Sadece parlayan bir güneş vardı resimde, altın sarısı
Ama tepede değil, yerin yedi kat altında.
Ve çocuklar vardı resimlerde ;
Güneşe ipler bağlayıp
Onu gökyüzüne çekmeye çalışan...
Aydede' ye salıncaklar kurup sallanan...
Zil çaldı, ders bitti okulda
Hayat devam ediyordu tüm dünyada.
Çocuklar hayalleriyle baş başa,
Umutlar, beklentiler düşler, kağıtlarda,
Çıplak gerçekler dışarıda, yaşamda kaldı...
Makbule ABALI-Eğitimci
18.10. 2022 İzmir-Urla
Dünyada çocuklara ulusal bir bayram armağan edilen ilk ve tek ülkeyiz.
23-29 Nisan tarihleri arasında kalan günler, "Çocuk Haftası " olarak anılıyor.
İnşaat Mühendisi iken sınıf öğretmeni olmayı tercih eden bir akrabamızın gönderdiği alıntı video, beni çok mutlu etti. O güzel videoyu 2022'de yazdığım bir şiirle birlikte sunmak istedim.
Gönülden isteyerek yapılan çalışmaların, her türlü imkân ve durumda harika sonuçlar verebileceğinin kanıtı gibi...
Sevgili Çocuklar: 23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramımız Kutlu Olsun.
(Yeni bir Bayram Haftasında; Geçmişte yazdığım şiir denemelerimden birini sizlere armağan etmek istedim. İnanıyorum ki gelecekte sizler, bizim yazdıklarımızdan anlattıklarımızdan çok daha güzel masallar, şiirler yazıp, türküler-şarkılar söyleyeceksiniz.)
Baharın müjdecisi son cemre de 6 Mart'ta toprağa düştü. Cemreler; havaya, suya, toprağa birer hafta arayla düşerken bizim de içimiz ısınır adeta. Değişimin habercisidir bahar, yeniden doğuşun simgesidir adeta. Tatlı bir telaşla gelir her yıl; içimizde bir coşku, yüreğimiz kıpır kıpır, nasıl da sevinir, umutlanırız.
Kışın yaprağını döken ağaçlar yeniden yapraklarla gönenirken, gözlerimiz bayram eder adeta. Kuşlar bile bahar şenliğine kilometrelerce yol aşarak katılırlar. Onca ülkeden geçmelerine rağmen, her yıl şaşmaz biçimde zamanı ve geliş yolunu nasıl bellemişlerdir, bilinmez. Göçmen kuşların havadaki kanat çırpışı yüreğimize su serper adeta. Düzenlerine şaşırmamak elde değildir.
Önce badem ağaçları çiçek açar, ardından diğer ağaçlar. Kır çiçekleriyle donanır ovalar. En yararlı otlar toprağın altından güneşi görmek için başını uzatır. Karın altından çıkan çeşitli otlar midelere bayram ettirir. Beslenme uzmanlarına göre o otların yararları saymakla bitmez.
Baharda gün doğumunu, gün batımını izlemek bir başka güzeldir. Her yeni doğan güneş, bir yeniden aydınlanmadır. Hayvanlar kış uykusundan uyanırken, insanlar bedensel değişikliklerle daha çok uyku ihtiyacı duyabilirler. Bahar yorgunluğu bedenimizde, içimizde hissedilirken kendimizi nasıl yenileyebiliriz? Bir bahar temizliği gibi, alışkanlıklarımızda neleri değiştirebiliriz?
Dışımızda bahar tüm güzellikleriyle sürerken, acaba içimizde de baharı yaşatabiliyor muyuz? Yoksa çevresindeki güzelliklere kara camlı gözlüklerle bakanlardan mıyız? Çevremize yeterince, dikkatlice bakamıyor, bakıp da göremiyorsak, içimizdeki baharı da hiç canlandıramıyoruz. Bir başka bahara kalıyor her şey.
Umutlar, özlemler, planlar, sevgiler bir başka bahara kalmasın. İçimizdeki bahar, dışarıdakinden daha güzel, daha görkemli olsun. Kendimizle barışık, çevremizdekilerle kavgasız nice güzel baharlara...,
22 Nisan, dünyamızı güzelleştirip-herkes için yaşanabilir bir hale getirebilmek için- çaba ve emek harcayabileceğimiz bir gün olarak düşünülmüş, "DÜNYA GÜNÜ" olarak belirlenmiştir.
Bu günü, 365 gün olarak düşünsek keşke...
Makbule ABALI-Eğitimci
22.04.2025 İzmir-Urla
Makam: Hicaz Beste; Muzaffer İlkar Güfte: Şemsi Belli
Yeni oluşturduğum blog'da, eski bir eğitimci olarak "Eğitim" üstüne yazılar yazarken arada bir de "DÜŞÜNCE YUMAĞI" başlığı altında topladığım; Umut, sevinç, kaygı ya da endişe içeren yazıların beşincisini yazıyorum bugün...
Bu, toplum olarak ne kadar "düşünce karmaşası" yaşadığımızın bir göstergesi mi acaba ? Sarmaya çalışırken, çabalarken, "yumak" hiç çözülmüyor, düşünceler yeniden birbirine karışıyor...
Düşüncelerimizi, "Karışık yumaklar" haline dönüşmeden aktarabilsek, anlatabilsek belki beyinlerimiz, yüreklerimiz, vicdanlarımız da, iç sesimiz de rahatlardı.
Bazı ülkelerde insanların seslerini yükseltmeden, kimseyi yumruklamadan- düşüncelerini rahatlıkla dile getirebildiği "kürsüler" olduğu için mi acaba , insanlar gerginlik yaşamıyor, "söz" hakkına saygı gösteriyor...
Eskiden beri "adaleti temsil eden" terazili kadın" simgesini yeni kuşak gençlerden hatırlayan ya da bilen var mı? Terazinin kefeleri mi düştü, ibresi mi bozuldu bilemiyoruz.
Ülkemizde; suç, suçlu, suçsuz, ceza kavramlarında karmaşa yaşandıkça, "suçlular" da, "suskunlar" da çoğalıyor...
"23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" etkinliklerini çoğaltsak mı acaba ? Çocuklar kürsüye çıkınca, "umudumuz" artıyor, içimiz aydınlanıyor, beyinlerimiz dinleniyor, dünya aydınlanıyor adeta.
Makbule ABALI -Eğitimci
4. 05. 2010 Mersin
TÜM ÇOCUKLARIN; BARIŞ İÇİNDE, GELECEK KAYGISI YAŞAMADAN,
HAYAL ETTİKLERİ GİBİ BİR DÜNYADA , GÜVEN İÇİNDE YAŞAMALARINI İÇTENLİKLE DİLEYEREK...
" Bir varmış bir yokmuş " diye başlar çoğu masal. Oysa kuşaktan kuşağa anlatılan gerçek bir Eğitim Öyküsü keşke hep var olsaydı. Geçmişten günümüze gelişerek ama aslına, ilkelerine sadık kalınarak bugünlere ulaşabilseydi.
Dünyanın neresinde olursa olsun; bir kişi ya da bir kurum zaman aşımına uğramadan yıllar sonra da övgüyle, saygıyla anılıyor, değerini koruyarak benimseniyorsa bir efsane veya saygınlık abidesi olarak söz edilebilir.
Bugün 17 Nisan. Köy Enstitülerinin 85. Kuruluş Yıldönümü. Tüm dünyada bir savaş sonrası zor koşullarda başlatılıp aydınlanma yolunda çok büyük bir eğitim seferberliğini gerçekleştiren başka bir örnek yok. Ancak daha sonraları o modeli örnek alarak eğitimde çok üst düzeyde başarılara imza atan ülkeler var. Biz yok ederken onlar yeniden var etmişler.
Her insanın yaşamında olduğu gibi toplumların da pişmanlıkları, keşke'eri , mutluluk ve mutsuzluk dönemleri, acı deneyimleri olacaktır elbette. Güvenilir kayıtlar, sağduyu ve mantıkla değerlendirilmiş günler yıllar, dönemler yıllar sonra bile tarafsız değerlendirmelerle aydınlanacak, gerçek yerini bulacaktır herhalde...
Eğitime gönül vermiş bir eğitimci olarak Köy Enstitüleri ile ilgili çok kitap okudum, konferanslara katıldım, anılar dinledim, yazılar yazdım. Sonuçta her zaman iç sesimin özlemle seslenişini duydum adeta. "Keşke o yıllarda öğretmen ya da öğrenci olarak ülke kalkınmasında görev alabilseydim." Ama doğum yılım ve doğum yerim bu isteğin gerçekleşmesine izin vermedi.
Eşim Ahmet Abalı Mersin Arslanköy doğumlu. Köy Enstitüleri hakkında bizim için en güvenilir canlı kaynak oldu. O ve arkadaşları 17 Nisan'ı bir bayram gibi düşünürler. Ancak buruk bir bayram. Keşke daha farklı izlerle daha coşkulu kutlanabilse, daha fazla katılım sağlanabilseydi. Bugün de o yıllardan arkadaşları ile konuştu, özlem giderdi, duygulandı.
Eşimin eğitim öyküsü ilginçtir: 1950 yılında Arslanköy İlkokulu'nu bitirir. Babasının çocuklarına paylaştırdığı küçük bir tarlayı elma bahçesi oluşturmak için hazırlar. Öte yandan küçük baş hayvanları otlatır. Sınıf arkadaşları okumak için köyden kente gidince o da sınavlara girmeye karar verir.
2 yıl aradan sonra Aksu Köy Enstitüsü'nü kazanır. Köy Enstitüleri 5 yıldır. 1954 de okul Aksu İlköğretmen Okulu adını alır, eğitim-öğretim 6 yıla çıkarılır. Mezuniyetten iki ay sonra Diyarbakır Silvan İlçesi'ne atanır. Daha sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü'nü bitirip İlköğretim Müfettişi olarak atanacaktır. Mezuniyetten bir gün sonra atama yapılıp o ay maaşlarını alırlar.
Yoksul köy çocukları için Köy Enstitüleri bir başka dünyadır. Hatta köyden dünyaya açılmış bir penceredir. Çok değerli eğitmenler -öğretmenlerle birlikte hayata hazırlanırlar. Üretime dönük eğitim esastır. Sabahları derse girmeden öce 500 kişinin katıldığı sabah sporu vardır. Yöresel oyunlar oynanır, halaylar çekilir. Kültür dersleri ve uygulamalı iş dersleri vardır. Gerektiğinde yapı yaparlar, bataklık kuruturlar, sebze meyve yetiştirirler, arıcılık, hayvan bakımı, dikiş, el sanatları gibi türlü alanlarda eğitilir, yetişirler.
Dünya klasiklerinden çevrilmiş kitaplar okurlar, mutlaka bir enstrüman çalmayı öğrenirler, spor müsabakalarına birçok branşta katılırlar. Ezberciliği değil, üretmeyi, kendi kendilerine yetmeyi öğrenirler. Öğrencilerden seçilen okul başkanları, öğrenci temsilcileri vardır. Hak aramayı, uygun biçimde eleştirmeyi bilirler. Köylüyü bilinçlendirmek, kalkındırmak amaçlarındandır. Sınıflar arasında abla- abi saygı ve koruyuculuğu esastır.
Ülkemizde 1940 yılından itibaren kuzeyden güneye, batıdan doğuya 21 Köy Enstitüsü açılmıştır. Tüm öğrenciler köy kökenli yoksul çocuklardır. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü ise 1942 yılında, enstitülerde başarılı öğrencilerden adil bir seçimle seçilen öğrencileri Köy Enstitülerine öğretmen olarak yetiştirmek amacıyla kurulmuştur. Yüksek Köy Enstitülerinde 8 bölüm bulunurdu: Tarım, ziraat, madencilik, güzel sanatlar, müzik, resim, heykel, zootekni, kümes hayvanları, el sanatları.
Eşimin ilkokul ve sonrasında gittiği Aksu Köy Enstitüsü'nden birçok arkadaşını tanıma fırsatım oldu. Hepsi çok saygın, vatansever, idealist , hümanist insanlardı. Halâ sık sık arayıp dakikalarca konuştuğu dostlara sahip. Bugün birlikte YouTube'da Köy Enstitüleri ile ilgili olarak hazırlanmış çok güzel videoları birlikte izledik, duygulandık. Benim o yılların idealist eğitimcilerine saygım, hayranlığım, özlemim bir kat daha arttı.
Merak ettiğim bir konuyu dile getirmek isterim; Acaba bugün ülkemizde 18-40 yaş arası bireylerden Köy Enstitüleri hakkında bilgi sahibi olan kaç birey var? Bu konuda bir istatistik ya da araştırma var mıdır? Eğitim Fakültelerimizde, Sosyal Bilimlerle ilgili programlarda ders konuları arasında ne kadar yer verilebiliyor, kaç öğrenci bitirme tezine konu olarak seçiyor? Eski okul binaları, işlikleri, tarım bahçeleri, uygulama alanları bugün ne durumda? Bir Eğitim Müzemiz var mıdır?
Vefamız, değerbilirliğimiz, insana saygımız, duyarlılığımız, farkındalığımız ölçülebilse sonuçlar yüzümüzü güldürüp içimizi ferahlatabilir mi...? Köy Enstitüleri modeli temel alınarak günümüz koşullarına uygun eğitim projeleri geliştirilip uygulamaya konabilir mi ?
17 Nisan Köy Enstitüleri Kuruluş Yıldönümünü kutluyor, başta Başöğretmen Atatürk olmak üzere EĞİTİM alanında emek ve çaba harcamış tüm insanlarımızı minnet ve teşekkürle anıyoruz.
Yıllar değişim rüzgarlarıyla birlikte geçiyor. Bazen çok sert rüzgarlarla, fırtınalarla bir şeyler kaybolup giderken , bazı günler, ılıman rüzgarlar ve küçük değişikliklerle hayat kendini kanıtlıyor.
Toplumsal veya bireysel olarak değişim, elbette kaçınılmazdır. Doğal olarak her değişimde kayıplar da, kazançlar da vardır. Doğada dengeyi sağlamak zordur. Savunmasız ya da yalnız kalmak, an meselesidir.
Hayatın karmaşası içinde; yazılanlar, çizilenler yıllar sonra da güncelliğini koruyabiliyor. Bir süre soluklanıp; "Daha henüz dün gibi" diyorsunuz.
İnsan yaşamında 40 -50 yıl önemli bir zaman dilimi. Acaba yakındığınız bir durum halen devam etmekte midir? İnsan olumsuzlukların iyiye gitmesini beklerken, diğer yandan olumlu özelliklerin sürekliliğini diliyor.
Hayat rüzgarları her zaman istediğimiz yönde esmiyor ya da beklentilerimize uygun değişmiyor. Yıllar zamanı da beraberinde sürükleyerek hızla akıp gidiyor.
Geçmişte yazdığım şiir denemelerinden küçük bir demet...
KOŞU Amansız bir koşuydu bu Bizden öncekilerin başlattığı Ve sürüp gidecek bizden sonrakilere Koştuk yürümeyi öğrendiğimizden öte Koştuk koştuk hep koştuk... Başarıya, iyiliğe, güzelliğe Dostluğa, sevgiye, umuda... Öyle bir koşuydu ki bu bitiş' siz İpi göğüsleyemeden göçtü nicemiz... Makbule (Gültekin) Abalı Adana KÜÇÜCÜK
Küçücüktü; Ama öylesine küçük ki, Başı, elleri, ayakları. Yalnızca gözleriydi kocaman olan. Yıllar geçti, büyüdü... Neler gördü bilseniz, gözleri de küçüldü... Makbule (Gültekin) Abalı
Adana DOĞA KANUNU Taştı, duygusuz-anlamsız. Kaldı yıllarca yerinde. Fırlatıverdiler bir gün denize doğru Düştü, yer değiştirdi.
Bitkiydi, güneşe-ışığa-suya tutkun. Uzadı, büyüdü, çiçek açtı. Baharı özledi hep mevsimlerin ardından Susuz kaldı bir gün, kurudu...
Güçlü bir çoban köpeğiydi. Sürüyü korudu onca yıl Hata yaptı bir gün, Kurtlara yem oldu.
İnsandı, düşünen- konuşan-gülen-ağlayan. Doğdu, adım attı dünyaya. Girdi oyuna, türlü rollere büründü senelerce Uydu yaşama, büyüdü, gelişti ve öldü...
Mezar taşında sadece iki sözcük kaldı; Doğdu... Öldü...
İnsan yaşadığı sürece hiçbir şey durağan değil. Hayat her an yeni sürprizlerle varlığımızı kanıtladığı gibi, evrendeki tüm canlılar da yaşamak için uyum sağlamak zorunda. Zamanında uzmanlar zekâyı "Uyum sağlama yeteneği" olarak tanımlamışlar. Sadece insanlar için değil, belki de doğadaki tüm canlılar için geçerli bir kural bu.
Göçmen kuşlar zamanı gelince , ılıman iklim yaşayan ülkelere çok uzun yollar, dağlar, denizler aşarak gidiyorlar. Çok düzenli bir uçuş biçimleri var. Yorulan arkaya geçiyor. Uçuş düzenleri hiç bozulmadan yerlerine ulaşıyorlar.
Su kaplumbağaları (caretta carettalar) yumurtalarını bırakmak için en temiz sahilleri seçiyorlar. Acaba mavi bayraklı plajlar o şekilde mi oluşuyor? Akdeniz sahillerimizde ne çoktular. Ama deniz turizmi açısından Ege ve Marmara Bölgelerimiz daha şanslıdırlar.
Güneyde Silifke'ye yakın Susanoğlu Plajı, Boğsak Yöresi hastalıklarda şifa kaynağı gibi bilinirdi. Galiba Seka kâğıt Fabrikasına yenik düştüler. Kumkuyu'da (Yazları eğitimcilere kalma imkânı sunan bir okulun sınıfında) yakınlarımızla birlikte 12 kişi kalmıştık. Su sıkıntısı ve tuvalet kuyrukları can sıkıcıydı ama mutlu olmasını da bilirdik. Mutlulukla mutsuzluk ne zaman buluşur, ne zaman birbirlerine sırtlarını dönerler? En kısa zaman birimi an değil midir?
Bir başka yıl gene Akdeniz Sahilinde iki kız kardeş, çekirdek ailelerimizle birlikte 15 günlüğüne ev kiralamıştık. Sıcak ve sivrisineklerin beraber olup rahatsızlık verdikleri bir zaman dilimiydi. İnsan mutluluğa odaklanmışsa her şeye rağmen dünyayı daha güzel algılayabilme yeteneğine sahip.
Dünkü havanın aksine bugün güneşli bir Nisan sabahına uyandık. Güneşli günlerin hayali bile insanın içini ısıtıyor. Küçük şeylerle mutlu olmayı öğrenmek belki biraz zaman alıyor. Polyanna olmaya hiç gerek kalmadan duyarlı olmak, önyargılı davranmadan, bilinçli bir farkındalıkla sağlıklı gözlemler yapmaya çalışmak... Nedenleri bilirsek sonuçlara daha çabuk ulaşıyoruz.,
Dün ; sanki günlerin, ayların hatta belki yılların yorgunluğuyla yazımı bile tamamlayamadan günü bitirmiştim. Ben o yazıyı bugünkü tarihle yayınlamayı düşünürken fark ettim ki halâ 12 Nisan yazıyor. Öyle de yayına girdi. Bu inceliğe çok mutlu oldum.
Bugün tüm canlılar sokaktaydı sanki. Biz evden çıkmasak da çocuklar, yürüyüşe çıkanlar, kuşlar, kediler hatta karıncalar. Yaşam da canlanmıştı. Zor anlarda yardımsever komşularınızın olması, dürüst ve işini bilen ustalara rastlamak, yanılmanızı önleyen uyarılar-öneriler, hatır sormaya gelen , doktor adı ve telefonunu veren vefalı bir eski dost , bazen hazine bulmuş gibi rahatlatır insanı.
Bütün bunlara ilaveten bir sabah telefonunuzu açtığınızda çok sevdiğiniz iki şarkıyla, kendi sesiyle -enstrümansız -seslenen can dostlarınız, sevdikleriniz olduğunda: En karmaşık ruhlar bile çözülür, dünya apaydınlık olur. "Nasılsın? " sorusunun içeriği de anlam kazanır, kısık sesiniz bile can bulur.
Dünyamızın güzelleşmesine, iyiler ve iyiliklerin çoğalmasına iç ve dış huzurumuzun artmasına, barışın ve güvenin sağlanmasına katkıda bulunan herkese selam olsun.
Günlük hava tahminleri yanıltmadı. Urla'da öğleden sonra fırtına ile karışık sağanak yağış bekleniyordu. Günlük işlerimizi hava durumuna göre belirledik. Öğleden sonra hava birden karardı, Yazıma başladığımda dışarıda insanın içini titreten bir yağış vardı. Yağmur, kar hep beklenir, bereket sayılır. Ancak düşünmekten kendimi alamam; Kimler ıslandı, kimler zarar gördü, kimler yağışların keyfini sürüyor. Karda-yağmurda yollarda kalanlar, ailece perişan olanlar adına içim yanar.
Yıllar öncesi canlandı anılarımda. 1978 Yılı 23 Nisan'da eşimin yeni ehliyetiyle kullandığı, Anadol marka arabayla Mersin'de Arslanköy Beldesine büyükleri ziyarete gitmiştik. O yıllarda deniz seviyesinden 1500 m. yükseklikte , virajlı daracık yolları (henüz asfaltlanmamış) yol üstünde içilebilir doğal kaynak suları yol boyunca el değmemiş çam ,ardıç, katran (sedir) ağaçları ile ünlü bir yayla.
Çocukluk anılarımın toplandığı Adana-Bürücek Yaylasından sonra gördüğüm ikinci yayla, eşimin doğduğu, 14 yaşına kadar yaşadığı, dağlarında hayvan otlattığı, 4. erkek çocuk olarak annesine -ailesine hamur yoğurduğu, beş şişle yün çorap ördüğü, babasına tarlada yardım ettiği , okuma oranı yüksek bir büyük köy, belde.
O yıllarda yol boyunca tek bir kahvede (kafe değil) nefis kekik çayı içilirdi. Gerçek kekik tadı ve kokusu unutulmaz. Bugünlerde kaç durak yeri vardır bilmiyorum. Geçmişten söz ederken, mevsimler gibi zaman da iç içe yaşanıyor. Dün başladığım yazımı -rahatsızlık ve yorgunluk nedeni ile- bugüne ertelediğime üzülmüştüm. Yanlış düşünmüşüm. İnsan isterse; emek ve çaba verdiği, sevdiği işi-ertelese bile- kolay kolay bırakamıyor.
Yıllar öncesinde de sürprizlerle dolu bir Nisan ayı yaşamıştık. 1978 yılında eşimle birlikte Arslanköy'de Baba Evinde rahmetli anneyi ziyaret etikten sonra yola çıkmadan, eşimi halası Emine Hala ve eşi Mustafa Amca'yı köy merkezinde, kirada oturdukları evde ziyaret ettik. Beklenen ama ansızın başlayan ve giderek artan kar, o gece orada kalmayı zorunlu kıldı.
Gerçek bir Anadolu kadını olan rahmetli Emine Halanın yer sofrasında hazırladığı muhteşem kahvaltının lezzetini, nice konforlu sofrada bulamadım. Karın bereketi miydi o sofraya yansıyan, onların derya gibi sohbetleri miydi tadı damağımızda kalan... Halâ düşünürüm...
Özel gün ve haftaların mutlaka kutlanması veya anılması gerektiği düşüncesinde değilim. O kadar çok gün belirlemişiz ki, yıllardır kutladığımız- andığımız çok önemli günlerin dışında bazıları hiç bilinmiyor, duyulmamış bile.
Oysa günler, haftalar; topluma belirli konularda duyarlılık ve farkındalık kazandırmak amacıyla belirlenir. Bazen tek gün yetmez. Konuyu daha belirgin ve anlamlı kılmak-hatırlatmak amacı ile tekrarlar gerekebilir.
"7 Nisan 2025 Dünya Sağlık Günü" olarak belirlenmiş. İçtenlikle merak ettim; Dünya genelinde hastalıkların arttığı, salgın hastalıkların çoğaldığı, beslenme bozukluklarının kaygı yarattığı bir dönemde keşke tüm dünyada daha farklı önlemler alınabilseydi. Toplum sağlığı ile ilgili eğitsel etkinlikler ve konferanslar çoğalsaydı.
İklimsel ve mevsimsel değişikliklerin yaşandığı Nisan Ayı, sağlık açısından da önemli bir ay olarak kabul ediliyor. Sağlık Bakanlığınca belirlenen "Sağlık Takvimi" şöyle düzenlenmiş:
1-7 Nisan- Ulusal Kanser Haftası, 2 Nisan-Dünya Otizm Farkındalık Haftası, 7 Nisan- Dünya Sağlık Günü, 11 Nisan-Dünya Parkinson Hastalığı Günü, 14-20 Nisan-Kalp Sağlığı Haftası, 21-27Nisan-Dünya Aşı Haftası.
Evlerimizde ana-babalar, anneanne-babaanne-dedeler ve yakın akrabalar, anaokulları-yuvalar-ilk ve ortaokullarımızda öğretmenler, Sağlık Meslek Liselerimizde, yüksekokullarımızda, fakültelerimizde Öğretim Elemanları için; çocuk ve gençleri-toplumu eğitmek adına, bu gün ve haftalar ne güzel bir fırsattır.
Ödüllü öykü ve şiir yarışmaları, münazaralar, oyunlar, drama çalışmaları, resim-heykel-karikatür-müzik ve spor etkinliklerine yer verilebilir. Her yaş için yararlı çalışmalarla konular zenginleştirilebilir. Bu konularda gündemi, çeşitli yönlerden izlemeye çalıştımsa da (Belki ben yeterince araştıramadım-göremedim-duyamadım.) merakımı yeterince gideremedim doğrusu.
Öncelikle bebekler ve çocuklar için, ergenler, yetişkinler, orta yaşlı, yaşlı, her cinsten, ırktan, ülkeden, barış içinde güvenle , insanca yaşamayı hak eden herkese iyilikler- güzellikler dileyerek...
Tüm dünyada görev bilinci ve sorumluluk anlayışı içinde, insanı sağlıklı yaşatabilmek için fedakârca çalışan sağlık görevlilerine yürekten teşekkürlerimizle.
Makbule Abalı- Eğitimci
8. 04. 2025 - Urla
NOT: Rastlantı, 8 Nisan evlilik yıldönümümüzdü. Çocukların getirdiği çiçek buketini tüm dünyada SAĞLIK için emek harcayanlara sunmak istedim. M.A
Biliniyordur herhalde ama eklemek istedim: Çiçeğin adı Hüsnüyusuf. İnternette araştırdığımda anlamı şöyle açıklanmış; "Beyaz çiçeklere sahip Hüsnüyusuf aynı zamanda saflığı, masumiyeti ve temizliği simgeler. Harika tonlarda olabilen mor renkli hali, mutluluğu ve samimiyeti temsil ederken, pembe rengi sevgiyi ve merhameti simgeler. "
Doğrusu bilmiyordum. Kendimi kınadım önce, ama sonra düşündüm; Geç öğrenmek değil de hiç öğrenmemek daha büyük kusur sayılabilir. Takvim yaprağını kopardığımda haberim oldu. Aynen şöyle not düşülmüştü.: "AVUKATLAR GÜNÜ- Atatürk 5 Nisan 1923'te Ankara Barosunu açmış ve adaleti Türk avukatlarına emanet ederek , bu günü Avukatlar Bayramı ilan etmişti."
Bu bilginin hemen üstünde dünyaca ünlü bir düşünürün özdeyişi yer almıştı: " Yasama, yürütme yargı iç içe geçmişse, özgürlükler garantide değilse, anayasa yok demektir. Kuvvet kimdeyse o hakimdir.-Jean Jacques Rousseau.
Takvim yaprağının ön yüzünde ise bir başka ünlünün kısacık bir özdeyişi vardı: "Adaletin gecikmesi adaletsizliktir." W.S. Landor