Çocuklar sevdikleri masalları, masal kahramanlarını, aldıkları dersleri kolay kolay unutmuyorlar. Ta eskilerden Ömer Seyfettin, Kemalettin Tuğcu Öyküleri... Andersen'den masallar, La Fontaine Masalları, Samed Behrengi'nin Küçük kara balık, Bir şeftali-bin şeftali öyküleri, unutulmaz Küçük Prens...
Oysa yetişkinler olarak bizim toplumsal belleğimiz çok zayıf. Anlık, günlük yaşıyoruz; gördüklerimizi, okuduklarımızı, yaşadıklarımızı bir süre sonra unutuyoruz. Keşke çocuklar gibi ders alabilsek, geçmişi yeniden değerlendirebilsek. Mutlu çocuk öyküleri vardı eskiden; Başlangıçta acıklı, hüzünlü bile olsa, mutlu sonla biten çocuk öyküleri. Çocuklar belki ağlayarak dinler veya okurlar ama sonunda gülümserlerdi. Sonra giderek öyküler de gerçek hayata uydu, değişime uğradı. Gerçek hayat kötülerin dünyasıydı; kötüler, zorbalar, gücünü kullanarak öne geçenler. İnternet dünyasındaki oyun kahramanlarının çoğu da öyle değil mi?
Gerçek çocuk öyküleri , yaşanmış dramlar çok can yakıyor, düşündürüyor. Unutmamamız gereken hayatın içinden insan dramları bunlar... Ne yazık ki istatistiklerde çocuk ölümlerinde halen üst sıralardayız. 2013'ün son günlerinde bu gerçek bir kez daha vurgulandı. Konya'da 8 aylık Ayaz Bebek yatağında ölü bulundu. Öyküsü henüz o kadar yeni ve çarpıcı ki ben unutamadım. Gazetede okumak, ekranlarda izlemek bile insana acı veriyor.
Anne yazları tarım işinde çalışıyor, kışın ise çöplerden kağıt topluyor. Babası askerde. Evin pencerelerinde cam yok, plastik örtülerle korunmaya çalışılmış. Doktor zatürre tanısı koymuş ancak ölümü "kuşkulu ölüm" sayıldığından otopsi de yapılacak. (O minik bedene) Şimdiye kadar hiçbir yardım almamışlar. Gecenin ayazı, rüzgarı savunmasız bir bebeği vurmuş. Adını kim koymuştu acaba? Çocuk parkına gidebilecek kadar büyüyemedi Ayaz Bebek; kaydırağa, salıncaklara, tahterevalliye binemedi. Okula gidebilecek kadar da büyüyemedi. Henüz Onun adına çıkarılmış bir nüfus cüzdanı bile yoktu. Anne babası ne zaman resmi nikahla evleneceklerdi acaba?
Ayaz Bebek artık yaşamıyor. Pencereden giren rüzgarın sesini duymuyor. Kendisine çok büyük gelen bir tabutun içinde bir başka dünyaya yolcu edildi. "Merhumu nasıl bilirdiniz?" sorusu soruldu mu acaba? Henüz kimse Onu tanımıyordu ki. Belki istatistiklerde bile yer almayacak. Çünkü henüz vatandaş sayılmıyordu. Bu yaş'sız bebekler keşke toplumsal hafızalarda yer bulabilseler de yeni dramlar yaşanmasa. Yaşarken onlara ulaşmakta geç kalmasak.
Çocukların sonu güzel biten öykülere, sağlam bir geleceğe ihtiyaçları var. Büyüklerin onlara sergilediği bunca olumsuzluktan, çatışmadan, kavgadan sonra sakin masal anlatıcılara ihtiyaçları var. Çocuklar bunu hak ediyor. Onları kuru istatistiklerle, olumsuz haberlerle tanımak istemiyoruz. Çocukları anlamaya-tanımaya çalışsak, öykülerini öğrenebilsek, daha güzel bir dünya oluşturma çabasına da girebileceğiz belki...
Şimdi "mutsuz insanlar ülkesi" olsak bile gelecekte neden "mutlu çocuklar ülkesi" olmayalım?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder