Bu Blogda Ara

29 Şub 2024

EN KISA AYDAN , EN UZUN BAHARLARA...

 


İlkbahar- Yaz- Sonbahar- Kış yazardı mevsim şeritlerinde;

Ezbere sayardı tüm çocuklar 

Ardından ayları da öğrendiler birer ikişer 

Onlar büyürken hayat da yol aldı molasız... 

Hayallerle, umutlarla, emekle aktı geçti yıllar...

Ah çocukluk 

Bir beşikte başlamıştı hayat;

Kaydıraklarla sürdü uçarcasına 

Tahteravalli  inişli- çıkışlı

Atlıkarıncadan salıncağa 

 Uçurtmalardan dönme dolaplara 

Ha düştü ha düşecek, indi-bindi.

Sihirli aynalardan piyango çekilişlerine

Bir lunaparkta gibiydi insan; 

Koşturup  durdu günlerin, ayların, mevsimlerin ardından.

En kısa gün, en uzun gece hep yaşandı,

İyi gün de kötü gün de,  var olmanın gereği.

Zıtlıklar- benzerlikler,  her biri bir başka;

Soğuklar dondurdu, sıcaklar yaktı,

Mevsimler iklimler birbirine karıştı

Akla kara ayırt edilemedi kimi zaman.

İnsan insana ne kadar yakın, ne kadar uzak 

Tam  anlaşılamadı en hassas ölçülerle bile...  


Makbule ABALI 

29 Şubat 2024 Urla 







28 Şub 2024

PARKTA BİR YALNIZ ADAM... ÖYKÜ-(BCP - Şubat Ayı)




Hava kararmaya başlamıştı. Bu küçük parkta gün boyu süren sesler kesilmiş, havaya akşam hüznü çökmüştü. Banklar insansız, salıncaklar çocuksuz kalmıştı. Son kuşlar görkemli bir ağacın dalları arasında yer değiştiriyor, yaprakların arasında kendilerine sağlam yerler arıyorlardı. Şehrin karmaşık trafiğinden uzak, sakin bir köşeydi burası.

50 yaşlarında sade giyimli ince bir kadın parkın içine doğru yürüdü. Sanki yürüyüşe çıkmış da dinlenme amaçlı bir mola vermek ister gibiydi. Kenardaki bir banka oturdu. Bir süre kuşların ağacını gözledi. Son kuş sesleri cıvıltılarla sürüyordu. Birden onu gördü; En kuytu köşedeki bankta oturan 60 yaşlarında bir adam. Bulunduğu yerden profilden görebiliyordu. Antik heykeller gibi bir görüntüsü vardı. Kırlaşmış saçları yüzüne daha olgun bir ifade veriyordu. 

Elleri dikkatini çekti ansızın; İnce, uzun parmaklı, bir sanatkar eli gibi eller. Ellerini kucağında kavuşturmuştu. Dizlerinin üzerinde bir kitap duruyordu. Adını okumaya çalıştı, okuyamadı. Okunduğu yıpranmışlığından belliydi. Ama nasıl, ne zaman okunduğunu kim bilebilir.

Akşam serinliği bastırmaya başlamıştı. Rüzgar kuru yaprakları savuruyordu. Karşısındaki adamın davranışlarında bir gariplik fark etti. Tedirgindi, oturduğu yerde ayakları titriyordu. Evi, kimsesi var mıydı, bu soğukta nereye gidecekti, aç mıydı? Kadın "bana ne" diyen duyarsız tiplerden değildi. Ani bir hamleyle ayağa kalktı. Doğru-yanlış düşünmeden banka doğru birkaç adım attı, bankın bir kenarına ilişti. 

Sakin bir ses tonuyla sordu; "Buralarda mı oturuyorsunuz?" Yanındaki adam hiç cevap vermedi. Yüz mimiklerinde de en ufak bir değişim olmadı. Anlamsız gözlerle baktı sadece. Bal rengi gözleri bilinmezlerle doluydu. Kadın tekrar konuşmaya başladı:
"Benim adım Duygu. Ya siz kimsiniz? " "Bilmem, kimim, nereliyim, kiminleyim... hiçbir şey bilmiyorum. Evimi, sokağımı da bulamıyorum artık. 

Konuşmaktan yorulmuş gibiydi. Durdu, derin bir nefes aldı. Bir öksürüğe tutuldu. Sigara öksürüğü gibiydi. Ama parmaklarında sigara içenlere has leke yoktu. Kadın birden adamın çorapsız ayaklarını fark etti. Bu soğuk günde üstünde mont da yoktu. Sanki evden aceleyle çıkmış gibiydi. Ancak üşümüş gibi de durmuyordu. 
"Ya içindeki fırtına..." diye düşündü kadın. Birden elindeki kitabın adını okudu; Orhan Veli Kanık- Bütün Şiirleri. "Ne güzel bir seçim" dedi sessizce.

Tam o anda bir ses duyuldu: "Baba, nihayet seni bulduk. Aramadığımız yer kalmadı." 30 yaşlarında bir kadın ve bir erkek koşar adım banka doğru ilerlediler.  Genç kadın adamın elini tuttu. 
Ağlıyordu; Heyecandan mı, üzüntüden mi, sevinçten mi bilinmez... Genç kadın bir açıklama yapma ihtiyacını duydu; "Babam Alzheimer hastası. Annemi kaybettik, babam bizde kalıyor. Gündüzleri ben işe gidiyorum. Babam zaman zaman yürüyüşe çıkar, dolaşır, gelir. Sanırım hastalık ilerleyince evi bulamaz oldu."

Banktaki kadın kendi kendine bir iç hesaplaşma, sorgulama yaptı. 
"Hayatın cilvesi. Emeklilik dönemi neden bir huzur dönemi olamıyor? Kuşlar gibi insanlar da yalnız kalmak istemiyorlar. Farkında olmadan gene sürüye katılıyorlar. Başta insan tüm canlılar yalnız kalınca sıkıntıya düşüyorlar. Yalnızlık insana yakışmıyor. İnsan konuşmak istiyor, paylaşmak istiyor. Yanı başında bir sevdiğine dokunmak istiyor. Yalnızlık, suskunluk insanda yeni sorunlar yaratıyor..."

Hava artık iyiden iyiye kararmıştı. Baba-kız ve eşi uzaklaşırlarken geride kalan kadın da ayağa kalktı." Hayatı, insanı tanımak için bu gözlemler ne kadar önemli" diye düşündü. Dönüş yolunda Orhan Veli'den çok sevdiği bir şiir takıldı diline:

YALNIZLIK

Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.

Orhan Veli Kanık

 Genç kadın çantasından çıkardığı küçük bir günlüğe kısa bir not düştü: "Hayatın sallantılı köprüsünde hiçbir sözcük, hiçbir anlatım, şiir, şarkı ya da türkü İNSAN' ı anlatabilmek için  tam anlamıyla yeterli olmuyor."
Güneş battıktan sonra akşamın hüznü havaya sinmişti. Gün ışığının yerini yapay ışıklar, lâmbalar alıyordu artık... 

Makbule ABALI 

 NOT:Bu öykümü 2017 yılında yazmıştım. Şimdi son bölüme birkaç cümle ekleyerek paylaşıyorum. Blogları Canlandırma Projesinin bu ayki teması: "Yalnızlık, Kardeşlik, Dostluk, Sevgi " idi. Uygun olacağını düşündüm. M.A 





23 Şub 2024

GÜNÜN EN GÜZEL ARMAĞANI



Evimizde gün erken başlar. Sabah saat 07.00 gibi  gün ışığı pencereden süzülür, yeni bir günün başlangıcını müjdeler. Günler kısaldığında çalar saat gün ışığının görevini üstlenir. Erken başlayan gün erken de biter. Saat 22.30- 23.00 arası getiri ve götürüleriyle eski gün uğurlanır. Sıradan bir yeni günün planları da vardır tabii. Bazen sürpriz değişimler farklı bir gün yaratsa da hayat devam eder. Sürprizler hayata renk katar, duygularda, davranışlarda iniş çıkışlarla yaşamın bir başka yönünü görmemizi sağlar.  O yüzden sürprizleri çok severim. 

"Yazmak yaşamaktır." diyordu ünlü yazar Oktay Akbal. Gerçekten yazarken yaşadığını, var olduğunu hissediyor insan. Yazıya başlamak bir düşünce akışına yol açıyor. Algıda seçicilik başlıyor, Çevrenizi daha dikkatli gözlüyor, zihninizde yeni kayıtlara girişiyorsunuz. Görmek, duymak, koklamak, tat almak, dokunmak,  duyarlı olmak, bir başka anlam ve değer kazanıyor. Böylece farkındalıklarınız da artıyor. Yazma tutkum, yazdıklarımı kalıcı kılma isteğine dönüşünce bir blogda  yazmaya başlamıştım. İyi ki başlamışım, 14 yıldır ne güzel insanlar tanıdım. 

 Olabildiğince her sabah  kahvaltı sonrası bloğu ziyaret eder, gözden geçiririm. Bu sabah ondan önce kapı zili çaldı, kargo diye seslendi bir görevli. Beklenmedik bir sürpriz. Kızımın benim adıma siparişleri vardı ama bu kadar erken beklemiyordum. Paketin üstünü okuyunca sürprizin kaynağı belli oldu: İstanbul'dan blog arkadaşım sevgili Kadriye Z. Erdem, daha önce sözünü ettiği Şiir Gazeteleri nin yanına  "40 Şairin Eli " adlı harika bir kitap eklemiş, inci gibi bir el yazısıyla  günün en güzel armağanını adresime postalamıştı.  Yeni bir güne ta uzaklardan gönül dolusu mutluluk postalanmıştı... 




"Çıngıraklı Sokak" adlı aylık şiir gazetelerinin Ocak ve Şubat sayıları dopdolu. Doğrusu ülkemizde aylık bir şiir gazetesi çıktığını bilmiyordum. Fiyatı sadece 10 TL, başlığın hemen altında  "Şiir yeryüzünün vicdanıdır." yazısı yer alıyor. Ocak sayısında Oktay Akbal'ın çok anlamlı bir sözü var: " Şiir, kurşun rengi dünyayı mavileştirir, açmayan güneşi açtırır, yağmayan yağmuru yağdırır. İçimize dışımıza... " Şubat sayısında Özdemir Asaf'ın bir sözü: "Herkesin bir öyküsü vardır ama şiiri yoktur." 

"40 Şairin Eli "  çok özenli bir baskıyla yayına hazırlanmış, içinde ünlü şairlerin fotoğrafları, el yazılarıyla verilmiş şiirleri ve yaşam öyküleri yer alıyor. Türkiye Yazarlar Sendikası ve Kadıköy Belediyesi iş birliği ile gerçekleşen " Nazım Hikmet'ten Bugüne El Yazması  Şiirler Sergisi' 2017 yılında düzenlenmiş daha sonra 21 Mart Dünya Şiir Günü'nde kitap haline getirilmiş. Yıllar geçtikçe değer kazanan bu esere emeği geçenleri kutluyoruz. 

Kitaptan bir sayfayı açtım; Orhan Murat  Arıburnu-  "Utanmak Lâzım" şiirini ekliyorum:

UTANMAK LAZIM 

Çocuklar,

Ölüyorsa bir savaşta 

Analar ana

Babalar baba değildir 

Çocuklar,

Ölüyorsa açlıktan

İnsanlar, insan 

Uygarlık , uygarlık değildir ! 

Orhan Murat ARIBURNU


ŞAİRİN EL YAZMASI ŞİİRİ 



SEVGİLİ KADRİYE, 

Merhaba. Yeni bir güne öyle güzel bir başlangıç yaptın ki. Belki yaş aldıkça, güzel olaylar, güzel insanlar da çoğaldıkça coşkulu anlarımıza gözyaşlarımız da eşlik ediyor. Duygu yoğunluğu yaşıyor insan. 

İyi ki yazıyoruz. İçimizden gelerek paylaştıkça mutlu oluyoruz. Yüzünü görmediğimiz, sesini duymadığımız blog dostlarımızla iletişim kurabiliyoruz. Blog olmasa nasıl tanışırdık, bu güzel etkinliklerden nasıl haberdar olurdum ?

İnceliğine, duyarlılığına sonsuz teşekkürler. Gönül dolusu sevgiler.

Makbule Abalı

23 Şubat 2024 Urla







"ÇINGIRAKLI SOKAK "  Aylık ŞİİR Gazetesinin Ocak ve Şubat sayıları

21 Şub 2024

BEKLENEN KONUK; CEMRE ((URLA'DAN NOTLAR )

 




Zaman sonsuz bir hızla akıp geçiyor. Geriye dönüp baktığımızda şaşırıyoruz. Yeni yerimizde iki yılı doldurmuşuz. "Nasıl geçti?" diye sorulsa bir an duraksarız herhalde. Bazı günler günlük tutmaya bile fırsat olmadı. Yeni bir çevrede gözlemler önem kazanıyor. Doğayı, insanları, yakın ve uzak çevrenizi tanıma çabasına giriyorsunuz. Sonuçta en gerçekçi karar şu sanırım; İnsan yaşamında büyük değişimler, kararlar gecikmeli olarak alınmamalı. İlerleyen yaşlarda uyum sağlamak da daha zor olabiliyor, daha büyük çaba istiyor. 

Pişmanlık mı? Elbette hayır. Ama insan alışkanlıklarından kolay vazgeçemiyor. Gönül kabullense de göz arıyor. Önce küçük farklılıklarla sonra yeni arayışlar, umut ve beklentilerle hayat devam ediyor. Deniz kenarında bir yaşamdan orman içi bir başka yaşama ayak uydurmak... Mersin'de dayanılmaz sıcak yaz aylarında yayla kültürüne de alışık olunca burada da her şey bildiğimiz gibi. Küçük ayrıntılar hayata renk katıyor elbette. Her çeşit sürpriz küçük heyecanlarla yaşamı daha anlamlı kılıyor. Ah bir de sağlık sorunları üst üste yığılmasa, biraz zaman tanısa...

İnsanlar değişirken mevsimler de değişiyor elbette. Tüm mevsimler kendi içinde farklı güzellikler , farklı tatlar, farklı renkler sunar ama ben hep bahardan yana oldum. Her yerde, her konumda baharda başka güzellikler aradım, değişimi, yeniden doğuş gibi gelişimi gözledim. Baharlarda özlediğim güneşi bulurum, içim ısınır, kupkuru ağaçların yeniden can bulması, yeşil yapraklarla donanması, çiçek açması, kuşların koro halinde seslenişleri, akan dereler, hızlanan hayat... Yeni bir hayatı, canlanmayı, değişime ayak uydurmayı vurgular.


Böyle zamanlarda merakla beklenen bir konuk vardır; Cemre. Kültürümüzde havanın ısınmasını, doğanın canlanışını ve yeniden uyanışını vurgular. Halk arasında yaygın olarak baharın müjdecisi olarak bilinen sıcaklığın artmasıdır. Uzmanlar bu yıl kış sıcaklık ortalamalarının son 53 yıldır en yüksek ortalamalarda kaldığını belirtiyorlar. Kış yaşanmadı diyorlar. Oysa ben nasıl üşüdüm bu yıl. Ev soğuk değildi ama sanırım bağışıklık sistemim isyancıları oynuyor. Açıklamalara göre bu yıl ilk cemre 19-20 Şubat tarihlerinde havaya düştü. Yanılmış olabilirler mi acaba? Halâ kar yağan bölgelerimiz var. İkinci cemre 26-27 Şubat tarihlerinde suya, üçüncü cemre de 5-6 Mart tarihlerinde toprağa düşecek.

Mersin'deki evimizi satıp Urla'ya göç ederken bizim için ev arayan kızıma özellikle küçük de olsa bahçeli bir ev olsun demiştik. Her evimizde evin içi-dışı doğadan köşelerle düzenlenmiş, birer "Huzur Mekânı" haline dönüşmüştür. Eşim de ben de çiçekleri çok severiz. Urla'da yeni evimizle ilk tanıştığımızda bahçedeki yetişmiş badem ağacı bembeyaz çiçekleriyle gözümüzü, gönlümüzü fethetti. Hele binanın arkasında bir portakal ağacını,  erik ağacını, önde zeytin ağaçlarını görmek güneyden gelen bizler için ne büyük mutluluktu.



Sonraki günlerde yavaş yavaş bahçe düzenlendi. Begonvile ek olarak güller, lâvantalar, kaktüsler, yasemin yerlerine yerleşti. Daha sonra salata malzemesi yeşilliklerle eksiklerimizi tamamladık: Roka, dereotu, domates, maydanoz, sarımsak, biber, soğan ekildi. Tüm canlıların temel ihtiyacı sevgi, ilgi, özenli bakım  onlara da çok iyi gelmişti. Düne kadar... Burada tanıdığımız işini bilen, iyi insanlardan biri, Serkan Bahçıvan bir pazar izin gününü bize ayırdı, bahçe düzeni, ağaç budamaları için geldi. Çok sevdiğim, çiçeklerini sabırsızlıkla beklediğim badem ağacını Mayıs gelmeden Mayıs böcekleri sarmış. içten kemirmiş, kurutmuşlar. "Arkadaşım Badem Ağacı" çaresiz, kesilecekti. 




Elektrikli testerenin o iç burkan sesi bahçede dakikalarca yankılandı. "Canlı bir bölgeye rastlayıncaya kadar keseceğim "demişti Serkan Usta. Ve eklemişti: "Olmazsa üzülmeyin, yenisini dikeriz..." O koca ağaçtan geriye bir kütük kaldı!  Düşündüm; bile bile sağlıklı ağaçları pervasızca kesenlerin yürekleri hiç mi sızlamaz acaba? Büyük çıkarlar uğruna kıyıma uğrayan, yıkılan, yaralanan yüzyıllık ağaçlar, yok olan canlılar, heba edilen emekler... Yapmak zor,  yıllar alıyor. Yıkmak, yakmak,  yok etmek ne kadar kolay. 



İnternet'ten aldanarak aldığımız iki limon ağacını başarıyla tutturmuşuz neyse ki. Onlar günün tesellisi oldu. Bir yıl geçti ama henüz çiçek vermediler. Bildiğim en doğal kokulardan narenciye çiçeklerinin kokusunu özledim. Bahar havası onlarla soluk aldırır insana. Ruhsal terapi gibidir. 




Begonvil budandı, lâvantalar azaldı, papatyalardan kış soğuklarında kuruyanlar kesildi. Baharda koyunların da yünleri kırpılır. Bitkiler de kesilince onlar gibi üşürler mi acaba. Evin dışında kuruyan dallardan kesilen koca bir yığın oluştu. Sitedeki çalışkan görevliler onları ikinci gün bir kamyonete yüklediler, uzaklara taşıdılar. Gözden uzak olmak iç acısını dindirmiyor ki. Neyse ki yakında tarlalardaki papatyalar, çuha çiçekleri, cemreden sonra can bulan yeni doğa bitkileri,  yaklaşan bahara merhaba diyecekler...

Makbule ABALI

Urla. 21 Şubat 2024

 


17 Şub 2024

KARDEŞ ÖZLEMİ...

 


Günler geçiyor. Yılın en kısa ayı Şubat'ın ikinci yarısına girdik bile. Bu yıl Şubat'tan bir gün alacağımız da var. Dört yılda bir gelen "artık" bir yıl bu yıl. Bu yıl neleri toplayacak acaba içine ? Çok bilinmeyeli denklemler gibi hayat. Bir yerlerde kesintiye uğruyor sonra yeni bir çaba ile onarmaya çalışıyor insanoğlu. Bugün yaşanırken dün unutulmuyor elbette. Anlar, anılar, yaşanmışlıklar, deneyimler hepsi bellekte bir köşede özenle saklanıyor, korunuyor. Yaşamın bozulan dengesi ancak öylece kurulabiliyor. Bu sabah burada içimizi ısıtan bir güneş vardı. Güneşle kurulan dostluk günün de kurtarıcısı oluyor. Her şeye rağmen fırtınalara daha dayanıklı oluyorsunuz.

Aklınızla, mantığınızla, sağduyunuzla kabullenseniz de gerçekleri, bazen sıcacık bir gülüşü, bir sesi, bir sohbeti özler misiniz siz de? Ta çocukluktan başlayıp yıllarca devam eden bir yolculuktan kalan güzel izler birer birer üşüşürler zihninize. Gerçekleşen her güzel şey "İyi ki..." dedirtirken "keşke" ler de sırada beklerler. Vicdanınız rahat, yüreğiniz ak olduğu sürece iç dünyanızda da uyum içinde, çok sesli bir korodan çıkan ahenkli seslerle huzura ulaşır, hayata yeniden katılım sağlarsınız. 

Çok iyi bir İNSAN, can dostu bir kardeş, vefalı, anlayışlı bir eş, fedakâr bir anne, idealist bir doktor, neşeli, şakacı, muzip bir arkadaş... Bütün bu sıfatları bir insanda bulmak çok kolay olmasa da O,  gerçekten öyleydi. Onu tanıyan herkes bu özelliklerini bilir ve içtenlikle dile getirirlerdi. Ardından yas tutulmasını istemezdi, yaşamı adeta dantel gibi işler, kusurları da hataları da  bilgece kabullenirdi. Sakindi, alçakgönüllüydü. Çok akıllıydı. Geçmiş zaman, hiç ders almadan, kursa gitmeden Adana'dan ilkokul sonrası İstanbul Üsküdar Amerikan Koleji'ni parasız yatılı olarak kazanmıştı. (Burs kazanan 13 kişiden biriydi.)

Aramızda 1.5 yaş vardı, ben ablaydım. Ama hiç abla demedi, iki can dosttuk. Tüm çevresine mamografi çektirmeyi öneren bir hekim kendine geç davrandı. En kötü cins tümör, bu iyilik timsali bedende nasıl yer buldu? Teşhis ile kaybettiğimiz tarih arsında sadece iki yıl vardı. Geride pırlanta gibi iki çocuk kaldı; Babalarının da desteğiyle  Kızı annesinin yolunda devam etti. Hacettepe Tıp Fakültesini (İngilizce ) bitirip Çocuk Doktoru oldu. Sonra çocuk gastroentrolojisini  seçti. Akademik kariyerini tamamlama çabasında. Oğlu Fen Lisesinden sonra yüksek bir puanla ODTÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliğini bitirdi, yüksek lisansını tamamladı. Doktora henüz bitmedi.

Bugün 17 Şubat- Rasime'nin doğum günüydü. Hüzünle değil, onun istediği gibi coşkuyla, sevgiyle, mutlulukla ama yoğun bir özlemle anıyorum, anıyoruz. Ünlü Sanatçı Hümeyra sınıf arkadaşıydı. Yahya Kemal Beyatlı'nın ünlü şiiri Sessiz Gemi'yi ne güzel yorumlar. Ve Mizah Ustamız Rıfat Ilgaz'ın "Gidişini Anlatıyorum" şiirini ekliyorum. Kitap okumayı, şiiri, doğayı, çiçekleri, ağaçları, tüm canlıları o da çok severdi.

(Yazımın sonuna eklediğim nergisleri bu sabah kızım Sezgi çok duyarlı, naif kızı L... ile birlikte getirdi. Kuşaktan kuşağa... 





GİDİŞİNİ ANLATIYORUM

Sen gidiyorsun ya işine yetişmek için

Saçlarını, gözlerini, ellerini

Neyin varsa toplayıp gidiyorsun ya

Her seferinde bir şey unutuyorsun sıcak

Termometrede yükselen çizgi çizgi

Kim bilir nerelerde soğuyorsun


Senin gözbebeklerin var ya kadın kadın gülen

İnsan insan bakan gözbebeklerin 

Beni tutsa tutsa gözlerin tutar ayakta

Beni yıksa yıksa gözlerin yerle bir eder

Ne gelirse onlardan gelir bana 

Bir açarsın ki mutluyum

Bir kapatırsın her şey elimden gitmiş.


Rıfat ILGAZ 



            

HÜMEYRA Sessiz Gemi







15 Şub 2024

KATIKSIZ SEVGİDEN YANA OLMAK



Bir yılda 365 günümüz, 12 ayımız, 52 haftamız var. Düşününce ne kadar uzun bir zaman dilimi. Oysa nasıl hoyratça kullanıyoruz. Pek çok günü özel günlere ayırmışız. Tek bir gün! Söylemek istediğimiz her şeyi o tek günün sırtına yüklüyor hatta belki alacak- verecek hesaplarını da kapatıyoruz. O özel günü daha da anlamlı kılabilecek yılın diğer günleri sessiz, sakin, şaşkın bakakalıyorlar. Yeni bir gün daha eklendi özel günlerimize. "Emekliler Günü"  Kendilerine de bir gün ayrıldığından haberleri var mıdır acaba? Nasıl kutlarlar, sonraki günler nasıl geçer, henüz bilemiyoruz. Günlük kutlama günlerini ben yadırgıyorum. Kısa süreli kutlamalar gösteriş, abartı, yapaylık da içeriyor bana göre. Güdümlü kutlamalar, kısa zamanlı anmalar da uzun ömürlü olmuyor. 

"Sevgililer Günü" kutlamalarına da  bir türlü ısınamadım. Sevgi, sevmek, sevdalanmak sözcüklerine de haksızlık mı ediyoruz diye düşündüğüm de oluyor. Sorular takılıyor aklıma: "Katıksız, gerçek sevgi nasıl kanıtlanır? İçten bir duyuş, bir seziş neden ille de kanıtlanma ihtiyacı duyar? Sevmek, parçalardan bütüne ulaşmak mıdır yoksa bütünü gören gözler daha sonra mı küçük detayları algılar? Dış güzelliğe aldanmak iç güzellikleri görmeye bir engel midir? Bir günlük sevgi kaç günü ya da yılı kurtarır, ya da yıllar sevgileri pekiştirip yılların ötesine uzanır mı? Böylesine kısa bir hayatta sevgiyi dile getirmek için çok uzun cümleler, çok büyük hediyeler, çok görkemli kutlamalar  mı gerekir? 14 Şubat'ta tek bir günün 24 saati yeterli midir? "

Bazı sözcükler vardır;  SEVGİ gibi. Anlamı çok zengindir. Dünyanın her yerinde aşağı yukarı aynı şeyleri çağrıştırır. Duyguların en yücesidir, olumlu yönleriyle özlenen, beklenen davranışları içerir. Tek başına bir değerdir. Bir bakış, bir gülüş, bir duruş, bir şiir, bir müzik, bir şarkı, bir mektup bir kitap, bazen bir mekân, bir kent hatta bir ülke sevgiyi, sevgiliyi, sevileni çağrıştırabilir. Ne güzel, kalıcı bir izdir bu. Bir koku duyar, ardından neleri düşünürsünüz, bir renk , bir isim, bir çocuk masalı veya oyunu size çok şey hatırlatabilir. İçinizde beslenen sevgidir bu duyumsamaları yaratan... 

SEVGİ sözcüğü ne çok şey barındırır içinde; Güven, şefkat, koruma duygusu, saygı, sempati, içtenlik, saflık, duruluk, temizlik, inanmak, sadakat... Sevginin kapsama alanı öylesine geniş ki tüm dünyaya yeter; Doğayı sevmek, vatanını, yurdunu, insanları, çocukları sevmek, bitkileri, çiçekleri, ağaçları, hayvanları, otu, böceği sevmek, korumak... Sevmek bağlanmaktır, sevmek özlemektir, sevdiğine zarar gelmesin diye içi titremektir, görmek istemektir, sevdiği için kaygılanmaktır. Gösteriş amaçlı sevgi olmaz. 

Çocukların sevgisi her şeyi  ne kadar yalın, sade, saf ve güzel anlatır:

"Dağlar, denizler, dünyalar kadar seviyorum." derken o minik kollar neredeyse tüm dünyayı içine sığdırır.

"Siz öğretmenimden daha mı iyi bileceksiniz?" Güvenle sevginin buluşmasıdır bu.

"Ben o çok bağıran, kavga eden, öfkeli amcaları sevmiyorum." Hükümleri kesindir, kimse değiştiremez, dünyanın merkezinde o vardır.



Usta şairlerin dilinde , şiirlerin gizemli dünyasında bir başka  değer kazanır SEVGİ:

"Siz geniş zamanlar umuyordunuz

Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek

Yılların telâşlarda bu kadar çabuk 

Geçeceği aklınıza gelmezdi."

Behçet NECATİGİL


"Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi 

Geceleyin ateşler içinde uyanarak

Ağzımı musluğa dayayıp su içer gibi..."

Nazım HİKMET


"Bütün insanları dostun bil, kardeşin bil kızım

Sevincin ürünüdür insan, nefretin değil kızım.

Zulmün önünde dimdik tut onurunu,

Sevginin önünde eğil kızım."

Ataol BEHRAMOĞLU


  "... ve dostluğu ve sevgiyi,

yeni doğmuş tüm bebeklerin yüreğine yazmak isterdim

onlarla birlikte büyüsün bütün dünyayı sarsın diye "

Yılmaz GÜNEY


Ve şarkılarda, türkülerde dile gelir SEVGİ 

Sezen Aksu- Çocuklar gibi

Tarkan Ahde Vefa

Hümeyra- Sessiz Gemi

Musa Eroğlu- Mihriban 

Aşık Veysel- Tatlı Dillim Güler Yüzlüm 


 Çocuklar Gibi (Sabahattin Ali- Ali Kocatepe- Sezen Aksu )




SEVGİ Dünyamızdan Hiç Eksilmesin.

Makbule ABALI

Urla 15 Şubat 2024



10 Şub 2024

NECATİ CUMALI' dan ŞİİRLER

 


GÜNEŞ DELİSİ

Bir günü

Güzel bir günü

Hiçbir şeye değişmem

Onun için zulmü sevmem

Onun için yalanı sevmem

Bilirim yaşamaz güneşte

Bilirim yaşamaz yan yana aşkla

Ne haksızlık

Ne korku

Ne açlık 


Necati CUMALI 



EKSİK GÜNEŞLER 

Kaç günümüz varsa şunun şurasında

O kadar güneşimiz var

Her günlük hakkımızdır mutluluk

Anla 

Dün bugün eksilen güneşler

Ödenmez yarınla

Necati CUMALI



BİR GÜL AÇIYORSA 

Kanın aktığı yerde 

Göz yaşının aktığı yerde

Karanlığı içinde kahrın

Güller açıyor işte

Güller ışık aydınlık içinde


Güller bütün güller bu sabah

Bir ağızdan türkü söyler gibi açıyor her bahçede 

Geceler gündüze dönüyor işte 

Karanlık ışığa dönüyor işte 

Kahır sevince dönüyor işte 

Akan kan dökülen yaş 

Güle dönüyor işte 


Hasetsiz korkusuz kinsiz 

Binlerce güller açıyor işte 

Dargın kardeşe dönüyor işte 

Artık yaşamak bütün Türkiye'de 

Bir ağızdan söylenen bir türküye dönüşüyor.


Necati CUMALI 

( D:1921 Florina-  Ö:2001 İstanbul)

Cumhuriyet Dönemi ünlü edebiyatçılarından. Roman, öykü, şiir, deneme, tiyatro alanlarında eserler vermiştir.


7 Şub 2024

ADLARINI BİLE BİLMEDİĞİMİZ O GÜZEL İNSANLAR...

 


  İnsanlık hali ; Gün olur, her yer günlük güneşlik iken iç dünyamız bulutludur. Gün gelir karamsar bir dünyada içinizde bir kıpırtı, bir kuş çırpıntısı adeta, gülerek bakarsınız dünyaya. Herhangi bir zamanda çevremizi gözlediğimizde: Bazen bir toplu taşıma aracında, bazen bir otoparkta, bir hastanenin bekleme salonunda ya da küçücük bir pastane salonunda... Farklı durumlarla, farklı davranışta insanlarla karşılaşırsınız. Sonra anlarsınız ki, onlar özel insanlardır. Bakışıyla, duruşuyla, gülüşüyle farklı insanları hemen fark etmeseniz de onlar kendilerini tanıtırlar zamanı gelince. Çevreye gösteriş yapmak değildir düşünceleri ya da yapmacık  yoktur tavırlarında, her zamanki tavırlarıdır onları ayırt etmenizi sağlayan.


Belki dikkatli bir bakışla bir gün siz de fark edebilirsiniz onları. Her yörede, çeşitli kılıklarda, çeşitli iş ve meslek gruplarında karşımıza çıkabilirler. Çoğu zaman sivil de olsalar her zaman insani özellikleriyle tanırsınız onları; Yüzlerindeki sakin, yumuşak çizgilerden, gözlerindeki ışıltıdan ya da seslerindeki içtenlik ve duruluktan... Gününüze ışık hızıyla girer, hiç duraksamadan yavaşça süzülüp gidiverirler. Bir beklentileri yoktur yaklaşımlarında ya da anlık konuşma isteklerinde. Yarım kalmış bir yaşam öyküsünün son satırları gibidirler. Geriye kalan bir tatlı tebessüm, bir küçük anıdır. Yaşamı anlamlı kılan da bu küçük ayrıntılar değil midir? 

O güzel insanlar, toplumda yerleşik değer yargılarına inat, adeta güven tazelerler. Belki yeniden insan aramaktadırlar. "Nerelisin hemşerim ?" sorusuna gerek bile duymadan yaklaşırlar. Yaşınız, cinsiyetiniz de önemli değildir onlar için. Üstelik çay-kahve de eşlik etmeyebilir bu birlikteliğe. Ama "İnsan" tanırsınız; Kimisi bir anda karşınıza çıkar. Sabahın erken bir saatinde, bir hastane bahçesinde. Danışma biriminin yapacağı görevi o üslenmiştir adeta. Yol-yordam bilir, sizin de ilk gelişte kendisi gibi zorluk çekmemeniz için açıklamalar yapar. Karşılık beklemeyen bir yardımcıdır. Bilinmeyen bir ortamda çekilebilecek sıkıntıları sizin de çekmemeniz içindir bütün uğraşı. 

Kimisi arada kaç yaş fark olduğunu bilmemesine rağmen sizi ayakta görmekten huzursuz olur, hemen saygıyla kalkar, yerini verir. Çok eski bir dostu karşınızda görmüş gibi olursunuz. Oysa o ne kimliğinizi, ne kişiliğinizi bilir, yardıma hazır bir insandır sadece. Olumsuzlukların çoğaldığı bir ortamda iyiler, iyilikler de olacaktır elbette. Bir başka gün bir başkası , tam da zor bir anınızda içtenlikle sorar : "Kantine iniyorum, istediğiniz bir şey var mı?"  Hayır derken bile içiniz ısınır, sevgi ile bakarsınız bu iyi niyetli yol arkadaşına. 

Bazen bir hastane ortamında benzer rahatsızlıklar insanları yakınlaştırır birbirine. "Damdan düşenin halinden anlayanlar" arasında koyu bir sohbet başlayabilir. Bir sonraki gün kontrole gittiğinizde bekleme salonunda henüz oturmadan arkanızdan birisi seslenir: "Işıklı panoda şimdi adınız okundu." Siz aceleyle koştururken kapıda bir armağan paketlenmiş olarak elinize tutuşturulur. Eve dönünce paketler açılır, içinden özenle örülmüş  makrame iki güzel anahtarlık çıkar. Yorgunluğa inat, yüzünüzde gülücükler oluşur.  Ya da bulunduğunuz ortamda kat asansörlerinin  çalışmadığı bir zamanda başka bir asansör bulmaya çalışırken, tarif etmekle yetinmeyip, sizi alelacele asansöre kadar götüren temizlik görevlisini nasıl unutursunuz? 

Gözünüz elindeki nergis demetine takıldığında hemen iki nergis sapını demetten ayırıp size uzatan nazik insanı, merdiven çıkarken bir basamakta zorlandığınızda siz yardım teklif etmeden elini uzatan genç kızı anmamak mümkün mü? Sıranız gelince odasında gerekli işlemleri tamamlayan ama hemen sonra koridorda arkanızdan yetişen genç doktor. "Şu bölümden şu belgeyi de isteyebilirler, almayı unutmayın." der. Eşim de ben de çok mutlu oluyoruz. Hipokrat Yeminine sadık kalmış, görevini benimsemiş,  insanları ve işini seven genç bir doktorla karşılaşmak yüreğinizi nasıl da ferahlatır. Yeniden umutlar yeşerir içinizde. Hasta haklarını, insanca sağlıklı yaşama, yaş alma hakkınızı  unutmaya başladığınız bir başka zamanda karşılaştığınız bir sorumlu hemşire, peri değneği dokunmuşçasına içinizi aydınlatacak çözümler bulur. 

Bir yudum sevgi, bir tutam iyi niyet, biraz hoşgörü, biraz empati gönül kapılarınızı ardına kadar açıyor bir anda. Ve karşılığında hasta ya da hasta yakını olarak gözlerdeki parıltı,  yüzlerde tebessüm, gönüllerde bir minnet duygusu geriye kalan. Sadece teşekkür etmek yeterli sayılmaz bu güzel insanlara. Onlar ki; alıştığımız değerlerle bizleri tekrar buluşturanlar, bazen adını dahi soramadan doğru bildikleri yolda devam edenler. Kimi zaman bir güzel sözle seslenmek gelir içinizden; "İyi ki varsınız, Ne olur bu karmaşık ortamda siz sakinliğinizi koruyun, Güler yüzünüzü hiç kaybetmeyin... gibi sözlerimiz ne kadar yeterli olabilir? İçten söylenen her söz güzeldir, mutlu eder insanı. 

Farkındalık, duyarlılık, insanca yaklaşımlar, biraz nezaket, hoşgörü, güler yüz, alçakgönüllü, güvenilir ve dürüst olabilmek... Bu kocaman dünyada belki çok küçük şeyler ama insanı diğerlerinden farklı kılan da o küçük şeyler değil midir...? 

Makbule ABALI 

Şubat 2024 Urla







1 Şub 2024

AZİZ NESİN'LE , USTALARLA MİZAH -BCP-Ocak Ayı

 


Bu yılın ilk ayı Ocak, toplumda pek çok insan için biraz hüzün, biraz kaygı, biraz endişe ve çokça belirsizliklerin toplandığı bir ay oldu sanki. Neyse ilkini yolcu ettikten sonra yılın ikinci ayı Şubat'ı karşılıyoruz bugün. 2024'te Şubat Ayı 29 çekiyor. Dört yılda bir gün eklemeli bir Şubat ayı. Azla yetinmeye alışkın insanımız, o bir güne tüm umut ve beklentilerini de sığdırabilir elbette. Sırt çantamıza önce sağlık, ardından çokça enerji, hoşgörü, iyi niyet, sevgi, saygı yerleştirsek ve aydınlıklara doğru yola koyulsak... 

"Blogları Canlandırma Projesi" kapsamında bu ay için seçilebilecek  üç tema belirlenmişti: "Komedi, mizah, müzik." Zor zamanlarda, insanın çaresizliğinde ya da yalnızlığında mizahın, komedinin, esprinin, dozunda şakaların,  gülümseten fıkra ve karikatürlerin, öykü ve romanların, oyunların  iyileştirici, rahatlatıcı gücü inkâr edilebilir mi...? Gülmek, gülümsemek bulaşıcıdır deniyor. Gülen kişide stres hormonlarının azaldığı gözleniyor. Dünyanın neresinde olursak olalım, bir toplumda yüzler asık, kaşlar çatık, bedenler gergin, insanlar tahammülsüz ise o toplumun  da mutlu olmadığı, toplumda mizah ustalarının azaldığı vurgulanıyor. 

Çocuklar bir ülkenin en önemli göstergeleri. Çocukların gözleri ışıldamıyor, yüzleri gülmüyorsa, enerjileri azalmışsa ana babaların, yuvaların da çok keyifli olduğu söylenemez. Çocukların saflığı, katıksız dobra dobra halleri yetişkinlerden farklıdır elbette. Masallarda bile herkesin aldandığı durumlarda çocuklar saf, yalın gerçeği korkusuzca dile getirmişlerdir bilirsiniz. Memleketin birinde terzileri tarafından aldatılmış  kral , bir çocuk sayesinde gerçeği öğrenir;"Aaa anne bak,  kral çıplak! " seslenişi herkesi gerçekle buluşturur.

Gülmek ya da ağlamak; Doğal olmadıktan sonra bir rahatlama ya da iç boşaltma sağlayabilir mi? Siz de gülme efektleriyle gülemeyenlerden misiniz? Gülme efektleri gibi ağlama efektleri de var mıdır? Biz ezelden beri ağıtlar yakmasını iyi bilen,  insanların çocuklarıyız. Yurdun dört bir yanı farklı tınılarda ses verir. Güneydoğuda sıra geceleri, İç Anadolu'da bozlaklar, türküler , Doğuda, Güneydoğu'da ağıtlar, Karadeniz'de horonlarla, Ege'de efelerle buluşup coşkuya dönüşür. 

Bu topraklarda ne büyük güldürü ustaları yetişmiştir.  Dünya bile bunu böyle kabul etmiştir. Birleşmiş Milletler Eğitim bilim ve Kültür Örgütü UNESCO 1996 yılını "Nasrettin Hoca Yılı" ilân etmişti. Üreten, yaratan, yazan, çizen, düşünen, soran, sorgulayan ,gülen güldüren insanlar nasıl oldu da yakmaya, yıkmaya, yok etmeye odaklandılar? Mizah yok oldukça yaratıcılık, hoşgörü empati azaldı, bağnazlık, katı düşünceler, nefret, öfke, kin de çoğaldı.  

Mizah ustaları, komedyenler, halkı güldüren filmler, oyunlar, kitaplar bir dönem ayakta alkışlandılar, kabul gördüler, takdir edildiler. Yöneticiler bile farklı karikatürleri kınamadılar, cezalandırmadılar. Mizah, toplum için bir boşaltım aracı görevini başarıyla sürdürdü. O büyük ustalara; Kemal Sunal, Şener Şen, Adile Naşit, Perran Kutman, Nehar Tüblek, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, İsmail Dümbüllü, Münir Özkul, Ferhan Şensoy, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Müjdat Gezen, Uğur Dündar, Uğur Yücel, Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz ve adını sayamadığımız nice değerli sanatçı,  hepsine teşekkür borçluyuz. O dönemlerde mizah dergileri yok sattı, karikatür yarışmaları düzenlendi. Çocuklar, gençler mizahın yaratıcı gücünden yararlandılar, fikir ürettiler, yeteneklerini sergileyip kendilerini kanıtladılar. Övgü de, yergi de yerinde, zamanında, dozunda güzel.

Dünyaca ünlü mizah yazarımız Aziz Nesin'in defalarca basılmış Merhaba adlı öykü kitabından bir bölüm aktararak, tüm mizah ustalarımızı anmak istedim.

"ZAT" HASTALIĞI VE TEDAVİSİ

"Zat" Hastalığı üç değişik biçimde görünmektedir. Zatürre, Zatülcenp ve Zatıali... Zatıali hastalığı, zengin hastalığı denilen hastalıklardandır. Dünyanın her yerinde genellikle yoksullar hastalığa yakalanırken, "Zatıali" hastalığı daha çok zenginlerde görülür.  "Zatıali" hastalığı ancak "Bendeniz" olan ortamda artar, yani bir insanın "Zatıali" hastalığına yakalanması için, çevresindekilerin daha önce "Bendeniz" hastalığına tutulmaları gerekir. "Bendeniz" olmayan yerlerde "Zatıali" hastalığı da görülmez. Her iki hastalık da yalnız "Şark memleketlerinde" üreyen bir mikroptan meydana gelir. Bu hastalık ülkemizde dünya rekoru düzeyindedir. 

Bu mikrop daha çok bir insanın kafa bölgesinde yerleşip üreyerek beyin hücrelerini yer. Zatıali hastalığının ilk belirtileri burunda görülür. Burun yavaş yavaş büyür. Burun büyümesinden başka hastada bir kasılma, bir gerilme, göğsünü ve göbeğini ileri fırlatma ve kellesini geriye atma halleri görülür. Tetanos olmaktan beter kasım kasım kasılır. Konuşurken karşısındakine değil, duvarlara ve tavana bakar. Çünkü zihni sürekli olarak "hiçbirşey" ile meşguldür. 

"Bendeniz" hastalığı ise, hastada kulakların düşmesiyle belli olur. Hastanın belkemiği, Hacivat'ınki gibi eklemli olduğundan durmadan eğilir, bükülür, ezilir. Hastalık ilerledikçe belkemiği büsbütün eridiğinden "bendeniz"ler ayakta dik, yani adam gibi duramazlar. Hastalığın tedavisi hemen hemen olanaksızdır, onun için yakalanmamaya çalışılmalıdır.  Zamanla durmadan artan hastalık öldürücü değilse de, insanı insanlıktan çıkarır...

Aziz NESİN

***********

SON İSTEK (Şiirinin son dizelerinde de ince bir mizah anlayışı var.)

Kerpiç yapacaksanız beni

Okullarda kullanın

Cezaevlerinde değil


Soluğum tükenmez de kalırsa

Islık öttürsünler,

Aman ha düdük değil


Kalem yapın beni kalem 

Şiirler yazan sevi üstüne

Ölüm kararı değil


Ölünce yaşamalıyım defne yapraklarında

Sakın ola ki 

Silahlarda değil

Aziz NESİN


Ve "MİZAH" üstüne son deyiş bir başka ustadan ,Orhan Veli'den olsun.

DELİKLİ ŞİİR

Cep delik cepken delik

Yen delik kaftan delik

Don delik mintan delik

Kevgir misin be kardeşlik

Orhan Veli KANIK