Bu Blogda Ara

29 Kas 2019

İNSANLAR...


İnsanlar vardır;
Gelip geçerler hayatlarımızdan...
Kimi hiçbir iz bırakmaz ardından,
Kimi hafifçe okşar ruhumuzu,
Kimi de hüzün bırakır ardından...
İnsanlar vardır;
Usulca sokulurlar içimize,
Sonsuzcasına orada kalsın isteriz...
Bazıları şarap gibidir,
Yokluğunda hayalleridir gerçeğiniz...
İnsanlar vardır;
Su gibi aziz, su gibi duru...
Konuştukça su olur akarlar
Kalbimize,
Kan gibi, can gibi, canan gibi...
İnsanlar vardır;
Işığı sönmüş yıldızlar gibi
Çaresizdirler,
Açtın mı kollarını,
Kalbine doldururlar ışığı...
İnsanlar vardır;
Soğuk duvarlar misali 
Gülümsemenin sıcaklığını 
bilmezler,
Bilseler de sevmezler...
İnsanlar vardır;
Gelip geçerler hayatlarımızdan
Kimi depremlerle gider
Kimi fırtınalarla
Ben kalanlardan yanayım.
Gitmeyenlerin sadakatini ve
sabrını severim,
Sarılıp bırakmayanların sıcaklığını...

Şems-i TEBRİZİ



25 Kas 2019

ÖLÜMCÜL ŞİDDET...


Akşam karanlığında eve geldiğinde her şey karmakarışıktı. Salonda koltuk yastıkları yerlerde, mutfakta tabaklar altüst, kırılan bardaklar yerlere saçılmış... Birden ürperdiğini hissetti. Oysa ayrılalı bir ay kadar olmuştu, artık kendini özgür sanıyordu. Sadece önlem olarak güvenlik için başvurmuştu.

Yatak odasına girdi. Tuvalet aynasına yöneldi önce. 6284no.lu "kadına şiddet ve ailenin korunması ile ilgili  kanun" maddelerinin ezberleyerek yazdığı kağıdın yırtılarak yatağın üzerine saçıldığını gördü. 
Yardıma ihtiyaç anında arayabileceği çağrı merkezlerinin telefon numaralarının üstü karalanmış, okunmaz hale getirilmişti. Gözleri doldu. Çaresizlik ilk o zaman canını acıttı. Ellerinin titrediğini farketti. 

"İyi ki çocukları ablama bırakmışım " dedi. Kulakları, gözleri daha güç kazanmıştı sanki. Etrafı bir kez daha kolaçan etti. İşten çıkınca bir an önce kendini eve atmak düşüncesindeydi. Nasıl da acıkmıştı. Bir tost, bir çay diyordu kendi kendine. Ama artık açlık umurunda değildi. Midesi kazınıyor, başı dönüyordu. Soğuktan, açlıktan değil, heyecandan titriyordu. 

Anılar zincirine takıldı o an. "Küfür de, aşağılama da şiddet sayılır " dediğinde kocası nasıl sinirlenmiş, ardı ardına en aşağılık küfürleri sıralamıştı. Kadının konuşmasına izin yoktu onun düşüncesinde. Kadın susmalıydı, eşine itaat etmeliydi. Sofrada sessiz otururken kaşık-çatal sesleri dışında sadece onun hakaret sesleri duyulurdu. Çocukları bazen kaş göz işaretiyle sofradan uzaklaştırırdı. Kızı "Anne ben evlenmiycem" diyordu. Oğlu okulda arkadaşlarına karşı haşin ve saldırgandı. 
Babası , annesini döverken ya yumruklarını sımsıkı sıkar ya da odasında duvarları yumruklardı.

Kadın banyoya yönelirken ansızın durdu. Yaklaşan ayak seslerini duymuştu. Yüzü bembeyaz kesildi. Üst kattan bir çocuk ağlaması geldi. Ve ardından sadece iki el slah sesi duyuldu. Bir hayat daha sona ermişti. İstatistiklere bir kadın cinayeti daha eklenecekti. Ve bu kez , o çağırmadan bir zamanlar telefonlarını ezberlediği tüm görevliler gelmişti.

Makbule ABALI

25 Kasım: Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası 
Mücadele Günü.

24 Kas 2019

ANNE ELİ GİBİ...( MİNİ ÖYKÜ )




Kasımın sonlarına doğru havalar hep böyle olur buralarda. Yağmur yağmaz ama bulutludur hava.  Gökyüzü öfkelenmiş gibidir adeta. Güneşe bir türlü yol vermez. Gündüzle gece arasında çok ısı farkı vardır. Akşam üstleri içiniz titrer. Bir hırka veya bir yelekle dost olmazsanız grip kapıdadır. 

Tatil günüydü. Dere kenarında otururken yatılı okul günlerini hatırladı. Aileden uzakta, her gece yatağında gizli gizli gözyaşı döktüğü günler... Ama bilirdi; ağlayamazsa o sıkıntılar içinde volkanik bir dağ gibi büyüyecek, bir gün ansızın patlayarak canını daha çok acıtacaktır. Dere kenarında oturup suya küçük taşlar atarken anılar üşüştü belleğine...

Mevsimin o soğuk günlerinden birinde çok hastalanınca asık yüzlü hemşire onu revire kaldırmıştı. Tüm vücudu, yüzü, kulakları ateşler içinde yanıyordu. Susuzdu. İçinden adeta alev fışkırıyordu. Dudakları kupkuruydu. Hemşirenin yaptığı iğne nasıl da canını yakmıştı. En çok sevdiği , saydığı öğretmenini yanına çağıran sayıklamalarını hatırladı.

Hayal meyal hatırlıyordu;Bir bardak ıhlamuru içememiş, tavuk  suyuna şehriye çorbasını püskürtmüştü.. Midesi bulanıyordu. bir ara kustu. Grip tüm şiddetiyle sürerken kapı gıcırtısını duydu. bir hayal gibi içeriye en sevdiği öğretmen süzüldü. Uyur taklidi yaptı. Alnında dolaşan öğretmenin serin elini duyumsadı. İnsandan insana bir sevgi akımıydı bu...

Sanki bir iyilik meleği başucundaydı; Ateşler içindeyken serin bir pınar gibi. O, öte yandan elini tuttu. Sakinleştirici, rahatlatıcı, iyileştirici bir pınar gibi. Ve o iç rahatlığıyla hiç uyanmasam diyerek uykuya daldi. 
Aradan yıllar geçti... Ama ne zaman hasta olsa adeta alnında şefkatli bir el gezinir.  Anne eli gibi; merhamet, iyilik, hoşgörü timsali...

Şimdi düşünüyordu;
Hayatının sonraki yıllarında hiçbir kadın eli , o geceki elin alnındaki sakinleştirici, iyileştirici etkisini yaşatamamıştı. Bir bahar esintisi gelip geçmişti sanki...

Makbule ABALI

Tüm öğretmenlerimizin maddi-manevi hak ettikleri koşullarda, sağlıklı bir Eğitim- Öğretim Ortamında görev yapabilmeleri en içten dileğimizdir.

18 Kas 2019

HOŞGÖRÜ...


15 Kasım Dünya Hoşgörü Günüydü. Günün engin anlayışına sığınarak üzerinde durmayı biraz geciktirdim. Hoşgörü ,çok sevdiğim, sıkça kullandığım sözcüklerden biri. Gerçi toplum olarak giderek hoşgörüsüz davranmakta dibe vurduk. Kuşkulu, güvensiz, endişeli , huzursuz bir toplumun bireyleri hoşgörülü olabilir mi? Hele çeşitli konularda önyargılıysanız, karşınızdaki kişi hakkında her türlü senaryo üretilebilir. Özellikle kadınlar veya erkekler hakkında kemikleşmiş yargılarınız varsa tabii hoşgörünüz de baştan yenik düşecektir. 

Bir kişinin hoşgörüsünü sınarken sözcüklere yüklediğiniz anlamlar da çok farklılaşır. Olumsuz sözcüklerle seslendiğiniz bir kişi , o sözcüklerden daha ağırını size yöneltebilir. Bu defa sonuç iki taraf için de daha ağır olacaktır. Hoşgörü, her şeyi olumlu görmek, tüm hata ve kusurları görmezden gelmek değildir elbette. Karşılıklı anlayış ve iyiniyet çerçevesinde farklı bakabilmektir.


Karşılıklı çatışmalarla hoşgörü paramparça olmuşsa , hoşgörünün bittiği yerde önyargı, kuşku,şüphe, aldatmaca, aşağılamalar başlayacaktır. Hoşgörü parçalanırken dostluk, arkadaşlık, akrabalık, komşuluk, eş ilişkileri de yara alır.
Yaralanmalar, zedelenmeler zor da olsa onarılır ama parçalanan onur, gurur, kişilik kolay kolay tamir edilemez. Gönül kırığı, organ kırığına benzemez...



7 Kas 2019

BİR FESTİVALİN ARDINDAN...


Günlerdir hazırlık çalışmaları devam ediyordu. Mersin Uluslararası Narenciye Festivalinin bu yıl 7. yılı. Uzun bir sahil bandında maketler kuruluyor, narenciye ürünleri tellerle onlara bağlanarak harika bir narenciye dünyası yaratılıyor. Korsan gemisi, denizaltı, balina, zürafa, deniz feneri, değirmen, canavar vb. Adeta güneş yere inmiş, denizle buluşmuş, yer-gök sarı ve turuncuya boyanmış. Bastonlu dedelerden pusetteki ikizlere kadar herkes burada. Portakal ve limon çiçeği kokusunu duyabileceğiniz "koku tüneli" bile var.

Festival için kilolarca narenciye ürünü kullanılmış, dans grupları, folklor ekipleri görev almış, yabancı konuklar davet edilmiş.Standlarda sivil toplum kuruluşları, hediyelik eşyalar var. Yemek showlar düzenleniyor. Denizde, havada, karada gösteriler var.
Akşamları konserler sürüyor. Bir ses verenk cümbüşü içinde kayboluyorsunuz adeta.


Düşünüyorum; halkımız görüntülü, sesli, renkli, ücretsiz eğlenceleri seviyor. Belki içimizdeki çocuktan kalan, doyurulmamış bir özlem bu. Çocuklar da bu ses ve renk dayanışmasına bayılıyorlar. Hareket ve dans doğalarında var. Özellikle hareketleri kısıtlanmış toplumlarda bu tür gösteriler büyük ihtiyaç. 

Yaşamdan 3 gün daha gitti. Ses, ışık ve renkleriyle, 
belleklerde iz bırakan görüntüleriyle masal kahramanlarını yolcu ettik. Ah, gönül neler arzu ediyor. Yığınlarla çöp geride kaldı. Gülümseyen yüzler, yorgun bedenler, çevresinin farkında olmayan insanlar... 

Ertesi sabah sadece zürafanın ve canavarın başında birkaç narenciye ürünü kalmıştı. Düşünmeden edemedim; toplumda canavar teması neden bu kadar sık işlenir oldu, festivallerde bile nasıl bu kadar çabuk büyüdüler...?



Makbule ABALI


6 Kas 2019

NERGİS KOKUSU...



Çiçekleri ne çok severdi. O'nun sayesinde hepimiz çiçek sever, bakar ve korurduk. Sadece ön ve arka balkonlar değil, salon ve mutfak penceresi de çiçek saksılarıyla doluydu. Adeta bir çiçek ev'di bizimki. Çocukluktan kalma bir alışkanlıkla yapma çiçekleri bugün de hiç sevmem, kullanmam. Doğal insanlar gibi doğal çiçekleri ararım: Mevsiminde açan, içe işleyen kokusu olan, evde varlığıyla iz bırakan çiçekler...


Küçük bahçemizde nareniye ürünleri, muz, zeytin ve güller vardı. Yasemin ve hanımeli balkonda baş köşede dururlardı.
Bir başka köşede reyhan, fesleğen, nane, maydanoz ve yanıbaşlarında küçük saksılarda her tür kaktüs. Dikenler arasında çiçek açan kaktüsler. Çatlamış bir porselen, seramik çaydanlık ya da kasede keyifli kaktüsler. Rengi atmış bir seramik veya porselen kase , harika bir saksı olurdu. Evde işe yarar her türlü geri dönüşüm malzemesi kullanılırdı.


Evde, bahçede  yetiştiremediğimiz , annemin çok sevdiği, kokusundan vazgeçemediği bir çiçek vardı; nergisler. Kış başında evde çarşıdan alınmış demet demet nergis olur, bütün ev nergis kokardı. Oysa ben yasemin, lavanta, limon çiçeği ,kokularını severdim. Nergis bana ağır gelirdi. Zevkler, tadlar, renkler kolay kolay değişmiyor.

Ancak zaman değişirken , beden, beyin yıpranırken duygular da değişiyor, duyu organları  zayıflıyor, insan da değişime uğruyor. 
Alzheimer hastalığının son aşamasında annemi tanımakta zorlanır olduk. İstiklal Marşının 10 kıtasını, ünlü şairlerin uzun şiirlerini ezbere okurken adeta söz bitti. Odasına gündüzleri koyduğumuz nergisleri farkedemez oldu. En sevdiği çiçek artık ona hiçbir şey ifade etmiyordu. Onun güzel kokusunu da algılayamaz olmuştu.

Nergislerin yeniden doğuşa geçtiği, topraktan baş verdiği bir Ocak ayında annemi kaybettik. Kişiliğiyle, karakteriyle, alışkanlıklarıyla çevresinde çok sevilen bir güzel insandı. Saygıyla, rahmetle anıyoruz. Ondan kalma bir alışkanlık, her mevsim evde canlı çiçek bulundurmayı hiç ihmal etmem. Hele nergisler hep evin baş köşesinde  güzel bir vazoda saltanat sürer...