağaçlarla ilgili tiyatro oyunu bile vardır:  "Ağaçlar ayakta ölür" ;  canlı olduğuna göre ağaçlar da ölür elbette, tıpkı insanlar gibi...
   
   Bazen bakımsızlıktan, bazen sevgisizlikten, bazen susuzluktan veya kesilerek, yakılarak, canına kıyılarak can verir ağaçlar da... Mezarları yoktur ağaçların; cansız kaldıklarında konacakları yer, ya bir başka ağaç altı, ya bir oduncu deposu, ya da karanlık bir yerdir. Belki en çok kâğıt fabrikasına gidenler sevinir; yeniden "can bulup" değer kazanacakları için, tekrar bir işe yarayacakları için... İnsanlar da öyle değil midir ?

   Her ağaç bir başka dünya, bir başka can'dır. Kuşlar için kanatlar ne denli önemliyse, ağaçlar için de kökler önemlidir: Kökler değil midir onları yaşama bağlayan; kökleri sağlamsa bir ağacın, tutunabilmişse derinden, korkmaz artık, kendinden emin, uzayıp gider gökyüzüne... Kuşlar gibi kanatlanır adeta; özgürlüğün tadını çıkarır, ses verir rüzgâra, yağmura kucak açar, gölgesinde barındırır insanları... 

   Yerini, yurdunu bulmak ister ağaçlar da: Uygun ortam arar, iklimlere, doğa koşullarına göre değişir, bazen bir dağ başındadır, bazen bir su kenarında... Tıpkı insanlar gibidir; yerini bulursa can bulur, yerini sevmezse kurur, gider, yok olur. Ağaçlar kesilirken ağlar mı acaba, akan su gözyaşı mıdır, dalı kırılınca küser de ondan mı kurur...?

   Ben en çok kışın yaprağını döküp, baharda tekrar çiçeklerle donanan ağaçları severim: Tükenip sonra her şeye yeniden başlayan mücadeleci insanlar gibidirler... Badem ağacı örneğin; baharda birden açıverir güzelim çiçeklerini, dokununca dökülüveren, ince, narin çiçekler... Çoğu dökülür o çiçeklerin; ince, naif, kırılgan insanlar gibidirler. O çiçeklerin sert kabuklu bademlere dönüşeceğini düşünemezsiniz; ama her şeye rağmen sert doğa koşullarına dayananlar olur, sağlam karakterli insanlar gibi...

   Erguvanlar renkleri ve görüntüleriyle etrafa ışık saçan gösterişli kadınlar gibidir: Birden açılır saçılır çiçekleriyle, ancak görüntüsü dışında pek yararlanamazsınız, meyvesi yoktur, kısa süre sonra çiçekleri de dökülür, makyajsız doğal haliyle kalıverir ortada...

   Narenciye ağaçları; limon, portakal, greyfurt, çiçekleriyle, kokuları ve görüntüleriyle baharda, kendini kanıtlamak için fırsat bekleyen insanlar gibidirler. Yakından tanıyınca aldanmadığınızı anlarsınız; yararları, katkıları tartışılmaz...

   Ceviz görkemlidir, güzeldir, yararlıdır, iç yapısı beyine benzer, gölgesi serindir ancak uzun süre oturursanız rahatsız eder, gölgesi ağır insanlar gibidir, çekinilmesi gerekir...

   Kavak ince uzundur, rüzgârla savruluverecek gibidir, ama kökleri öyle derinlere uzanır ki sizi yanıltır, eğilip bükülse de asla yıkılmaz; her şeye dayanıklı, sağlam, güvenilir insanlar gibidir. Paylaşımı sever, diğer ağaçların aksine, dalını toprağa batırırsınız, yeniden kök salar...

   Çınar farklıdır, bir başkadır her zaman: Yaylada yüzyıllık çınarlara bakıp düşünürüm bazen; kimbilir neler görüp neler yaşamıştır onca yıl, nelere tanıklık etmiş, kimlerle paylaşmıştır gölgesini, serinliğini...
   Çınarlara benzer bazı insanlar da: Görüşleri, fikirleri, eserleri, izleri ve paylaşımlarıyla yeterince vermiş, her zaman olmasa da bazen almışlardır emeklerinin karşılığını.
    Görkemlidir çınar, heybetlidir; önce çekinir, ürkersiniz, ama severseniz size sunar tüm nimetlerini, gölgesi serin ve korunaklıdır, yaprakları türküler söyler rüzgârda, rahatlarsınız...


    Daha ne çok ağaç var yeryüzünde... Uzakdoğulu düşünürler; "Bir ağaca sarılın çok bunaldığınızda" diyorlar. Gerçekten, toprağa basmak, çimenlere basmak, "toprak hattı oluşturmak" gibi adeta. Ağaçlar, içimizdeki "negatif enerji"yi alıyor, yeniden güç kazandırıyor bedenimize...

    Bugün, Dünya Çevre Günü'nde; siz de bir ağaçtan güç alarak "Yaşam Enerjisi" depolamayı düşünmez miydiniz... ?

Makbule Abalı
Bu yazımı ilk kez  5 Haziran 2010 yılında yayınlamışım. Bazı yazılar güncelliğini kaybetmiyor.

2 Ağu 2021

BİR YANGIN Kİ...


 Masmavi gökyüzü kızıla bulandı ansızın

Alevler yükseldi görkemli ağaçların arasından

Kozalaklar patlıyor gümbür gümbür 

Kapkara dumanlar sardı dört bir yanı

Kıyı şeridinde mavi, renk değiştirdi kırmızıyla...

Az sonra yerleşim yerlerindeydi alevler,

Alevler yükseldi, çığlıklar arttı

Yılların birikimi bir anda gitti,

Önce evin damı çöktü,

Sonra duvarlar...

Hayvanlar ağlar mı?

Ağıldaki hayvanlar ağlıyor adeta 

Bir çocuk yeni doğmuş buzağıyı kucaklamış,

Bir diğeri çaresiz, otların üzerine su püskürtüyor.

Kuşarın kanatları alev topu gibi,

Uçmak için çırpınıyorlar.

Kaplumbağaların sırtlarındaki evleri bile yanmış;

Yüz yıllık ömürlerini tamamlayamadan...

Koyunlar, kuzular, keçiler 

Kavrulmuş gibiydi tüyleri

Cehennem ateşi kavurdu toprağı,

Dört bir yanı

Sular bile yetişemedi ateşin şiddetine

Bir felaket günü ki anlatılmaz;

Yürekler yandı, canlar kavruldu,

Tutuştu hepten değerler...

Makbule ABALI