Bu Blogda Ara

20 Kas 2024

DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ

 
Çocukların hakları olduğunu, bu hakların dünyadaki bütün yetişkinler için de önemli olduğunu, sadece bir gün değil, günlerce hatırlatılması ve uygulanması gerektiğini bildiğimiz gün, çok şey değişecek.

Şiddete uğrayan, dövülen, hırpalanan, tecavüze uğrayan çocuklar, çocuk gelinler, küçük yaşta çalışan işçi çocuklar, okuma çağında iş gördürülen çocuklar, savaşlarda mağdur olan çocuklar, şehit ve gazi  çocukları, parçalanmış ailelerin çocukları, anne babaları tutuklu çocuklar,  hasta çocuklar, engelli çocuklar, göçmen çocuklar, kayıp çocuklar, organ mafyasının kurbanı çocuklar, sağlıklı beslenemeyen çocuklar, korunamayan çocuklar, hatta bebekler... 

Dünyada hiçbir çocuk, öylesine haksız ve  olumsuzlukların, kötülüklerin var olduğu ortamlarda kalmamalı, "ÇOCUK gibi yaşama hakkı" elinden alınmamalı. 

Çocukluğunu yaşamak, insanca yaşamak onların da hakkı. Bu hakkı savunmak da yeryüzündeki tüm yetişkinlerin görevi olmalı... 

Makbule Abalı-Eğitimci 
Kasım-2022

Güncelleme:20 Kasım 2024







UNUTMAK- UNUTABİLMEK- UNUTAMAMAK- UNUTTURMAMAK...

 



Bazen çok eski yılları,

Yaşanmış anları, anıları, insanları,

Kelimeleri, sözcükleri, adları, nesneleri,

Kentleri, sokakları, soluk yüzlü binaları,

Unutmak dağarcığımızdakileri...

Kimi zaman yaş aldıkça, 

Yıllar bedeni, organları eskittikçe

Unutmak eski kayıtları,

Silmek bellekten anları, günleri, yılları...

Bazen bir hastalık, bir kaza, belki soya çekim

Beynin küçülmesi, hücrelerin yenilenmemesi

Hastalıklarla yüz yüze kalmak;

Demans, Alzheimer, Parkinson, bunama

Eskimek, eksilmek yılların ardından...

Unutabilmek; uyumu, acıyı, kederi, yası 

Zamanla, sabırla, ortaklaşa, el ele 

Karanlık bir tünelden aydınlığa 

Yol almak bazen bir arpa boyu...

Unutabilmek geçmişi, zor günleri

El yordamıyla, bazen düşerek, 

Bazen emekleyerek

Umutla, ısrarla, inatla yol aramak... 

Unutabilmek; sil tuşuna basarcasına

İnsanları, yerleri, eşyaları, 

Kokuları, sesleri, görüntüleri...

Ama unutturmamak;

Bir yaşam dersi gibi iz bırakanları,

Bellekte, yürekte, gönülde kalanları.

Deneyim kazanmak her yeni yaşla;

Yüzlerde çizgiler, saçlarda aklar çoğalsa da

Bedende kayıplar olsa da 

Unutturmamak;

Geçmişteki iyilikleri, güzellikleri,

Değerlileri- değersizlerden ayırt ederek,

Doğruları- yalanlardan, 

Gerçekleri- sahtelerden ayıklayarak 

Yitirdiklerimizi anılarla anmak,

Yıllar geçse de, yaşananları unutturmamak...


Makbule ABALI-Eğitimci 

13. 04. 2023-Urla

Güncelleme:20.11.2024-Urla 

 



18 Kas 2024

GÖNLÜ VE BEYNİ GENÇ KALANLAR...


Tepelerde ya da dağ yollarında koca kayaların arasından başını uzatmış bitkiler, yeşillikler görürsünüz. O cılız görüntüye rağmen kökleri öylesine güçlüdür ki, elinizle çekip koparmak isterseniz kolay kolay koparamazsınız. Bir şekilde oraya yerleşmiştir. İlacı, gübresi, bakımı yoktur. Yağmur sularıyla beslenir sadece. Yaşama direncidir onu ayakta tutan. Rüzgara, fırtınaya boyun eğmez. Bazen de yol genişletme çalışmalarında görürüz. Dev kayaların arasında, dinamitle patlatılmış yerlerde, kökleriyle açıkta kalmış, diğer yarısı kopmuş, yarım ağaç gövdeleri dikkat çeker. Sanki meydan okur o teknik güce. "Ben böyle de varım" der adeta. Direnir tüm gücüyle. Kökler öylesine güçlü tutunmuşlardır ki ağaç o koşullarda da yaşar. Herhangi bir biçimde sürdürür canlılığını...

İnsanoğlunun da ayakta kalma mücadelesi, tırnaklarıyla yaşama tutunma çabası aynı değil midir? Aynı şekilde kökler sağlam ise yıkım da çok kolay olmuyor. Bu yıldan gelecek yılları düşünüp hayal edebilenler, plan yapıp zamanını yönetenler, cesaretini, umudunu kaybetmeyenler, zorluklarla daha kolay mücadele ediyorlar. Yarınlara daha rahat, daha sağlıklı ulaşıyorlar. Beyin ve gönül durağanlık istemiyor.

Yüreği sevgiyle dolu olanlar, kendisiyle ve başkalarıyla barışık olanlar, huzurlu, sakin bir yaşamı, mutlu bir beraberliği olanlar, bir idealin peşinden gidenler, zevk aldığı, yetenekli olduğu işi yapanlar, genellikle gönlü ve beyni genç kalanlardan oluyorlar. Toplumun her alanında böyle insanlar önder oldular çevrelerine. Toplum onları  rol-model olarak benimsedi. Belki hiç karşılaşmadılar, hiç yüz yüze gelmediler ama adeta mıknatıs gibi çekim güçleri çekti insanları kendilerine:

Yaşamları boyunca ilerlemiş yaşlarına rağmen mücadeleyi elden bırakmadılar. Bedenleri yıpransa da beyinleri sağlam kaldı, yürekten sevdiler insanı, doğayı, sanatı... Bazen bir tarihçi; Turgut Özakman, bazen bir doktor; Türkan Saylan, bazen bir çevreci; Hayrettin Karaca, bir sümerolog; Muazzez İlmiye Çığ, bir müzik adamı; Nevit Kodallı, bir edebiyatçı; Yaşar Kemal, bir dilbilimci; Mina Urgan. bir sanatçı, Yıldız Kenter, Tuncel Kurtiz... Ve daha adını sayamadıklarımız, unutamadıklarımız. Rahmetli olan ya da yaşayan, yaşlandıklarında dahi kendilerini yorgun hissetmeyip, enerjilerini dalga dalga çevrelerine yayanlar...

Bir de adını hiç duymadıklarımız, bilmediklerimiz var. Belki uzak bir dağ köyünde, küçük bir kentin kenar mahallesinde, adı duyulmamış bir kasabanın küçücük bir evinde, kırsal kesimde bir çiftlik evinde, sessiz sedasız sade, sakin bir yaşamı seçenler... Ama hep başkaları için çalışanlar, çevrelerini eğitmeye, yönlendirmeye kalkışanlar: Bazen bir  doktor, bir öğretmen, bir sağlık görevlisi, bir güvenlik görevlisi, bir mühendis, bir ziraatçı ya da sade vatandaş, kendini eğitmiş, çevresine ışık saçan bir idealist. 

Adeta "yaşsız insanlar" bunlar. Saçları ağarsa, yüzleri buruşsa da , bazen iki büklüm yürüseler de, "yüreği, beyni sağlam insanlar". Köşesinde oturup dinlenmesi gereken zamanlarda dahi çalışmayı tercih eden, ayakta durmaya çalışan insanlar. Son dakikaya kadar bitmemiş işleri tamamlamakla geçiyor ömürleri. Çalışmak onları diri tutuyor adeta. Onurlular, eğilip bükülmüyorlar, gururlular, çıkarları için çaba harcamıyorlar. 

Bir yaşam süresince gönlü ve beyni genç kalan, vicdanı katılaşmayan, almadan verebilen, gazete manşetlerine değil, gönüllere taht kurmayı özleyen, kaç yaşında olursa olsun, eli öpülesi güzelim insanlar... Keşke bu insanlarımıza yaşarken gereken saygıyı, özeni gösterebilsek. Ve ölümlerinden sonra, yaptıklarından ders çıkarabilsek... 

Makbule ABALI-Eğitimci:
21.10.2013

Güncelleme: 18.11.2024  

En zor zamanlarında bile; Büyük bir özveriyle, emek ve çaba harcayarak, ülkesine, yaşadığı toplumun insanlarına  hizmet sunan, üreten bu güzel insanları saygıyla, minnet ve teşekkürlerimizle, kaybettiklerimizi rahmetle anıyoruz. M.A 



15 Kas 2024

ADLARINI BİLE BİLMEDİĞİMİZ O GÜZEL İNSANLAR...

 


  İnsanlık hali ; Gün olur, her yer günlük güneşlik iken iç dünyamız bulutludur. Gün gelir karamsar bir dünyada içinizde bir kıpırtı, bir kuş çırpıntısı adeta, gülerek bakarsınız dünyaya. Herhangi bir zamanda çevremizi gözlediğimizde: Bazen bir toplu taşıma aracında, bazen bir otoparkta, bir hastanenin bekleme salonunda ya da küçücük bir pastane salonunda... Farklı durumlarla, farklı davranışta insanlarla karşılaşırsınız. Sonra anlarsınız ki, onlar özel insanlardır. Bakışıyla, duruşuyla, gülüşüyle farklı insanları hemen fark etmeseniz de onlar kendilerini tanıtırlar zamanı gelince. Çevreye gösteriş yapmak değildir düşünceleri ya da yapmacık  yoktur tavırlarında, her zamanki tavırlarıdır onları ayırt etmenizi sağlayan.

Belki dikkatli bir bakışla bir gün siz de fark edebilirsiniz onları. Her yörede, çeşitli kılıklarda, çeşitli iş ve meslek gruplarında karşımıza çıkabilirler. Çoğu zaman sivil de olsalar her zaman insani özellikleriyle tanırsınız onları; Yüzlerindeki sakin, yumuşak çizgilerden, gözlerindeki ışıltıdan ya da seslerindeki içtenlik ve duruluktan... Gününüze ışık hızıyla girer, hiç duraksamadan yavaşça süzülüp gidiverirler. Bir beklentileri yoktur yaklaşımlarında ya da anlık konuşma isteklerinde. Yarım kalmış bir yaşam öyküsünün son satırları gibidirler. Geriye kalan bir tatlı tebessüm, bir küçük anıdır. Yaşamı anlamlı kılan da bu küçük ayrıntılar değil midir? 

O güzel insanlar, toplumda yerleşik değer yargılarına inat, adeta güven tazelerler. Belki yeniden insan aramaktadırlar. "Nerelisin hemşerim ?" sorusuna gerek bile duymadan yaklaşırlar. Yaşınız, cinsiyetiniz de önemli değildir onlar için. Üstelik çay-kahve de eşlik etmeyebilir bu birlikteliğe. Ama "İnsan" tanırsınız; Kimisi bir anda karşınıza çıkar. Sabahın erken bir saatinde, bir hastane bahçesinde. Danışma biriminin yapacağı görevi o üslenmiştir adeta. Yol-yordam bilir, sizin de ilk gelişte kendisi gibi zorluk çekmemeniz için açıklamalar yapar. Karşılık beklemeyen bir yardımcıdır. Bilinmeyen bir ortamda çekilebilecek sıkıntıları sizin de çekmemeniz içindir bütün uğraşı. 

Kimisi arada kaç yaş fark olduğunu bilmemesine rağmen sizi ayakta görmekten huzursuz olur, hemen saygıyla kalkar, yerini verir. Çok eski bir dostu karşınızda görmüş gibi olursunuz. Oysa o ne kimliğinizi, ne kişiliğinizi bilir, yardıma hazır bir insandır sadece. Olumsuzlukların çoğaldığı bir ortamda iyiler, iyilikler de olacaktır elbette. Bir başka gün bir başkası , tam da zor bir anınızda içtenlikle sorar : "Kantine iniyorum, istediğiniz bir şey var mı?"  Hayır derken bile içiniz ısınır, sevgi ile bakarsınız bu iyi niyetli yol arkadaşına. 

Bazen bir hastane ortamında benzer rahatsızlıklar insanları yakınlaştırır birbirine. "Damdan düşenin halinden anlayanlar" arasında koyu bir sohbet başlayabilir. Bir sonraki gün kontrole gittiğinizde bekleme salonunda henüz oturmadan arkanızdan birisi seslenir: "Işıklı panoda şimdi adınız okundu." Siz aceleyle koştururken kapıda bir armağan paketlenmiş olarak elinize tutuşturulur. Eve dönünce paketler açılır, içinden özenle örülmüş  makrame iki güzel anahtarlık çıkar. Yorgunluğa inat, yüzünüzde gülücükler oluşur.  Ya da bulunduğunuz ortamda kat asansörlerinin  çalışmadığı bir zamanda başka bir asansör bulmaya çalışırken, tarif etmekle yetinmeyip, sizi alelacele asansöre kadar götüren temizlik görevlisini nasıl unutursunuz? 

Gözünüz elindeki nergis demetine takıldığında hemen iki nergis sapını demetten ayırıp size uzatan nazik insanı, merdiven çıkarken bir basamakta zorlandığınızda siz yardım teklif etmeden elini uzatan genç kızı ya da genç adamı anmamak mümkün mü? Sıranız gelince odasında gerekli işlemleri tamamlayan ama hemen sonra koridorda arkanızdan yetişen genç doktor. "Şu bölümden şu belgeyi de isteyebilirler, almayı unutmayın." der. Eşim de ben de çok mutlu oluruz. Hipokrat Yeminine sadık kalmış, görevini benimsemiş,  insanları ve işini seven genç bir doktorla karşılaşmak yüreğinizi nasıl da ferahlatır. Yeniden umutlar yeşerir içinizde. Hasta haklarını, insanca sağlıklı yaşama, yaş alma hakkınızı  unutmaya başladığınız bir başka zamanda karşılaştığınız bir sorumlu hemşire, peri değneği dokunmuşçasına içinizi aydınlatacak çözümler bulur. 

Bir yudum sevgi, bir tutam iyi niyet, biraz hoşgörü, biraz empati gönül kapılarınızı ardına kadar açıyor bir anda. Ve karşılığında hasta ya da hasta yakını olarak gözlerdeki parıltı,  yüzlerde tebessüm, gönüllerde bir minnet duygusu geriye kalan. Sadece teşekkür etmek yeterli sayılmaz bu güzel insanlara. Onlar ki; alıştığımız değerlerle bizleri tekrar buluşturanlar, bazen adını dahi soramadan doğru bildikleri yolda devam edenler. Kimi zaman bir güzel sözle seslenmek gelir içinizden; "İyi ki varsınız, Ne olur bu karmaşık ortamda siz sakinliğinizi koruyun, Güler yüzünüzü hiç kaybetmeyin... gibi sözlerimiz ne kadar yeterli olabilir? İçten söylenen her söz güzeldir, mutlu eder insanı. 

Farkındalık, duyarlılık, insanca yaklaşımlar, biraz nezaket, hoşgörü, güler yüz, alçakgönüllü, güvenilir ve dürüst olabilmek... Bu kocaman dünyada belki çok küçük şeyler ama insanı diğerlerinden farklı kılan da o küçük şeyler değil midir...? 

Makbule ABALI-Eğitimci 

Şubat 2024 Urla

Güncelleme: 15.11.2024 Urla







13 Kas 2024

ÖNCE ÇOCUKLAR ÖLÜYOR...

 


Çocuklar öldürülmesin diyordu ünlü şair, 

Oysa önce çocuklar öldü... 

Çocuklar henüz çok küçük,

Çocuklar masum, çocuklar korunaksız.

Çocuklar habersiz olup bitenden; 

Baba çok uzaklarda,

Anne geçim kaygısında. 

Küçücük çocuklar gıdasız, ilgisiz, sevgisiz... 

Yoksulluk diz boyu, 

Anne-baba aile planlamasından habersiz.

Çocuklar nasıl gelişecek, nasıl büyüyecek, 

Nasıl yaşayacaklar... ? 

Yoksulluk can aldı; 

Önce çocuklar öldü 

Can yakan soğuklarda. 

İnsan sıcağına kavuşamadan,

Anne kucağıyla buluşamadan,  

Birbirine sarılamadan

Önce çocuklar öldü... 


Makbule Abalı- Eğitimci

13.11. 2024 Urla


9 Kas 2024

DÜNYANIN GÖZÜNDE ATATÜRK ...




*Yüzyılımızın Dahisi.
"Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki, o büyük dahi çağımızda Türk Milletine nasip oldu."

 D.Lloyd George- İngiltere Başbakanı - 1922 

*Türkiye Övünebilir.
"Bir Ulusun hayatında bu kadar az sürede bu denli kökten değişiklik pek seyrek gerçekleşir... Bu olağanüstü işleri yapanlar , hiç kuşkusuz kelimenin tam anlamıyla büyük adam niteliğine hak kazanmışlardır. Ve bundan dolayı Türkiye övünebilir." 
 
Eleftherios Venizelos- Yunanistan Başbakanı.1933

*Ata'nın ölümü büyük kayıptır. 
"Savaşta Türkiye'yi kurtaran, savaştan sonra da Türk Ulusunu yeniden dirilten Atatürk'ün ölümü , yalnız yurdu için değil, Avrupa için de en büyük kayıptır. Her sınıf halkın O'nun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahramana ve modern Türkiye'nin Ata'sına layık bir tezahürden başka bir şey değildir." 

Winston Churchill-İngiltere Başbakanı. 1938 

*Yüzyılımızın Büyük Önderi.
"Atatürk adı insana bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk Ulusuna ilham veren önderliğini, modern dünyayı anlayışındaki ileri görüşlülüğü ve bir askeri önder olarak kudret ve cesaretini hatırlatmaktadır. Şüphesiz ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşu ve o zamandan beri Atatürk'ün ve Türkiye'nin giriştiği derin ve geniş devrimler kadar bir ulusun kendisine olan güvenini daha başarıyla belirten bir başka örnek gösterilemez."

John F. Kennedy - ABD Başkanı. 

*Ata'ya Duyulan Hayranlık.
"Atatürk'ün Türk Dil  Devrimi'ni  gerçekleştirmesi ve dinle siyaseti birbirinden ayırarak Türk Toplumunun modernleşmesini sağlamak yolundaki çabalarına karşı büyük bir hayranlık duymaktayız." 

Hayato İkeda - Japonya Başbakanı.

*En Büyük Atatürk.
"Tarih çok büyükler gördü. İskender'leri, Napolyon'ları, Washington'ları gördü. Fakat yirminci yüzyılda büyüklük rekorunu Atatürk, bu Türk oğlu Türk kırdı. " 

L'Illustration- Fransa.

*O Yarını Görürdü.
"Atatürk tarih boyunca gelmiş geçmiş en büyük devlet adamlarından biridir. Hiçbir zaman yaşadığı zamanın üzerinde durmamış, ileriyi görerek ona göre iş yapmıştır. Atatürk'ü Mussolini ve Hitler gibi yöneticilerden ayıran nokta işte bu niteliktir. Onlar her yaptıklarında kendilerini düşünerek hareket ediyorlardı. Atatürk, kendisinden ötesini, 20-30 yıl ilerisini görerek hareket ederdi." 

Lord Kinross- İngiliz Devlet Adamı.



Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü ölümünün 86. yılında 
saygıyla, minnetle, özlemle anıyoruz.
Her yıl daha çok özlüyor, arıyoruz. 

Makbule Abalı-Eğitimci 

Bu yazım  ilk kez 10 Kasım 2018 yılında yayınlanmıştı.

 Güncelleme: 10.11.2021
                       10.11.2024 





7 Kas 2024

ANLAR MI- ANILAR MI GERİYE KALAN... ( BCP-2024 )



Ünlü Şair Behçet Necatigil "Sevgilerde" adlı o güzel şiirinde duygularımıza ne güzel ayna tutar:

"Siz geniş zamanlar umuyordunuz

Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek

Yılların telaşlarda bu kadar çabuk

geçeceği aklınıza gelmezdi."

İnsanoğlu doğduğunda önünde uzun bir zaman şeridi uzanıyor: Ne zaman yürüyecek, nasıl konuşacak, hangi okullara gidecek, hangi işle uğraşacak, kiminle mutlu olacak, kimlerle dost kalabilecek, hangi sıkıntılarla boğuşacak, geride neler bırakacak, yaşamı nerede, ne zaman, nasıl sona erecek?

Yaşamla-ölüm, sağlıkla-hastalık, mutlulukla-mutsuzluk, umutla-umutsuzluk, kahkahayla-gözyaşı, dostlukla-düşmanlık öylesine ardı ardına, öylesine iç içe ki yaşam nasıl, nerede, neden kesintiye uğruyor, bilemiyor, anlayamıyoruz.

İnsan ömrü de tıpkı doğa gibi dört mevsimi barındırıyor içinde. Savunmasız ve korunmasız iseniz, mevsim değişikliklerinden kötü etkileniyorsunuz. İlkbaharın içimizi aydınlatan pırıltısı yerini yazın kavurucu sıcağına bırakıyor, kışın dondurucu soğuğu içimizi ürpertirken, sonbahar rüzgârlarıyla savruluyoruz bazen.

Ama uyum sağlamaya hazırsak; doğanın değişiminden, güzelliklerinden, cömertliğinden yararlanıyoruz. "Geçmiş bahar mimozaları", "kardelenler", "güz gülleri", "menekşeler" hepsi yaşantımıza ayrı bir anlam, ayrı bir renk katıyor, yaşam enerjimizi tazeliyorlar.

Doğayla mücadele ederken insan; bedenini, beynini, belleğini öyle güzel korumaya alıyor ki; sıkıntılar değil, yaşanan güzellikler anımsanıyor çoğu kez. "Hüzün" yaprakları çabuk dökülüyor "hazan" gibi... Umut yeniden yeşeriyor baharla birlikte.

Psikologlar, bir acının ardından insanın kendini toparlayıp tekrar yaşama ayak uydurabilmesi için yaklaşık altı aylık bir süre tanıyorlar. Acıyı paylaşıp gözyaşlarını akıtmak iyi geliyor. Yara kabuk bağlıyor doğal olarak. Acılar, hastalıklar, zor günler-yıllar  daha dirençli olmayı öğretiyor insana.

Yaşam sürüyorsa umut hiç tükenmiyor, gün ışığı gibi. Yaşanmış acıların izi, yaşanan mutluluklarla hafifliyor- iyileşiyor, panzehir gibi.

Kötü bir başlangıçtan sonra bir mutlu son, bir tutam güzellik yeniden pozitif enerji yüklüyor yaşantımıza. Tıpkı zorlu bir sınavın ardından onca heyecanı, kaygıyı, sıkıntılı saatleri unutup gelecek için planlar yapmaya başlamak gibi.

Eskilerin deyişiyle "hayat gailesi" hiç bitmiyor. Yaşamı yaşanabilir kılan da o mücadele olsa gerek. Güzel bir amaç, bir ideal, bir uğraşıyla hayatın zorlukları daha çekilebilir oluyor. Deneyimler yaşamı nasıl da zenginleştiriyor, doyuruyor. Keşke ergen olmadan çocukluğun güzelliğini, yaşlanmadan gençliğin değerini, hastalanmadan sağlığın önemini bilebilseydik...

Ancak "başlangıçla" "son" birbirine öylesine yakın ki. Belleğimde yer etmiş bir öykü var:

Ünlü bir tıp profesörü, öğrencilerine yaşamsal süreçleri anlatabilmek için bir deneme yapar. Hastanede bir odanın kapısında durur ve der ki: "Şimdi gireceğimiz odada öyle bir hastayla karşılaşacaksınız ki, söylediklerinizi anlamayacak, konuşamayacak, en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor, tuvalet alışkanlığı yok, yürüyemiyor." Öğrencilerden bazıları suratını buruşturur, sessizce söylenmeye başlar, kapıdan uzaklaşırlar. Hocalarıyla birlikte içeriye giren öğrenciler çok farklı bir tabloyla karşılaşırlar. Hayal ettikleri yaşlı bir insan yerine, 10 aylık bir bebek, salyası akarak, sesler çıkararak tüm sevimliliği, gülen gözleriyle onlara bakmaktadır. Profesör hayat dersini tamamlar: "Hiçbir zaman önyargılı olmayın. Hayatta her şeyle karşılaşabilirsiniz ama her koşulda, her durumda asıl önemli olan İNSAN.  Yaşamın sonunda da, başında da, bebek de yaşlı da sizden ilgi, sevgi, dostluk bekler."

"İlk çocukluk" yıllarınızı düşlerken, "ikinci çocukluk" nedir, nasıl yaşanır bilir misiniz? İnsan neleri anımsayıp neleri unutabilir? Çocukluk coşkusu, heyecanı olmadan, güzel düşler kurulamadan, ak saçlarla, günleri, ayları, yılları değil, sadece anları hatırlayarak yeniden çocuk olunabilir bazen. Hele "Demans hastası" bir yakınınız varsa, anılar denizinde yüzmeyi öğrenmek zorundasınız. Ancak "yetişkin çocuk" olmak pek de kolay değildir ilk çocukluk gibi. Evcilik oyunundaki kadar kolay geçmez günler artık.

İtalyan yazar Cesare Pavese günlüğünde "Günleri değil anları hatırlarız" derken ne doğru bir saptama yapmış. Yaşadığımız an'ların değerini bilebiliyor muyuz? Geriye sadece onlar kalacak. Bazen zaman bir su gibi akıp gidiyor: Duru, berrak, çalkantısız. Bazen su bulanıyor, taşıyor, yön değiştiriyor. Ancak dere yatağı derin ve sağlamsa su yolunu, yönünü gene buluyor zaman içinde. Alışkanlıklarımız, becerilerimiz, değer yargılarımız, hobilerimiz, tutkularımız ya da sorunlarımız değil midir o suya yön veren...

Ruhsal dengemiz ne denli güçlü olursa beynimiz de o denli az yıpranıyor. Beden ne kadar küçülse, eskise de beyin hep ana kumanda merkezi. Ancak zamanla o da yıpranıyor, oksitleniyor, eski bir makine gibi. O yüzden sağlam kayıtlar gerek, güçlü bir bilgisayar gibi. Ancak; insanın değerini unutmadan, eskilere  vefasızlık etmeden.

Eski dolapları, çekmeceleri temizlerken atmaya kıyamadığımız eski günlükler, yıpranmış mektuplar, sararmış siyah beyaz fotoğraflar gibi dünden kalan anılar... Güzel anları nasıl da güzel sergiliyor, belleklerimizi tazeliyorlar yıllar sonra da.

Dünden kalan eskiler, bugünün bilgisayar çağında görkemli dijital pazarlarda, giderek küçülen CD kayıtlarıyla, elektronik araçlarla gülerek yarışıyorlar adeta. Sahaflarda eski kitaplar, plaklar, bit pazarlarında eski mandolinler, gramofonlar, radyolar -bazen parazit yapsalar da- eski sevimliliklerini koruyorlar. Korunmaya alınmış eski, ferah taş evler, ustaca işlenmiş ahşap yapılar gibi, görkemli ulu çınarlar gibi. Serin subaşları gibi, yakınında-yöresinde mutlu olacağımız güzellikler de belleğimizde hep var olsun, hep yaşasınlar istiyoruz. Onlar dünü hatırlatıyor, bugüne ışık tutuyor.

Anılar denizinde yüzmeyi öğrenemezsek, an'ların değerini bilebilir miyiz? Fırtınasız sakin, korunmalı limanlara, sağlam gemilere ömür boyu ihtiyacımız var İNSAN olarak... Bazen bir eş, bazen kardeş, bazen ana-baba, öğretmen ve bazen eski bir DOST gibi limanlar... Canımız istediğinde demir atıp rahatladığımız, "bir tatlı huzur" bulduğumuz limanlar.

Doktorların hep yinelediği gibi; "Yaşam kalitemizin yükselmesi, kişisel becerilerimize, direnme gücümüze, savunma mekanizmalarımızın doğru kullanımına bağlı". Acılar, kayıplar, rahatsızlıklar ivmeyi düşürse bile,  yaşam devam ediyor  dünya durmuyor.

Anları, güzel anılara dönüştürerek: Bugünü yarınlara ertelemeden, içimiz cız etmeden, ruhsal dengemiz bozulmadan, anların değerini bilebilmek...

Gene şairin dediği gibi; "Gizli bahçemizde açan çiçekleri" dermeye vaktimiz olsun.

"Yılların telaşlarda bu kadar çabuk geçeceği" aklımıza gelmeyebilir.

Ömür sürerken an'lar anılarla hayat buluyor, "Can yeleği" gibi...

Makbule Abalı-Eğitimci 
14.03.2010 Mersin 



Güncelleme Notu: Bu yazımı 2000'li yılların başında yazmıştım. Emekli olduktan sonra çalıştığım;  Çok donanımlı, çağdaş bir  özel eğitim kurumunun Bülteninde paylaştım. Daha sonra blogda yer aldı. Bazı konular, aradan yıllar geçse de; kuşaktan kuşağa güncelliğini kaybetmiyor.

Bloglar arasında yıllardır devam eden; Blogları Canlandırma Projesi (BCP) 2024 Ekim Ayı konuları "Aşk, sevgi, anı, şiir, büyülü günler" olarak belirlenmişti. Ben Anıları seçtim. (Her ayın 20. günü ile sonraki ayın 10. gününe kadar verilen süre bitmeden.) 

Yıların ardından; Tüm dost ve arkadaşlarımıza, genç-yaşlı yetişkinlere; sağlıklı, huzurlu, başarılı, mutlu, barış içinde, aydınlık günler-yıllar dileyerek...
İyilikler, güzellikler, can dostlar hiç eksilmesin hayatımızdan. Umut hiç tükenmesin.

Makbule Abalı-Eğitimci
07.11.2024  İzmir- Urla 


 




4 Kas 2024

Sevgiyi, Huzuru, Mutluluğu, Hoşgörüyü, İnsanı, İnsanlığı; Unutmamak- Unutturmamak...

 


SEVİ

Ben senin en çok sesini sevdim 

Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi 

Önce aşka çağıran, sonra dinlendiren 

Bana her zaman dost, her zaman sevgili 

Ben senin en çok ellerini sevdim

Bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak 

Nice güzellikler gördüm yeryüzünde 

En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak 

Ben senin en çok gözlerini sevdim 

kâh çocukça mavi, kâh inadına yeşil 

Aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar 

Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil 

Ben senin en çok gülüşünü sevdim 

Sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran 

Unutturur bana birden acıları, güçlükleri 

Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman 

Ben senin en çok davranışlarını sevdim

Güçsüze merhametini, zalime direnişini

Haksızlıklar, zorbalıklar karşısında 

Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini 

Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim 

Tüm çocuklara kanat geren anneliğini 

Nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada 

Sensin, her şeyin üstünde tutan sevdiğini 

Ben senin en çok bana yansımanı sevdim 

Benimle yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni 

Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim 

Ben seni sevdim,  ben seni sevdim,  ben seni... 


Ümit Yaşar OĞUZCAN 

D: 22 Ağustos 1926 Tarsus 

Ö: 4 Kasım 1984 İstanbul

************* 


MAHUR BESTE (İlk Dizeleri ) 

Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız 

O mahur beste çalar müjganla ben ağlaşırız

Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız 

Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız 

O mahur beste çalar müjganla ben ağlaşırız.

Attila İLHAN

************


SİSLER BULVARI (Son dizeleri )

Sisler Bulvarı'na akşam çökmüştü 

Omuzlarımıza çoktan çökmüştü 

Kesik birer kol gibi yalnızdık 

Dağlarda ateşler yanıyordu 

Deniz fenerleri sönmüştü 

Birbirimizin gözlerini arıyorduk 

Atilla İLHAN 

D:15 Haziran 1925 Menemen- İzmir 

Ö: 11 Ekim 2005 İstanbul 






2 Kas 2024

Kasım Ayı'na Hoş Geldin Derken...

 


Her mevsimin kendine özgü özellikleri var. Mevsimlerin genel özelliklerinin dışında; Her an, her gün, her ay ve tabii ki her mevsim yaşanılan coğrafyaya, konuma, kişilik özelliklerimize, yaşam tarzımıza, adet ve geleneklerimize, hayat deneyimlerimize göre farklı değerlendirilip farklı algılanabiliyor. 

Sonbahar; Yılın sondan bir önceki mevsimi. Ve onun son ayı Kasım. Kasım Ayının  ilk günlerindeyiz. Henüz hayal bile edemediğimiz son günlerini yaşarken; birden bu ayın da bittiğini fark edip Aralığa merhaba diyeceğiz. Yıl da bitecek öylece. Her giden ay ya da mevsim ömrün de bitişini fısıldar gibi... 

"Sonbahar" yerine "Güz mevsimi" demeyi daha çok seviyorum. Güz mevsimi bana çoğu zaman hüznü, kayıplarımızı, acıları çağrıştırsa da mevsimlerin ne suçu var?  Adeta usta bir ressamın fırçasıyla oluşturulmuş  harika pastel renkler doğayı donattığında gözlerimiz bayram yapsa da,  içinizdeki ruh hali dışınızdaki bayramı bile farklı kılabilir. 

Asık yüzle "Hoş Geldin" denmez elbette. Atalarımız, geleneklerimiz, adetlerimiz öyle diyor. Herhalde dünyanın hiçbir yerinde bizim konukseverliğimiz gibisi yoktur. Onurlu insanlar gibi başımızı kolay kolay eğmeyiz ama , misafiri baş tacı ederiz. Tabii ki misafir de bizim adetlerimizi benimsemişse yol- yordam bilerek,  ev sahibinin iyi niyetini kötüye kullanmadan veda etmesini  de bilir. 

Umarız Kasım Ayı da bizleri hayal kırıklığına uğratmaz. Havalar serinlese de sevgisiyle, şefkatiyle, koruyucu tavrıyla sarar, ısıtır bizi. Vefayla, güvenle, huzur veren  bir tutumla dost olabileceğine inandırır bizi... 

HOŞ GELDİN KASIM ! 

Makbule ABALI- Eğitimci

2.11.2024 Urla 



Ünlü Şairler ve Sanatçılar her dönem, her mevsim duygularımıza  tercüman olmuşlar. Sonsuz teşekkürlerimizle... M. A 



YÜREĞİM 

Yüreğim ıslaktır benim 

Kuytularda ağlamaktan 

Ve hafif uçuktur rengi

Kurusun diye kaç kez 

Güneşe asılmaktan

Sunay AKI






 

 

 

 

29 Eki 2024

DİLE KOLAY: 101 YAŞINDA BİR CUMHURİYET...

 

DİLE KOLAY; CUMHURİYETİMİZ 101 YAŞINDA. HER TÜRLÜ FIRTINAYA DİRENEN ASIRLIK  ÇINARLAR GİBİ...

Barış ve huzur içinde; Sağlıklı, güvenli, mutlu ve aydınlık nice yıllara-yarınlara...

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN. 

Kurulmasında ve yaşatılmasında; Canları pahasına emek harcayan tüm vatanseverlere sonsuz saygıyla...


Makbule Abalı-Eğitimci

29 Ekim 2024 İzmir-Urla









26 Eki 2024

YÜZ YAŞINA ERİŞMİŞ BİR CUMHURİYET -CUMHURİYETİMİZ 101 YAŞINDA...

 


Dile kolay;  CUMHURİYETİMİZ 100 YAŞINDA.  Yüzyıl, bir asır, çok uzun bir zaman dilimi. O uzun yıllar nelere tanık oldu, neler yaşandı. kimler geldi, kimler geçti ? Her dönemin, o zaman diliminde yaşayan insanlara kazandırdığı belli davranış kalıpları, yoğun, kalıcı duygular var.  Gelişim aşamalarında, yaşadığımız topluma uyum sağlarken, birey  olmaya çalışırken  kazandıklarımız, yıllardan geriye kalan izler, birikimler... 

Yüzyıllık Cumhuriyetimizin " bir dönem tanığı " olmak adına dün gece ilkokul yıllarımı düşündüm:  Ta o yıllara anılarımda bir yolculuk yaptım. Neyse ki hafızam da gerçek bir dost gibi bana yardımcı oldu, pek çok şeyi hatırlamama fırsat verdi. Geldiğimiz yolu bilmezsek sonraki zaman dilimlerini nasıl değerlendirebiliriz, neye göre önlemler alabiliriz? 

Hatırlayabildiğim kadarıyla o dönem; Aza kanaat etme, , paylaşabilme, tutumlu olma, insani yönden büyüklere saygı, küçüklere sevgi gösterebilme, güven, dürüstlük, vefa, onur, hak, hukuk, adalet duygularının yoğun ve gerçekçi olarak yaşandığı yıllardı. Atalarımız, büyüklerimiz, gerçek savaş öyküleriyle büyümüş, yıllarca askerlik yapmış , çok acı ve eziyet çekmiş , yoklukla mücadele etmiş bir neslin çocukları, torunları olarak her şeyi ince ve kapsamlı düşünürlerdi. 

"Devlet Baba",  "Toprak Ana", "Asker Ocağı", "Er Meydanı". "Baba Ocağı", "Ana Kuzusu", "Ahde Vefa", "Sorumluluk Bilinci", "Vazife Anlayışı", "Sadakat", "Liyakat" o nesillerde yerinde ve sık kullanılan sözcüklerdi.  "Bir tas sıcak çorba, bir yudum su, bir bardak dost çayı, kırk yıllık kahve,  Tanrı misafiri, adam gibi adam, helâl süt emmiş, yuvayı yapan dişi kuş,  altın kalpli, alnı pak, yüreği pak" gibi deyimler, sözcükler de ta o yıllardan belleğime kazınmış gibi adeta. Kimler bu sözcükleri, güzel deyişleri unutturdu bize, kimler anlamlarını değiştirdi ya da başka anlamlar yükledi? Yeni eklemelerle bu anlamlı sözcüklere yeniden yer verebiliriz dilimizde. 

Milli ve Dini Bayramlar " bayram" gibi kutlanır, acılar için hep birlikte yas evine gidilerek "İmece usulü" kısıtlı  imkânlarla  hazırlanan  yöresel yemekler bırakılırdı. Yere düşen ekmek parçasını hemen alır, üç kez öper, uygun bir yere koyardık. Ekmek kutsaldı. Yazın en sıcak günlerinde bile oruç tutmak isteyenler olurdu biz çocuklar arasında. Her şey sadelik ve içtenlik üzerine kurgulanmıştı sanki. Korkarak değil, inanarak, olması gerektiği gibi yapardık. Sevap- günah içimizde idi. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Derslerimizde de çok şey öğrendik. O dönemde fotoğraflar çekilerek yardım kolileri dağıtılmazdı ama yoksullar için adları bilinmeyen yardım melekleri, aşevleri vardı. 

Evlilikte sadakat, anlayış, vefa, dostluk esastı. Görücü usulü evlilikler çoğunluktaydı ama ayrılma boşanmalar bu kadar yaygın değildi.  Evlenme yaşı şimdikinden daha genç idi ancak  çok küçük yaşta evlendirilen kız çocukları yoktu.  Kadın sığınma evlerine de ihtiyaç yoktu sanırım. Ekonomik sıkıntılar aileleri sarsardı ama "Orta Direk" aileler ; temelden, çatıdan, yan kolonlardan, kirişlerden güç alarak ayakta kalmayı, geçinmeyi bilirdi. Tarımla, çiftçilikle uğraşan aileler biraz daha şanslıydı. Çukurova'nın verimli toprakları zor günlerde cankurtaran simidi gibi olmuş, "Aza kanaat eden" insanları doyurmuştur. 

Adana'da doğmuş, üniversite öğrenimine kadar çocukluk ve ilk gençlik yılları Adana'da geçmiş eski bir Adanalı olarak  ne çok severim Adana'yı, sıcak iklimi gibi sıcak  dostluklarını, yöresel yemeklerini, gönülleri kadar zengin dost sofralarını. belki biraz gürültülü ancak içten söyleşilerini. Üniversite sonrası ilk görev yıllarım gene Adana'da başladı. Yaş aldıkça, çocukluk yılları ne kadar gerilerde kalsa da kolay kolay unutulmuyor, anılar deposundan silinmiyor. Narenciye çiçeklerinin kokusu burnunuzda, ağaçtan koparıp yediğiniz meyvelerin tadı damağınızda kalıyor. Fayton arabaların tekerlek sesi, arabacıların atlara seslenişi halâ kulaklarımda.

 Adana Namık Kemal İlkokulu  ilk eğitim yuvam sayılır. İlk dört yılım orada, son yılım da taşınmamız nedeniyle Celâlettin Seyhan İlkokulunda  tamamlandı. O yıllarda anaokulları yoktu. Sınıflarımız yaklaşık 40 kişi kadar olurdu. Her sabah Atamızın gülümseyen yüzü karşılardı bizleri, güç alırdık. Sınıfımızda her kesimden, her yöreden arkadaşlarımız vardı. Doktor, mühendis, hukukçu, öğretmen, işçi, esnaf  her kesimden insanların çocukları. Okul sadece öğretim değil aynı zamanda bir eğitim yuvasıydı. 

Önlüklerimiz tek tipti . Kocaman kurdelelerimiz, beyaz yakalarımızla adeta akla karanın temsilcileri gibiydik. Ancak her zaman griye de yer vardı. Hayal kurmasını hepimiz iyi bilirdik.  Sadece okur yazar olmadık,  dinlemeyi,  anlamayı, insan ilişkilerini, tarih bilincini, yurt sevgisini, adaletli olmayı, bilimsel düşüncenin  değerini de orada belledik. Her okulda Öğretmenlerden daha kıdemli bir Başöğretmen olurdu. Eğitim müfettişlerinden ayrı, okulda genel anlamda bir denetleyici. Bir arabulucu gibi işleyişten sorumlu, deneyimli bir kişi. Okullarda okuma yazma bilmeyen yetişkinler için "Okur Yazarlık Kursları" vardı.

Bayramlarda Belediye binası önündeki Resmigeçide en temiz, giysilerimiz, en düzenli yürüyüşümüzle katılırdık. Marşlar, bayraklar, flamalar, şiirler , günün anlam ve önemini belirten konuşmalar o törenlerin ayrılmaz bir parçasıydı. Coşkuyla kutlamalara günler öncesinden hazırlanırdık. Sınıflar renkli kâğıtlarla, fenerlerle, bayraklarla süslenirken bazen kızlara  krapon kâğıdından  giysiler hazırlanır, kurdeleler, şeritlerle süslemeler yapılırdı. Bazen ansızın yağan güz yağmuruyla ıslanmışızdır  da o törenlerde. Öğleden sonra çocuk baloları düzenlenir, geceler fener alaylarıyla sonlanırdı. Günlükler, anı defterleri birer canlı tanıktır o özel günlere... İş derslerinde yaptığımız karton kumbaralar dini bayramlarda verilecek küçük harçlıklar için bir kenarda sırasını beklerdi. Çocuklar için; tatlı dil, güler yüz, bir küçük mendil ya da çorap, birkaç  şeker her zaman kabul görürdü. 

Yaş aldıkça dinlemek kadar anlatmayı da seviyor "dünkü çocuklar." Daha anlatacak öyle çok ince ayrıntılar var ki dağarcığımızda. "Geçmiş zaman anlatıcıları" geçmişte yaşadıklarını anlatmalılar tüm çocuklara. Sadece torunlarla sınırlı kalmamalı bu halka. Dinlemesini, gözlemesini, izlemesini  bilmeyenlerin yarınlara da güvenilir,  kalıcı katkıları olamaz. Başöğretmen Atatürk'ün çocuk ve gençlere emanet  ettiği "Cumhuriyetimiz" 100 yaşında. Yürekten kutluyoruz. O zor yıllarda bile ne güzel işler gerçekleştirildi, büyük başarılara imza atıldı. Bilimsel gerçeklerden uzaklaşmadan, aklın sağduyunun, hoşgörünün yol göstericiliğinde aydınlık, umutlu yarınlara.

Yolunuz açık, hayalleriniz büyük, çalışmalarınız daim  olsun sevgili çocuklar ve gençler. 

Makbule ABALI-Eğitimci

28.Ekim 2023 -Urla

Not: Bir yıl önceki yazımı güncelleyerek yayınlıyorum. Saygılarımla.

CUMHURİYETİMİZİN 101. YILI KUTLU OLSUN.

Makbule ABALI-Eğitimci

26 Ekim 2024-Urla





24 Eki 2024

ŞİDDETTEN UZAK DAHA SAKİN BİR HAYAT...



Son zamanlarda acaba giderek azalıyor mu diye gazete ve TV haberlerine bakıyorum. Ama hayır, azalmıyor, artıyor. Adeta cinnet geçirmekte olan bir ülke haline geldik. Güpegündüz bir kadın, şehir merkezinde bir arabada saldırıya uğruyor. Saldırgan kendini savunuyor: "Bayılacaktı, düşmesin diye sarıldım." diyor. Olayın içinde yalan, vahşet, öfke, şiddet, her türlü olumsuzluk var.

Pek çok ülkede "suç ve ceza" kavramları tam karşılığını bulamıyor, kafalarda soru işaretleri bırakıyor ama tam yerine oturmuyor. "Kuşku" insanın kafasını kemiren en büyük düşmanlardan biri.O olayda kameralarda o günle ilgili deliller bulunmasına rağmen, saldırgan tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyor. Hak-hukuk pek çoğumuz için önemli kavramlar; Kendimizi güvencede hissetmek istiyoruz, aykırı davranışlar, haksızlıklar son bulsun istiyoruz.

Bir başka olay; Bir baba çocuklarının gözü önünde kaynar su dökerek eşini yakıyor. O çocuklar hayatları boyunca ateşten, sıcak sudan çekinmeyecekler mi? İçlerindeki yangını nasıl söndürecekler, belleklerindeki görüntüyü nasıl silecekler? Benzeri kötü olaylara tanık olan çocukların travması bir ömür boyu sürmeyecek mi?

Söz edilmesi gereken o kadar çok olay var ki; "Yolumu kestin" bahanesiyle bir arabanın önünü kesen iki maganda( bu sözcüğü hiç kullanmayan ben bile kullandım.) sürücüyü öldüresiye sopalarla dövüyorlar. Günün aydınlığında oluyor bu olay, gün ışığı karanlığa dönüşüyor. Hayatı kararıyor genç adamın.

Bir büyük kentimizde-kentlerin suçu yok tabii- bir yurtta  7 çocuğa tecavüz ediliyor. Olay halen soruşturuluyor. Acaba bütün görevliler sımsıkı gözlerini kapatıyorlar mı, korku tüm duyguları bastırıyor mu, doğrularla yanlışlar hızla yer mi değiştiriyor...? Sormak belki aydınlanmak olacak ama soran cezalandırılıyor...

Anlatmakla bitmiyor; Otobanda motosiklet üzerinde baş aşağı durup akrobasi hareketleri yapmaya çalışıyorlar. Bir arabaya çarparak durabiliyorlar ancak. Onlar kurtuluyor ama başkalarının canı pahasına. Yaşam bu kadar ucuz muydu...? 

Bir köpeği arabanın arkasına bağlayıp kilometrelerce acımasızca
sürüklüyorlar, hayvanın büyük acı çekmesinden keyif alıyor, kahkahalarla gülüyorlar. Bu tür olayları yazarken bile rahatsız oluyorum; Bir kedinin üstüne benzin dökerek yakıyorlar. Bu insanlık dışı olayı, vahşeti izliyorlar, arsızca gülüyorlar, eğleniyorlar...(!)

Bir kent merkezinde, kalabalıkta, bir zabıta daire başkanı,  bir zabıta memurunu arkadaşlarının gözleri önünde defalarca tokatlıyor. Onun görevden alınması yaraya ilaç olmuyor tabii. Başı eğik gezmek kimilerine yük olurken kimilerine gökyüzünde yeni yıldızlar aratıyor. 

Filmlerde, dizilerde bazen öyle hikayeler işleniyor ki gençler güçlü, yakışıklı, çok paralı olmaya özendiriliyor adeta. Rol model olarak kimi, kimleri benimseyecekler? Sevgi, saygı, akıl, vicdan, insanlık, nezaket mumla aranıyor sanki...

Örnekler çarpıcı, toplum neden bu tür olaylara tanık olsun? Okullarda da şiddet kol geziyor, çocuklar bazı öğretmenlerince aşırı dayakla, kaba şiddetle cezalandırılıyor.  Okullar basılıyor, okul müdürleri öldürülüyor, yöneticiler yaralanıyor, okul önlerinde dahi uyuşturucu satışı yapıldığı söyleniyor.

Ve ne yazık, ülkemizde pek çok şey "terör " sözcüğüyle birlikte anılıyor. Bir zamanlar yadırgadığımız şeyleri artık kanıksadık: Trafik terörü, gıda terörü, eğitim terörü, sağlık terörü, öldürülen kadınlar terörü, inşaat terörü, taşeron terörü, çocuk işçi terörü... İnsanlarımız böylesine acımasız, duyarsız değildi. Ne oldu bize...?

Yolda giderken ya da bir toplu taşıma aracında bazen insanların yüzlerine bakarım; çoğumuzun duyguları yıprandı, yıpratıldı  adeta. Daha öfkeli, daha tahammülsüz, daha kırılgan insanlar olduk. Bazen havai fişek patlamalarını dahi bir başka yorumluyoruz. Çok sakin bildiğimiz insanlar birden patlayabiliyorlar. Ya da gerçekte çok sinirli olan insanların kendini kabul ettirmek için farklı davranabildiklerini gözlüyoruz. Güçlü olmayı; kaba kuvvetle, kötü sözle, insanı aşağılamakla, maddi güçle, güzellikle, yakışıklı olmakla eşdeğer tutanlar var.

Zordur İNSAN'ı anlamak, davranışlarının nedenine inmek, ruhsal yapısını çözümlemeye çalışmak...
Kişi iç dünyasında nereye kadar geçiş izni verirse, biz o kadarını görürüz. Çıkar ilişkileri öylesine çoğaldı ki, kim gerçek beniyle, kim maskeli, kim maskesiz, bilmek giderek güçleşiyor. Çift kişilikli insanları  tanımak ustalık gerektiriyor.

Çevremizde ne olup bittiğinin farkında olmak, sorunlara karşı duyarlı olabilmek, çok geç kalmadan önlemler alabilmek gerekiyor herhalde. Yel değirmenlerine karşı tek başına savaş açan Don Kişot gibi öne çıkmak değil tabii; ama yetkili ya da yetkisiz ülkesini seven bireyler  olarak bir şeyler yapmak, çorbanın tuzu misali katkıda bulunabilmek... 

Kötülüklerin çoğalmaması için yardımcı olabilmek... "Kırık Camlar" öyküsünü yaşamamak, yaşatmamak. Dünyayı kurtarmak değil, dünyayı yaşanabilir kılmak, hayata anlam katabilmek...
"Durdurun dünyayı inecek var. " demeye belki henüz zaman var... Ama, şiddetten uzak, daha sakin bir hayatı öylesine özlüyoruz ki... 

Makbule Abalı-Eğitimci
2017 Mersin
 
Güncelleme: Ekim 2024 Urla 








20 Eki 2024

SANATA VE SANATÇILARA SAYGI- ÖZDEYİŞLER...

 


SANATA-SANATÇIYA, BİR İŞE TUTKUYLA GÖNÜL VERENLERE SAYGIYLA...


* "Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir."

* "Yüksek uygarlığın merdiveni sanattır." 

Mustafa Kemal Atatürk


* "Bir ülkede akıl ve sanattan çok maddi servete kıymet verilirse, bilinmelidir ki orada keseler şişmiş, kafalar boşalmıştır. "

Büyük Frederik 


* "Varsa hünerin, var her yerde yerin,  yoksa hünerin, dar her yerde yerin."

 Şinasi 


* "Güzel Sanatlar; İnsanın elinin, kafasının ve kalbinin birlikte çalıştığı şeylerdir."

Francis Bacon 


* "Sanat var olmasaydı, gerçeğin kabalığı dünyayı katlanılmaz kılardı."

George Bernard Shaw


* "Dünya aydınlık olsaydı, sanat olmazdı." 

Albert Camus


* "Sanatçıya iki göz yetmez."

Lamartine 


* "Sanat eseri güzel olmak zorunda değildir.  Anlamlı olmalıdır." 

Duane Hanson 


* "Kendi kendisiyle barış içinde yaşamak istiyorsa; müzisyen müzik yapmalı, ressam resim yapmalı, şair şiir yazmalıdır." 

Abraham Maslow

 

* "Resim, kelimeleri olmayan bir şiirdir." 

Horace

 

* "Hayal ettiğimiz her şey gerçektir." 

Pablo Picasso 


* " Sanatçının görevi soru sormaktır, cevaplamak değil."

Anton  Çehov


* "En güzel  sanat, yaşama sanatıdır. "

John Macy   


Derleyen: Makbule Abalı-Eğitimci 

20 Ekim 2024- Urla