Bu Blogda Ara

29 Oca 2020

ESKİMİŞ YILLAR- Nostalji -Geçmişten bir yazı

2010 yılı Aralık ayının da sonuna geldik. Bir yıl daha bitmek üzere." 365 gün nasıl olsa bizim"  diyerek başladığımız ve giderek tükettiğimiz, eskittiğimiz koca bir yıl... İnsan ömrü de öyle değil mi? Günler, aylar, yıllar inanılmaz bir hızla birbirini takip ediyor.

Umutla beklenen her yeni yıl, içinde olumlu-olumsuz pek çok şeyi barındırıyor; hayat gibi, hayatın her aşamasındaki diğer günler-yıllar gibi... Küçük şeylerle de mutlu olabilmeye kendini alıştırmışsa  insan, onca olumsuzluğun, karmaşanın arasında da yaşamı dengeleyebiliyor çoğu kez. Bazen yakınlarınızın mutluluğuna tanık olmak, bazen umut veren bir gazete haberi, yolda-sokakta rastladığınız insanca bir davranış, güzel bir sanat eseri, güzel bir yazı-şiir-oyun... Yaşadığımızın, insan olduğumuzun bilincine varmamızı sağlayan her şey... Bazen kısa süreli, bazen uzun süreli mutluluklar: Beklediğimiz, emek harcadığımız bir işin gerçekleşmesi, bir başarı haberi, dünyayı iyileştirmeye-güzelleştirmeye yönelik çabalar... Hepsi mutluluk gerekçesi olabiliyor.

Bedensel, ruhsal, toplumsal her türlü olumsuzluk yaşam kalitesini düşürüyor, kişinin tahammül gücüne göre sağlığını da tehdit ediyor. Dünyanın neresinde olursa olsun; çocuklara, gençlere, kadınlara, insana yönelik acımasızca davranışlar, adaletsizlik, haksızlık, şiddet insanı rahatsız ediyor, içini acıtıyor. Bildiğimiz-bilmediğimiz, duyduğumuz- duymadığımız, bazen duyup kanıksadığımız ne çok şey oluyor yeryüzünde...  
Yaşanan her saniyede dünyanın farklı yörelerinde ne çok doğum, ne çok ölüm gerçekleşiyor. Aynı kentte düğün evine birkaç yüz metre ilerde bir evde ölüm acısı yaşanabiliyor..Ama bazen, özellikle büyük şehirlerde aynı mahallede,aynı sokakta, hatta aynı apartmandaki insanların bile  sevincini-tasasını paylaşmaktan çekinir hale gelebiliyor insanoğlu. Kimse kimseye karışmamayı tercih ediyor.

Günler, yıllar hayatımızdan akıp giderken; nedenlerle sonuçlar üzerinde nasıl bağlar kurup, kendimizi nasıl değerlendirebiliyoruz? Sadece bu yıl değil, ömür boyu çevremizde olup bitenlere ne kadar duyarlı olabildik, kendi çapımızda neleri gerçekleştirebildik? Gördüğümüz-duyduğumuz-yaşadığımız her türlü olumsuzluk bizi ne ölçüde, ne kadar etkiledi, insana-insanlara ne kadar yakın, ne kadar uzaktık...? Kimlerden neleri ne kadar öğrenebildik, öğrenirken içtenlikle kendimizi eğitebildik mi, ders alabildik mi? Başkalarına zarar vermeksizin kendi alanımızı ne kadar daraltıp ne kadar genişletebildik?
Kaygılarımız, korkularımız sadece kendimiz ve yakınlarımız için miydi; içimizin yanması, gözümüzün yaşarması kimlerle sınırlı kaldı, kimlerin acısını-sıkıntısını paylaşmasak bile hayal edebildik? Kimler veya neler için özveride bulunabildik, sağlıklı ya da sağlıksızken neleri hayal ettik, nelerden vazgeçtik? 

Çeşitli kurumlar, kuruluşlar her yılın bitiminde genel bir değerlendirme yapıp kâr-zarar hesabı çıkarıyorlar. Oysa insanın değerini yıllar belirliyor, yıllar neler kazandırmış ya da kaybettirmiş, yaşam köprüsü hangi değerler etrafında, nasıl şekillenmiş, nasıl bir yol alınmış... hayatın içinden, ilginç, uzun, ömürlük öyküler belki... 
Hayatı anlamlandırmak, yol ve yön belirlemek yaşanılan coğrafyaya, topluma, kültüre, kişiye göre değişiyor elbette. Her kuşak bir öncekinden ne kadar farklı, ne kadar eğitimli, kendini ne kadar geliştirip yenileyebilmiş? 
Birey ya da toplum olarak kendimize sormamız gereken öyle çok soru var ki... Eğitim kurumlarımızda bilgi kazandırmaya çalışırken ne ölçüde eğitebiliyoruz, Çocuklarda hırçınlığın, gençlerde öfkenin nedenlerine ne ölçüde inebildik, cezalarımız ya da ödüllerimiz tutarlı mıydı, öfke kontrolünde ne ölçüde başarılıydık? 

Her yıl eski yıl bitip yeni bir yıl başlarken, değişmez bir biçimde, giden ve gelen yıllar sembolik bir şekilde anlatılır; küçük, sağlıklı bir çocuk yeni yılı simgelerken,  bastonundan güç alan yaşlı-yorgun bir insan giden yılı anlatır.Her yeni yıla umutla, beklentilerle girilir, daha güzel bir dünya hayal edilir. Oysa ne yazık, dünyanın pek çok yerinde çocuk ve gençler henüz olgunlaşamadan yıpranıyor, yeterince anlaşılamadan  haksız davranışlarla karşılaşıyorlar. Yıllar öncesinden ünlü eğitimci John Dewey ne güzel dile getirmiş: "Çocuk itaat etmek kadar, lider olmak için de eğitilmelidir" Kaybedilmiş kuşaklar kayıp yıllara neden oluyor. Keşke çok küçük yaşlardan başlayarak; tahammül göstererek, her ortamda çocuk ve gençlerin sesine-eleştirilerine kulak vererek, önce kendi iç disiplinlerini oluşturmalarını sağlasak... 

Bir yıl daha süresini doldurdu. Ancak eskiyen yalnızca bitmiş bir yıl değil; giderek nesli tükenen kuşlarıyla, balıklarıyla, azalan yeşili ve mavisiyle, bir türlü bitmeyen şiddet olaylarıyla, doğal afetlerle dünyamız da öylesine değişti ve yaşlandı ki... Ama tüketilmiş onca yıla rağmen umut hiç tükenmiyor, dünya yıllara meydan okuyor.
Ünlü şair Orhan Veli bir şiirinde ne güzel sesleniyordu: "Sizin için insan kardeşlerim, her şey sizin için...."

Makbule ABALI

26 Oca 2020

DEPREM - PARÇALANMIŞ DÜNYALAR


Önce bir gümbürtü koptu;
Yerin kilometrelerce altından
Sesler geldi, korkutan, ürküten
Gökyüzü birden aydınlandı,
Sonra karardı...
Ardından küçük sesler geldi,
Duyarlı köpek, hayvan sesleri duyuldu.
Birden her şey sallanmaya başladı;
Uyuyan çocuklar, yaşlılar, hastalar uyandı,
Çocuk ağlamaları sardı dört bir yanı,
Öte yandan insan inlemeleri
Tüm sesler birbirine karıştı.
Bir felaket tablosu,
Bir dram ki anlatılmaz.
Ruhlar darmadağın,
Zihinler karmakarışık
Bütün duygular paramparça,
Bütün duygular karmakarışık;
Merhamet, acı, öfke. isyan...
Kurtarma ekipleri,
Yardım için çırpınanlar,
Kayıtlar tutuluyor, sağ ya da can vermiş, yaralı...
Her şey altüst, her şey yıkıma uğramış.
Bir hayat dramı,
insanoğlunun hayatla zor bir sınavı daha...

Makbule ABALI

Ülkemizdeki son depremde zor günler yaşayan tüm vatandaşlarımıza geçmiş olsun diyor. sağlıklı, huzurlu, güvence içinde günler diliyoruz.




23 Oca 2020

NEHİRDEKİ KUŞLAR...




Günlerdir yürüyüşe çıkamamıştık. Mevsim rahatsızlıkları, soğuklar güçlü birer engelleyici idi. Gerçekleştiremediğimiz her iş moral bozuyor. Günler sonra bugün ilk kez yürüyüşe çıkabiliyoruz. Temiz havayı solumak bile insanı rahatlatıyor. Kış güneşi ısıtmıyor ama yansımaları çok güzel. 

Akan suları seviyorum. Mezitli Deresi bunlardan biri. Yazın kurur. Kışın dağlardan akan kar sularıyla beslenir. Çok yağmur yağdığında denizin rengini bile değiştirecek güçtedir.
Sabahtan öğleye doğru martılar, ördekler. serçeler ayrı gruplar halinde derenin üstünde uçarlar, su içerler. Dere kenarında palmiyeler, sarmaşıklar hazırlanmış bir dekor gibidirler.  Oraya giderken asıl amacım fotoğraf çekmekti. 

Durduğumuzda ansızın kocaman torbasıyla bize doğru yürüyen yaşlı adamı gördüm. Eliyle "gel gel" diye işaret etti. Tereddüt ettim, neden...? İçimden geçirdiğim sorunun yanıtını kendi açıkladı: "Fotoğraf çekiyorsun, ekmek atarsam martılar sürüler halinde gelirler. İkimiz de gülümsedik. Hiç tanımadığı bir insanı düşünüp yol göstermesi ne güzeldi...

Torbasından kocaman bir somun çıkardı. Onu dereye fırlattı. Bütün kuşlar kanat çırparak uçuştular. Sonra torbanın ağzını açtı. Küçük ekmeklerle doluydu. "Bunlar da ilerideki serçeler için" dedi. "Her gün getiririm. hiçbirini ihmal etmem. Martılar, ördekler, serçeler... Ne iyi yapıyorsunuz dedim. Güldü tekrar: "Keşke daha çok insan yapsa." Sanki gülünce birkaç yaş gençleşiyordu. 

O yoluna devam etti. ben cep telefonumla fotoğraf çektirmeyi sürdürdüm. Bir sonraki sefer kuşların ekmeği benden olacak...

Makbule ABALI




Not: Çektiğim kuş sesleriyle ilgili video çalışmadı. Özür dilerim.

20 Oca 2020

UZUN SAÇLAR...


Sizin hiç çocukken saçınız kesildi mi? Ya da saçlarınızın ilk kesimini hatırlıyor musunuz? Hele uzun saçlarınız varsa... Saçlarımızı çoğu kez annem örerdi. 
Bayram günleri uzun saçlarımız bigudilerle sarılır, lüle lüle olurdu. Ben süslenmeyi sevmezdim. Öyle durumlarda kendimi bebek gibi hissederdim. Ama uzun saçlarımla mutluydum.

Bir gün annemin arkadaşı bir teyze annemin saçlarımızla çok uğraşıp yorulduğunu söyleyerek saçlarımızı kestirmeyi öneriyor. Oysa annem de ne çok severdi bizleri giydirip süslemeyi. El ele tutuşup bizi yöredeki en yakın berbere götürüyor. Kapı eşiğinden adım attığımızda geri dönüp eve koşmak geçiyor içimizden. Ama artık çok geç...

Yanaklarımızdan yaşlar süzülürken kesilen saçlar da yerlere düşüyor. O güzelim saçların üstüne basılıyor. 
Berber kaşlarını çatarak sertçe azarlıyor bizi."Çocuklar büyüklerin sözünden çıkmaz." Oysa her zaman söz dinleyen uslu  çocuklardık biz. Çocukluk gururumuz ayaklar altında. Kendimizden parçaları orada bırakarak ayrılıyoruz. 

O komşu teyzeye nasıl da kırgınız içimizden. İncinmişiz. Bir an önce eve ulaşmak istiyoruz... Annem bu işi zorla yaptırmazdı. Saçlar sonraları da kesildikçe koyulaşıyor.Sarı saçlarımız kumrala dönüştü zamanla. Şimdi düşünüyorum da çocukken saçlarımı sadece annemin örmesini isterdim. Bu belki de bir ilgi arayışıydı. 

Kesilen saçlar sonradan uzuyor elbette. Ama ilk kesim çocuklar için çok önemli bir olay. Çocukluk yıllarına önemli bir iz bırakıyor. Belki de kuaföre sık sık gitmek istemeyişim , saçlarla ilgili işlemlerden hoşlanmayışım ta o yıllardan kaynaklanıyor.

Makbule ABALI




17 Oca 2020

NE GÜZEL ŞEY HATIRLAMAK SENİ


Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni 
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında 
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
içimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
bir çekmece bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım
ve hemen
fırlayarak yerimden 
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin süt beyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

Ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Nazım Hikmet RAN

D:17 Ocak 1902
Ö:03 Haziran 1963

10 Oca 2020

BAHARI ÖZLEMEK...



Kışın ortasında baharı özlerdi bazen ;
kış bitip bahar kapıdan görününce 
Nasıl da sevinirdi...
Çiçeklerin kökleri başında 
Düşler kurardı yeni bir bahara ;
Kış bitecek. karlar eriyecek, kuşlar gelecek,
Bir süre sonra çiçekler boy verecek 
Pembe-beyaz, ince-narin 
Kökü sağlam, dalı zayıf,
Ama toprağına sımsıkı bağlı.
Çiçekler açınca dünya aydınlanırdı,
Çiçekler açınca kasvet biterdi.
İnsanlar gibi dirençli, mücadeleci,
İnsanlar gibi hassas ama güçlü.
Başka bahar çiçeklerini beklerdi sonra ;
Hatmileri, kardelenleri, papatyaları...

Makbule ABALI.



1 Oca 2020

BİR YILBAŞI GECESİYDİ...(Mini Öykü )



Bir yılbaşı gecesiydi. Sokaklar ışıl ışıldı. Ağaçlar bile aydınlatılmış, süslenmişti. Bütün bu güzellikleri nazlı nazlı yağan bir yağmur ıslatıyordu. Sanki tozu, kiri, pası arındırmak ister gibi incitmeden, örselemeden yağan bir yağmur. Belki yeni yıl girerken kara çevirebilirdi. Çevredeki herkesten duyuyordu :"Yeni yıla kar yakışır."Neden bu kadar beyaza, temizliğe düşkündüler?

Sokak lambalarından süzülen ince ışıklar, yağmur damlacıklarıyla buluşup farklı bir görüntü oluşturuyorlardı. O gece yeni bir yılın ilk gecesi olacaktı. Yeni bir yıl, yeni aylar, yeni günler. Her şey pırıl pırıl, tertemiz. 

O da o gece her zamankinden farklı giyinmişti. Mavi gömleği, geçen bayram alınmış kot pantolonu , minik papyon kravatı. Elindeki sepette onlarca gül vardı. Ve ayrı bir küçük sepette nergisler. Sahil lokantalarında o şansını denerken babası dışarıda beklerdi. "Çocuklar daha iyi satış yapıyor" diyordu. Satış yaparken hiç konuşmazdı. "Sadece tatlı bir tebessüm ve gözlerinin ta içine bak." En etkili satış yöntemi buydu babasına göre.

Sofralarda hiç görmediği yemekleri görürdü. Canı çekmez mi hiç? Hem de nasıl... Ama ısrar ederlerse de almazdı. Bir kere zorla onu da sofraya oturtmuşlardı. Çatalı nasıl tutacağını şaşırmış , yemeğin tamamını bitirememişti. Ama hayatın içinde yetişmişti O. Eşlerin birbirlerine bakışlarından, el ele tutmalarından, ilgilerinden,  konuşmalarından,  gülümsemelerinden sevgilerini ölçerdi.

Bütün sepet satılırsa babası ona kestane ısmarlardı. 250 gr. ızgara kestane. Nasıl da severdi. Yağmur hızını arttırınca düşlerinden vazgeçti. Artık gerçek dünya zamanıydı. Yarın her şey yenilenecekti. Birden cebindeki hediye aynasını hatırladı. Yeni bir yıla ilk kez yeni bir eşyayla giriyordu. Aynayı çıkardı, baktı. Kendine gülümsedi. Dünyaya gülümsedi aynı zamanda... Hayat güzeldi...

Makbule ABALI