Bu Blogda Ara

28 Eki 2023

YÜZ YAŞINA ERİŞMİŞ BİR CUMHURİYET

 


Dile kolay;  CUMHURİYETİMİZ 100 YAŞINDA.  Yüzyıl, bir asır, çok uzun bir zaman dilimi. O uzun yıllar nelere tanık oldu, neler yaşandı. kimler geldi, kimler geçti ? Her dönemin, o zaman diliminde yaşayan insanlara kazandırdığı belli davranış kalıpları, yoğun, kalıcı duygular var.  Gelişim aşamalarında, yaşadığımız topluma uyum sağlarken, birey  olmaya çalışırken  kazandıklarımız, yıllardan geriye kalan izler, birikimler... 

Yüzyıllık Cumhuriyetimizin " bir dönem tanığı " olmak adına dün gece ilkokul yıllarımı düşündüm. Ta o yıllara anılarımda bir yolculuk yaptım. Neyse ki hafızam da gerçek bir dost gibi bana yardımcı oldu, pek çok şeyi hatırlamama fırsat verdi. Geldiğimiz yolu bilmezsek sonraki zaman dilimlerini nasıl değerlendirebiliriz, neye göre önlemler alabiliriz? 

Hatırlayabildiğim kadarıyla o dönem; Aza kanaat etme, , paylaşabilme, tutumlu olma, insani yönden büyüklere saygı, küçüklere sevgi gösterebilme, güven, dürüstlük, vefa, onur, hak, hukuk, adalet duygularının yoğun ve gerçekçi olarak yaşandığı yıllardı. Atalarımız, büyüklerimiz, gerçek savaş öyküleriyle büyümüş, yıllarca askerlik yapmış , çok acı ve eziyet çekmiş , yoklukla mücadele etmiş bir neslin çocukları, torunları olarak her şeyi ince ve kapsamlı düşünürlerdi. 

"Devlet Baba",  "Toprak Ana", "Asker Ocağı", "Er Meydanı". "Baba Ocağı", "Ana Kuzusu", "Ahde Vefa", "Sorumluluk Bilinci", "Vazife Anlayışı", "Sadakat", "Liyakat" o nesillerde yerinde ve sık kullanılan sözcüklerdi.  Bir tas sıcak çorba, bir yudum su, bir bardak dost çayı, kırk yıllık kahve,  Tanrı misafiri, adam gibi adam, helâl süt emmiş, yuvayı yapan dişi kuş,  altın kalpli, alnı pak, yüreği pak gibi deyimler, sözcükler de ta o yıllardan belleğime kazınmış gibi adeta. Kimler bu sözcükleri, güzel deyişleri unutturdu bize, kimler anlamlarını değiştirdi ya da başka anlamlar yükledi? Yeni eklemelerle bu anlamlı sözcüklere yeniden yer verebiliriz dilimizde. 

Milli ve Dini Bayramlar " bayram" gibi kutlanır, acılar için hep birlikte yas evine gidilerek "İmece usulü" kısıtlı  imkânlarla  hazırlanan  yöresel yemekler bırakılırdı. Yere düşen ekmek parçasını hemen alır, üç kez öper, uygun bir yere koyardık. Ekmek kutsaldı. Yazın en sıcak günlerinde bile oruç tutmak isteyenler olurdu biz çocuklar arasında. Her şey sadelik ve içtenlik üzerine kurgulanmıştı sanki. Korkarak değil, inanarak, olması gerektiği gibi yapardık. Sevap- günah içimizde idi. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Derslerimizde de çok şey öğrendik. O dönemde fotoğraflar çekilerek yardım kolileri dağıtılmazdı ama yoksullar için adları bilinmeyen yardım melekleri, aşevleri vardı. 

Evlilikte sadakat, anlayış, vefa, dostluk esastı. Görücü usulü evlilikler çoğunluktaydı ama ayrılma boşanmalar bu kadar yaygın değildi.  Evlenme yaşı şimdikinden daha genç idi ancak  çok küçük yaşta evlendirilen kız çocukları yoktu.  Kadın sığınma evlerine de ihtiyaç yoktu sanırım. Ekonomik sıkıntılar aileleri sarsardı ama "Orta Direk" aileler ; temelden, çatıdan, yan kolonlardan, kirişlerden güç alarak ayakta kalmayı, geçinmeyi bilirdi. Tarımla, çiftçilikle uğraşan aileler biraz daha şanslıydı. Çukurova'nın verimli toprakları zor günlerde cankurtaran simidi gibi olmuş, "Aza kanaat eden" insanları doyurmuştur. 

Adana'da doğmuş, üniversite öğrenimine kadar çocukluk ve ilk gençlik yılları Adana'da geçmiş eski bir Adanalı olarak  ne çok severim Adana'yı, sıcak iklimi gibi sıcak  dostluklarını, yöresel yemeklerini, gönülleri kadar zengin dost sofralarını. belki biraz gürültülü ancak içten söyleşilerini. Üniversite sonrası ilk görev yıllarım gene Adana'da başladı. Yaş aldıkça, çocukluk yılları ne kadar gerilerde kalsa da kolay kolay unutulmuyor, anılar deposundan silinmiyor. Narenciye çiçeklerinin kokusu burnunuzda, ağaçtan koparıp yediğiniz meyvelerin tadı damağınızda kalıyor. Fayton arabaların tekerlek sesi, arabacıların atlara seslenişi halâ kulaklarımda.

 Adana Namık Kemal İlkokulu  ilk eğitim yuvam sayılır. İlk dört yılım orada, son yılım da taşınmamız nedeniyle Celâlettin Seyhan İlkokulunda  tamamlandı. O yıllarda anaokulları yoktu. Sınıflarımız yaklaşık 40 kişi kadar olurdu. Her sabah Atamızın gülümseyen yüzü karşılardı bizleri, güç alırdık. Sınıfımızda her kesimden, her yöreden arkadaşlarımız vardı. Doktor, mühendis, hukukçu, öğretmen, işçi, esnaf  her kesimden insanların çocukları. Okul sadece öğretim değil aynı zamanda bir eğitim yuvasıydı. Önlüklerimiz tek tipti . Kocaman kurdelelerimiz, beyaz yakalarımızla adeta akla karanın temsilcileri gibiydik. Ancak her zaman griye de yer vardı. Hayal kurmasını hepimiz iyi bilirdik.  Sadece okur yazar olmadık,  dinlemeyi,  anlamayı, insan ilişkilerini, tarih bilincini, yurt sevgisini, adaletli olmayı, bilimsel düşüncenin  değerini de orada belledik. Her okulda Öğretmenlerden daha kıdemli bir Başöğretmen olurdu . Eğitim müfettişlerinden ayrı, okulda genel anlamda bir denetleyici. Bir arabulucu gibi işleyişten sorumlu, deneyimli bir kişi. Her okulda, okuma yazma bilmeyen yetişkinler için de Okur Yazarlık kursları vardı.

Bayramlarda Belediye binası önündeki Resmigeçide en temiz, giysilerimiz, en düzenli yürüyüşümüzle katılırdık. Marşlar, bayraklar, flamalar, şiirler , günün anlam ve önemini belirten konuşmalar o törenlerin ayrılmaz bir parçasıydı. Coşkuyla kutlamalara günler öncesinden hazırlanırdık. Sınıflar renkli kâğıtlarla, fenerlerle, bayraklarla süslenirken bazen kızlara  krapon kâğıdından  giysiler hazırlanır, kurdeleler, şeritlerle süslemeler yapılırdı. Bazen ansızın yağan güz yağmuruyla ıslanmışızdır  da o törenlerde. Öğleden sonra çocuk baloları düzenlenir, geceler fener alaylarıyla sonlanırdı. Günlükler, anı defterleri birer canlı tanıktır o özel günlere... İş derslerinde yaptığımız karton kumbaralar dini bayramlarda verilecek küçük harçlıklar için bir kenarda sırasını beklerdi. Çocuklar için tatlı dil, güler yüz , şeker her zaman kabul görürdü. 

Yaş aldıkça dinlemek kadar anlatmayı da seviyor "dünkü çocuklar." Daha anlatacak öyle çok ince ayrıntılar var ki dağarcığımızda. "Geçmiş zaman anlatıcıları" geçmişte yaşadıklarını anlatmalılar tüm çocuklara. Sadece torunlarla sınırlı kalmamalı bu halka. Dinlemesini , gözlemesini, izlemesini  bilmeyenlerin yarınlara da güvenilir , kalıcı katkıları olamaz. Başöğretmen Atatürk'ün çocuk ve gençlere emanet  ettiği Cumhuriyetimiz 100 yaşında. Yürekten kutluyoruz. O zor yıllarda bile ne güzel işler gerçekleştirildi, büyük başarılara imza atıldı. Bilimsel gerçeklerden uzaklaşmadan, aklın sağduyunun, hoşgörünün yol göstericiliğinde aydınlık, umutlu yarınlara.  Yolunuz açık olsun.

Makbule ABALI- Emekli Eğitimci

28.Ekim 2023 Urla





21 Eki 2023

ŞİİRİMSİ BİR ÖYKÜ (Kelime Oyunu-120 )

 Bloglarda "Kelime Oyunu" etkinliği bir süredir devam ediyor. Deeptone Arkadaşımızın organize ettiği bu çalışmada beş kelime verilerek bu kelimelerin içinde olduğu ; bir öykü, bir şiir ya da bir deneme yazılması isteniyor. Herkes yazabilir, herkes beş kelime belirleyebilir. Bu hafta beş kelime, sevgili Deeptone tarafından belirlenmiş: (Ritüel, Kıyafet, Evlilik, Şüphe, Tapınak) Ben "Şiirimsi bir öykü denemesi" yazmayı tercih ettim. M. A 


 

ŞİİRİMSİ BİR ÖYKÜ

Sabah gün ışırken fırtına  öncesi bir sessizlik hakimdi doğaya;

Gökyüzünde ta uzaklarda geceden kalma bir ay, 

Ve ondan yer kapmak isteyen bir güz güneşi 

Akşamdan yağmur yağmış, suya doymuş tüm ağaçlar.

Kediler köpekler bile kavgasız, dövüşsüz yollarda...

Bir evcilik oyununda buluştular

Yukarı mahallenin çocukluk arkadaşları

Kızlar oyuna katıldı yalnızca,

Anne babalar geçim derdinde; evde, işte, uğraşta...

Ta eskilerden yıkık bir bina buldular,

Geçmiş ritüelleri anarak kapı girişine sıralandılar. 

Bez bebekler vardı kiminin ellerinde,

Annelerden kalan eski topuklu ayakkabılar kiminde.

Kıyafetler derseniz tüllü, süslü püslü, simli, nakışlı.

Bir tiyatro sahnesinde gibi rol aldılar,

Oyunlarla, masallarla, türküler, şarkılarla

Çocukça tüm ritüelleri canlandırdılar ;

Alkışlar... alkışlar... sevinç, coşku, mutluluk.

Bir düdük öttü ansızın, farklı sesler yansıdı duvarlar ötesinden;

Şüpheli bakışlarla izlendiklerini gördüler.

Oyun bitti, herkes gitti, evcilik,  evlilik hayalleri bitti,

Kuşlar hepten  uçuştu ağaç dallarına,

Bez bebekler bile donakaldı şaşkınlıkla...

Kırık bir el yazısıyla yazılmış soluk birkaç cümle kaldı 

Yüzyıllar  öncesinden,  geçmişten, tapınağın yıkık duvarında...

Eski bir tapınak yazıtı :

"Gürültü patırtının ortasında sükûnetle dolaş

Sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.

Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe

Herkesle dost olmaya çalış.

Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık

Unutmak olsun. Bağışla ve unut."


Makbule ABALI

Urla-İzmir 21 Ekim 2023















16 Eki 2023

AĞAÇ EV SOHBETLERİ -217

 


Ağaç Ev Sohbetleri, Bloglar arasında üç yıldır her Pazartesi işlenen güzel bir etkinlik. Bir anlamda bir Sanal  Sohbet. Taha Akkurt ve Edischar  Arkadaşlarımız başlatmış,  DeepTone Arkadaşımız organize ediyor. Kaystros Tyrha Arkadaşımız da büyük emek verenlerden. Zaten bir işbölümü ve yardımlaşma olmadan hiçbir etkinlik uzun soluklu olmuyor. Emek veren tüm arkadaşlarımıza teşekkürler. Bu haftanın konusu benden. Bir önceki yazımın (Doğal Tepkilerimiz)  devamı niteliğinde düşündüm. Zamanı uygun olan her arkadaşımın yazı veya yorumlarıyla katkılarını beklerim. Teşekkürler.



DOĞAL TEPKİLERİMİZ- SAVUNMA MEKANİZMALARI 

" Savunma Mekanizmaları bireyler için bir ihtiyaç mıdır? Yoksa daha gerçekçi çözümler bulunabilir mi?

Siz de zaman zaman kullanıyor musunuz? "

Bilindiği gibi Savunma Mekanizmaları, Psikoanalitik Ekolün kurucusu Sigmund Freud'un Kişilik kuramına dayanıyor. Freud'a göre KİŞİLİK : İd, Ego ve Super Ego olarak üç unsurdan oluşuyor. 

İD-İç ben ya da alt ben: Temel ihtiyaçları, Dürtüleri, arzuları temsil ediyor. Haz ilkesince yönlendiriliyor.

EGO: Benlik-Kişiliğin gerçekle başa çıkmasını sağlar. İd in isteklerini gerçekçi yollarla tatmin etmeye çalışır. 

SUPER EGO: Üst Benlik, ahlaki standartlar. Hayat boyu toplumdan ve özellikle anne babadan öğrendiğimiz kuralları barındırır. 

Freud'a göre iç ben ve üst ben arasında çıkan çatışmalar kişide kaygı yaratabiliyor. Ego (Benlik ) bu kaygıyı azaltmak için çeşitli yollar deneyebiliyor, savunma mekanizmalarını kullanıyor. Savunma mekanizmalarının organizmanın sağlığı için kullanılması  doğal ve normal. Kişinin olumsuz davranışlarını azaltarak rahatlamasını sağlayabilir. Ancak çok sık kullanılması, kişiyi gerçeklerden uzaklaştırarak hayatı zorlaştırabiliyor, kesin çözümlere ulaşmayı sağlamıyor. 

Çocukluktan yetişkinliğe uzanan uzun, ince yolda zaman zaman türlü, çeşitli durumlarla, farklı insanlarla karşılaşabiliyoruz. " Değişim" hayatın en önemli gerçeklerinden biri. Toplum değişirken bireyler de, düşünce ve değerler de değişime uğruyor. Kişiliğimizi, kimliğimizi savunmak amacıyla zaman zaman bilinçsizce savunma mekanizmaları kullanıyoruz. " Hayatın zorlukları karşısında savaşmak ya da kaçmak iki temel dürtü. Her şey ruhumuzu rahatlatmak için. Geçici çözümler hayatı biraz daha kolaylaştırıyor belki de... 

Bireylerin kişiliklerine göre savunma mekanizmalarının bilinçsizce kullanımı ve seçimi de değişiyor tabii. Çocuklukta en sık görülen: Gerileme-Regresyon. Yeni bir kardeşin doğumunda parmak emmeden altını ıslatmaya kadar değişen davranışlar olabiliyor. Yetişkinlerde: Yansıtma. Kişi kendi kusurlarını başkasında görüyor, suçluyor. İnkâr: Hatalı davranışları, kusurları reddederek geçici rahatlama sağlıyor.  Mantığa bürüme: Mantıksal nedenler, mazeretler bularak kusurları kapatmaya çalışma. Kaçma: Problemi yok sayma, önemsememe, umursamama. Bilinç altına bastırma: Üst ben tarafından onaylanmayan, izin verilmeyen, duyguların, isteklerin bastırılması, saklanması. Yadsıma: Benlik için tehlikeli sayılan bir gerçeği yok saymak. Telâfi: Zayıf ya da yetersiz gördüğü bir eksiği kişinin başka bir alanda başarı sağlayarak gidermek istemesi. Dönüştürme: Zorlayıcı duyguların yön değiştirip bedensel olarak yaşanması, bayılmalar, baş ağrısı, nefes alma güçlüğü. Hayal dünyasına kaçma: Acı veren gerçeklerden uzaklaşma. 

Daha olumlu sayılabilecek savunma mekanizmaları da var ; Özdeşleşme: Anne- baba , öğretmen, yakın akraba, siyasal kimliklerin fikir ya da davranışlarını taklit. Yüceltme: Eğilim ve isteklerin toplumca kabul görecek şekle bürünmesi, var olan yeteneklerin daha da geliştirilmesi. Mizah: En üst düzeydeki savunma mekanizmalarından biri kabul ediliyor. Mizahi yollarla, karikatür, komedi, şakalarla olay ya da durumları hafifletme. 

Toplumda, yakın ya da uzak çevremizde ne çok örneklerini görüyoruz değil mi?  Bazen yılların birikmiş kini, öfkesi, intikam duyguları karşımıza çıkıyor,  bazen gerçekler görmezden gelinip inkâr ediliyor, yalanlarla insanlar aldatılıyor.  Dünya çapında kazanılmış başarılar bile çeşitli nedenlerle karalanmaya, yok sayılmaya çalışılıyor. Oysa sporda, sanatta, bilimde, eğitimde, sağlıkta başarılara nasıl da susamış bir toplumuz. Deprem öncesi, deprem sonrası etik değerlerin, meslek ahlakının, yardım ve merhamet duygularını çöküşüne tanık olduk. Dayanıksız binalar gibi pek çok şey parçalandı, yıkıldı, enkazlar bile kaldırılamadı. Toplumsal hafızamız içler acısı. Her olumsuzluğu unutmaya mı çalıştık, bilinçaltımız neyi ne kadar süre saklama, depolama kapasitesine sahip?

Savunma mekanizmalarının uzun süre kullanılması zarar verir diyor uzmanlar. Kişi gerçeklerle yüzleşmeyip hayal dünyasına çekiliyor, inkar ediyor, yansıtmalar yapıyor. Çocukların serbestçe oynayacakları parkları beton yığınlarına terk ettik, ahşap yapılar, el işleri, eski ustalar, sabırla yaratılan eserler kalmadı . İnsanlarımız yorgun, sinirli, öfkeli. Gençler geleceklerinden kaygılı. Çok mu içimize kapandık, çok mu aldattık, yanılttık benliklerimizi. Sanatçılarımız etkinliklerini sergileyecek alan bulamıyorlar, festivaller, konserler , sergiler iptal edildikçe hayaller  nasıl can bulacak?

Eskiye özlem o yüzden mi arttı acaba? Giderek doğallıktan uzaklaşıyor, yapay yollara başvuruyoruz. Kime, neye, nasıl inanacağız. güveneceğiz?  Hayal ediyoruz; Günümüz çocuklarının büyümesine daha çok zaman var. Kimleri örnek alacaklar, kimler önlerinde idol olacak? Kayıp yıllarını nasıl karşılayacağız? Doğal tepkilerimiz anormal hale dönüşmeden, aklın, bilimin, mantığın yol göstericiliğinde, güvenilir, adil, dürüst kişilerin önderliğinde gerçekçi yollardan çözümler üretmeye çalışalım.  Zaman sonsuz bir hızla akıp gitmeden, umutlar tükenmeden... 

Makbule Abalı. 

Emekli Eğitimci

16 Ekim 2023 Urla

Kaynaklar: Atalay Yörükoğlu, Doğan Cüceloğlu, Özcan Köknel, Vikipedi


13 Eki 2023

DOĞAL TEPKİLERİMİZ

 


Geçtiğimiz günlerde bir kitabın arka kapağında şu cümle dikkatimi çekti: "Hastalık, ruhumuzun çığlığından başka bir şey değildir, o halde neden ısrarla çareyi sadece bedende arıyoruz? " 

İnsan olmanın, insan kalabilmenin, insanca yaşamanın bedelleri ağır çoğu kez. Yaşam boyu insanın mücadelesi, yaşama uğraşı, ayakta kalabilme, direnebilme isteği hiç bitmiyor. Belki de bu enerji, hayatın durağanlığını önlüyor, insana güç veriyor, yolunu aydınlatıyor, seçeceği yöntemleri belirliyor. 

Bireysel veya toplumsal hayatların anlatımında "savaşmak ya da kaçmak" üzerine kurgulanıyor çoğu senaryo. Ya çeşitli yollarla kişiliğinizi korumayı, var olmayı seçiyorsunuz ya da pes edip boyun eğmeyi, susmayı... Tepkisiz, duyarsız kalmayı, aldırmamayı, boş vermeyi, umursamamayı... (Bu alanda dilimiz, kelime dağarcığımız  ne kadar zengin. Yazdıkça ne çok sözcük kendiliğinden yerini buluyor.) 

Hayat devam ettiği sürece yıllara, dönemlere göre dünyanın, ülkelerin gündemleri de değişiyor; Savaşlar, doğal afetler, küresel sorunlar, ekonomik sıkıntılar... Değişimi kayda alan araştırmacılar süratle yeni alanlara yöneliyorlar, arz ve talep dengesi yeniden belirleniyor. TV. programları. haber kaynakları, filmler, diziler, müzik programları, sanat etkinlikleri, kitaplar, seminerler yeniden düzenleniyor. İnsanların meraklarını gidermek, yeni bilgilerle ilgilerini çekmek önem kazanıyor. 

Her alanda daha çok sayıda tüketiciye, son teknolojiye uygun daha çok ürün satmak üzerine planlanıyor her şey. "Güç bende" diyebilmek adına insan ya da insancıklar unutuluyor çoğu kez. Tüketici grubu değiştikçe reklâmlar da değişiyor. "Halk nasıl olsa  anlamaz"  kaygısıyla  çok da özen gösterilmiyor pek çok şeye. Bol resimli, az yazılı, çok gürültülü müziklerle , tekrarlarla üretiliyor çoğu ürün. Mücevher ve araba reklâmları çok gözde bu aralar. Sanal marketler kaç kişiye hitap ediyor ? İletişim çağında iletişimsizlik söz konusu. Kurumların aranan telefonlarında insan sesi duymak yerine mekanik sesler duymaktan işinizi çözememekten ötürü yorgun düşüyorsunuz. İnsan kayıp, İNSAN aranıyor...

"Uzun yazıları okumaya, yorum yapmaya artık insanların sabrı ve zamanı yok " diyor uzmanlar. O zaman hoşgörünüze sığınarak, bu yazımın devamı  16 Ekim Pazartesi ) günü  blogda (Ağaç Ev Sohbetlerinde) olsun. 

Makbule Abalı 

Urla . 13 Ekim





6 Eki 2023

ÜNLÜ ŞAİRLERİN DİZELERİNDE YAŞAM

 


BU SABAH
Bu sabah çok güzel, mavi, tertemiz;
İçimden geçiyor aydınlık bir iz.
Öyle bir saadet ince belirsiz,
İnandım ki artık ben gülüyorum.
 
Bu sabah sütünü emdim sevincin;
Düştü kabuk gibi haset, fitne, kin;
Umut kirmeninde eğrilmek için
İpek gibi tel tel dökülüyorum.

Kovdum yüreğimde yatan garibi;
Bu sabah şu ufkun benim sahibi
Bir ufuk içinde akan su gibi
İçimden içime dökülüyorum.

Yaşar KEMAL








RİNDLERİN AKŞAMI

Dönülmez akşamım ufkundayız. Vakit çok geç;

Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!

Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,

Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle,

Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan

Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan 

Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece

Gruba karşı bu son bahçelerde keyfince,

Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!

Ya lâle açmalıdır göğsünde yahut  gül!

Yahya Kemal BEYATLI 



YAŞAMAYA DAİR ( Kısaltarak )

Yaşamak şakaya gelmez

büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 

Yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

yetmişinde bile meselâ, zeytin dikeceksin

.............

Bu dünya soğuyacak,

yıldızların arasında bir yıldız,

hem de en ufacıklarından,

mavi kadifede bir yaldız zerresi yani

yani bu koskocaman dünyamız

Bu dünya soğuyacak günün birinde,

hatta bir buz yığını

yahut ölü bir bulut gibi de değil,

boş bir ceviz gibi yuvarlanacak

zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız 

Şimdiden çekilecek acısı bunun,

duyulacak mahzunluğu, şimdiden.

Böylesine sevilecek bu dünya

"Yaşadım" diyebilmen için...

Nazım HİKMET 



SON SÖZ

Boğazından lıkır lıkır geçen 

Şu suyun kıymetini bil

Nedir ki bu mavilik deme

Pencereden görebildiğin kadar 

Göğün kıymetini bil

Kıymetini bil çiçek açmış bademin

Güneşli odanın, çamurlu sokağın

Beyazın, siyahın, yeşilin,

Pembenin kıymetini bil 

Dirilik öyle bir şey yürekte

Sevinçle çırpınır,

Kavak yelleri eser insanın başında 

İnsanoğlu kızar, öfkelenir, savaşır

Halk için girişilen savaşta

O korkulu sevincin

Öfkenin kıymetini bil

Bil ki bu

Budur işte

Güneş yalnız dirileri ısıtır

Güneşin kıymetini bil.

Oktay RİFAT



AYRILIŞ

Bakakalırım giden geminin ardından

Atamam kendimi denize, dünya güzel,

Serde erkeklik var, ağlayamam.

Orhan Veli KANIK





BİR YOL HİKAYESİ 

Günün yorgunluğuna,

geleceğin belirsizliğine,

gecenin karanlığına,

dostların vefasızlığına 

inat,

sevmeli, sevmeli ki,

solmasın yaşam...

Tayfun TALİPOĞLU 


4 Eki 2023

EĞİTİMDE BİR KAYIP : Şerafettin SUNAY

 


Çalıştığınız her kurumda farklı insanlar, ayrı karakterler, kişilikler tanırsınız. Her biri ayrı bir dünya olan bu insanlardan bazısı derin izler bırakır hayatınızda. Hayatın içinde bir hayat dersi gibidir paylaşımlarınız. Emeklilik sonrası on yıl çalıştığım Mersin Test Teknik Dershanesi'nin yayını "Bir Eğitim Kurumunun 25 Yılı " adlı kitabı bugün yeniden okurken bir kez daha inandım; Eğitim-Öğretim alanında gerçek eğitimcilerle kaliteli uygulamalarla, gönül vererek yapılan özverili çalışmalar yararlı sonuçlar veriyor, yıllar sonrasında da en iyi duygularla anılıyor. 

Çok büyük bir okul gibiydi çalıştığım kurum. Pek çoğu Yüksek Öğretmen Okulu mezunu, branşında güçlü, nitelikli, seçkin öğretmenlerden oluşan 100 kişilik bir kadro, yaklaşık 5000 öğrenciyi kapsayan 4 şube. Rehberlik hizmetlerini çok ciddiye alan, Öğrenci Seçme Sınavlarında üst derecelere pek çok öğrenci yerleştiren, sosyal etkinliklere yer veren, çok ciddi zümre ve Kurul toplantılarının  düzenli yapıldığı , seçilmiş memur kadrosu ve çalışanlarıyla örnek bir kurum, 40 öğretmen ortaklı özel bir kuruluş. Biz ortak değildik ama bu Eğitim Yuvasında yıllarca özveriyle, görevimizi benimseyerek çalıştık. 

Şerafettin Sunay o kurumda tanıdığım unutulmaz insanlardan biriydi. Balıkesir Eğitim Enstitüsü Matematik Bölümünden  mezun çok değerli bir matematik öğretmeni.  Gölgesi ağırdı, ciddi bir görüntüsü vardı,  ancak tanıdıkça içindeki ince duyguları,  yüreğindeki insan sevgisini, nezaketini, dürüstlüğünü de tanır, daha çok saygı duyardınız. Şimdi doktor olan büyük kızımız :" Dersi işlerken, problemleri çözerken karatahtayı bir sanatçı gibi özenli ve düzenli kullanan saygın bir öğretmenimizdi." diyerek anıyor. Küçük kızımın Çeşme'deki düğününe eşi Canay Hanım ile birlikte katılarak bizleri çok mutlu etmişlerdi. Konuşması, davranışları, yaklaşımı ile "Beyefendi" unvanını  hak eden , sevilen, sayılan aynı zamanda çekinilen bir kişi.

Kurumda aynı zamanda Müdür Yardımcısı olarak Yönetim kadrosundaydı. O zamanlar yayınlanan Kurum Kitabına çok içimden gelerek şöyle yazmışım: "İnsanlar tanırsınız; kişilikli, bilgili, tutarlı, insana saygılı... 'Lider' olabilmenin ne denli güç olduğunu ya da 'gerçek yönetici' olmanın nasıl bir meziyet olduğunu bir kez daha fark edersiniz. " Bu duyguyu bizlere yaşatan arkadaşlarımı saygıyla anıyorum. Her üç ayda bir çıkan dershane bülteninde yazdığım yazıların çok dikkatli bir okuyucusu olduğunu sonraları öğrenmiştim. Hiç gecikmeden gelen geri bildirimleriyle yazı veya şiirlerimi en ince ayrıntısına kadar değerlendirir, ben mahcup dinlerken övgü dolu sözlerini sıralardı. 

Aynı Dershanede 10 yıl İlköğretim Bölümünün müdürlüğünü yapan eşim Ahmet Abalı ile çok düzenli, tempolu  sabah yürüyüşleri vardı. Sabahın erken saatlerinde çok hızlı yürümekten hoşlanan, sporun yararlarına inanan iki dost eğitimci. Rahmetli Rehber Öğretmenimiz Mustafa Kocabaş ile de çok iyi birer dost olduklarını biliyorum. Seçiciydi ama herkesle anlaşırdı.

Urla'ya taşındıktan sonra da telefonla görüşmelerimizi sürdürdük. Blogdaki yeni yazılarımdan haberdar ettim. Beni onurlandıran, destekleyen,  motive ederek yazmamı teşvik eden övgü dolu olumlu sözleri halâ kulaklarımda. Bugünlerde böyle bir yazı yazacağımı hiç düşünmemiştim. Yaşasaydı ve okuyabilseydi eminim gene tane tane konuşarak şöyle söyleyecekti:" Yazılarınıza yazılan yorumları da tek tek okuyorum...... "  Telefonda ölüm haberinizi aldığımızda hıçkırarak ağladığımı da yazmak istiyorum şimdi Öğretmenim. Diğer arkadaşlarımıza haber vermek ne zordu...

 2 Ekim 2023 günü eğitime gönül vermiş çok değerli, duyarlı  bir insanı, candan bir dostu kaybettik. Hepimizin başı sağ olsun. Işıklar içinde uyusun. Değerli eşi Ayşe Canay  Sunay Öğretmenimize,  tüm sevenlerine sabır ve baş sağlığı diliyorum. 

Makbule Abalı Urla 

4 Ekim 2023


                                                    Şerafettin Sunay ve eşi Ayşe Canay  Sunay 





1 Eki 2023

BİR DÜŞ GİBİYDİ HAYAT...



Yeni bir ayın bu ilk yayınında eski yazılarımdan birini seçtim. Geçmişe özlem değil ama geçmişi anmak iyi geliyor insana. 6Ocak 2017'de ikinci kez yayınlamışım. Bugün 1Ekim. "Dünya Yaşlılar Günü" olarak da anılıyor. Satırına dokunmadan  nostaljik bir yazımla günü kutluyorum. M.A
.................................................................................................

Gün geliyor bir gün tüm yaşadıklarımıza farklı bir pencereden bakıyoruz. Yaşamı adeta bir tül perdenin ardından gözleyip, yeniden değerlendiriyoruz olayları. Zamanın hızlı akışı içinde daha objektif, daha gerçekçi, eskisinden daha farklı biçimde bir bakış belki de... Yaşanmış onca olay, tanıdığımız onca kişi. Bir ömre, yıllara sığdırılmış onlarca gerçek öykü...  İnsan yaşamından anlar, anılar bütünü. Acı, tatlı, hüzünlü ya da neşeli...

Ancak "yaşanan zamanla- anılan zaman" birbirinden farklı olacaktır elbette; Her şey artık zaman tünelinde netliğini kaybetmiş, etkisi azalmış, bir düşler yumağına dönüşmüş. Gün gelip belli yaş sınırlarını aştığımızda, bellek ne kadarına "geçiş izni" verirse o kadarı yüzeye çıkacak. Belki bir gün kendimize dahi "yabancılaşmak" ya da yenilenen güzel düşler kurmaya devam etmek... Dünya sadece bizim için dönmüyor ya da durmuyor...

Kendimizi iyi hissettiğimiz sürece yazmak, okumak, yeteneklerimiz doğrultusunda güzel şeyler yapmaya çalışmak... Yıllar sonra o tül perdeyi aralamak, yaşadıklarımızı daha net görmemizi sağlayacak belki de. İşte o zaman "Güzel bir düş gibiydi hayat" diyebileceğiz sanırım. Yaşamın içinde eski bir yıla veda edip yeni bir yılı karşılarken her defasında yeni umutlar yüklenir insan. Geçmiş, hatalarıyla, kusurlarıyla geride kalmıştır. Koca bir yılın ne getirip ne götüreceği bilinmez. Ama değişen her yeni yıl insan için de bir değişimdir. Ne çok şey ister, ne çok şey bekler insan. Belki çoğu kez ertelense de hayaller, umduğuyla değil, bulduğuyla yetinir insanoğlu. Sürprizlerle dolu bir düş gibidir hayat.

Bir kitabı yeniden okuduğunuzda ya da bir filmi yeniden izlediğinizde daha önce dikkatinizi çekmeyen yeni şeyler keşfedersiniz. Yeniden geçmişe bakmak, hayatı bir başka zamanda , bir başka gözle gözlemek nice şeyleri hatırlatır insana. Ne çok iz kalmıştır yaşadıklarımızdan geriye. Bazen canımız yanar, bazen mutluluk duyarız. Yaşarken de öyle değil midir, mutlulukla hüzün, gözyaşıyla kahkaha aynı anda yaşanabilir...

Gün olur, geçmişe bir göz attığımızda önceden yaşanmış bazı olaylar çok net canlanır belleğimizde, bazıları silik görüntülerle gelir aklımıza, bazılarını bellek kayıttan silmiştir bile... İnsanın doğasında kötü şeyleri, acı veren anıları bilinçaltına itip unutmak vardır. Çok kolay olmasa da bazı şeyleri unutmak. Düşler sürer yaşadıkça, günbegün. Yeni bir gün başlar günün ilk ışıklarıyla. Her şey yeniden aydınlanır; Geçmişin yol göstericiliğinde yeni yollar açılır insanın önünde. Gün doğarken sabahın duru aydınlığında her şey netlik kazanır. Anılar ayıklanır etkisine göre; İyi-kötü, acı-tatlı, olumlu-olumsuz...

"Karışık, uzun bir düş gibidir hayat." Her hayat kişiye özgüdür, özeldir. Herkes aynı olayı bir başka biçimde yaşar ve etkilenir. Geride yaşanmış koca bir ömür ve paramparça düşler kalır. Bir çocuk parkında masum çocukların coşkusunu gözlediğinde kendi çocukluğunu hatırlar insan. O yıllardaki iyi-kötü anılar sonraki tüm hayatı etkiler. Mutlu bir çocukluk, mutlu bir yetişkin olabilmenin ön koşuludur. Çocuklukta karşılaşılmış bir şiddet, kişiyi asosyal yapabilir, çekingenliğe, güvensizliğe yol açabilir. Olumsuz bir öğretmen davranışı çocuğun tüm hayatını etkileyebilir. Anne-baba arasındaki şiddetli geçimsizlik de gelecekte nice şiddet öyküsünü yaratabilir. O zaman "kötü bir düş gibi" hatırlanır hayat...

Özelikle yaş aldıkça insana saygılı, nazik, anlayışlı, duyarlı, sakin insanların çoğalmasını diler insanoğlu. Bu güzel insanlar çoğaldıkça hoyrat, asabi, saldırgan, kaba insanların da gücü azalacaktır. Ama "şaşırtıcı bir düş" gibidir hayat.  Zamanlı-zamansız iyiler de kötüler de karşımıza çıkacaktır. Geride ancak izler kalacaktır. Bazen alışmak zor olsa da belki zamanla alışarak dayanma gücümüzü de test edeceğiz. İyi-kötü yanlarıyla iniş çıkışlıdır hayat. Çok güvendiğiniz bir dostunuzun hiç ummadığınız bir davranışıyla karşılaşırsınız bir gün. Üzerinize kilolarca ağırlık yıkılır bir anda adeta. Tam tersi güzel bir olay sizi havalara uçurur. Yeniden yaşama bağlanır, düşler ülkesinde yeniden bir gezintiye çıkarsınız...

Yaşam boyu türlü çeşitli hayatlar içinde varlığınızı sürdürürsünüz; Ev hayatı, iş hayatı, sosyal hayat, özel hayat. Her şey size bağlıdır. Duygu kontrolü, düşünce kontrolü, davranış kontrolü... İçinizde "görev aşkı" varsa kimse denetlemediğinde bile var gücünüzle çalışırsınız. Sorumluluk, vicdan, namus, utanç gibi kavramlar anlamını yitirmemişse kafanızda, her şey olması gerektiği gibi tanımlanır. Olumsuzlukları umursamaz, kötülükleri görmezden gelirseniz alışkanlıklarınız da bir başka biçimde gelişir. Kendi kişisel denetimini yapamayan insan dış denetimlerle de kolay kolay değişemiyor. Kendini kurtaracak yolları, açık kapıları hep bulabiliyor.

Bazen bir hastalık, bir kaza, bazen zamansız bir ölüm, sevdiklerinizi alır elinizden. Genç, yaşlı fark etmez, içiniz yanar, üzülür, çırpınır, ama sonuçta kabullenirsiniz. Bu dünyada acı da, hastalık da ölüm de vardır. Ve doğum kadar doğaldır. Uzun bir süre anılar üşüşür beyninize; Keşkeler, pişmanlıklar, nedenler, iyi ki'ler, acabalar... Bazen kader, bazen alın yazısı, bazen doğa kanunu deriz. Adı ne olursa olsun, her kayıp yeni bir "düş kırıklığıdır", isyandır, inkardır. Ama sonuçta kabullenme vardır. Bazen "kötü bir düş gibidir hayat."

"Bir düş gibidir hayat"... Ama gerçeklerle yüz yüze olmak, onları kabullenmek, yaşlılıkta çok da rahatlatıcı değildir. Haksızlıklara tahammülünüz azalır. Yaş aldıkça eleştirmenliğe başladığınızı fark edersiniz. Yanlışları düzelten, hataları vurgulayan bir yapıya bürünürsünüz giderek. Hoşgörü, anlayış azalmaz, ancak insanları, dünyayı düzeltme çabası da hiç bitmez. Bakış açısı giderek genişler, yaşlılık dokunulmazlığına bürünüp, olumsuzlukları konuşmak, söylemek rahatlatır insanı. Yıllar ilerledikçe evinde de yurdunda da sevgiye, nezakete, huzura, sakinliğe daha çok ihtiyaç duyar insan. Gelecek garantisi ister. "Kötü bir düş gibiydi hayat" demek istemiyordur. Çevresindeki insanlara, kurumlara inanmak, güvenmek, insanca yaşamak, insan gibi davranılmak ister.

Kafaca, bedence kendinizi hazır hissetmiyorsanız "emeklilik", bir çocuğun kararsızlığı ya da bir ergenin şaşkınlığına sokar sizi. Yoğun bir iş hayatının ardından "Hayat güzeldir" diye düşünür, yeni planlar yaparsınız. Ancak o güzellik hastalıklarla gölgelenir bazen. Yorgun yılların ağırlığı bazen omuzlarınıza, bazen belinize, bazen dizlerinize biner. Oysa hobilere zaman ayırabilmek nasıl da güzeldir. Dostlarla birlikte bir sabah kahvesi, bir sabah kahvaltısının tadı yıllarca damaklarda kalır. 

"Uzun, karmaşık bir düş gibidir hayat." Hayat devam ederken "beyin" hala dış dünyayla iletişimi sağlıyorsa, başka hastalıkların üstesinden gelebilir insan. "Umut" devam ediyorsa istediği gibi düş kurabilir insanoğlu.
Zorlu bir kışın içinde bile" dört mevsim bahar" olur o zaman...