Bu Blogda Ara

22 Tem 2024

DÜNYA BEYİN GÜNÜ'NDE YÜREKTEN BİR MEKTUP ...

 

ÇOK DEĞERLİ AYNUR HOCAM...

Bugün Dünya Beyin Günü olduğunu az önce her zamanki gibi merakla, sabırsızlıkla okuduğum yeni bir makalenizden öğrendim. Uzaklardan seslendiniz, elbette "Farkındalık" yaratmak için adeta kulaklarımıza fısıldadınız. Sesiniz yankılarla çok uzak yörelere ulaşacaktır eminim. Bedenimizde çok önemli iki ana organın işbirliği içinde sağlıklı bir işleyiş gerçekleştireceklerine inandım hep.  Dünya Beyin Günü'nde "beyin işlerliği  ölçüsünde" size kısa mesajlarla değil, alıştığım biçimde, bir mektupla "yürekten "  seslenmeyi düşündüm.

Mersin'den  İzmir-Urla'ya  taşınalı  iki yıl beş ay olmuş. Zamanın akışına ayak uydurmaya çalışıyoruz. İnsan yaşamında her değişim, yeni bir uyumu da zorunlu kılıyor. Çok iyi bilirsiniz; İnsanın ruhsal yapısıyla, akıl ve beden sağlığıyla ilgilenen uzmanlar belli yaşlardan sonra karşılaşılan engellerin insanın yaşam kalitesini düşürdüğünden söz ediyorlar. Son makalelerinizden birinde ne güzel bir deyişiniz var: "Beraber yaş aldık biz bu evlerde- yaş aldık ama düşkünleşmedik."  Çok haklısınız, aydınlatılmış bir yolda deneyimlerini zenginleştirerek, olgunlaşarak yol alan insanlar tökezleseler de kolay kolay düşmüyorlar,  "düşkünleşmiyorlar." 

Bloglarda adınızı görmek bizi öyle mutlu etti ki. Son gelişmelerle makalelerinizi okumak, bilgilenmek, kendimizi yenilemek, çok yönlü değerlendirmeler ve önerilerle güç kazanmak, hayata daha güçlü bağlarla tutunmak... Toplumda sadece yaş almış bireyler için değil, herkes için bu çabalar öyle yararlı ve eğitici bir kaynak ki, Bir başucu kitabı gibi zaman zaman dönüp tekrar okuyorum, okuyoruz, arkadaş ve dostlarımızla paylaşıyoruz. Her okuyuşta parçalardan bütüne yeniden ulaşıyor, bilgi dağarcığımızı yeniliyor, zenginleştiriyoruz. 

Mersin Alzheimer Derneği'nin ilk kuruluş yıllarında görev almak,  yapabildiğimiz ölçüde, gücümüz elverdiğince  çalışmalara katılmak onur vericiydi, her türlü kimliğimizin ötesinde İNSAN olduğumuzun farkına varmaktı. Sizin önderliğinizde planlı çalışmalar yıllarca devam etti, zamanla çok daha gelişerek kabul gördü, haklı bir itibar kazandı. Özlemle hatırlıyor, tüm ekibi takdirle, sevgiyle anıyorum: Alzheimer konusunda her yıl düzenlenen eğitici kamplar, üç ayda bir çıkarılan Bülten,  Şiir ve Edebiyat söyleşileri, sanatsal etkinlikler, alanında yetkin kişilerle koro çalışmaları, , resim çalışmaları, fotoğraf kursu...

"Bir Tuğla da Sen Koy" sloganıyla başlatılan, çok büyük ses getiren Derneğe katkı çalışmaları, başlarımızda boneler, üstümüzde önlüklerle Yaşar Hanım'ın rehberliğinde görev aldığımız İmece Mutfak çalışmalarıyla anlam kazanan dostluklar... Unutamadım,  siz de mutfağa iner, onca yoğun işlerinizin arasında katkıda bulunurdunuz. Yöresel bir yemek- Hıncal   Mantı - tarifini sizden öğrenmiştik. Sıcak günlerde hazırlanan çok farklı doğal içecekler, limonatalar, narenciye  reçelleri, emekle, sevgiyle tat kazanmış çeşitler...

Adeta kan bağı gibi güçlü bir "Gönül Bağı" ile sağlanmış beraberlikler oluşturdunuz. Halâ  yeni bir haber aldığımda içim titrer, "Şimdi orada olmak vardı" derim. Yoga, Drama çalışmalarına katılabilseydim keşke. Ama inanın burada halâ Dernekle ilgili gönüllü çalışmalarımı devam ettirmeye çalışıyorum, anlatıyorum, blogda yazılar, şiir ve öyküler yazıyorum.

Dernek sekreterimiz sevgili Ayşegül'den kaç kez "Geriye Kalan2 Kitabımı sipariş ettim bilmiyorum. Bir iyi niyet elçisi gibi güler yüzü, özverili çalışmaları, nazik davranışları ile harika bir yardımcı. 24 saat telefonunu kapatmayan , kendi sağlığını ihmal ederek çok çalışan değerli , unutulmaz arkadaşım Neclâ Bal. Her an yardıma hazır bir  teknik görevli gibi çalışkan bir dost- Şenay Hanım. Yakınım bir hastam  için telefonla aradığımda  en detaylı bilgilerle yardımcı olan bir genç görevli arkadaşım Berkin Hanım.  Belleğimde öyle çok isim var ki, Kaynağını sizden aldıkları sonsuz enerji ile çalışan bir "Adsız Kahramanlar" grubu.

Alzheimer Hastalığının zor ve acı yanlarını bilen bir hasta yakını olarak bloğumda farklı zamanlarda  (Amatörce) anılar, denemeler, öykü ve şiirler yazdım.  Çok önemli saydığınız "Farkındalık ve hastalığı kabullenme"  konularında birey olarak da toplum olarak da Sağlık çalışanlarına yapabildiğimiz ölçüde yardımcı olmamız gerektiğine inanıyorum. Bu mektubu da Koruyucu Hekimlik, Halk ve Toplum Sağlığı konularında özveriyle, emek ve çaba harcayarak, inanarak çalışan sizin gibi güzel insanlara içten, yürekten gelen bir teşekkür , minnet ve vefa duygularımın  aktarımı olarak sayın lütfen. 

Makbule ABALI

Urla-22 Temmuz 2024





19 Tem 2024

KISACIK BİR TATİL-BİR BAŞKA DÜNYA...



Eskilerin sık kullandıkları bazı Atasözlerimiz ve deyimlerimiz ne güzeldir. Uzun açıklamalara, kelime oyunlarına ihtiyaç duyurmaz. Ne söylemek istediğinizi bir çırpıda söylersiniz. Çoğu kısadır, nettir, düşündürür, yönlendirir. Bazısı bulmaca gibidir, anlamına ulaşmak için biraz kafa yormak gerekebilir. 

"Tebdili mekânda ferahlık vardır. " Çocuklar ve gençler pek bilmeseler,  kullanmasalar da, orta yaş ve üstü bireyler  her zaman uygulayamasalar da kullanınca rahatlar ve mutlu olurlar.  Bizim kuşak için mutluluk küçük ayrıntılarda gizlidir;  kimimiz için bir piknik alanı-bir kır kahvesi, bir su başı , bir yayla  aranan yer olabilirken bazılarımızın hayalleri bütçeleriyle doğru orantılı, olarak yurt dışı geziler, lüks oteller, büyük tatil köyleriyle buluşur. Elbette "İnsan hayal etiği müddetçe yaşar." O hayaller ki bazen insanı bulutların üstünde gezdirir, bazen de beklenmeyen durumlarda tepetaklak yere  indirir! 

Çok kısa bir süreliğine de olsa biraz rahatlamak için mekân değiştirmek günümüzde çok da kolay değil. Ekonomik koşullar tatilleri ihtiyaç olmaktan çıkardı, lükse dönüştürdü. Ancak bazen insan öyle zor günler yaşıyor ki gene sözler, deyimler kulaklarınızda çınlıyor; "...Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. " Günlerce sağlık için koşturan insanlar kısacık bir değişimi de özlüyorlar...




Hayatım boyunca çok kalabalık, gürültülü ortamlarda, tatil köylerinde tatil yapmaktan keyif almadım. Üst düzey harcamalar doğrultusunda belirlenen fiyatlar, büyük ve çok çeşitli porsiyonlarla alınan öğünler, israf edilen, atılan yiyecekler... 
 
Yıllar önce Burdur'da görev yaparken yaz tatillerinde çocuklarla birlikte, arka ve üst bagaj dopdolu Anadol'umuzla çıktığımız çadırlı kamp yerlerinde kalmanın tadı bir başka olurdu.  Uygun kamp yeri bulamazsak pansiyon veya apart otellerde kalırdık.  Ege'nin güzel küçük kasabalarını öylece tanımıştık. Mersin'in güzelim ince kumlu plajları  (Susanoğlu ) gibisini bulamasak da çamaşırlıkları, tertemiz tuvaletleri ile ne güzel yerlerde kaldık.

Marmaris, Çubucak, Küçük kargı Orman Kamplarını nasıl unuturuz.  Zamanla insanların bedensel ve ruhsal durumları,  farklı tatil arayışlarını da beraberinde getiriyor. 
Ülkemizin ekonomik koşulları en üst dereceden emekliye ayrılmış olanlar için bile tatilleri düşlerde yaşatırken bu yıl üzücü sağlık problemleri zorunlu biçimde "Tebdili mekânda ferahlık vardır." sözünü zihnimizin bir köşesine yerleştirdi. Ama nereye, nasıl, ne zaman...?

Çözüm önerisi , kızımın öğretim görevlisi olarak birlikte çalıştıkları, birkaç kez birlikte çok uyumlu tatiller yaptıkları can dostu, nikâh şahidi sevgili Zeynep'ten geldi. "Ah yakın olsa, düz ayak olsa, çok sıcak olmasa... " dileklerimize Zeynep "Tam Makbule Teyze ile Ahmet Amcam için bir yer "diyerek açıklamalarını sürdürdü. Ailece 5 yıldır gittikleri ve çok memnun kaldıkları bir yer. Sevgili Zeynep bizim için en güvenilir kaynaklardandır, Bu  bir kez daha kanıtlandı.
(Sezgi'nin okul arkadaşı sevgili Aslı ve tatlı kızı Begüm'ün  de bu tatilde uzaklardan gelerek özlem gideren ziyaretlerini unutamayız.)

Karar vermemiz çabuk oldu.  Gideceğimiz yer Bodrum yakınlarında Göltürkbükü'nde bir tesis. Kızım  Sezgi yer ayırtma işlemini üstleniyor. Deneyimli bir iletişim ustası olan, tesiste yıllardır çalışan  Resepsiyon şefi  Mustafa Beyle görüşüp iki oda ayırtıyor. Temmuz Ayı  içinde  belirli bir süre fiyatlarda indirim uygulanıyor.  3-4-5 Temmuz  bizler için olabilecek en uygun tarih. 

Fazla hazırlığa gerek yok. Yıllardır sürdürdüğüm planlı liste yapma alışkanlığım devreye giriyor. Listenin en başında kullandığımız ilaçlar var. O sabah saat 6.00 'da uyanıyor yolluk olarak çocuklara bir poğaça pişiriyorum. Ne olur ne olmaz, yanına meyve, küçük tabak ve çatallar ekliyorum. Damadımız Can işi nedeniyle katılamayacak, arabayı Sezgi kullanacak. Eşim kızının kaptanlığına güveniyor, emin ellerdeyiz. Emniyet kemerlerinin öncelikle takılması ilk iş.

"Yolumuz üç saat kadar "deyince rahatlıyoruz. 40 yıl ustalıkla araba kullanmış eşim ön koltukta ben arkada , iki yanımda kocaman yastıklarıyla iki tatlı kız arasındayım. Aralarında yerleşme  konusunda  zaman zaman  tatlı çatışmalar oluyor.  Müzik, bulmacalar, çizgi filmler, küçük atıştırmalar... bazen yeterli olmayabiliyor, ihtiyaç molaları veriyoruz. Bu arada sevgili Zeynep sorumluluk almış vefalı bir dost kimliğiyle Mustafa Bey'i defalarca arayıp  bizleri de bilgilendiriyor.



Beş buçuk saatlik bir yolculuktan sonra Bodrum'a girmeden otelimize ulaşıyoruz.  Yazın en sıcak günlerinden birinde; ağaçlar , çiçekler içinde serinletici bir mekân ve güler yüzlü insanlar...  İlk anda "yorgunluğumuza değdi" dedirtebiliyor insana. Ve benim ilk sözüm. "Buraya bir kadın eli değmiş " oluyor. Otel bana bir zamanların bol ödüllü ünlü filmi "Selvi Boylum Al Yazmalım" ı çağrıştırıyor.  Odalarda çok rahat çift kişilik ve tek kişilik ikişer yatak bulunuyor.  Yatak takımları tertemiz Odaların önünde havuza bakan bir balkon ve ahşap bir masa, iki koltuk oturma grubu var. Odalarda klima, televizyon, mini buzdolabı, telefon ve intenet bağlantısı var. 



Bir ikindi çayı içmek için bahçeye çıktığımızda çevremizi meraklı bakışlarla gözlemeye başlıyoruz-insanları değil elbette- doğayı, ağaçları, çiçekleri, düzeni... Ağaçların arasına asılmış kocaman düş kapanları dikkatimi çekiyor. El yapımı küçük objeler, kuşlar ağaçların arasında canlı gibi. Sanki çevredekiler eski dostlar: Selamlaşıyoruz, gülümsüyorlar.  Tuhaf bir duyguya kapılıyorum; sanki bir el sevgi tohumları atmış buraya. Çocuk, genç, orta yaşlı, yaş almış her gruptan insan var. Gençler, sporcular, ayağı sargıda ya da koltuk değnekleriyle sahile inenler, pusette bebeler....






Çay içerken kurabiye servisi yapılıyor. Kızım Sezgi Zeynep'ten duymuş: "kurabiyeleri nefistir." Gerçekten çok farklı bir kurabiye bu; İki katlı, içi dolgulu, pudra şekerine bulanmış, ağızda dağılan farklı bir tat. Otelin sahiplerinden  ( Patron demeye dilim varmıyor, öyle alçakgönüllü ki. ) Macide Hanım'ın her gün hazırlayıp bahçedeki taş fırında pişirdiği , içine çokça sevgi ve dostluk katılmış kurabiyeler... Bu kurabiyelerin tadını bilenler otelin bulunduğu koya teknelerle gelip yedikten sonra dönüyorlar. 

Günün en güzel öğünü sabah kahvaltıları çok çeşitli, sağlıklı ürünlerden oluşmuş. Kendiniz alıyorsunuz ancak garsonlar her zaman yardıma hazırlar. Öğle ve akşam yemekleri seçmeli. Menüden seçiyorsunuz. Öğle yemeklerinde "günün menüsü" seçeneği de var. 3 çeşit daha uygun fiyatlarla sunuluyor. Akşamları sahildeki kumsalın üzerinde, ışıklandırılmış ağaçların altında daha romantik bir ortamda yemek yenebiliyor. Tesisin insana huzur veren bir yanı var. 

Sadece bir akşam yemeğini dışarıda yiyoruz. Bizim gençlerin Binicilik Kursundan arkadaşları Zeynep ( Zeynep'ler hep mi arkadaş canlısı olur? ) öyle zeki, öyle sosyal, ayakları üzerinde yere sağlam basan bu harika genç kızın- çocuk dersem yanlış olur- önerisi ile yakında büyük , güzel bir lokantaya gidiyoruz. Akşamları en hafif öğünümüzdür her zaman. Zeynep "Benim ta çocukluğumu bilir " diyerek işletmeci ile, garson abileriyle konuşuyor, babasının selamlarını iletiyor. Çıkışta memnuniyet katsayımız doruklarda.



Doğa özenle korunmuş, ahşap tavanlardan açılan bölmelerden gökyüzüne yükselen ağaçlar var. 100 yaşında hatta 300 yıllık ağaçlar  bulunuyor. Doğanın kıyıma uğramasına inat, anıt ağaçlar yüreklere su serpiyor. İlginçtir, bu sevgi ile korunan ortamdan diğer canlılar da payına düşeni almış sanki. Yola çıkarken bir çarpma sonucu dizimde morluk oluşmuştu. Lokanta bölümünde orada büyümüş bir köpek ( Paşa) ansızın geldi, başını usulca dizime dayayıp öylece birkaç dakika kaldı. Bir duygu alışverişi yaşadık... 

Çocuklar tertemiz denizden doyasıya yararlandılar elbette. Güvenli, rahat bir ortamda özgürlüğün tadını çıkardılar. Denizi uzaktan seven ben ve göz rahatsızlığı nedeniyle eşim denize girmesek de ailece tanıştığımız güzel insanlarla keyifli anlar yaşadık, tanıştık, konuştuk. Sorumluluğunu bilen, işinin ehli, güler yüzlü, saygılı bir çalışanlar grubuyla mutlu olduk. 



Üç günlük kısacık bir tatili bize, üç haftalık gibi kalıcı izler bırakarak yaşatan başta sevgili Macide Hanım'a (Elbette eşi Kemal Bey ve kardeşi Macit Bey'in  manevi destekleriyle) ve her ortamda konuksever tesis  personeline sonsuz teşekkürlerimizle. 

Makbule ABALI- Urla 
Temmuz 2024

















13 Tem 2024

BİR OKUMA ÖYKÜSÜ - (KÖYDEN KENTE OKUMAK )



Bazen düşünürüm; Hepimizin yaşamında belli kesişme noktaları var. Bazen bir yer, bir tarih, bir haber, bir insan, yaşantımızda büyük değişimler yaratıyor. Farklı adlarla değerlendiriyoruz bu durumu;
Rastlantı diyoruz, kader ya da şans diyoruz. Bu değişimler sonrası yollar ya yön değiştiriyor ya da kesişiyor. Asıl yaşam, o yollardan birinde duraksaması değil midir insanoğlunun?

Bu bir kısa öykü. Bir varoluş öyküsü. Yaşamdan bir kesit. Yapı taşları yıllar önce yerleştirilmiş, iyi bir temel oluşturmuş. Tamamı anlatılsa bir kitap olur belki. 
Bir dağ köyünde 14 yaşlarında bir erkek çocuk. İlkokulu aynı köyde bitireli 2 yıl olmuş. 5 erkek, 2 kız 7 kardeşler. 
Babasına iş gücü lazım. O da dağlarda hayvan otlatıyor, tarlada ekin biçiyor, harman kaldırıyor. Ürettikleri ürünlerle geçimlerini sağlıyorlar. 

Ancak anılarında unutamadığı bir gün var; tarlada toza toprağa bulanmışken babası yüzü asık bir şekilde gelir. Yazıyı göstererek "Sınavı kazanmışsın, okula çağırıyorlar" der. Birbirini çok seven iki kişide o an mutluluk-mutsuzluk çatışması yaşanmaktadır." Gitmek mi zor, kalmak mı " çelişkisidir bu. 

O yıllarda Mersin-Arslanköy arasında toplu taşıma araçları yoktur. Yol yürüyerek 24 saattir. Yolun yarısında mola verilir, ağaçların altında yatılır. Gecenin ayazı iliklerine işler. O yıllardaki çocukların en büyük hayali okumak, bir meslek sahibi olmak. Özellikle dağ köylerinde yaşayanlar için okumak, bir başka dünyaya adım atmaktır. 

Günümüzde Finlandiya'nın , bazı kuzey ülkelerinin hala örnek aldığı, fakültelerde tez konusu olan bir eğitim modelidir Köy Enstitüleri. İlkokuldan sonra 5 yıl. Okul öncesi ve okula girişte iki ayrı sınavdan geçiyorlar. O yıllarda kurulan 21 tane Köy Enstitüsü tarıma elverişli topraklar üzerinde inşa edilmiş. Okul inşaatlarında öğrenciler de çalışmış. Okulda tarıma dayalı uygulamalı iş eğitimi ve kültür dersleri verilmesi amaçlanmış.

Haziran döneminde okulu bitirenler ilkokul öğretmeni olarak Temmuz-Ağustos aylarında göreve başlıyorlar. 
Köy Enstitülerinde genellikle büyük bir kütüphane, çeşitli enstrümanların bulunduğu bir müzik odası, çeşitli atölyeler bulunuyor. Öğrenciler yemeklerde okul bahçesinde yetiştirdikleri sebze ve meyveleri yiyorlar.

Her gün önce topluca sabah jimnastiği yapılıp ardından 45 dakika etüt saati uygulanır ve kahvaltıdan sonra derse girilirdi. Okula gelinceye kadar hiç kitap okumamış, eline müzik aleti almamış çocuklar için okul, bir gelişim ve değişim merkeziydi adeta. Yılda en az 25 kitap okuyorlar, mutlaka bir enstrüman çalmayı, klasik müzik dinlemeyi öğreniyorlar.

Enstitülerde kazandırılan çok önemli bir başka özellik;
Sormayı, sorgulamayı, eleştirmeyi, hak aramayı davranış olarak kazanıyorlar. Her cumartesi sabahı sorunları dile getirmek için toplantılar düzenleniyor. Bu toplantılara yöneticiler, ilgili öğretmenler, öğrenciler hatta bazen Bakanlık yetkilileri katılıyorlar. Öğrenciler rahatlıkla yöneticileri eleştirebiliyorlar. Anlattıkları dikkate alınıyor. Haklı oldukları konularda gerekli düzenlemeler yapılıyor.

İlk bölümde okuma öyküsünü anlattığım eşim Ahmet Abalı, ilk iki yılına  Antalya Aksu Köy Enstitüsü'nde başlamış. Enstitüler kapanınca okul, "Aksu  İlk Öğretmen Okulu" adını almış. 5 yıllık eğitim 6 yıl olmuş. Kültür dersleri arttırılmış, tarım ve iş dersleri azaltılmış. Okulda gene yatılı öğrenci olarak devam etmişler. Okul bitince Diyarbakır Silvan İlçesine ilkokul öğretmeni olarak  atanmış, 4 yıl orada görev yapmış. O yılların Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, mezun olan her öğrenciye kutlama mektubu gönderirmiş.

Köy Enstitülerinden çok donanımlı öğrenciler yetişmiş. Sonradan  fakültelere girerek ortaokul ve lise öğretmeni, doktor, eczacı, mühendis, avukat, hakim olanlar var. Çok sayıda ünlü şair, yazar, sanatçı, Adalet Bakanlığında Yüksek Hakimler Kurulu üyesi olan var. 

Eşim 8 yıl başarılı İlkokul Öğretmenliğinden sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü (Gazi Eğitim Fakültesi) sınavlarını kazanarak  Pedagoji bölümünü bitiriyor, Eğitim Müfettişi oluyor. (27 yıl  da müfettiş olarak çalışıyor.) 

Yıllar sonra bir gün Ankara'da , geçmişte ilkokuldan mezun ettiği öğrencileriyle karşılaşıyor. Çoğu üniversite mezunu, bir meslek sahibi  olmuştur. Yıllar öncesinden üstün görev anlayışıyla çalışan eğitimcilerin bir başarı belgesidir bu. İdealist öğretmenlerin ülkenin her yöresinde güzel işler yaptıklarının bir kanıtıdır.

Köy enstitülerine ön yargıyla bakmamak lazım. Savaş sonrasının yoksul Türkiye'sinde adeta mucizeler gerçekleştirmişler. Türkiye koşullarına uygun bu eğitim-öğretim modeli keşke sürdürülebilseydi. Kayıplar değil, kazançlar gündeme gelirdi bugün. 
Bugün Köy Enstitülerinin 78. kuruluş yıl dönümü.

Yitirdiğimiz, keşke yaşatılabilseydi dediğimiz değerlerimizden biri. Uzun, taşlı yollardan, köylerden kentlere uzanan yollar. Bu yollardan geçerek bir meslek sahibi olmak, ülkesinin kalkınmasına katkıda bulunmak isteyen çocuk ve gençlere yardımcı olmak gerek...

Makbule ABALI
17. 04. 2018

Not:Blogda Köy Enstitüleriyle ilgili başka yazılar da var. Okumak isterseniz:

17 Nisan 2015 Bir zamanlar Köy Enstitüleri.
17 Nisan 2016 Orada Bir Köy var uzakta. 


13 Temmuz 2024 notu: Yıllar öncesinden yıllar sonrasına... 
Yarın 14 Temmuz. Kamuda görev yapma isteğindeki tüm adaylar yeni bir sınava katılacaklar. KPSS (Kamu Personeli Seçme Sınavı)
 
Tüm adaylara kendilerini, yeteneklerini kanıtlayabilecekleri başarılı bir sınav ve ardından adil bir Ölçme- Değerlendirme Sistemiyle yerleşecekleri görevler diliyoruz. Hak eden kazansın... 






10 Tem 2024

ÇOCUK OLMAK- DÜNYAYI ÇOCUKLAR GİBİ ALGILAMAK... ( BCP-6 )**

 


Hepimizin bir çocukluk hikâyesi vardır; İyi ya da kötü hatırlanan, olumlu ya da olumsuz izler bırakan, sonraki yılları, dönemleri etkileyen bir çocukluk tablosu... Uzmanlar, çocuk psikologları, pedagoglar, çocuklukta özellikle 7 yaşına kadar kazanılan davranış modellerinin sonraki yılları ve kişiliği büyük ölçüde etkilediğini söylüyorlar.  

Çocuklara olan sevgim ve ilgim, alan ve  meslek seçimimi de etkiledi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Pedagoji (Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık)  Bölümünü bitirdikten sonra çocuklar ve gençlerle ilgili olarak çok çeşitli alanlarda çalıştım. Adana Rehberlik ve Araştırma Merkezi'nde uzman olarak zekâ ve kişilik testleri uygulamaları, zihinsel engelli çocuklar, üstün yetenekli çocuklar, anne-babalara, sınıf öğretmenlerine rehberlik alanlarında görev yaparken liselerde psikoloji ve felsefe derslerine girdim. Akdeniz Üniversitesine bağlı Burdur Eğitim Fakültesi'nde Öğretim Görevlisi olarak çalıştım. Emeklilik sonrası çağdaş bir Dershanede 10 yıl Rehber Öğretmen olarak çalıştım. 

Blogda yer alan yazı, şiir, öykü ve denemeler çok severek, sorumluluğumu bilerek görev yaptığım o yıllardan geriye kalan anı ve birikimlerden oluşuyor. Bir eğitimcinin hayata bakışı, düşünce ve fikirleri olarak da değerlendirilebilir. Kendine, çevresine, öğrencilerine  yetebilen iyi bir okur-yazar ve öğretmen olabilme kaygısı,  yaşamımın her dönemine damgasını vurmuştur. 

Her çocuğun ayrı bir dünya olduğuna içtenlikle inanıyorum. Öyle bir dünya ki; başlangıçta saf, duru, tertemiz. Yıllar geçerken yakın ve uzak çevresindeki her şey, her etkileşim onun kişiliğinin, karakterinin oluşmasına katkıda bulunuyor.  Ünlü bir düşünür şöyle diyor: "Çocuklar donmamış beton gibidir. Üzerlerine ne düşse iz bırakır." 

Çocuklarla görüşmelerimden unutulmaz cümleler kalmış belleğimde. Bazen gülümseyerek, bazen şaşırarak,  kimi zaman hayranlıkla ya da umutla kimi zaman da hüzünle hatırlıyorum  o tazecik beyinlerden, yüreklerden dökülen o sansürsüz, abartısız, içtenlikle dile getirilen sözcükleri:

"Ne çok yağmur yağdı anne.  Yoksa Allah baba ağlıyor mu? "

" Küçücük kuşlar dağları, denizleri aşıp gidecekleri yolu nasıl buluyorlar? "

"Babamın omuzlarında gezinmeyi seviyorum. Ama annemin dizlerine yatıp uyumayı da çok seviyorum. Yumuşacık bir yastık gibi..."

"Oturma odasındaki yemyeşil halıda oynamayı çok seviyorum.  Sanki parktaki çimenler gibi. "

"Güneş akşamları evine mi gidiyor abla? " 

"Bütün öğretmenlerin uzun upuzun sopası var mıdır? "

" Ay dedenin torunu nerede yaşar...? " 

Çocuklar keşke yetişkin olunca da merak etseler, sorsalar, cevap arasalar... 23 Nisanlarda çocuklar büyüklerin koltuklarına oturup sorular sormaya başlayınca herkes gülerek izliyor. Oysa benzer soruları yetişkinler sormaya başlayınca neden yüzler asılıyor...? Giderek suskun ve sormayan, sorgulamayan bir toplum oluşumuzun temel nedenlerinden biri bu olabilir mi acaba? 

"Çocukla çocuk olabilmek" ne güzel bir deyiştir. Onu ciddiye almak, adam yerine koymak, kendine özgü (eskilerin deyişiyle nevi şahsına münhasır ) bir varlık olduğunu unutmamak.  "Çocuklarla konuşurken onların hizasında olmaya özen göstermek."  İçtenlikle katıldığım bir düşüncedir. 

Bu toplum; insanı aşağılamayı, hor görmeyi, karşısındakiyle  alay etmeyi, yok saymayı, yüz yüze değil arkadan konuşmayı, vefasızlığı, yalan söylemeyi vb. davranışları ne zaman benimsedi? Masum çocuklara, geleceğin yetişkinlerine bu davranış kalıplarını nasıl aktardı?

 Toplumbilimciler, davranış bilimciler, eğitimciler, sanatçılar, İNSAN'ı anlamaya tanımaya yönelmiş her meslekten kişiler bu konuda fikir üretip inceliyorlardır herhalde! Yoksa bir zamanların ünlü deyişi gibi:" Bana sual sorma, cevap müşküldür, her sırrı ben sana açamam hocam..." diyenler mi çoğaldı...? 

Ünlü kişilerin hayat hikâyelerini okuyup, geçmişte nasıl  bir çocukluk dönemi yaşadıklarını öğrendikçe pek çok şeyi daha iyi anlıyor, aydınlanıyoruz elbette. Çocukların dünyasını lütfen karartmayalım, onları yaşam boyu karanlığa, güvensizliğe, maskeli kılıklara, farklı kimlik ve kişiliklere sürüklemeyelim. Yaşanmış ama yok sayılmış, unutulmaya çalışılmış her travma,  geleceğin sorunlu bireylerini ve karmaşık toplumlarını yaratıyor. 

Uluslararası alanda çocuklarla ilgili çalışmalar, araştırmalar yapan, yardım sağlayan ciddi kurum ve kuruluşlar da var. UNİCEF (Uluslararası Çocuklara Yardım Fonu)  yıllardır başarılı çalışmalar sergiliyor. Unicef2in Türkiye iyi niyet temsilcileri: Yazar Ayşe Kulin, sinema ve tiyatro oyuncusu Ali Poyrazoğlu, Bilkent Senfoni Orkestrası, Devlet Sanatçısı Piyanist Gülsin Onay, Piyanist Duo Ferhan ve Ferzan Önder, Müzisyen Ferhat Göçer,  Sinema-dizi oyuncusu Kıvanç Tatlıtuğ, Tiyatro sanatçısı Müjdat Gezen. Gazeteci, TV yapımcısı Tayfun Talipoğlu, flüt virtiözü Şefika Kutluer, Sinema oyuncusu Türkân Şoray,  Sinema ve dizi oyuncusu Tuba Büyüküstün, Tiyatro ve Devlet sanatçısı Yıldız Kenter.

 ** Bu yazıyı BCP(Blogları Canlandırma Projesi) kapsamında yazdım. Haziran Ayı temaları "Korku, polisiye, gezi ve çocuk" idi. Ben ÇOCUK  konusunu seçtim. Çocuklar söz konusu olunca yazılacak öyle çok şey var ki. Yıllardır onlarla ilgili görüş ve düşüncelerimi, gözlemlerimi içimden geldiği gibi aktarmaya çalıştım. Pek çoğu blog paylaşımlarım arasında yer aldı. Yazımı bitirirken yıllar önce yazdığım bir şiirimi eklemek isterim.



ÇOCUKLARIN DÜNYASI

Çocuklar anlar birbirini;

Çocuk diliyle, çocukça, safça

Çocuk kalbiyle, çocuk gözüyle

Bazen beden diliyle, sessizce, işaretle

Ama her zaman dostça, kardeşçe, insanca.

Kırmadan, incitmeden

Kırılmadan, gücenmeden.

Çocuklar anlar birbirini;

Dövüşmeden, savaşmadan,

Yaralamadan, berelemeden

Çarpışmadan, vuruşmadan

Kansız, bıçaksız, silâhsız.

Kızsa bile az sonra barışır, 

Art niyetsiz öpüşüp kucaklaşır.

Mal mülk davası olmaz,

Paraya gereksinim duymaz

Elindekini avucundakini paylaşır

Yanı başındakiyle, en sevdiğiyle...

Kuşlar, balıklar, böcekler, kelebeklerle konuşur,

Çiçekler, ağaçlar, hayvanlarla tanışır, selamlaşır.

Dünyanın bütün dilleriyle

Ya da kendi dilinde, kuş diliyle.

Yüreği kuşlar kadar hafif,

Dertsiz, tasasız, kuşlar gibi özgür.

Elinde uçurtması, sek sek taşları, bazen bez bebeği

Oynar, zıplar, dans eder,  selâm verir dünya çocuklarına

Tüm çocuklar bilir bunları

Çünkü ancak çocuklar anlar birbirini...


Makbule ABALI -  (2O13' den 2024'e )





26 Haz 2024

BİR YAZ ŞİİRİ- TELEZAMAN-Gülten AKIN



TELEZAMAN 

Deniz uzaklaşıyor gitgide

Ufuk çekiliyor

Kumsal genişliyor

Kısalıyor adımlarımızsa


Kumlar mı?

Makine ölüleri, füze artıkları, sakat uydularla

Barbar medya, gazeteler, zor söylemleri

Bilimsiz karmaşa

Yaz oysa

En güzel orda yazlardı


Kabuklaşabilir akrep kendi hızında

Yılanların dertleri demirden

Düşlerimiz kırılıp ufalanıp

Gelincikler soluyor dokunmadan

Deniz uzaklaşıyor


Deniz uzaklaşıyor gitgide

Uçurumlar akan ırmak o deli

Yok şimdi

Yalnızlığın damarını besliyor 

Kirli yoğun kandırılmış suyla


Biz mi? Biz değiliz, önceki dün bugün başka

Dokumuzu değiştiriyorlar hızlı vuruşlarla

Tutunamıyoruz ilgilerimize, sevgilerimize

Ve aşka

Deniz uzaklaşıyor


Gülten AKIN








22 Haz 2024

YAYLADA UZUN GÜNLER......


Günlük uyku ihtiyacı kişiye göre değişebilir. Bazen 8 bazen 9 saat. Ama yayladaysanız uzun, yorucu bir günün sonunda daha erken yatma ihtiyacını duyuyorsunuz. Sabah gün erken başlıyor. Erken kalkınca tüm gün de verimli oluyor. Sabah güneşi aydınlanmayı sağlarken kuşlar cıvıltılarıyla eşlik ediyorlar.


Beldede yaşayanların bahçeleri genellikle evlerden uzak mesafede. Oraya gitmek için erken yola çıkmak gerek. Sabah kahvaltısı çoğunlukla çay ve sıkma. Ya da yufka ekmek yanına tulum peyniri. Gün uzundur yaylalarda. Yapılacak çok iş vardır. İş bölümü yapılmışsa iş de kolaylaşır. Bazen buğday kaynatılır, kurutulur, değirmende bulgur olmak için yola çıkar.

Bazen komşularla imece usulü uzun süreli yufka ekmek yapılır, domates, biber salçası hazırlanır. Sırada reçel ve marmelat vardır. Bazen de meyvelerden pestil yapılır. Çevrede çok yararlı otlar var. Yayla halkı bu konuda çok duyarlı ve bilinçli.

Bizim bahçede semizotu (bu yörede tokmakan deniyor.)özgürce yayılmış. Çevredeki pek çok ev yararlanıyor. Kesildikçe daha çok veriyor. Yemeği, böreği, salatası  yapılarak çok çeşitli şekillerde kullanılıyor.


Kuşlar bu yıl da bizi yalnız bırakmadılar. Kırlangıçların yaptığı yuvalara serçeler de konuk oldu. Ben kuşların bereket ve güzellik getirdiğine inanıyorum. Doğanın küçük aksesuarları. Bahçede iki sulama havuzu ve damlama teşkilatı var. Sulama havuzlarına kurbağalar konuk olmuşlar. Gece oldu mu bir kurbağalar korosu başlıyor.


Havuza bir miktar göktaşı atılınca rengi çok tatlı bir maviye dönüşüyor. Bu uygulama bahçedeki ürünler için de yararlı. Eşimin 3 yaş küçük kardeşi Mustafa Abinin bahçede çok emeği var. Kahvaltılarda,  yemeklerde birlikteyiz. Benim çiçek sevgimi biliyor, sağ olsun bahçe gözlere şenlik. Öğleden sonraları dinlenme molası gibi çay saatlerimiz var. Yanına atıştırmalık bir şeyler mutlaka ekliyorum.  İçine sevgi katılmış ürünlerin kokusu çiçek kokularına eşlik ediyor.. 



Beldeye uğrayan satıcılar çok renkli bir görüntü oluşturuyorlar. Kamyonetlerde ellerinde hoparlörle mutfak eşyaları satanlar, sebze satanlar  ya da kilim alıp halı, paspas, battaniye satanlar.  Ne yazık, pek çok köy evinden güzelim kilimler gitmiş, yerlerini makine halıları almış. Arada bakır tencere, sahan ve siniler de alüminyum tencerelerle yer değiştirmiş. Eskinin, geçmişin değeri henüz tam anlaşılamadı. Nedense ülkemizde parıldayan her şey daha değerli sanılıyor...

Yayladaki çocuklar erken olgunlaşıyorlar. Çünkü ailedeki işbölümü içinde sorumluluk almalar ı gerekiyor; kardeşine bakmak, çalı çırpı toplamak, yemek yapılırken yardımcı olmak, bazen hayvanları otlatmak... Doğal ortam içinde , doğal gıdalarla doğanın düzenine uymak.
Büyük-küçük bunu başarmaya  çalışıyor. 100 yaşını aşan insanlar var. Ömür burada uzuyor galiba. Dağların doruklarına  doğru kayıt altına alınmış "anıt ağaçlar" var. Sanki insanlar da, diğer canlılar da bu güzel ortamda yayılan enerjiyle kendini tazeliyor.





Buralarda güneşten koruyucu, üstü tente veya asmayla, sarmaşıkla kapatılmış oturma düzenlerine" talvar" deniyor. Talvarın altı, konuk ağırlama için gölgelik, serin bir mekan oluyor. Fotoğrafta görülen talvarın altındaki koltuklar ve sehpa bir mobilya mağazasından alınmadı. 
Burada yaratıcı bir bakkalın, büyük mağazalarda satılan  ürünlerden ilham alarak ahşap malzemeyle yaptığı ürünler. Böyle bir girişimciliği  takdirle karşılıyor, maddi destek sağlıyoruz. Biz zevkle kullanırken görenler de çok beğeniyorlar..


Yaylada eşim ve ben konuk ağırlamaktan hoşlanıyoruz. 
Hele çocukluk arkadaşlarıyla karşılaşınca eşim çok mutlu oluyor. Güzel, sıcak sohbetlerle saatler geçiyor. 
Ünlü yazar Osman Şahin ilkokuldan çok sevdiği sınıf arkadaşı. Onların zor koşullarda geçen çocukluk öykülerini ben de ilgiyle dinliyorum.
Evin altı eskiden toprak zeminli elma deposu iken bazı değişikliklerle bir oturma düzeni oluşturduk. Mutfak tezgahı, banyo, tuvalet eklendi. Taş evler yazın kavurucu sıcaklarında doğal klima etkisi yapıyor. Kışın da ılık oluyor. 


Sabah 07.00'den akşam 19.30'a kadar Belediye otobüsleri Mersin-Arslanköy arasında seferler düzenleniyor. Bazen günübirlik gelip dönülüyor.
Deniz seviyesinden 1500 m. yükseklikte insanın aklına kar geliyor doğal olarak. Piknik yolu üzerinde bir oturma düzeni oluşturulmuş. Yaylacılar karsambaç satıyorlar. Yaylanın en doğal ve en güzel tatlısı karsambaç. Hatta sağlıklı da denebilir. Katkı maddesi yok. Dağların doruklarından  alınmış temiz kar yontularak  üstüne pekmez veya bal dökülmesiyle oluşan bir tatlı. Bu yıl çeşidi çoğaltmışlar; vişneli, çilekli, kirazlı ve karışık çeşitleri de var. Hemen yakınında sıkma, börek, ayran, mısır satılan bir yer de var. 


Bu yıl iki gün süren 3. Şaymana Müzik Festivali bile yapıldı. Sloganı: "Çadırını al da gel" idi. Şaymana çok eski bir mağaranın adı. Bu adı taşıyan bir sosyal tesis de var. 
Burada yemek kültürü çok gelişmiş. Topalak çorbası, öğcel, sarımsaklı köfte, içli köfte, kabak çiçeği dolması ilk anda aklıma gelenlerden. İlginçtir, kabak çiçeği günün ilk ışıklarıyla toplanıyor. Sonraki saatlerde içine kapanıyor. Dişi çiçekler kabak olarak yetişiyor, dolması yapılamıyor. Sanki özgürlüklerini kanıtlıyorlar böylece. Ya da eşleriyle güzel bir işbirliği yapıyorlar. Doğa kendi düzenini sağlamış. Kabak çiçeği dolmasını hepimiz çok seviyoruz. 


Yaylada günler uzun. Gün doğumundan gün batımına kadar yaşam bir koşturmacayla sürüyor. Ama çalışmaktan şikayetçi değil bu insanlar. Mutlular. Belki o yüzden birkaç saatlik uykudan  sonra güneşin ilk ışıklarıyla zinde kalkıp yeni güne hazırlanıyorlar. Yeni bir gün yeni umutlar, yeni beklentiler demek.


Ama insanoğlu dünyanın her yerinde doğal afetlerle mücadele ediyor. Yağmur, sel, dolu, deprem...5 Ağustos günü ansızın bastıran olağanüstü bir yağmur , fırtına ve dolu herkesi zamansız yakaladı. 40 dakika içinde yerler bembeyaz oldu. Ağaçlar meyvelerle donanmışken yapraklar ve meyveler hızla döküldü. Üreticinin şansı ve kazancı, doğayla ve hava durumuyla iniş çıkışlı.
Bazen kar, bazen fırtına, yağmur ya da dolu... Varsın olsun.  İnsanoğlu her şeye hazırlıklı. Yaşadıkça umut hiç tükenmiyor ki... 

Çiçekler de bahara kavuşmuş gibi öyle güzel açmışlardı  ki. Ama onlar da biliyor ki daha yaşanacak nice yazlar var...

Makbule ABALI
Arslanköy Ağustos 2016 

NOT: 2016 yazında yazdığım bir yayla yazısı.  Mersin'den İzmir Urla'ya gelişimizin üçüncü yılını yaşıyoruz. Eşim doğduğu yeri, yöre insanlarını özlüyor tabii. Bu yazımı , yorumlarla birlikte tekrar  okurken  anı tazeledik...










19 Haz 2024

AĞAÇ EV SOHBETLERİ-252 "NERDEEE O ESKİ BAYRAMLAR DİYENLERDEN MİSİNİZ?"

 


Bugün 2024 Haziran Ayında bir Kurban Bayramı'nın daha son gününü yaşıyoruz. Yıllar sonra kim bilir nasıl hatırlanacak, nasıl anlatılacak...? Her özel gün, diğer sıradan günlerden  belki biraz daha farklı biçimde yaşanıyor, hepimizin hafızasında farklı izler bırakıyor; Tıpkı farklı yaşamlar, farklı tatlar gibi. Mutluluk- mutsuzluk, coşku- hüzün,  kırgınlık- hoşgörü gibi değişik duygu ve davranışlar yaşamın o hızla dönen çarkında fırsat bulunca yeniden belleklerimizi tazeliyorlar. Şimdi söz onlarda...

Bloglarda uzun süredir her hafta bir konu seçilerek devam eden "Ağaç Ev Sohbetlerinin " 252. haftadaki  konusu : "Nerde o Eski Bayramlar Diyenlerden misiniz ?"  Haftanın konusunu çok kez olduğu gibi "Sade ve Derin Blog " arkadaşımız sevgili Derin belirledi.

"Her insan ayrı bir dünya" olduğuna göre ben kendi iç sesime kulak verirken siz de zihninizde yıllar öncesinin anılarını hatırlamaya çalışın lütfen. Zamanında iç seslerimizi duymazsak gün gelir; suskun, sessiz bir toplumun  bireyleri gibi beklenmedik zamanda, beklenmedik biçimde söz hakkı isteyebiliyorlar.

Hayatım boyunca geçmişteki güzel değerlere. insani davranışlara, güzel insanlara bağlı kalmaya özen gösterdim. Bu elbette yaşanılan zamanı, gelecek günleri toplumsal değerleri tutucu ve bağnaz bir biçimde reddederek tamamen geçmişe tutunmak biçiminde olmadı. Bir olayı ya da kişiyi değerlendirirken ön yargılı  ve art niyetli olmamayı, çağdaş ve bilimsel değerlerin ışığında kararlar vermeyi ön planda tutmaya çalıştım. İnsana saygı ve adilane çözümlerle sağlıklı sonuçlara ulaşabilmek,  şiddete başvurmadan olayları ve kişileri anlamaya çalışmak, hayatı yaşanabilir kılmak... İlke ve prensiplerinizi  koruyarak kendinizi geliştirmeye çalıştığınızda  daha çabuk yol alıyorsunuz.

Eski Bayramları düşündüğümde; hemen "Evet çok güzeldi" ya da "Hayır hiç özlemiyorum, aramıyorum " diyerek tek yönlü bir değerlendirme yanlış olur, kişileri yanıltmak olur diye düşünüyorum: İnsanın kişiliği çok değişmese de, koşullar ve çevresel değişikliklere bağlı olarak çocukluk, ergenlik, gençlik dönemlerinde dünyayı farklı gözlemliyorsunuz. Yetişkinlerde de yaş aldıkça dünyanızın daha hoşgörülü, olgun , değerbilir olmasını istiyor ama bir ergen gibi eleştirmekten sakınmayarak  gerçekleri kararlılıkla dile getiriyorsunuz.

Eski bayramları farklı evlerde, farklı çevrelerde, farklı insanlarla büyük kentlerde, veya kırsal kesimde, dağ köylerinde gözleme şansım oldu. Yıldan yıla değerler değişti, adetler, gelenek ve görenekler başkalaştı, İnsan farklılaştı,  Hepimiz bu değişimlerden iyi-kötü payımızı aldık. Mevsimler, iklimler bile değişirken, teknolojik hamlelerle zekâmız bile sınanırken tüm dünyada İNSAN giderek daha yalnız ve çaresiz kaldı ..



* Geçmiş bayramlar; içinde sevgi, mutluluk, hoşgörü, iyi niyet, vefa, merhamet, güven, inanç barındırırdı.

* İnsanlar yoksul ama mutluydu. Yardımlar gösterişsiz, abartısız yapılırdı. Tok açın halinden anlardı. 

* İnsanlar aza kanaat etmeyi bilirler, lüksten, gösterişten, ihtişamdan değil, sadelik ve  temizlikten, hatır-gönül almaktan mutlu olurlardı. Bayramlar kırgınlık ve küslüklerin sonlanmasına vesile olurdu. 

*Selamlaşma, hatır gönül sorma, paylaşma sıradan günlük ya da özel günlere has değil. kalıcı davranışlar olarak büyüklerce çocuklara aşılanırdı. 

 * Bayram telâşı, bayram temizliği, bayram alışverişi, bayram yemekleri, bayram tatlıları bayram ziyaretleri günler öncesinden düşünülür, planlanırdı. Arife  günü mezarlıklara gidilir,  vefat etmiş yakınlar , sevdiklerimiz unutulmazdı. 

 * Borcu olmayan kurban kesmekle yükümlü sayılırdı. Kesile kurban üç grup düşünülerek dağıtılırdı: Üçte biri eve, aileye ayrılır, üçte biri yoksullara, et alamayanlara, üçte biri de komşu ve akrabalara pay edilirdi. 

* Sebze, meyve bol ve ucuzdu.  Köy kökenli olanlar için hayat daha kolaydı. Yerli malı üretmeye- tüketmeye teşvik vardı. Sümerbank kunduraları, renkli-çiçekli basmaları çok tüketilen kaliteli bayram malzemeleriydi.

*  Bayramların yazılı olmayan kurallarını hatırlıyorum: İki bayram arası nikâh yapılmaz deyişi  vardı. Kurbanlık mutlaka erkek hayvanlar arasından seçilirdi. dişi hayvan kurbanlık olmazdı.

 * Ben her bayram biraz hüzünlenirim: Ulaşılamayan onurlu yoksullar gelir aklıma. Tatlı çalan çocukları düşünürüm; hayatlarında kaç kez evlerine tatlı veya şeker girmiştir acaba. Küçük yerlerde insanlar kurbanlarını kendileri keser bazen.  Köy kökenli olan eşimin ilk kurban kesişini gördüğümde hissettiğim duyguları yazıya dökmem çok zor geliyor. şimdi. "Sen nasıl bir cana kıyabiliyorsun? dediğimi çok net hatırlıyorum. Genellikle köyde durumu çok uygun olmayanlar da önceden alıp besleyerek kurban keserler. Öylece kavurma yapılarak ailenin bir yıllık et ihtiyacı giderilir.

 * Çocuklar için bayram mutluluk  veya mutsuzluk  nedeni olabilir. Farklı bir gün yaşarlar ancak öyle çok şeye tanık olurlar ki; Adana'daki bahçeli evimiz mutluluk yuvası gibiydi. Huzurlu, konuksever, sevgiyle harmanlanmış, güven ve saygıyla sağlamlaşmış bir ev. Orta direk bir aileydik ama gönül zenginliği paha biçilmezdi. Büyük bayram sofralarımızdan  herkes gözü, gönlü, midesi doymuş olarak kalkardı. 

 * Evin düzeninde, temizliğinde, yemeklerin hazırlanmasında hepimizin katkısı olurdu. Tüm kardeşlerin yemek kültürü gelişmiştir.  Ama Sıdıka Ablamızın emeği ödenmez. Hayatın akışı içinde mutsuzluklar da hastalık ve ölümler de yaşandı elbette. Ancak acılara hazırlıklı olması gerektiğini de öğreniyor zamanla insan. 

* Eski bayramlarda emek, yorgunluk, telâş vardı belki ama  İNSAN merkezliydi etkinlikler.. Sanırım o yüzden gülmeyi unutmamıştı insanlar. Birbirine güven vardı, mizah duygusu, şakalaşma dozunu aşmamışsa kabul görürdü.  

* Sohbetlerin konusu sadece ekonomi, yitirdiğimiz değerler, sahtekarlıklar, haksız ve adaletsiz uygulamalar, hayat pahalılığı, bozulan sağlık durumları, eğitim- öğretim kaygıları, iş bulma  güçlükleri değildi. 

* Bayramlar tatil amaçlı değil, anılar biriktirmek için kullanılırdı. Görüntülü telefonlar, kısa mesajlar, yüksek teknolojinin son harikası dijital fotoğraflar belki uzakları yakın kılıyor ama insan insana sohbetin  güzelliğini, insan sıcaklığını  yaşatamıyor.

 *Sadece bayramlarda değil, hayatın her aşamasında, yaşamın her boyutunda insanın acısını gene İNSAN  alıyor. 

* Sağlıkla,  umutla, mutlulukla, huzurla güzel günlere, yıllara...

Makbule ABALI  

19 Haziran 2024  Urla





 

17 Haz 2024

YAŞANMIŞ BAYRAMLAR... (2018 Yılında Yazdığım Bir Bayram Şiiri)



Giden yılların ardından 
Eski bayramları özlemek...
Özlemek belki de eski insanları;
Nazik, tutarlı, saygılı,
Vefalı, hatırlı, içli insanları,
Çıkarsız dostlukları...
Ya çocuklar...?
Bayram sabahları bir tatlı heyecan,
Bir güzel tebessüm yüzlerde;
Belki yeni bir giysi,
Belki yeni bir ayakkabı.
Ev ziyaretleri unutulmaz;
Biraz utangaç, biraz mahcupça..
Verilen hediyeler değişir;
Bir küçük mendil, bir güzel çorap,
Biraz lokum ya da şeker...
Para da verilir ama zordur alması ,
Büyüklerin tembihi vardır;
Başkasından para alınmaz.
Bir çocuğun başının okşanması,
Bir yaşlının elinin öpülmesi,
Ya da içten bir hatır sorma
Bayram yaşatır kişiye. 
Gerçek bayram, insanca kabul görmek,
İnsan olduğunu hissetmek değil midir...?

Makbule ABALI



Yıllar önce bir Bayram sabahı, kız kardeşim Rasime ve ben annemin diktiği bayram elbiselerimizle. 

Yeni bir Bayram... Her yeni gün ,  her yeni bayram yeni bir umuttur.
Sağlıklı, huzurlu, mutlu , barış içinde nice bayramlara... M.A






15 Haz 2024

BİR BABA GİBİ...


Çocuğunu, çocuklarını koşulsuz sevgi ile seven ve bu sevgiyi onlara hissettiren,

Çocuğuna kız ya da erkek, cinsiyet ayrımı yapmadan bağlı olan,

Kaba kuvvete, baskıya, şiddete başvurmadan, ikna gücüyle sorunları çözümleyebilen, 

Güçlü olanın değil, haklı olanın kazançlı çıkacağına inanan, adil davranabilen, 

Çocuklarını dinleyen, anlamaya çalışan, inatlaşmadan birlikte çözüm üreten,

Çocuklarına güvenen, inanan ama gerektiğinde kontrol eden,

Çocuğunun başarılarını görebilen, hatalarını ise aşağılamadan, alay etmeden vurgulayabilen,

Arkadaşlarıyla kıyaslamadan, çocuğunu kendi kişisel özellikleriyle değerlendirebilen,

Çocuklarının; duyarlı, sorumlu, insana saygılı bireyler olarak yetişmesi için uğraş veren,

Her koşulda kendi gençliğini unutmayan, geçmişteki hatalara düşmemek için çaba harcayan,

Haklı olduklarında çocuklarını savunan, haksız olduklarında uygun bir dille uyaran,

Öfkesine, hırsına yenik düşmeden, dinleyerek anlamaya çalışan,

Gerektiğinde çocuğuna "senin baban olmakla gurur duyuyorum" diyebilen,

Çocukların önünde bir tartışma-kavga ortamı yaratmaksızın uyum sağlamaya çalışan,

Kinle, öfkeyle, intikam duygusuyla değil, insani duygularla, paylaşımcı, dürüst, ahlaki değerlere sahip çocuklar yetiştirmeye özen gösteren,

Zamanı gelince çocuğunun artık büyüdüğünü, çocuk değil "genç" olduğunu, bağımsız kararlar alabileceğini kabul eden, onun kişisel kararlarına saygı duyan,

Kuşaklar arası değişimi kabul eden, çocuklarının kendi kişilik özelliklerinden farklı birer "birey" olduğunu düşünebilen, gerektiğinde kendi kararlarını değiştirebilen...

Güzel ve iyi şeyleri gerçekleştirmek kolay değildir. Yorucudur, zaman ister, çaba gerektirir. Ama ortaya çıkan eser güzeldir, tüm zahmete değer. Hele emek harcanan" insan" ise, kayıp değil, kazanç söz konusudur.
Çocuklarını "insan" olarak yetiştirebilmek için büyük çaba harcayan tüm babalara sonsuz saygılar.

Makbule ABALI 








13 Haz 2024

ŞİİRİN RAHATLATICI GÜCÜ: C. S. Tarancı 'dan Şiirler.

 


DESEM Kİ

Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır

Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor

Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini

Ormanların en kuytusunu sende görmekteyim

Senden kopardım çiçeklerin en solmazını

Toprakların en bereketlisini sende sürdüm

Sende tattım yemişlerin cümlesini

Desem ki sen benim için, 

Hava kadar lazım,

Ekmek kadar mübarek, 

Su gibi aziz bir şeysin;

Nimettensin, nimettensin.

Desem ki... 

İnan bana sevgilim inan

Sen bende hüküm sürmektesin. 

Bırak ben söyleyeyim güzelliğini, 

Rüzgarla nehirlerle, kuşlarla beraber.

Günlerden sonra bir gün,

Şayet sesimi fark edemezsen

Rüzgarların nehirlerin kuşların sesinden,

Bil ki ölmüşüm.

Fakat yine üzülme müsterih ol

Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini

Ve neden sonra

Tekrar duyduğun gün sesimi gök kubbede

Hatırla ki mahşer günüdür

Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum

Cahit Sıtkı TARANCI



BİR UMUT

Yorgunsun, uzaklardan gelmişsin;

Yitirmişsin neyin varsa birer birer.

Bir sağlık bir sevinç bir umut...

Onlar da neredeyse  gitti gider.


Dost bildiğin insanların yüzleri

Aynalar gibi kapkara.

Suyu mu çekilmiş bulutların?

Dönmüşsün kuruyan ırmaklara 


Taşlara düşen saat gibi 

Ne artı, ne eksi. 

Bir sağlık, bir sevinç, bir umut

Hikaye hepsi


Cahit Sıtkı TARANCI 



MEMLEKET  İSTERİM 

Memleket isterim

Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;

Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.


Memleket isterim

Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun,

Kardeş kavgasına bir nihayet olsun. 


Memleket isterim

Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;

Kış günü herkesin evi barkı olsun.


Memleket isterim 

Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;

Olursa bir şikayet ölümden olsun. 


Cahit Sıtkı TARANCI



Her mevsimde, her iklimde  şiir dilinin canlılar üzerinde rahatlatıcı, sakinleştirici etkisi var. Ünlü şair Cahit Sıtkı Tarancı şiirleri bu sıcak günlerde umarım hepimize iyi gelecektir. 

M. Abalı 

13 Haziran 2024 Urla