Bu Blogda Ara

27 Oca 2024

GÜN BİTMEDEN YOL ALMAK... (ÖYKÜ)

 




Bir gün önce sabahtan akşama kadar yağmur devam etmişti. Bugün insanın iliklerine kadar işleyen bir soğuk hava. Ocak Ayının ikinci yarısındayız.  Mevsimler de aldatıcı oldu.   Bir kar yağsa, hepimiz arınsak olumsuz duygulardan; içimizde birikmiş kaygı ve endişelerden, dışa vurulmamış, bedene yansımış stresten... 

Öğleye doğru bu küçük parkta güneşi arkama alarak yürümek, biraz ısınmak, karanlıktan aydınlığa bir yol aramak gibiydi sanki. Kafamda düşünce öbekleri, karmakarışık duygular ve sonsuzluğa uzanan bir yol. Eskinin Arnavut Kaldırım taşları düzeninde örülmüş bir yol,, Çevrede Akdeniz ve Ege İklimine özgü çam, palmiye ve zeytin ağaçları, birbirlerine haksızlık etmeden sıra sıra dizilmişler. Mevsimlere göre yapraklarını döken ve dökmeyen ağaçlar, birbirlerine karşı öyle anlayışlılar ki şaşırıyorum bazen. Sanırım yeterince tanımıyoruz bu ayrı dünyaları. Onlar kendi içlerinde bir uyumu özgürce ama ölçülü bir biçimde sürdürüyorlar. Ya biz insanlar...?

Ansızın sessizliğin içinde  farklı sesler algılıyorum: Kısa cümlelerle sakin konuşmalar, insan sesleri. Sonra seslerin kaynağını buluyorum. Az  ileride yürüyen bir çift. Nereden, ne zaman çıktılar? Onlar da kendilerini fark ettirmediler. Yüzlerini göremedim ilkin. Sırtları bana dönüktü. Ağır adımlarla, el ele, kol kola, adeta birbirlerinden destek alarak yürüyorlardı. Amaçsız bir yürüyüştü bu sanki. Ya da yılların ardından yönünü, amacını belirlemiş  bir yürüme. Ama hiçbir trafik işareti bu doğal yürüyüşü kontrol edemezdi, bu çiftin yazısız doğal kuralları çok önceden belirlenmişti. Çocukların oyun kuralları gibi içten, saf.

Çam , palmiye ve zeytin ağaçlarıyla çevrili bir park alanıydı burası. Girişte bir Atatürk Büstü, birkaç bank vardı. Parkın dışında çocuklar için bir oyun alanı görülüyordu. Dönem tatili başlamıştı ama parkta hiç çocuk yoktu. Bu zaman diliminde park üç kişiye ayrılmıştı sanki. Ufak adımlarla, sadece birbirlerini dinleyerek yürüyen yaşlı bir çift ve ben. Onlar dikkatle yere basarak yürürken, sanki gözlerden çok kulaklar işlerlik kazanmıştı. Kuşların kanat çırpışlarını, ötüşlerini duyuyorlar mıydı acaba? Ya da yoldan geçen tek tük aracın sesleri onlara kadar ulaşıyor muydu? Neden bu dalgınlık diye düşündüm bir an. Onları böylesine yoğun duygularla düşündüren neydi bilinmez..

Sanki onların dokunulmazlığına zarar vereceğimden ürktüm. yanlarından sessizce süzülüp geçtim. Bastığım yerdeki kuru yapraklar bile ses vermedi. Az sonra seslerini duydum. Kelime oyununa  benzer bir oyun gibiydi konuşmaları. Erkek, eşine bildiği ağaçların özelliklerini sıralıyordu: " Sedir ağacına köylerde katran derler. Katran, ardıç ağaçlarının bittiği yerlerde başlar. 1000 metrenin üstünde görülür." Ben parkta üçüncü turumu tamamlarken onlar henüz birinci  turun sonundaydılar. Birkaç metre geriden izlemeye başladım. Giysilerindeki sadelik ve renk uyumu dikkatimi çekti. Kadının boynunda polar mavi bir atkı vardı. Erkeğin boynunda sonbahar renklerini yansıtan , zevkle bağlanmış yün bir atkı. Giysilerinde tek dikkat çekici nesne erkeğin elinde taşıdığı Atatürk simgeli çok şık bir Safranbolu bastonuydu. 

Birden onlarla tanışmak için içimde dayanılmaz bir arzu duydum. Onları daha rahat izleyebilmek için adımlarımı da yavaşlatmıştım zaten. Aynı hizada yürümeye başladığımızda selâm verdim. "Merhaba" dedim. Gözlerini kısarak baktı yaşlı bey. Yüzüne vuran kış güneşi gözlük camlarına da yansımıştı. 

"Bir zamanlar ben de sizin kadar hızlı yürürdüm. Çok sevdiğim bir arkadaşımla birlikte sahilde 5 km. sabah yürüyüşlerimiz olurdu." Eşi,  yüzünde tatlı bir gülümsemeyle onayladı: "Bir zamanlar..." 

Konuşmak için konu aramaya hiç ihtiyaç yoktu. "Bastonunuz da çok şık" diye ekledim. "Hayat boyu izinden gittik." diye bilgece bir yanıt geldi. Parktaki birkaç banktan biri hemen yanımızda idi. "Biraz soluklanmak ister misiniz? " soruma yanıt eşinden geldi: " Tabii  ne iyi olur. "

Oturduk. Kış güneşi çok da ısıtıcı değildi. "Baharda buralar çok güzel olur. çiçeklerle donanır." dedim. Onlar da onayladılar sözümü: "Gördük, harikaydı. Doğa giysilerini yenileyecek  bir süre sonra. Kuşlar ve böcekler de değişime uğrar. Ömrümüzün kaçıncı baharı bu kim bilir? " Tok bir erkek sesi tamamladı eşinin cümlesini. " Ben her bahar yeniden dirilirim adeta. Ancak gözlerim zayıfladı, artık dünyayı eskisi kadar net seçemiyorum . Bastonu da sevgili eşimin ısrarıyla kullanmaya başladım. Onu hiç kırmadım ki..." Sanki  sözleşmiş gibi cümleyi birlikte tamamladılar: "Belli bir yaştan sonra birbirimizin desteğine daha çok ihtiyaç duyuyoruz. "

Bir yağmur bulutu göz kırptı ağaçların arasından. Bir küçük damla düştü, sonra bir damla daha. Ömürden giden günler, yıllar gibi... 

Bu mini söyleşiyi noktaladık, vedalaştık. Bastonun dirençli sesi, onların ayak seslerine karıştı. Yağmur da sanki onların adımlarına uymuş, hemen sağanağa dönüşmemişti.

 Arkalarından uzun süre bakakaldım. Birkaç dakikada ne çok soru, ne çok iz bıraktılar zihnimde. Sokakta çıt yoktu... Oysa içimde fırtınalar esiyordu... 

Makbule ABALI

27 Ocak 2024 Urla. 







22 Oca 2024

ŞÜKRÜ ERBAŞ- SESSİZLİK BÜYÜR BÜYÜR

 


Yazının yazgısı mı? İnsan en gizlisini, en dokunulmazını, en özelini yazar. Bunun dışında kalmış tek bir satır gördün mü? Kâğıt, kalem ve senden başka tanrısı olmayan bir yalnızlığı, göğüs kafesinde hohlayıp ısıttığın bir yalnızlığı, ürpere çırpına sabaha çıkardığın bir yalnızlığı, yarasını hiç bilmediğin, belki de yarası olmayan insanlara,  "bak,  bu yaran" diye sunarsın. Sonra binlerce ayak, binlerce göz, binlerce ses, senin o has bahçende saygılı, hoyrat dolaşmaya başlar. Haz ve korku, incinme ve gönenme, çoğalma ve azalma, pişmanlık ve ısrar... hemen eşiğin üstünde...

Eşikten sadece şiir geçmez. Sen de geçersin. Gider konuşursun. "Bir şiir ne zaman başlar ne zaman biter; bir kitap ne zaman; nasıl karar verirsiniz?" Harfe  dönmüş, uğultu olarak kalmış, gölgelenmiş, ışımış binlerce ayrıntının , aklındaki binlerce düğümünü anlatacaksın? Kalbiniz bilir, dersin usulca. Sezgileriniz fısıldar. Okuduğunuz şiirlere bağlıdır biraz da bu. Dinlediğiniz müziklere. Gözyaşlarına. Alın çizgilerine. Şiirin vardığı yer kadar  bu sözleri n vardığı yer de gölgelidir.

Soran susar, sen susarsın.

Şükrü ERBAŞ 




19 Oca 2024

İYİLİK HALİ

 


Hasta olmak, ya da hasta yakını olmak;

Dünyayı bir başka türlü algılamak

Yarı bilinçli, yarı bilinçsiz,

Güne sıkıntılarla başlamak...

Bazen renkleri karıştırmak birbirine;

Alacalı, bulacalı, karmakarışık

Çevreyi bir kara camın ardından gözlemek.

İnsanın insana yakınlığını test etmek,

Dostluğuna, vefasına, güvenine tanık olabilmek

Sağlık ile hastalık arasındaki hassas çizgide...


Makbule ABALI

19 Ocak 2024 Urla








11 Oca 2024

ATAOL BEHRAMOĞLU- HER ŞEY ŞİİRDİR.


Kış mevsiminin soğuk günlerini yaşıyoruz. Mevsimin ikinci ayı her yerde kendini hissettiriyor. Özellikle böyle günlerde şiirin ılımlı köşe başlarında gezinmek  iyi geliyor insana. Fırtınalı bir havada  sakin bir limana sığınmak gibi. 

Zaman zaman şiir kitaplarımı karıştırıyorum. Her birinin ayrı bir tadı var. Her kademede okullarımızda çocukları, gençleri şiirin gizemli dünyasıyla tanıştırmak ne iyi  olur diye düşünüyorum. Çok yönlü düşünebilen, insana saygılı, hoşgörülü kuşakların yetişmelerine katkı sağlamak gibi.

Ataol Behramoğlu'nun  "BEYAZ, İPEK GİBİ YAĞDI KAR" adlı kitabını 13 yıl önce almışım. Mersin Kültür Merkezi'nde çok güzel bir şiir dinletisi sonunda sıraya girip imzalatarak kitap sahibi olmak ne büyük mutluluktu. Kitabın 4. baskısı. Arka kapakta şöyle yazıyor:  ""Cumhuriyet Dönemi şiirimizde kendine özgü bir yeri olan Ataol Behramoğlu 50 yıldır yazdığı dizelerden 100'ünü seçip ayırdı. "Beyaz, İpek Gibi Yağdı Kar" 50 yıldan seçilmiş 100 şiirinden oluştu. Lirik... Epik... Kişisel... Toplumsal şiirler... Ataol Behramoğlu'nun dünya dillerine çevrilmiş, uluslararası ödüller almış şiirlerinden bir seçkidir bu kitap. Hem bir şiir seçkisi hem de şiir dilinde bir Türkiye öyküsü."

Ataol Behramoğlu 13 Nisan 1942 yılı Çatalca'da doğumlu. Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Rus  Dili ve Edebiyatı mezunu. Şair, yazar, gazeteci.

Kitapta yer alan şiirlerinden dizeler seçmeye çalışarak bir demet hazırladım; Bir kış günü baharı yaşamak gibi... Makbule Abalı



BAHAR ŞİİRİ

Bu sabah mutluluğa aç pencereni

Bir güzel arın dünkü kederinden

Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden

Çocuğum uzat ellerini

Şu güzelim bulut gözlü buzağıyı

Duy böyle koşturan sevinci

Dinle nasıl telaş telaş çarpıyor 

Toprak ananın kalbi

Şöyle yanı başıma çimenlere uzan

Kulak ver gümbürtüsüne dünyanın

Baharın gençliğin ve aşkın

Türküsünü söyleyelim bir ağızdan 

Ataol BEHRAMOĞLU



SEVGİNİN ÖNÜNDE

Bütün insanları dostun bil, kardeşin bil kızım

Sevincin ürünüdür insan, nefretin değil kızım

Zulmün önünde dimdik tut onurunu

Sevginin önünde eğil kızım 

Ataol BEHRAMOĞLU



HER ŞEY ŞİİRDİR...

Her şey şiirdir, uğultusu rüzgârın

Bir ırmağa usulcacık yağan kar

Her gece okunan bir dua çocuklukta

Gökyüzünde bölük bölük turnalar


Her şey şiirdir, sevinç ve keder

Dünyada olmak duygusu...

 Kıyıda, ıssız kayalıklarda

Kendi başına ışıldayan su


Her şey şiirdir, şimdi, şu anda 

Ak kâğıt üzerinde dolanan elin

Karşıki avluda salınan söğüt

Yandaki odada uyuyan bebeğim


Her şey şiirdir, çağrısı aşkın

Bahar toprağından yükselen tütsü 

Umut ve acı, başlayan ve biten,

Yağmurun ve akıp giden hayatın türküsü


Her şey şiirdir ve bir gün belki

İlk aşkım, ilk göz ağrım şiir

Koynunda ona yazdığım mektuplar

Bir yerlerden çıkıp gelecektir... 

Ataol BEHRAMOĞLU



BEBEKLERİN ULUSU YOK 

İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu

Bebeklerin ulusu yok

Başlarını tutuşları aynı

Bakarken gözlerinde aynı merak

Ağlarken aynı seslerinin tonu


Bebekler çiçeği insanlığımızın 

Güllerin en hası, en goncası

Sarışın bir ışık parçası kimi

Kimi kapkara üzüm tanesi


Babalar çıkarmayın onları akıldan

Analar koruyun bebeklerinizi

Susturun susturun söylemeyin

Savaştan, yıkımdan söz ederse biri


Bırakalım sevdayla büyüsünler

Serpilip gelişsinler fidan gibi

Senin benim hiç kimsenin değil

Bütün bir yeryüzünündür onlar

Bütün insanlığın gözbebeği


İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu

Bebeklerin ulusu yok

Bebekler, çiçeği insanlığımızın 

Ve geleceğimizin biricik umudu...

Ataol BEHRAMOĞLU


Sayın Ataol BEHRAMOĞLU' NU saygıyla anarak... 



8 Oca 2024

AĞAÇ EV SOHBETLERİ- 229

 


Bloglarda her hafta devam eden Ağaç Ev Sohbetleri'nin 229. haftasındayız. Bir etkinliğin uzun soluklu oluşu sevindiriyor insanı. Belki de yılların ötesine taşınması gereken öyle çok şeyden vazgeçildi ki, uzun zamana yayılan güzel şeyler mutlu ediyor insanı. 

Bu haftaki konumuz: Geçen yıllar, duygu, düşünce ve fikirlerinizde nasıl bir değişim yarattı? Kişiliğinizde, kimliğinizde yükselen veya alçalan değerler, kazançlarınız, kayıplarınız neler oldu?

Doğumdan ölüme yaşadığımız her yıl, kazançlar ve kayıplar hanesine bir  şeyler bırakıyor. Yaşam boyu bir gelişim ve değişim devam ediyor. Hayatın iniş çıkışları arasında bir denge kurulamadığında uyumsuzluklar da kaçınılmaz oluyor. Hayat her şeye hazırlıklı olmayı zorunlu kılıyor. Alıştığımız düzen aynı biçimde devam etmediği gibi çeşitli sıkıntılar, rahatsızlıklar, hayal kırıklıkları günlere damgasını vuruyor. 

Yıllar boyu çok şeye tanıklık etmiş bir insan, bir sade vatandaş olarak; kadın, anne, eş, öğretmen kimliklerimle , çevreye duyarlı, hassas, gözlemci özelliklerimle, değerler grafiğimdeki  iniş çıkışları vurgulamaya çalışacağım: Hassas bir yapınız varsa, olaylardan, kişilerden çabuk etkileniyorsanız,  mutluluk da, mutsuzluk da çok küçük şeylerle kılık değiştiriyor, hassas bir terazinin dengesi gibi yön bulmaya çalışıyor. 

Ünlü şair Cahit Sıtkı Tarancı 35 Yaş Şiirinde ne güzel dile getirmiş:

"Zamanla nasıl değişiyor insan!

Hangi resmime baksam ben değilim.

Nerde o günler, o şevk, o heyecan

Bu güler yüzlü adam ben değilim;

Yalandır kaygısız olduğum yalan. "

"Kişi yedisinde neyse yetmişinde de o'dur. "dese de eskiler, değişim hayatın olmazsa olmazlarından. 

Nelerin - nasıl değişeceği kişinin iradesine, karakterine, sosyal çevresine, çevresindeki uyaranlara bağlı.

İyi ki değişmedi dediğim temel duygularım; sevgi, doğallık, içtenlik, vefa, sadakat, dürüstlük oldu... 

Bizim kuşak demokrasiyi tam anlamıyla okullarda yaşadı. Eski siyah-beyaz fotoğraflar tanıktır; sınıfımızda her yöreden,  her kesimden arkadaşlarla birlikte öğrenim gördük. Kimin okuldan yardım aldığını hiç bilmedik. Tek tip önlüklerimizle, dili, dini, ırkı, rengi hiç sorgulamadan birbirimizle arkadaşlık ettik. Kullandığımız eşyalar, kitaplar, defterler, kalemler, çantalar, ayakkabılar birbirinden çok farklı değildi. Sınıf başkanını bile  hilesiz oylarımızla biz seçtik,  fikre saygıyı öğrendik. Kimsenin ayrım yapmasına , farklı davranmasına izin vermedik. 

Aşağılamak, küçümsemek, alay etmek ayıptı, mızıkçılara hoşgörülü davranmadık. Paylaşmayı bilirdik, giysiler, kitaplar büyük kardeşten küçük kardeşe kalırdı. İsraf haramdı, bankaların bile kredi kartları değil, kumbaraları vardı. Yerli malı, yerli ürün kullanma alışkanlığımız vardı. Ne mutlu bize; ülkemizin işler durumdaki fabrikalarının bacalarını tüterken görebilen bir kuşak olabildik. Fabrikalarımızı okul gezilerimizle tanıdık, kullandığımız ürünleri üreten emekçileri derslerimizde kaynak kişi olarak dinledik. Hayat Bilgisi derslerinde ilk 10 dakika güncel konular işlenirdi. Küme çalışmaları; dinleme, anlatma, okuduğunu anlama, kaynak tarama, soru sorma, eleştirme konularında çok geçerli idi. 

Ortaokul biterken tüm derslerden bir bitirme sınavına girip diploma aldık. Genellikle notlarımızdan, sınavlarımızdan kuşku duymazdık. İtiraz hakkımız vardı. ÖSYM (Öğrenci Seçme Yerleştirme Merkezi) en saygın kuruluşlardan biri idi. Sınav sonrası sorular gazetelerde yayınlanırdı. Sorular Ölçme ve Değerlendirme kurallarına uygun hazırlanırdı. Zamanında açıklanan sonuçlarda 100 tane Birinci, 500 tane İkinci çıkmazdı. 

Son yıllarda yaşadığım  en yoğun duygular; Güvensizlik, hayal kırıklığı ve şaşırma.

Belki güven içinde büyüdüğümüzdendir, kişiliğimizden ödün vermeden insanlara çoğunlukla sevgi- saygı sınırları içinde yaklaştık, inandık, güvendik. Sanırım büyük hayal kırıklıklarımız, olaylar karşısında şaşkınlığımız o yüzdendir. Biraz geç oldu ama hayır demesini öğrendim. Güven kaybı, her çalan telefona cevap vermemeyi, her gülen yüze inanmamayı da belletti. Gene de insan sevgisi içimize öyle işlemiş ki öfkeden, kinden, intikamdan hep uzak kalıyoruz. Merhametsiz olmak imkânsız. İnsan sıcağı, insani duygular hep yakınımızda. Telefonlardaki mekanik seslere alışamadık. Depremlerde, en zor zamanlarda bile insana ulaşamayan yüksek teknolojiye halâ kuşkuyla bakıyorum. Robotlar, yapay zekâ henüz bana çok uzak. 

Pek çok sözcüğün, pek çok kurumun öylesine içi boşaltıldı ki; duyduklarımıza inanamadık, şaşırdık, yanlış bilgilendirme sandık. Gerçekler acı verdi, pek çok kişiye, kuruma, mesleğe saygımızı yitirdik. Hayal kırıklıklarımız çok büyük oldu. Kaç Milletvekili, kaç Bakan adı var aklınızda?  Kaç Bakan kendi alanındaki sorulara net cevap verebilir?  Danışmanlara nasıl ulaşılır? Meclisteki kavgalar çocuklara da yansıdı, oysa onların iyi örneklere ihtiyaçları var.  Bir zamanlar "Büyüyünce ne olacaksın? " dendiğinde öğretmen, asker, vali, kaymakam diyen kaç çocuk var çevrenizde? Neden hukukçu ya da psikolog olmak istiyorlar? Uluslararası genel Bilgi- başarı-okuduğunu anlama, yorumlama testlerinde neden en gerilerdeyiz? Ne gibi önlemler aldık, uzun zamanlı planlar hazırlayabildik mi?

"Yalan söyleyeni dokuz köyden kovarlar." ,  "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar."  Atasözlerinin yıllarca geçerli olduğu bu ülkede inanılır, güvenilir kaç politikacı kaldı?  "Gitmesek de, gelmesek de o köy bizim köyümüzdür . " diyenler zor günlerde nerelerde olurlar? Kendi görüşünde olmayanlara yardım elini uzatmayanları,  toplum yararına en gerekli kararlara evet oyu vermeyip ısrarla hayır denmesini, spora bile siyaset karıştırılmasını yadırgıyoruz. Oysa Milli maçlarda tüm ülke, birlik - beraberlik sevincini tadardı. 

 Parasız yatılı okulların, öğretmen yetiştiren kurumların okullarda laboratuvarların, mahallelerde çocuk parklarının, kütüphanelerin, öğretmen evlerinin, dinlenme kamplarının kapatılmasına üzülüyor, cezaevlerinin, kadın sığınma evlerinin çoğalmasını yadırgıyoruz. Üniversite sayılarının artması, bilimsel yayınların azalması, en iyi üniversitelerimizin dünya sıralamasında alt sıralara düşmesi,  diplomalı işsizlerin çoğalması bizi üzüyor.  Ödül ve cezanın, övgü ve yerginin, liyakatin, demokrasinin gerçek anlamlarını bilen, uygulayan, hata yaptığında özür dileyip yanlışının farkına varan insanları arıyoruz. 

Sosyal Medyada, Basın Yayın Organlarında, haberlerde sadece kötülerin, kötülüklerin sergilenmesini değil, gerçekçi olarak güzel haberlerin de vurgulanmasını bekliyoruz. Toplumun bir yansıması olan olumsuz programların, film ve dizilerin denetlenmesini  artan kaygılarımızla gönülden istiyoruz. Yarışmalar, tartışmalar, eğitici, öğretici yayınlar, kaliteden ödün vermeyen çalışmalar neden tekrar gündeme gelmesin? Tüketim toplumu değil, üreten, sadece paraya itibar etmeyen, gösterişten, abartılmış sözlerden, davranışlardan uzaklaşan, kuralsızlıklara göz yummayan, ama yasalar çerçevesinde eleştiren, kınayan, beklentileri olan kişiler olabilmek... 

Geçmişten günümüze yol alırken kazançlarımız- kayıplarımız bizi kaygılandırıyor, çocuklarımız ve gençlerimiz için sağlıklı kararlar almamızı engelliyor. Cumhuriyetimizin 100. yılında biz böyle umutsuz, çaresiz, korunaksız olmayı hak eden bir toplum değiliz. Eğitim ve sağlık Kurumlarımıza, Yargıya, Adalete, Ekonomiye ve hepsinden önemlisi İNSAN'a yeniden güveni nasıl, ne kadar sürede hangi kaynaklardan sağlayabileceğiz ? Hayallerin gerçekleşmesine nasıl katkıda bulunabileceğiz, değerlerimize nasıl sahip çıkabileceğiz ? Kayıplar çoğaldıkça dengeler de bozuluyor, ruhsal ve bedensel sağlığımız fire veriyor. 

Ünlü bilim İnsanı Albert Einstein " Umudunu kaybetmiş olanın başka kaybedecek şeyi yoktur "diyor. 

Başöğretmen Atatürk'ün deyişleri her zaman kulağımızda: "Çocuklarımızı ortak düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça  ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimi düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız. " 


Makbule ABALI

8 Ocak 2024


Not: Bugüne kadar Bloglarda  "Ağaç Ev Sohbetleri " konusunda emeği geçen, katkı sağlayan tüm arkadaşlarımıza çok teşekkürler. 

Geçmiş konuları burada bulabilirsiniz. 



4 Oca 2024

DUYU ORGANLARIMIZIN DUYARLILIĞI

 


Duyu organlarımızla algılamak dünyayı;

Görebilmek güneşin sarısını,

Gökyüzünün mavisini

Ağacın, yaprağın, otun yeşilini,

Yeni açmış gülün güzelliğini

Görebilmek akla karanın farkını...

Duyabilmek yeni doğan bebeğin sesini,

Kuşların cıvıltısını

Akan suyun şırıltısını

Dilsiz canlıların iç sesini

Her tondan farklı seslenişleri...

Koklayabilmek yağmur sonrası toprak kokusunu

Masum bir bebenin katıksız, saf kokusunu

Kırlarda  taze açmış papatyanın, lâvantanın kokusunu

Kışın dumanı tüten bir çorbanın kokusunu özlemek...

Dokunabilmek yaralı bir yüreğe,

Acılı bir insana, bir canlıya

Dokunup anlayabilmek, hissetmek...

Ayırt edebilmek, mazlumla zalimin farkını

Kederi, hüznü, gönül kırgınlığını.

Tadını alabilmek tatlının, tuzlunun, ekşinin, acının

Sevgi katılmış bir yemeğin, 

Dost eliyle sunulan bir fincan kahvenin,

Bir bardak sıcak çayın tadını almak.

Farkında olabilmek emeğin, alın terinin

Sanatla zanaatı buluşturan ustaların.

Algılayabilmek inceliği, nezaketi, hoşgörüyü;

Dünyayı bir başka gözle algılayabilmek,

Duyu organlarımızın hakkını verebilmek,

Onları duyarlı kılabilmek...


Makbule ABALI 

4 Ocak 2024 Urla




1 Oca 2024

BİR YENİ YIL DÜŞÜ...





Sabaha karşı bir düş gördüm annem ;

Elimde kocaman bir sepet,

Gökyüzünde yıldız topluyordum

Bir çiçek bahçesi gibi

Mavi beyaz umut gibi, düş gibi...

Çocuklar vardı dört bir yanımda,

Aydınlık yüzlü, ışıl ışıl gözlü çocuklar

Yağmur yağıyordu ötelerde

Biz pamuk şeker gibiydik bulutların üstünde 

Ay gülümsedi ta uzaklardan 

Aydınlık bir dünyada, yer gök bir arada 

Her yer pırıl pırıl, ışıl ışıl 

Salıncaklar kurduk gökyüzünde 

Hayallerimizde sallandık yılların ötesine 

Anılar topladık kucak kucak, koyduk sepetimize

Paylaştık, elimizde avucumuzda ne varsa 

El verdik, omuz verdik birbirimize;

Bazen düştük ağladık, bazen güldük zıpladık.

Duygular karıştı birbirine...

Bin yıl yaşamış gibi, yorgun, hüzünlü eski bir yıl,

Bastonuna dayanmış , geçip gitti yanımızdan

Ardından gelen yeni bir yıl, yeni  doğmuş bir bebek gibi

Sessizce girdi kapıdan

Çiçekler, kuşlar, yıldızlar arasından...

Dünya uyandı yeniden

Yer gök karıştı birbirine ;

Yeni güzelliklere, değişimlere, umuda barışa, mutluluğa

Merhaba dedik,

İnsanlığa, hoşgörüye, güvene kucak açtık.

Omuz omuza, kol kola, el ele verdik,

Gönüllerden gönüllere akıttık sevgileri, özlemleri,

Dünya yüz yıllık masalsı bir uykudan uyandı sanki ...

Koca bir yeni yıl düzenlendi yeniden ;

Taşıdık onu ta uzaklardan umutla, istekle

Yarınlar bizi bekliyordu, 

Gökyüzünden yeryüzüne indik usulca,  umutla...


Makbule ABALI

31 Aralık. 2022 Urla 

***************************************

Not: İki  yıl, bir gün önce yazmıştım bu şiiri. Bugün 1 Ocak 2024.

Aynı şiiri çok küçük değişikliklerle bu yıl yayınlamayı düşündüm. Hayat inişli çıkışlı, sürprizlerle dolu. Mücadele etmeyi bilmezsek, zorluklara karşı dirençli olmazsak, kolayca pes edersek; kendimize bile yenik  düşmez miyiz ? 

 Önce kendimize inanarak, güvenerek; değişime, gelişime hazır olmak, sınamak, daha çok çalışmak zorundayız.  Düşlerimizi gerçekleştirmek belki zor, ama imkânsız değil. Neden olmasın...?  

 M. Abalı.

1 Ocak 2024 Urla