Bu Blogda Ara

4 Ara 2024

SULARIN GÖTÜRDÜĞÜ- KAYIPLARIMIZ-MADENCİLER...


Suların Götürdüğü...

70 yılda yaklaşık 3000 can gitmiş,
İstatistikler kayıt tutmuyor artık,
Adlar yazılıyor, sonra siliniyor kayıtlardan.
Madenler ölüm kustu yıllarca;
Bazen yoğun bir gaz soluksuz bıraktı,
Bazen yeraltı bir yangın yeri, alevler içinde,
Bazen sularda can verdiler; 
Can veren su, can aldı bu kez.
Yerin 400 m. altındaydı cehennem...
Yemek molasında yemek yemeye zaman yoktu,
Çay molasında çay içilemedi. 
Ölümüne çalıştılar bile bile;
Soluksuz, molasız, ama sigortalı.
Oysa ölüm bir adım ötede, 
Çaresizlik diz boyu,
Yoksulluk yerin üstünde canlar alırken,
Sular önüne geleni yutuyordu yerin 400 m. altında.
Yeni öyküler yazıldı gözyaşlarıyla;
Kiminin karısı, iki çocuğu kaldı geride,
"Yüklüyüm" diyordu kadın,
Umudun bittiği yerde, umutla kocasını beklerken.
Maden işçileri önlem alınmasını istiyordu yıllardır
Madenler bile kan ağlarken kurbanlarına...
Suların götürdüğü sadece cansız bedenler değildi;
Gözyaşlarıyla sürüklenen  hayaller, beklentiler, umutlar,
Bir kez daha kaydı hayatlar; 
Kömür tozuna bulanmış cansız bedenlerle...

Makbule Abalı- Eğitimci 

Bu şiiri ilk kez 30 Ekim 2014'de yazmışım. Keşke benzer acıları tekrar tekrar yaşamasak. Bartın'da madende kaybettiğimiz madencileri acıyla anıyor, yakınlarına başsağlığı diliyoruz. 
Makbule Abalı 2022


Güncelleme Notu: Bugün 4 Aralık Dünya Madenciler Günü. Bir an; "Acaba kaç madenci bugünün, onların günü olduğunu biliyor?" diye düşündüm...

Çok zor koşullarda, yerin kilometrelerce altında çalışan bu  insanlar için acaba gerekli önlemler alınıyor mu, sağlık ve güvenlik koşulları sağlanıyor mu?

Ekonomik açıdan; ailelerinin, eş ve çocuklarının geçimini sağlamak zorunda olan bu insanlarımız, maden ocaklarının açılması ve çalışması için doğanın da kıyıma uğradığının farkındalar mı? Zehirli gaz ve atıklardan yüzlerce, belki binlerce canlı zarar görüyor.

Madenciler Günü; Bir kutlama günü değil, kaybettiğimiz değerleri ve insanlarımızı bir "Anma ve Farkındalık Günü" olsun.
 Zorunlu olarak babadan oğula sürdürülen bu iş kolunda; Yasal düzenlemelerle gerekli önlemler alınsın, hak edilen ücretler ödensin. 

Sadece doğal afetlerde, kaza ve kayıplarda değil,  zamanında seslerin, iç haykırışların sezilmesi- duyulması dileğiyle...

Makbule Abalı- Eğitimci
4 Aralık 2024 İzmir-Urla 

3 Ara 2024

ENGELLİ HAYATLAR...


Kapkaranlık bir dünyada bir an gözünüz görmüyor, kulağınız duymuyorsa, konuşamıyor ya da yürüyemiyor olsanız, bedensel eksikleriniz, organ yetersizlikleriniz, çevrenize uyumunuzu zorlaştırsa, kendinizi nasıl hissedersiniz? Engeller ne denli etkilidir yaşantınızda? Engeller sizi ne kadar, nereye kadar etkiler? Doğuştan ya da sonradan engelli olmak... kendini aşabilmek... gücüne güç katmak, engelli yönünü tamamlayabilmek... Yarımken bir olabilmek, kendine yeni güçler yaratmak... Eksik yanını daha güçlü şekilde, bir başka biçimde tamamlamak...

Engellilerle ilgili kafamda öyle çok öykü var ki: Gençlik yıllarımda okuduğum Helen Keller'in mücadelesini anlatan "Karanlığın İçinden" kitabını nasıl unuturum. Hayranlıkla, saygıyla adı belleğime kazınmış. 

Ankara'da Görme Engelliler Okulunda, yıllar önce içine zil konmuş bir topla oynanan futbol maçı, oynayanlar ve izleyenler için gerçek maçtan hiç de farklı değildi. Topun içindeki zil sesi oyuncular için de, kaleci için de bir uyarı oluyordu. 

Bir fizik tedavi merkezinde yürüme engelli 8-10 yaşlarındaki çocuğun iki bastonla büyük çaba harcayarak  yaptığı yeniden yürüme mücadelesini, hepimiz nefeslerimizi tutarak hayranlıkla izlemiştik. 
Kazada kollarını kaybettiğinde, alıştırmalarla ayak parmaklarına güç kazandırarak tablolar yapan, daha sonra sergi açan bir genç kız. Zoru başarmak herkesin harcı değildir. 

Rehberlik ve Araştırma Merkezlerinde emekle, umutla yürütülen konuşma terapileri. Sonuç, harcanan emeğe değerse yaşanan bayram sevinci... 
Bir trafik kazası sonucu bacakları kesilen eski bir bale sanatçısının televizyon ekranında izlediğimiz görsel bir şölen gibi gösterisi. Takdir etmemek mümkün mü. 
Görme engellilerin birçoğunun hayranlık uyandıran güzellikteki sesleri, bir müzik aleti çalmadaki ustalıkları. İnce, titiz bir çalışma gerektiren saat tamirindeki ustalıkları. 

Her dalda engelliler yarışmalarında sergilenen inanılmaz performanslar; Bir Engelliler Olimpiyatında yıllar önce gerçekleşen, unutulmayan, dilden dile dolaşan bir öykü. Bitiş çizgisine çok az bir zaman kala engellilerden biri düşer, ağlamaya başlar. Koşmakta olanlar durur, arkalarına bakarlar. Geriye dönerek düşen çocuğun yanına gelirler, el ele tutuşurlar, hep birlikte bitiş çizgisine varırlar. Yarışın ne kazananı, ne de kaybedeni vardır. Kazanan dostluktur, dayanışmadır, ortak duygulardır. Stadyumdaki seyirciler bu tabloyu ayakta alkışlamaktadır.

Son yıllarda işaret dilini öğrenme çabasına giren insanlarımız artıyor. Reklamlarda (bir telefon reklamında), filmlerde(Başka dilde aşk, Benim Dünyam) engellilerin güçlükler içindeki yaşamı ustaca işleniyor. Şafak Pavey gibi kişiliğiyle, vakur duruşuyla, eğitimiyle engelleri aşarak çevresine örnek olan güzel insanlar da var.

Yılda bir kez Engelliler Gününü anmak elbette yeterli değil; ancak insanlarımızı düşündürmek, toplum olarak engellilere karşı daha duyarlı, daha anlayışlı olmak adına yararlı oluyor. Keşke yıllar içinde, engellilere daha uygun bir hayat için "yaşanabilir bir fizik çevre" oluşturabilsek, onları anlayabilme çabasına girsek...
3 Aralık Dünya Engelliler Gününde tüm engellilerin hayatlarındaki engelleri kolayca aşabilmeleri dileğiyle...
Ve her şeye rağmen "imkansız" demeyip, zoru başarabilen iradesi güçlü insanlarımızı yürekten kutlayarak...

Makbule ABALI-Eğitimci
Mersin-3 Aralık 2013


Güncelleme Notu: Son yıllarda; Engelli Sporcularımızın Olimpiyatlarda dünya çapında başarılarını kanıtlamaları, ödüller almaları dikkatinizi çekiyor mu? Yetenekli, görevinin bilincinde çalıştırıcılar sayesinde destanlar yazıyorlar. Eğitimli çalışmaların, emeğin, azmin, çabanın, iradenin nitelikli sonuçlarını alkışlıyor, başarılarıyla gurur duyuyoruz.

"Paralimpik Spor" alanı incelenmeye değer. Dünya birincisi, Dünya ikincisi, Dünya üçüncüsü "Engelli Yarışmacılarımız" var. Her şeye rağmen başarılı olmanın, kazanmanın çok farklı öykülerini izlediğimiz "TRT Spor programı" yapımcılarını kutluyoruz. Tüm engelliler için "Rol-Model" sayılan kahramanların hayat öykülerini duygulanarak izledik. Bu harika gençlerden, farkındalık ve duyarlılığını yitirmeyen yetişkinlerin  alması gereken  öyle çok ders var ki... 

Önce kendilerini ve sonra çevrelerini; yetenekleri doğrultusunda geliştirmeye, iyileştirmeye çalışan, dünyamıza olumlu katkılar sunan bu güzel  insanları ve onları anlayan,  dinleyen, empati kurmaya çalışan bireyleri yürekten kutluyoruz.

Makbule ABALI-Eğitimci  
İzmir-Urla- 03 Aralık 2024




30 Kas 2024

YAŞAMI ŞİİRLERLE ÇOCUKLAR GİBİ ALGILAMAK-YORUMLAMAK...



 




GÜZ GÜNEŞİ 

Bu sabah erken uyandım;

Çiy damlacıklarını silkeledim

Çiçeklerin üzerinden.

Ilık rüzgârlar esti,

Güneş bile gülümsedi,

Bembeyaz bulutların arasından

Çiy taneleri umursamadı bile... 

Makbule ABALI

2023



ÇOCUKÇA

Kuş dili bilir misiniz ?

Çocukça, dostça, safça, 

Ya da işaret dili .

Diliniz  lâl olursa;

Gözlerinizle konuşabilir misiniz ,

Ya da beden dilinizle...?

İnsanca bilmeyen birine 

Bir dil öğretebilir misiniz?

İlle de uzlaşmak için değil, 

Belki insanca yaşamak, 

Yaşatmak için;

İnsanlık adına...İnsan adına...

Makbule ABALI

2023



İNSAN İNSANA SAVAŞ

Dağla ova,

Güneşle ay,

Bulutla yağmur, 

Fırtına ile bahar, 

Yaz ile kış,

Kedi ile köpek,

Tavşanla kaplumbağa,

Kedi ile fare 

Arkadaş olmuşlar canciğer.

Ama insanoğlu inatlaşmış; 

Arkadaş olamamış İNSAN İNSANA

Savaşlar o yüzden hep var olmuş...


Makbule ABALI-Eğitimci 

İzmir-Urla. 17.11.2023






ÇOCUKLAR GİBİ: Sabahattin ALİ'nin şiiri, Ali KOCATEPE'nin müziği ve Sezen AKSU yorumuyla. 

TEŞEKKÜRLER. 


26 Kas 2024

ADSIZ KAHRAMANLAR...

 Ülkemizde adını sanını bilmediğimiz, belki uzak, belki yakın bir yerlerde güzel işler yapan öyle "güzel" insanlar var ki... "Adsız Kahramanlar" onlar...Haber olmaya hiç ihtiyaçları yok. Sessiz ve derinden, doğru bildikleri yolda ilerliyor, sadece görevlerini yapıyorlar.

 Bazen bir öğretmen, bazen bir maden işçisi, bazen bir kurum çalışanı, bir anne, bir sanatçı, bir hemşire, bir asker,  doktor, mühendis olarak karşımıza çıkıyorlar. Gazetelerde ancak ara sayfalarda- o da çok nadir- küçük puntolu haberlerde görebilirsiniz onları...

 Bilmem siz rastladınız mı, geçenlerde onca kötü haber arasında "bir haber" bahar güneşi gibi içimi ısıttı, ruhumu dinlendirdi: Bir doktor öyküsü... "Öldü" diye rapor verilen beş yaşında bir çocuğu, bir sağlık ocağında görevli pratisyen  doktor yeniden hayata döndürmüş.

 Basit bir olay gibi algılamıyorum ben bu olayı ;  Can'ın değerini bilmek, görevini ciddiye almak, işini iyi yapmak, çaba harcamak, "beni ilgilendirmez" dememek... Onca sahte kahraman varken, böyle insanlar "adsız kahraman" değil midir...?

 Türkiye asıl onlarla gurur duyuyor, gazeteciler asıl onları  haber yapmalı. Hem de öyle üçüncü sayfadan değil, belki birinci sayfadan, hatta belki manşetten... O zaman belki iyi örneklere bakarak biraz "değişiriz." 

Doğa olaylarında, depremde, selde, toprak kaymalarında,  orman yangınlarında, kazalarda canları pahasına çalışanlar; askerler, güvenlik görevlileri, gönüllüler, merhametli, vicdan sahibi insanlar.

Ünlü şair Nazım Hikmet'in "Yaşamak Şakaya Gelmez" adlı şiiri, bana hep adsız kahramanları hatırlatır.  
İyi ki varsınız "Adsız Kahramanlar"...
Sizlere teşekkür borçluyuz...
Acaba onlardan kaçını biliyor ya da tanıyoruz...?
Kimler hak ettiği konumda, kimler ödüllendirildi...?
Zamanında ya da gecikmeli olarak değerlerini bilebildik mi...?

Makbule ABALI 
2010




  
 

25 Kas 2024

KADINLAR AĞIDI- ACILI KADINLAR...


Bir kadın haykırdı gecenin sessizliğinde;
Çığlık çığlığa, acılar içinde
Dünyanın çok uzak bir köşesinde
Denizler, dağlar ötesinde...
Var gücüyle bağırdı,
Sesi dağlarda yankılandı
Ama hiç kimse duymadı feryadını...
Sonra sesler birbirine karıştı;
Çok uzak yörelerden, kentlerden, köylerden kadınlar;
Kimi hasta, yoksul, tek başına,
Kimi bir çocuk gelin, henüz büyümemiş,
Kimi şiddete uğramış, sindirilmiş.
Kimi geçim derdinde. evinde aş yok,
Kimi sığınmacı, kimi göçmen 
Evinden, yurdundan uzakta.
Kimi yalnız, mutsuz, sevgisiz, ilgisiz
Kimi sevdalı, ama can derdinde...
Sesler hepten karıştı birbirine
Acılı kadınlar korosunda.  
Kimse duymadı ağıtlarını, feryatlarını
Kimse anlamadı acılarını
Sessiz çığlıklarına yanıt veren olmadı,
Oysa tüm dünyada o gün, onların günüydü...

Makbule ABALI-Eğitimci
8.03.2020

Güncelleme:25.11.2024 



Dünyanın ve çevrelerinin gelişmesine, güzelleşmesine katkıda bulunan, emek harcayan tüm kadınların "Emekçi Kadınlar Günü" kutlu olsun. M.A

24 Kas 2024

SİZ ÖĞRETMEN OLSAYDINIZ...(Ağaç Ev Sohbetleri-107)

 


Ağaç Ev Sohbetleri; her hafta bloglar arasında bir konu belirlenerek yapılan bir etkinlik. Özellikle iki arkadaşımızın bu konuda çok büyük emekleri var. Deeptone ve Kaplan Diary. Kendilerine yürekten teşekkürlerimizle.

Bu haftanın konusunu ben şöyle düşündüm: 1.5 yıllık bir Korona tatilinin ardından bugün  okullarda ziller yeniden çalıyor . Öğretmenlerle öğrenciler yüz yüze Eğitim-Öğretim  yapabilecekler. Konu şöyle:

Hayal bu ya, bugünlerde "ÖĞRETMEN" olsaydınız öğrencilerinize öncelikle hangi değerleri kazandırmak isterdiniz? Hangi öğretim kademesinde, hangi sınıflarda, hangi branşlarda öğretmenlik yapacağınıza lütfen siz karar verin. 

Ben anaokullarında öğretmenlik yapmadım. Rehberlik ve Araştırma Merkezlerinde her kademede çocuk ve gençlerle ilgilendim, zeka ve kişilik testleri uyguladım, sınıf öğretmenlerine seminerler uyguladım, Liselerde Rehber Öğretmenlik, Psikoloji ve Felsefe Öğretmenliği yaptım. Üniversitede Rehberlik Derslerine girdim. Ama hep düşünmüşümdür; Keşke ülkemizde  Okul öncesi Öğretmenliği  daha yaygınlaştırılsa idi bugünkü Eğitim Sistemimizin temeli daha sağlam olmaz mıydı?

Ben bir Anaokulu Öğretmeni olmak isterdim. Çocuklarda 0-7 yaşlar arası pek çok davranışın kazanıldığı yaşlar. Kişiliğin temeli bu yaşlarda atılıyor. Öncelikle çocukların okulu, öğretmeni sevmelerini önemserdim. Sonraki yıllara daha rahat bir geçişi sağlamaya çalışırdım. Zaman zaman  sınıf dışında, doğada etkinlikler düzenlerdim. Bir fidan ya da çiçek, sebze  dikmeye yönlendirirdim. Hayal gücüne önem verirdim. Oyunlarla, masallarla davranış kazandırmayı hedeflerdim. Resimlerle öyküleri canlandırmalarını isterdim. Belli sorumluluklar almalarını sağlayarak görevler verir, yeteneklerini sergilemelerini isterdim. 

En çok önem vereceğim  şeylerden biri, serbestçe düşüncelerini ifade edebilmelerine olanak tanımak olurdu. Neden, niçin sorularını sıkça sormalarını isterdim. Gerektiğinde öğretmen olarak beni de eleştirmelerini isterdim. Sınıf içi hakça ve adil seçimler yapmaya dikkat ederdim. Temel bir hak olarak oy kullanmayı öğrenirlerdi. Paylaşma, yardımlaşma, dayanışma gibi  davranışları uygun sözcüklerle vurgular, motive ederdim. Olumlu ve olumsuz davranışlarda ödül ve kınamayı kullanırdım, Ama bunlar özendirici ya da caydırıcı olmalıydı.  Dayağın, çok yüksek sesle azarlamanın, haksızlığın, kişiliği aşağılamanın, eğitimde cezalandırmanın en ağır yolu olduğuna inanıyorum. Ne ekersek onu biçiyoruz. 

Çocuklar sakin ve güler yüzlü bir  öğretmeni daha çabuk benimsiyorlar. Öğretmeni sevmek, okulu ve dersi sevmenin de  ilk adımı. Korku, baskı, ancak geçici bir disiplin sağlıyor.  Oysa sevgi kalıcıdır. Çok basit nezaket cümlelerini  günlük yaşamda oyun  içinde kullanmalarına dikkat ederdim: "Özür dilerim, affedersin, lütfen, iyi akşamlar, günaydın arkadaşım vb." Bir oyun ya da yarışma sonrası yenilenin, galip geleni kutlaması gerektiğini vurgulardım. Şiirlerle, şarkılarla, oyunlarla öğretmeye çalışırdım her şeyi... Alışkanlıklar kalıcıdır.

Atatürk'ü anlamak, sevmek, benimsemek o yaşlar için zor ve soyut bir konu, ama Atatürk Büstü  ıslanmasın diye şemsiye tutan çocuğu hatırlıyorum. Atatürk resmi baskılı  bluzu kirlendi diye hıçkırarak ağlayan kız çocuğu aklımdan çıkmıyor. Ellerinde bayraklarla şiirler, marşlar  söylemeye çalışan çocuklar... Bu çocuklar bu sevgiyi daha sonraki yaşlarda çok daha güçlü biçimde sürdürecekler elbette.

Eğer bir anaokulunda öğretmen olsaydım; yaratıcı  oyunlarla,  şarkı ve şiirlerle gelecekte iyi, dürüst ve güvenilir, dengeli, sevgi ve saygıyı yerinde-dozunda kullanabilen  bir insan olabilmenin temelini atmaya çalışırdım.

Makbule ABALI- Eğitimci

Mersin-2021


GEÇMİŞTEN BUGÜNE...

2024 GÜCELLEME NOTU: Başöğretmen Atatürk'ün izinde: 2024 Yılı Öğretmenler Günü'nü kutlamaya hazırlanıyoruz. Gönül isterdi ki; Eğitim-Öğretimde çağdaş uygarlık düzeyinde yükselen değerlerle, her yıl bir öncekinden daha başarılı sonuçlar elde edelim, her konuda toplum olarak daha üst sıralarda yerimizi alalım.

Acaba nerede hata yaptık? Günümüz yetişkinleri neden daha sinirli, öfkeli, kaygılı, tahammülsüz bireyler oldular. Sadece eğitimciler olarak değil; her yaşta, her uğraşta, her meslekte, her işte, her kademede kişiler olarak kendimizi sorgulamak zorundayız.

Cumhuriyetimiz 101 yaşında. Buruk kutlamalar değil, gelecek endişesi olmadan, umutla-güvenle-inançla, güzel ülkemize lâyık, birlik-beraberlik ve barış içinde, coşkulu kutlamalara ihtiyacımız var. 

"Eğitim Hayat Boyu  Devam Eder." düşüncesiyle:

ÖĞRETMENLER GÜNÜMÜZ- GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN.

Makbule Abalı-Eğitimci

İzmir-Urla 24 Kasım 2024



21 Kas 2024

YAŞ ALMAK-YAŞLANMAK...



Bazen sessizliğin sesini dinler insan. O zaman diliminde, aklına ne çok soru gelir. Bazen tatlı bir tebessümle kendi kendine yanıtlar. Bazen acı acı gülümser, farklı bir duyguyla sessiz kalır. Sessizliğe, sakinliğe ne çok ihtiyacımız vardır kimi zaman; Daha sakin düşünmek için, duygularımızı tartmak için, kendimizi sorgulamak için...Hele yaş alırken; aylara ay, yıllara yıl eklerken. Yaşam sonsuz hızla devam ederken, değişirken, belki bizler de farklılaşırken... 

18-24 Mart arası "Dünya Yaşlılık Haftası" olarak anılıyor. Günleri-haftaları sadece o zaman diliminde değil, içimize sindirerek, hakkını vererek anmak ya da kutlamak daha anlamlı olmaz mı? 

Dünya Sağlık Örgütü (WHO)-World Health Organisation, yeni yaş dilimi skalasını değiştirdi. Buna göre:
0-17 yaş: Ergen
18-65 yaş : Genç
66- 79 yaş: Orta yaş
80-99 yaş: Yaşlı  olarak sayılıyor artık.

Bu değerlendirmeyi kimler nasıl algılar, bilinmez. Yıllar yaşlanmayı ölçer mi, yoksa yaş almak, bir büyük deneyim midir hayatta? Yaş aldıkça gözlerinizin pırıltısı azaldı mı, daha mı kırılgan, alıngan oldunuz? Gençlikteki enerjiniz, neşeniz, coşkunuz şimdi nasıl? Dünyaya bakışınız sitemkar mı, hüzünlü mü, mutlu musunuz? Gerçek dostları, çocukluk arkadaşlarınızı daha sık arama ihtiyacında mısınız? Güven, vefa, içtenlik, dürüstlük, sadakat, giderek yükselen değerleriniz mi? 

Mevlana ne güzel demiş: "Aynalar türlü türlüdür. Yüzünü görmek isteyen cama bakar, önünü görmek isteyen cana bakar"  Yaşlanmak ya da yaş almak , dünyaya bakışımızı da sergiliyor. "Yaşlanmak" yıpranmışlığı, çöküntüyü çağrıştırıyor. Oysa "Yaş almak" daha olumlu, daha iyimser bir deyiş. Deneyim kazanmayı, olgunlaşmayı, değişimi vurguluyor. Aslında tüm sözcükler; gönlümüzde, belleğimizde, kişiliğimizde zamanla oluşan izleriyle anlam kazanıyor.

Düşünür John Barrymore şöyle düşünüyor: "Umutlarını ve hayallerini bırakarak bezginliğe kapılan insan artık yaşlanmıştır." Katılmamak mümkün mü?

Makbule ABALI-Eğitimci
2019 Mersin 

Güncelleme: Yazının özüne dokunmadan kısa eklemelerle. 
21.11. 2024 İzmir-Urla








20 Kas 2024

DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ

 
Çocukların hakları olduğunu, bu hakların dünyadaki bütün yetişkinler için de önemli olduğunu, sadece bir gün değil, günlerce hatırlatılması ve uygulanması gerektiğini bildiğimiz gün, çok şey değişecek.

Şiddete uğrayan, dövülen, hırpalanan, tecavüze uğrayan çocuklar, çocuk gelinler, küçük yaşta çalışan işçi çocuklar, okuma çağında iş gördürülen çocuklar, savaşlarda mağdur olan çocuklar, şehit ve gazi  çocukları, parçalanmış ailelerin çocukları, anne babaları tutuklu çocuklar,  hasta çocuklar, engelli çocuklar, göçmen çocuklar, kayıp çocuklar, organ mafyasının kurbanı çocuklar, sağlıklı beslenemeyen çocuklar, korunamayan çocuklar, hatta bebekler... 

Dünyada hiçbir çocuk, öylesine haksız ve  olumsuzlukların, kötülüklerin var olduğu ortamlarda kalmamalı, "ÇOCUK gibi yaşama hakkı" elinden alınmamalı. 

Çocukluğunu yaşamak, insanca yaşamak onların da hakkı. Bu hakkı savunmak da yeryüzündeki tüm yetişkinlerin görevi olmalı... 

Makbule Abalı-Eğitimci 
Kasım-2022

Güncelleme:20 Kasım 2024







UNUTMAK- UNUTABİLMEK- UNUTAMAMAK- UNUTTURMAMAK...

 



Bazen çok eski yılları,

Yaşanmış anları, anıları, insanları,

Kelimeleri, sözcükleri, adları, nesneleri,

Kentleri, sokakları, soluk yüzlü binaları,

Unutmak dağarcığımızdakileri...

Kimi zaman yaş aldıkça, 

Yıllar bedeni, organları eskittikçe

Unutmak eski kayıtları,

Silmek bellekten anları, günleri, yılları...

Bazen bir hastalık, bir kaza, belki soya çekim

Beynin küçülmesi, hücrelerin yenilenmemesi

Hastalıklarla yüz yüze kalmak;

Demans, Alzheimer, Parkinson, bunama

Eskimek, eksilmek yılların ardından...

Unutabilmek; uyumu, acıyı, kederi, yası 

Zamanla, sabırla, ortaklaşa, el ele 

Karanlık bir tünelden aydınlığa 

Yol almak bazen bir arpa boyu...

Unutabilmek geçmişi, zor günleri

El yordamıyla, bazen düşerek, 

Bazen emekleyerek

Umutla, ısrarla, inatla yol aramak... 

Unutabilmek; sil tuşuna basarcasına

İnsanları, yerleri, eşyaları, 

Kokuları, sesleri, görüntüleri...

Ama unutturmamak;

Bir yaşam dersi gibi iz bırakanları,

Bellekte, yürekte, gönülde kalanları.

Deneyim kazanmak her yeni yaşla;

Yüzlerde çizgiler, saçlarda aklar çoğalsa da

Bedende kayıplar olsa da 

Unutturmamak;

Geçmişteki iyilikleri, güzellikleri,

Değerlileri- değersizlerden ayırt ederek,

Doğruları- yalanlardan, 

Gerçekleri- sahtelerden ayıklayarak 

Yitirdiklerimizi anılarla anmak,

Yıllar geçse de, yaşananları unutturmamak...


Makbule ABALI-Eğitimci 

13. 04. 2023-Urla

Güncelleme:20.11.2024-Urla 

 



18 Kas 2024

GÖNLÜ VE BEYNİ GENÇ KALANLAR...


Tepelerde ya da dağ yollarında koca kayaların arasından başını uzatmış bitkiler, yeşillikler görürsünüz. O cılız görüntüye rağmen kökleri öylesine güçlüdür ki, elinizle çekip koparmak isterseniz kolay kolay koparamazsınız. Bir şekilde oraya yerleşmiştir. İlacı, gübresi, bakımı yoktur. Yağmur sularıyla beslenir sadece. Yaşama direncidir onu ayakta tutan. Rüzgara, fırtınaya boyun eğmez. Bazen de yol genişletme çalışmalarında görürüz. Dev kayaların arasında, dinamitle patlatılmış yerlerde, kökleriyle açıkta kalmış, diğer yarısı kopmuş, yarım ağaç gövdeleri dikkat çeker. Sanki meydan okur o teknik güce. "Ben böyle de varım" der adeta. Direnir tüm gücüyle. Kökler öylesine güçlü tutunmuşlardır ki ağaç o koşullarda da yaşar. Herhangi bir biçimde sürdürür canlılığını...

İnsanoğlunun da ayakta kalma mücadelesi, tırnaklarıyla yaşama tutunma çabası aynı değil midir? Aynı şekilde kökler sağlam ise yıkım da çok kolay olmuyor. Bu yıldan gelecek yılları düşünüp hayal edebilenler, plan yapıp zamanını yönetenler, cesaretini, umudunu kaybetmeyenler, zorluklarla daha kolay mücadele ediyorlar. Yarınlara daha rahat, daha sağlıklı ulaşıyorlar. Beyin ve gönül durağanlık istemiyor.

Yüreği sevgiyle dolu olanlar, kendisiyle ve başkalarıyla barışık olanlar, huzurlu, sakin bir yaşamı, mutlu bir beraberliği olanlar, bir idealin peşinden gidenler, zevk aldığı, yetenekli olduğu işi yapanlar, genellikle gönlü ve beyni genç kalanlardan oluyorlar. Toplumun her alanında böyle insanlar önder oldular çevrelerine. Toplum onları  rol-model olarak benimsedi. Belki hiç karşılaşmadılar, hiç yüz yüze gelmediler ama adeta mıknatıs gibi çekim güçleri çekti insanları kendilerine:

Yaşamları boyunca ilerlemiş yaşlarına rağmen mücadeleyi elden bırakmadılar. Bedenleri yıpransa da beyinleri sağlam kaldı, yürekten sevdiler insanı, doğayı, sanatı... Bazen bir tarihçi; Turgut Özakman, bazen bir doktor; Türkan Saylan, bazen bir çevreci; Hayrettin Karaca, bir sümerolog; Muazzez İlmiye Çığ, bir müzik adamı; Nevit Kodallı, bir edebiyatçı; Yaşar Kemal, bir dilbilimci; Mina Urgan. bir sanatçı, Yıldız Kenter, Tuncel Kurtiz... Ve daha adını sayamadıklarımız, unutamadıklarımız. Rahmetli olan ya da yaşayan, yaşlandıklarında dahi kendilerini yorgun hissetmeyip, enerjilerini dalga dalga çevrelerine yayanlar...

Bir de adını hiç duymadıklarımız, bilmediklerimiz var. Belki uzak bir dağ köyünde, küçük bir kentin kenar mahallesinde, adı duyulmamış bir kasabanın küçücük bir evinde, kırsal kesimde bir çiftlik evinde, sessiz sedasız sade, sakin bir yaşamı seçenler... Ama hep başkaları için çalışanlar, çevrelerini eğitmeye, yönlendirmeye kalkışanlar: Bazen bir  doktor, bir öğretmen, bir sağlık görevlisi, bir güvenlik görevlisi, bir mühendis, bir ziraatçı ya da sade vatandaş, kendini eğitmiş, çevresine ışık saçan bir idealist. 

Adeta "yaşsız insanlar" bunlar. Saçları ağarsa, yüzleri buruşsa da , bazen iki büklüm yürüseler de, "yüreği, beyni sağlam insanlar". Köşesinde oturup dinlenmesi gereken zamanlarda dahi çalışmayı tercih eden, ayakta durmaya çalışan insanlar. Son dakikaya kadar bitmemiş işleri tamamlamakla geçiyor ömürleri. Çalışmak onları diri tutuyor adeta. Onurlular, eğilip bükülmüyorlar, gururlular, çıkarları için çaba harcamıyorlar. 

Bir yaşam süresince gönlü ve beyni genç kalan, vicdanı katılaşmayan, almadan verebilen, gazete manşetlerine değil, gönüllere taht kurmayı özleyen, kaç yaşında olursa olsun, eli öpülesi güzelim insanlar... Keşke bu insanlarımıza yaşarken gereken saygıyı, özeni gösterebilsek. Ve ölümlerinden sonra, yaptıklarından ders çıkarabilsek... 

Makbule ABALI-Eğitimci:
21.10.2013

Güncelleme: 18.11.2024  

En zor zamanlarında bile; Büyük bir özveriyle, emek ve çaba harcayarak, ülkesine, yaşadığı toplumun insanlarına  hizmet sunan, üreten bu güzel insanları saygıyla, minnet ve teşekkürlerimizle, kaybettiklerimizi rahmetle anıyoruz. M.A 



15 Kas 2024

ADLARINI BİLE BİLMEDİĞİMİZ O GÜZEL İNSANLAR...

 


  İnsanlık hali ; Gün olur, her yer günlük güneşlik iken iç dünyamız bulutludur. Gün gelir karamsar bir dünyada içinizde bir kıpırtı, bir kuş çırpıntısı adeta, gülerek bakarsınız dünyaya. Herhangi bir zamanda çevremizi gözlediğimizde: Bazen bir toplu taşıma aracında, bazen bir otoparkta, bir hastanenin bekleme salonunda ya da küçücük bir pastane salonunda... Farklı durumlarla, farklı davranışta insanlarla karşılaşırsınız. Sonra anlarsınız ki, onlar özel insanlardır. Bakışıyla, duruşuyla, gülüşüyle farklı insanları hemen fark etmeseniz de onlar kendilerini tanıtırlar zamanı gelince. Çevreye gösteriş yapmak değildir düşünceleri ya da yapmacık  yoktur tavırlarında, her zamanki tavırlarıdır onları ayırt etmenizi sağlayan.

Belki dikkatli bir bakışla bir gün siz de fark edebilirsiniz onları. Her yörede, çeşitli kılıklarda, çeşitli iş ve meslek gruplarında karşımıza çıkabilirler. Çoğu zaman sivil de olsalar her zaman insani özellikleriyle tanırsınız onları; Yüzlerindeki sakin, yumuşak çizgilerden, gözlerindeki ışıltıdan ya da seslerindeki içtenlik ve duruluktan... Gününüze ışık hızıyla girer, hiç duraksamadan yavaşça süzülüp gidiverirler. Bir beklentileri yoktur yaklaşımlarında ya da anlık konuşma isteklerinde. Yarım kalmış bir yaşam öyküsünün son satırları gibidirler. Geriye kalan bir tatlı tebessüm, bir küçük anıdır. Yaşamı anlamlı kılan da bu küçük ayrıntılar değil midir? 

O güzel insanlar, toplumda yerleşik değer yargılarına inat, adeta güven tazelerler. Belki yeniden insan aramaktadırlar. "Nerelisin hemşerim ?" sorusuna gerek bile duymadan yaklaşırlar. Yaşınız, cinsiyetiniz de önemli değildir onlar için. Üstelik çay-kahve de eşlik etmeyebilir bu birlikteliğe. Ama "İnsan" tanırsınız; Kimisi bir anda karşınıza çıkar. Sabahın erken bir saatinde, bir hastane bahçesinde. Danışma biriminin yapacağı görevi o üslenmiştir adeta. Yol-yordam bilir, sizin de ilk gelişte kendisi gibi zorluk çekmemeniz için açıklamalar yapar. Karşılık beklemeyen bir yardımcıdır. Bilinmeyen bir ortamda çekilebilecek sıkıntıları sizin de çekmemeniz içindir bütün uğraşı. 

Kimisi arada kaç yaş fark olduğunu bilmemesine rağmen sizi ayakta görmekten huzursuz olur, hemen saygıyla kalkar, yerini verir. Çok eski bir dostu karşınızda görmüş gibi olursunuz. Oysa o ne kimliğinizi, ne kişiliğinizi bilir, yardıma hazır bir insandır sadece. Olumsuzlukların çoğaldığı bir ortamda iyiler, iyilikler de olacaktır elbette. Bir başka gün bir başkası , tam da zor bir anınızda içtenlikle sorar : "Kantine iniyorum, istediğiniz bir şey var mı?"  Hayır derken bile içiniz ısınır, sevgi ile bakarsınız bu iyi niyetli yol arkadaşına. 

Bazen bir hastane ortamında benzer rahatsızlıklar insanları yakınlaştırır birbirine. "Damdan düşenin halinden anlayanlar" arasında koyu bir sohbet başlayabilir. Bir sonraki gün kontrole gittiğinizde bekleme salonunda henüz oturmadan arkanızdan birisi seslenir: "Işıklı panoda şimdi adınız okundu." Siz aceleyle koştururken kapıda bir armağan paketlenmiş olarak elinize tutuşturulur. Eve dönünce paketler açılır, içinden özenle örülmüş  makrame iki güzel anahtarlık çıkar. Yorgunluğa inat, yüzünüzde gülücükler oluşur.  Ya da bulunduğunuz ortamda kat asansörlerinin  çalışmadığı bir zamanda başka bir asansör bulmaya çalışırken, tarif etmekle yetinmeyip, sizi alelacele asansöre kadar götüren temizlik görevlisini nasıl unutursunuz? 

Gözünüz elindeki nergis demetine takıldığında hemen iki nergis sapını demetten ayırıp size uzatan nazik insanı, merdiven çıkarken bir basamakta zorlandığınızda siz yardım teklif etmeden elini uzatan genç kızı ya da genç adamı anmamak mümkün mü? Sıranız gelince odasında gerekli işlemleri tamamlayan ama hemen sonra koridorda arkanızdan yetişen genç doktor. "Şu bölümden şu belgeyi de isteyebilirler, almayı unutmayın." der. Eşim de ben de çok mutlu oluruz. Hipokrat Yeminine sadık kalmış, görevini benimsemiş,  insanları ve işini seven genç bir doktorla karşılaşmak yüreğinizi nasıl da ferahlatır. Yeniden umutlar yeşerir içinizde. Hasta haklarını, insanca sağlıklı yaşama, yaş alma hakkınızı  unutmaya başladığınız bir başka zamanda karşılaştığınız bir sorumlu hemşire, peri değneği dokunmuşçasına içinizi aydınlatacak çözümler bulur. 

Bir yudum sevgi, bir tutam iyi niyet, biraz hoşgörü, biraz empati gönül kapılarınızı ardına kadar açıyor bir anda. Ve karşılığında hasta ya da hasta yakını olarak gözlerdeki parıltı,  yüzlerde tebessüm, gönüllerde bir minnet duygusu geriye kalan. Sadece teşekkür etmek yeterli sayılmaz bu güzel insanlara. Onlar ki; alıştığımız değerlerle bizleri tekrar buluşturanlar, bazen adını dahi soramadan doğru bildikleri yolda devam edenler. Kimi zaman bir güzel sözle seslenmek gelir içinizden; "İyi ki varsınız, Ne olur bu karmaşık ortamda siz sakinliğinizi koruyun, Güler yüzünüzü hiç kaybetmeyin... gibi sözlerimiz ne kadar yeterli olabilir? İçten söylenen her söz güzeldir, mutlu eder insanı. 

Farkındalık, duyarlılık, insanca yaklaşımlar, biraz nezaket, hoşgörü, güler yüz, alçakgönüllü, güvenilir ve dürüst olabilmek... Bu kocaman dünyada belki çok küçük şeyler ama insanı diğerlerinden farklı kılan da o küçük şeyler değil midir...? 

Makbule ABALI-Eğitimci 

Şubat 2024 Urla

Güncelleme: 15.11.2024 Urla







13 Kas 2024

ÖNCE ÇOCUKLAR ÖLÜYOR...

 


Çocuklar öldürülmesin diyordu ünlü şair, 

Oysa önce çocuklar öldü... 

Çocuklar henüz çok küçük,

Çocuklar masum, çocuklar korunaksız.

Çocuklar habersiz olup bitenden; 

Baba çok uzaklarda,

Anne geçim kaygısında. 

Küçücük çocuklar gıdasız, ilgisiz, sevgisiz... 

Yoksulluk diz boyu, 

Anne-baba aile planlamasından habersiz.

Çocuklar nasıl gelişecek, nasıl büyüyecek, 

Nasıl yaşayacaklar... ? 

Yoksulluk can aldı; 

Önce çocuklar öldü 

Can yakan soğuklarda. 

İnsan sıcağına kavuşamadan,

Anne kucağıyla buluşamadan,  

Birbirine sarılamadan

Önce çocuklar öldü... 


Makbule Abalı- Eğitimci

13.11. 2024 Urla


9 Kas 2024

DÜNYANIN GÖZÜNDE ATATÜRK ...




*Yüzyılımızın Dahisi.
"Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki, o büyük dahi çağımızda Türk Milletine nasip oldu."

 D.Lloyd George- İngiltere Başbakanı - 1922 

*Türkiye Övünebilir.
"Bir Ulusun hayatında bu kadar az sürede bu denli kökten değişiklik pek seyrek gerçekleşir... Bu olağanüstü işleri yapanlar , hiç kuşkusuz kelimenin tam anlamıyla büyük adam niteliğine hak kazanmışlardır. Ve bundan dolayı Türkiye övünebilir." 
 
Eleftherios Venizelos- Yunanistan Başbakanı.1933

*Ata'nın ölümü büyük kayıptır. 
"Savaşta Türkiye'yi kurtaran, savaştan sonra da Türk Ulusunu yeniden dirilten Atatürk'ün ölümü , yalnız yurdu için değil, Avrupa için de en büyük kayıptır. Her sınıf halkın O'nun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahramana ve modern Türkiye'nin Ata'sına layık bir tezahürden başka bir şey değildir." 

Winston Churchill-İngiltere Başbakanı. 1938 

*Yüzyılımızın Büyük Önderi.
"Atatürk adı insana bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk Ulusuna ilham veren önderliğini, modern dünyayı anlayışındaki ileri görüşlülüğü ve bir askeri önder olarak kudret ve cesaretini hatırlatmaktadır. Şüphesiz ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşu ve o zamandan beri Atatürk'ün ve Türkiye'nin giriştiği derin ve geniş devrimler kadar bir ulusun kendisine olan güvenini daha başarıyla belirten bir başka örnek gösterilemez."

John F. Kennedy - ABD Başkanı. 

*Ata'ya Duyulan Hayranlık.
"Atatürk'ün Türk Dil  Devrimi'ni  gerçekleştirmesi ve dinle siyaseti birbirinden ayırarak Türk Toplumunun modernleşmesini sağlamak yolundaki çabalarına karşı büyük bir hayranlık duymaktayız." 

Hayato İkeda - Japonya Başbakanı.

*En Büyük Atatürk.
"Tarih çok büyükler gördü. İskender'leri, Napolyon'ları, Washington'ları gördü. Fakat yirminci yüzyılda büyüklük rekorunu Atatürk, bu Türk oğlu Türk kırdı. " 

L'Illustration- Fransa.

*O Yarını Görürdü.
"Atatürk tarih boyunca gelmiş geçmiş en büyük devlet adamlarından biridir. Hiçbir zaman yaşadığı zamanın üzerinde durmamış, ileriyi görerek ona göre iş yapmıştır. Atatürk'ü Mussolini ve Hitler gibi yöneticilerden ayıran nokta işte bu niteliktir. Onlar her yaptıklarında kendilerini düşünerek hareket ediyorlardı. Atatürk, kendisinden ötesini, 20-30 yıl ilerisini görerek hareket ederdi." 

Lord Kinross- İngiliz Devlet Adamı.



Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü ölümünün 86. yılında 
saygıyla, minnetle, özlemle anıyoruz.
Her yıl daha çok özlüyor, arıyoruz. 

Makbule Abalı-Eğitimci 

Bu yazım  ilk kez 10 Kasım 2018 yılında yayınlanmıştı.

 Güncelleme: 10.11.2021
                       10.11.2024 





7 Kas 2024

ANLAR MI- ANILAR MI GERİYE KALAN... ( BCP-2024 )



Ünlü Şair Behçet Necatigil "Sevgilerde" adlı o güzel şiirinde duygularımıza ne güzel ayna tutar:

"Siz geniş zamanlar umuyordunuz

Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek

Yılların telaşlarda bu kadar çabuk

geçeceği aklınıza gelmezdi."

İnsanoğlu doğduğunda önünde uzun bir zaman şeridi uzanıyor: Ne zaman yürüyecek, nasıl konuşacak, hangi okullara gidecek, hangi işle uğraşacak, kiminle mutlu olacak, kimlerle dost kalabilecek, hangi sıkıntılarla boğuşacak, geride neler bırakacak, yaşamı nerede, ne zaman, nasıl sona erecek?

Yaşamla-ölüm, sağlıkla-hastalık, mutlulukla-mutsuzluk, umutla-umutsuzluk, kahkahayla-gözyaşı, dostlukla-düşmanlık öylesine ardı ardına, öylesine iç içe ki yaşam nasıl, nerede, neden kesintiye uğruyor, bilemiyor, anlayamıyoruz.

İnsan ömrü de tıpkı doğa gibi dört mevsimi barındırıyor içinde. Savunmasız ve korunmasız iseniz, mevsim değişikliklerinden kötü etkileniyorsunuz. İlkbaharın içimizi aydınlatan pırıltısı yerini yazın kavurucu sıcağına bırakıyor, kışın dondurucu soğuğu içimizi ürpertirken, sonbahar rüzgârlarıyla savruluyoruz bazen.

Ama uyum sağlamaya hazırsak; doğanın değişiminden, güzelliklerinden, cömertliğinden yararlanıyoruz. "Geçmiş bahar mimozaları", "kardelenler", "güz gülleri", "menekşeler" hepsi yaşantımıza ayrı bir anlam, ayrı bir renk katıyor, yaşam enerjimizi tazeliyorlar.

Doğayla mücadele ederken insan; bedenini, beynini, belleğini öyle güzel korumaya alıyor ki; sıkıntılar değil, yaşanan güzellikler anımsanıyor çoğu kez. "Hüzün" yaprakları çabuk dökülüyor "hazan" gibi... Umut yeniden yeşeriyor baharla birlikte.

Psikologlar, bir acının ardından insanın kendini toparlayıp tekrar yaşama ayak uydurabilmesi için yaklaşık altı aylık bir süre tanıyorlar. Acıyı paylaşıp gözyaşlarını akıtmak iyi geliyor. Yara kabuk bağlıyor doğal olarak. Acılar, hastalıklar, zor günler-yıllar  daha dirençli olmayı öğretiyor insana.

Yaşam sürüyorsa umut hiç tükenmiyor, gün ışığı gibi. Yaşanmış acıların izi, yaşanan mutluluklarla hafifliyor- iyileşiyor, panzehir gibi.

Kötü bir başlangıçtan sonra bir mutlu son, bir tutam güzellik yeniden pozitif enerji yüklüyor yaşantımıza. Tıpkı zorlu bir sınavın ardından onca heyecanı, kaygıyı, sıkıntılı saatleri unutup gelecek için planlar yapmaya başlamak gibi.

Eskilerin deyişiyle "hayat gailesi" hiç bitmiyor. Yaşamı yaşanabilir kılan da o mücadele olsa gerek. Güzel bir amaç, bir ideal, bir uğraşıyla hayatın zorlukları daha çekilebilir oluyor. Deneyimler yaşamı nasıl da zenginleştiriyor, doyuruyor. Keşke ergen olmadan çocukluğun güzelliğini, yaşlanmadan gençliğin değerini, hastalanmadan sağlığın önemini bilebilseydik...

Ancak "başlangıçla" "son" birbirine öylesine yakın ki. Belleğimde yer etmiş bir öykü var:

Ünlü bir tıp profesörü, öğrencilerine yaşamsal süreçleri anlatabilmek için bir deneme yapar. Hastanede bir odanın kapısında durur ve der ki: "Şimdi gireceğimiz odada öyle bir hastayla karşılaşacaksınız ki, söylediklerinizi anlamayacak, konuşamayacak, en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor, tuvalet alışkanlığı yok, yürüyemiyor." Öğrencilerden bazıları suratını buruşturur, sessizce söylenmeye başlar, kapıdan uzaklaşırlar. Hocalarıyla birlikte içeriye giren öğrenciler çok farklı bir tabloyla karşılaşırlar. Hayal ettikleri yaşlı bir insan yerine, 10 aylık bir bebek, salyası akarak, sesler çıkararak tüm sevimliliği, gülen gözleriyle onlara bakmaktadır. Profesör hayat dersini tamamlar: "Hiçbir zaman önyargılı olmayın. Hayatta her şeyle karşılaşabilirsiniz ama her koşulda, her durumda asıl önemli olan İNSAN.  Yaşamın sonunda da, başında da, bebek de yaşlı da sizden ilgi, sevgi, dostluk bekler."

"İlk çocukluk" yıllarınızı düşlerken, "ikinci çocukluk" nedir, nasıl yaşanır bilir misiniz? İnsan neleri anımsayıp neleri unutabilir? Çocukluk coşkusu, heyecanı olmadan, güzel düşler kurulamadan, ak saçlarla, günleri, ayları, yılları değil, sadece anları hatırlayarak yeniden çocuk olunabilir bazen. Hele "Demans hastası" bir yakınınız varsa, anılar denizinde yüzmeyi öğrenmek zorundasınız. Ancak "yetişkin çocuk" olmak pek de kolay değildir ilk çocukluk gibi. Evcilik oyunundaki kadar kolay geçmez günler artık.

İtalyan yazar Cesare Pavese günlüğünde "Günleri değil anları hatırlarız" derken ne doğru bir saptama yapmış. Yaşadığımız an'ların değerini bilebiliyor muyuz? Geriye sadece onlar kalacak. Bazen zaman bir su gibi akıp gidiyor: Duru, berrak, çalkantısız. Bazen su bulanıyor, taşıyor, yön değiştiriyor. Ancak dere yatağı derin ve sağlamsa su yolunu, yönünü gene buluyor zaman içinde. Alışkanlıklarımız, becerilerimiz, değer yargılarımız, hobilerimiz, tutkularımız ya da sorunlarımız değil midir o suya yön veren...

Ruhsal dengemiz ne denli güçlü olursa beynimiz de o denli az yıpranıyor. Beden ne kadar küçülse, eskise de beyin hep ana kumanda merkezi. Ancak zamanla o da yıpranıyor, oksitleniyor, eski bir makine gibi. O yüzden sağlam kayıtlar gerek, güçlü bir bilgisayar gibi. Ancak; insanın değerini unutmadan, eskilere  vefasızlık etmeden.

Eski dolapları, çekmeceleri temizlerken atmaya kıyamadığımız eski günlükler, yıpranmış mektuplar, sararmış siyah beyaz fotoğraflar gibi dünden kalan anılar... Güzel anları nasıl da güzel sergiliyor, belleklerimizi tazeliyorlar yıllar sonra da.

Dünden kalan eskiler, bugünün bilgisayar çağında görkemli dijital pazarlarda, giderek küçülen CD kayıtlarıyla, elektronik araçlarla gülerek yarışıyorlar adeta. Sahaflarda eski kitaplar, plaklar, bit pazarlarında eski mandolinler, gramofonlar, radyolar -bazen parazit yapsalar da- eski sevimliliklerini koruyorlar. Korunmaya alınmış eski, ferah taş evler, ustaca işlenmiş ahşap yapılar gibi, görkemli ulu çınarlar gibi. Serin subaşları gibi, yakınında-yöresinde mutlu olacağımız güzellikler de belleğimizde hep var olsun, hep yaşasınlar istiyoruz. Onlar dünü hatırlatıyor, bugüne ışık tutuyor.

Anılar denizinde yüzmeyi öğrenemezsek, an'ların değerini bilebilir miyiz? Fırtınasız sakin, korunmalı limanlara, sağlam gemilere ömür boyu ihtiyacımız var İNSAN olarak... Bazen bir eş, bazen kardeş, bazen ana-baba, öğretmen ve bazen eski bir DOST gibi limanlar... Canımız istediğinde demir atıp rahatladığımız, "bir tatlı huzur" bulduğumuz limanlar.

Doktorların hep yinelediği gibi; "Yaşam kalitemizin yükselmesi, kişisel becerilerimize, direnme gücümüze, savunma mekanizmalarımızın doğru kullanımına bağlı". Acılar, kayıplar, rahatsızlıklar ivmeyi düşürse bile,  yaşam devam ediyor  dünya durmuyor.

Anları, güzel anılara dönüştürerek: Bugünü yarınlara ertelemeden, içimiz cız etmeden, ruhsal dengemiz bozulmadan, anların değerini bilebilmek...

Gene şairin dediği gibi; "Gizli bahçemizde açan çiçekleri" dermeye vaktimiz olsun.

"Yılların telaşlarda bu kadar çabuk geçeceği" aklımıza gelmeyebilir.

Ömür sürerken an'lar anılarla hayat buluyor, "Can yeleği" gibi...

Makbule Abalı-Eğitimci 
14.03.2010 Mersin 



Güncelleme Notu: Bu yazımı 2000'li yılların başında yazmıştım. Emekli olduktan sonra çalıştığım;  Çok donanımlı, çağdaş bir  özel eğitim kurumunun Bülteninde paylaştım. Daha sonra blogda yer aldı. Bazı konular, aradan yıllar geçse de; kuşaktan kuşağa güncelliğini kaybetmiyor.

Bloglar arasında yıllardır devam eden; Blogları Canlandırma Projesi (BCP) 2024 Ekim Ayı konuları "Aşk, sevgi, anı, şiir, büyülü günler" olarak belirlenmişti. Ben Anıları seçtim. (Her ayın 20. günü ile sonraki ayın 10. gününe kadar verilen süre bitmeden.) 

Yıların ardından; Tüm dost ve arkadaşlarımıza, genç-yaşlı yetişkinlere; sağlıklı, huzurlu, başarılı, mutlu, barış içinde, aydınlık günler-yıllar dileyerek...
İyilikler, güzellikler, can dostlar hiç eksilmesin hayatımızdan. Umut hiç tükenmesin.

Makbule Abalı-Eğitimci
07.11.2024  İzmir- Urla