Bu Blogda Ara

08 Temmuz 2025

YAZMAK-OKUMAK-ANLAMAK-ALGILAMAK

 Yazmak deyince aklıma önce ilkokul Öğretmenim Celal Sahir Muter gelir. Adana Tepebağ Mahallesi'nde Namık Kemal İlkokulu binası halâ sağlam olarak yerinde durur mu acaba? Depremlere dayanmış mıdır? Başlangıçta öğretmenimin erkek olmasına hem üzülmüş, hem şaşırmıştım. O yıllarda kaç yaşlarındaydı bilmiyorum ama yaşlı görünmüştü gözüme. Çocukluk elbette. Derinlemesine tanımadan, kişilik özelliklerini bilmeden, kimdir-nasıldır-neden öyledir demeden yüzeysel olarak; sadece dış görünümüyle, değer biçersek,  anlamadan yetersiz bir algılama olabiliyor. 

O zamanki kara tahtalara inci gibi yazılar yazar, okur-okuturdu. Şair Celal Sahir Muter idi bilinen adı. Sanal ortamda adı sanı duyulmadığından mıdır bilmem, hiçbir yerde bulamadım. Okumayı-yazmayı-anlamayı-algılamayı O'ndan öğrendik. Tahtaya uzun çizgiler çizer, her harfin hakkını vererek yazar, okur, okuturdu.

Upuzun bir ipi beyaz tebeşir tozuna bulayıp, iki kişi uçlardan tutarak tahtaya tıklatınca dümdüz beyaz bir çizgi oluşurdu. Özenli, zahmetli, incelikli ve zor. Diğer sınıflardaki gibi kırmızı kurdele almak için değil, öğretmenimizin yüzündeki mutlu tebessümü, bakışlarındaki ışıltıyı görmek için çabalardık. Verilen ev ödevleri her gün mutlaka kontrol edilirdi. Vicdani ve insani denetim o yaşlarda sınanırdı.

Beğenilmek için değil, iyi insan, iyi arkadaş, iyi yurttaş olmaktı amacımız. "Hatalı davranışlarınız olabilir, ancak kasıtlı yanlışlar yapmayın, sorun, anlayın, araştırın, bilgiyi özümseyin." deyişlerini hiç unutmadım. Günümüzde karşılaştığım; "Kalite kontrolü, standartlara uygunluk, danışmanlık, müşteri memnuniyeti, yasalar çerçevesinde, uzman, liyakat, asil-vekil, olağan-olağan dışı... vb. sözcükleri yazıyoruz, okuyoruz. Acaba anlamlarını doğru anlıyor ve algılayabiliyor muyuz ? 

Bazen düşünüyorum; Şarkı-türkü sözlerinin alt yazılı kelime  anlamlarındaki yanlışları görse, kısacık- anlaşılmayan yazıları okusa, kaynaksız anlatımları dinlese. değerli öğretmenim ne derdi, nasıl yorumlardı acaba...? Saygıyla, rahmetle anıyorum.

Makbule ABALI 

8. 07. 2025 




07 Temmuz 2025

DÜNYA DÜMDÜZ DEĞİL Kİ, YOLLAR HEP AYNI DOĞRULUKTA OLSUN...

 Blogda son yazımı yazdığımdan beri, her yeni güne zihnimde  yeni yazılar planlayarak başlıyorum. Tek bir konu değil, yazmayı-anlatmayı-paylaşmayı düşündüğüm öyle çok konu-insan-olay-hayal-tasarı-umut- hayal kırıklığı-beklenti... var ki. 

Bir Yap-Boz oyunu gibi;  bütünü parçalara ayırmak ya da parçalardan bütüne ulaşmak kadar kolay değil hayat. Her hafta, her gün değil, her an değişime hazır olmak zorundasınız. İnsanın kendisiyle savaşı, en zor savaş galiba. Kendinize saygıyı yitirmemek, aklın, mantığın ve sağduyunun yol göstericiliğinde bir yerlerden amaçlarınıza ulaşmak istiyorsunuz. 

Başkaları ne der, ne düşünür diye değil, kendi öz benliğiniz, inandığınız değerleriniz, vicdanınız, alışkanlıklarınız, körelmemiş duygularınız, henüz rafa kaldırmadığınız kazanımlarınız, paslanmamış düşünceleriniz, terk etmeyip işler kıldığınız duyu organlarınız... tüm bedeninizle. 

Ama itiraf edeyim; Günlük hayatın karmaşıklığı ve gürültü patırtısı, engebeli yollar, tehlikeli dönemeçler, sonu bilinmeyen dehlizler, tüneller arasında çocukların dediği gibi daha çooook güçlü olmak gerek. Masallardaki  gibi Kaf Dağının ardında mutluluk aramak, Sihirli lambadan çıkacak cini beklemek ya da Nuh'un gemisiyle engin denizlere açılmak... 

Bugün, her günden çok daha yoğun geçen bir gündü. Geçmiş yorumlara halâ yanıt verememiş olmanın utancı, mevsim normallerinin çok üstünde seyreden sıcaklar, sağlık sorunları, ekonomik ve sosyal hayata uyma çabaları, iyi günde-kötü günde birlikte olabilme kaygıları, kayıplardan duyulan iç acısı, tüm canlıları koruma-kollama dürtüsü... 

Günler uzasa, mevsimler-iklimler-insanlar-canlılar-dünya-evren-kâinat, uzay değişse de bir gün sadece 24 saat... Elimde bir peri değneği olsun isterdim; İyiler-iyilikler çoğalsın, Kötüler güçlerini olumlu amaçlar için kullansın, herkesi şaşırtsın... 

Beden-akıl ve ruh sağlığınız inişli çıkışlı olsa da engebesiz, kolay aşılabilen, iyi amaçlar doğrultusunda sürdürülen yıllar ve yollar dilerim. 

Makbule Abalı-Eğitimci

7. 07. 2025 Türkiye.







04 Temmuz 2025

SUSUZ YAZ

 Mevsim Yaz, aylardan Temmuzdu;

Kavurucu bir sıcak, 

Rüzgâr, fırtına dört bir yanda 

"Cehennem sıcağı" dedi eskiler.

Ağaçlar kavruldu,

Çiçekler kurudu,

Kediler, köpekler uyuyor sokaklarda

Kuşlar bile kalmadı gökyüzünde...

"Küresel ısınma" dedi bilim adamları.

Betonlar ısınmış, asfalt erimiş 

Ormanlar yanıyor, otlar tutuşmuş ,

Yuvalar yıkılmış, evler tarumar

Dünya kavruluyor, dünya yanıyor... 

***** 

Halâ duyarsızlık sürüyor bir yandan;

Su savurganlığının farkında değil hiç kimse

Ağaçlar kesiliyor birer ikişer,

Dereler çöple dolmuş, akarsular kurumuş,

Denizlerde sanayi atıkları.

Bu korkunç yangın yerinde merhamet yok,

Acıma duygusu yok, insaf kaybolmuş,

Sonuçlar nedenlere ulaşamıyor

Ellerimizle yıkmış, yok etmişiz

Yılların getirdiklerini.

Can katmaya çalışıyoruz yeniden; 

Can çekişen doğaya,

Can havliyle, çaresiz, ama umutla...


Makbule ABALI-Eğitimci 

 17 Temmuz 2023 Urla 


Güncelleme :4. 07. 2025


                                                                        






30 Haziran 2025

BİR BLOG ARKADAŞIMA MEKTUP YAZMAK...

 


Çok değerli Dost,  Buraneros, 

Merhaba... Bazı sözcükler tekil görünürler ama, bir incelense içleri dopdoludur. "Nasılsın" "Ne var ne yok" soruları öyle değil  midir? Bazen derin bir "Ah" eşlik eder yanıta. Kimi zaman, iç seslerle birlikte gözlerden süzülen istem dışı yaşlar eklenir. Anlayan anlar, bilen bilir...

Meraklı bir toplumuz. Her konuda bilme-öğrenme isteğimiz olmasa da; bazen haberlerde öncelik sırası alan haberler, toplumun temel özelliklerini  az çok anlatmıyor mu? Öyle olmasa, magazin haberleri ile birlikte bazı kişiler bu denli çabuk ve kolay meşhur olabilirler miydi?

Köşesinde; insan ruhunun derinliklerine inen, çevresini  kendine özgü bir farkındalıkla gözlemleyen, hassas ve duyarlı ifadelerle o gözlemlere tıpatıp uyan giysiler dokuyan bir usta gibi düşünürüm hep sizi.

Lütfen abarttığımı sanmayın. İnanmadığım, güvenmediğim hiçbir tezi yazamam, savunamam ki... Günlerdir yazmayı tasarladığım, zihnimde taslaklarını kurguladığım , birikmiş öyle çok konu vardı ki. Hatta bir gün ansızın kısa bir "Mola" yazısı yazmıştım. Çok zaman geçti sanıyordum. Sadece 4 gün geçmiş. 

Okumayı hele yazmayı sevenler için "Yazamamak" bir tutsaklık gibidir, bilirim. Beyin üretmek ister. Beden, gücünün yettiğince, tüm işlerliğiyle-içtenliğiyle o komutlara uyar. Kişisel irade ve direnci testlere tabi tutar adeta. Zoru başarmak o yüzden güzeldir, değerlidir. 

Büyük geçmiş olsun. Rahatsızlığınızı bile öyle güzel, etkileyici ve bilgilendirici biçimde anlatmışsınız ki. Çocuklar gibi duru, saf, yalın bir deyişle "Çok güzel" demek ve kocaman bir demet kır çiçeği vermek geldi içimden. Yorum köşesi ne kadar geniş tutulsa da , orada "Mektup" yazmak  "Kural dışı" olurdu sanırım. 

Her şey değişime ayak uyduruyor artık. Yüksek teknoloji ile birlikte her alanda büyük gelişmeler kaydediliyor. İdealist Bilim İnsanlarıyla; Geleneksel -Klasik Tıp Bilimleri , koruyucu hekimlik ve sağlıklı deneylerle güçlenen alternatif tıp işbirliği ile güzel sonuçlar alınacağına  yürekten inanıyorum. 

Yıllar öncesi babama da "Trigeminus Nevraljisi" teşhisi konmuştu.  Hastalığın adının belirlenmesi ve tedaviye başlanması, çok geç ve güç bir zaman dilimi yaşatmıştı tüm ailemize. Acı çekenlerin acısını ta içimde hissetmek  o yıllardan kalmadır. O belirsizlik ve bilinmezlik, ortaokul, lise ve üniversite yıllarımı da çok etkilemiştir. 

Çevrenize hep sevgi, güven, dostluk, hoşgörü, barış gibi duygularla yaklaştınız.  Kişiliğinizden yansıyan olumlu enerjiler çok uzaklara dahi ulaştı. Sevginizi, bağlılığınızı oya gibi işleyerek- incelikle-ustalıkla sunmanız çok kişiye örnek olmuştur, eminim... 

Enn çok sevdiğiniz güzel insan, ihtiyaç duyduğunuz her zaman- " İyi günde-Kötü günde"- yanınızda, yakınınızda olacaktır eminim. Ona da lütfen gönül dolusu selam ve sevgilerimi iletiniz.

Sağlık haberlerinizi sabırsızlıkla bekleyeceğiz. Umutla-inançla. 

Makbule ABALI- Blog Arkadaşınız

30. 06.  2025 İzmir-Urla


                                                                                    


                                                                              





26 Haziran 2025

İNSANCA...

 


İNSANIZ... BAZEN BEDENEN-RUHEN-SOSYAL AÇIDAN; KENDİMİZE KISA YA DA UZUN BİR ZAMAN DİLİMİ AYIRMAK, BİR " DİNLENME MOLASI" VERMEK İSTİYORUZ. 

"ZAMANI DURDURMA GÜCÜMÜZ"  YOK ELBETTE. 

BİR TÜKENİŞ DEĞİL BU...

SADECE, " YENİDEN KENDİNİ BULMA ÇABASI"  BELKİ.

KENDİMİZE VE DÜNYAYA  KÜSMEDEN, İÇ DÜNYAMIZA YENİ BİR KAPI AÇMAYI DENEMEK... 

SAĞLICAKLA KALIN; SEVGİYLE-HUZURLA-UMUTLA... 

Makbule Abalı  

26 Haziran 2025 -TÜRKİYE 




Not: Sıcak ve yorucu günlerle geçen bir Haziran Ayının son günlerinde paylaştığım bu yazımı, arkadaşlarımı daha çok yormamak amacıyla  yorumlara kapadım. M.A



                                                            
                                                                        

22 Haziran 2025

FARKLI BİR GÜN...

                                                     


 Mevsimin en sıcak günlerinden biriydi bugün. En uzun gecenin ardından güneş ışıkları da tüm enerjisiyle göz alıcı bir biçimde  pencereden  içeriye sızdılar. Bugün kahvaltıya konuklarımız vardı. Bir öğretim yılının son karnelerini değerlendirmek için bir anneanne ve dede sofrasında hep birlikte olmak.

En uzun gecenin ardından gelen gün, çok kısa sürdü. Oysa anlatacağım ne çok şey vardı. Zamanla beden eskidikçe, ruhun coşkusunu bastırmak istiyor galiba. İç seslerin dışa yansımasına çok izin vermediği gibi bedensel yakınmaları arttırarak "Ertele, günü gelince yazarsın." ısrarlı uyarmalarıyla, istediği sonuca ulaşıyor da. 

Yaz sıcağında yazımı çok uzatmadan sözü fotoğraflara bıraksam, onların "Sözsüz İletişim kurma" dilinden yararlansam. Çocuklar gibi; Hayal gücümüzü işler kılsak, eşimin çok özlediği, her gece rüyalarında yürüyüş yaptığı, çok değerli, kadim dostlarıyla buluştuğu doğum yerine-Mersin Arslanköy' deki yayla evine-  Anka kuşunun kanatlarında uçsak, ön bahçedeki sedir-katran ağaçlarına dokunsak...

İçinde yaşanmayan "ev", artık "yuva" olmaktan çıkmış olsa bile yayla güllerini koklasak, dağlardan kekik toplasak, bahçede yetişen ürünleri komşularla paylaşsak, içten bir "Merhaba" desek dost bildiklerimize...

Mutluluğun, vefanın, güvenin, öz sevginin-saygının, çıkarsız ilişkilerin merkez üssü; İnsanın doğduğu, doyduğu, nefes alabildiği, sağlıklı ürünlere erişebildiği, suskunluğun hüküm sürmediği, doğayla baş başa kalabildiği her yer.

Bazen dağ eteklerinde bir yerleşim birimi, bazen çiçeklerle donanmış, doğal kaynak suların bol olduğu bir köy, ya da yıllarını harcayarak- emek vererek büyüttüğü ağaçların gölgesinde huzur bulduğu bir mekân.
 
Eşim çok haklı. Kuş bakışı bir gözlem, içgüdülerin yönettiği türlü-çeşitli hayali yolculuklar, duyguları, duyu organlarını  işler kılan insani buluşmalar...  Hepimizin özlemi bu  değil midir? 

Makbule ABALI-Eğitimci
23. 06. 2025 İzmir-Urla 

Mersin-Arslanköy'deki yayla evimizin bahçesinde, fotoğrafları çekip gönderen değerli Dost Lâle Yanık'a yürekten teşekkürlerimizle. Makbule-Ahmet Abalı. 



                                                                                    

                                                                               

                                                                            



                                                                              





20 Haziran 2025

HAYATIN HER AŞAMASI BİR SINAV...


Sınav denince hangimizin içi titremez. Dünyanın her yerinde sınav sözcüğü bir heyecan, küçük bir ürperti ile birlikte anılır. Ama zaten o heyecan olmasa yapılan iş ciddiye alınmaz ki. 

Hayatın her aşamasında sınanma, sınav var. Sınavlar hayat hakkında bilgimizi, umudumuzu, cesaretimizi, deneyimlerimizi de sınıyor...Bazen daha küçük, bazen büyük. Bazen puanlı, bazen puansız, dereceli veya derecesiz, madalyalı, madalyasız... Katılan sayısı bazen yüz binlerle ifade edilen, bazen binlerle, bazen 9-10, hatta kimi zaman da sadece 1-2...

Her sınav bir ölçme-değerlendirmeyi, bir anlamda puanlamayı içerir. Bir iş başvurusu insanı nasıl da heyecanlandırır. Eş seçimi de belli değerlerin ölçüldüğü bir sınav değil midir? 

Sınavlar hayatımızda sıralanmış büyük veya küçük engeller. Bu engelleri atlamaya, aşmaya hazırlıklı olanlar, ortama uyum sağlayanlar, kendine güvenenler, konsantrasyon sağlayabilenler, zamanı ve heyecanını ayarlayabilenler her alanda, her sınavda  daha başarılı oluyorlar. 

Yetişkinler, anne-babalar, aile büyükleri-haklı olarak- en az sınava giren adaylar kadar heyecanlı olabiliyor. YGS (Yüksek Öğretime Geçiş Sınavı) meslek seçimine yönlendiren bir basamak sınavı. LYS (Lisans Yerleştirme Sınavı) ile gençlerin gidecekleri üniversiteler ve bölümleri belirleniyor. 

Eskiden genel sınav sonuçları daha detaylı açıklanırdı. Okullarımızın başarı grafiği çok iç açıcı değil ne yazık: 2010 yılında YGS de geçerli puan alamayan 14.000 aday var. 2011'de bu sayı 38.000 olmuş. 2013'de 61.000. 2014'de 50.000. 160 sorudan bir puan bile alamayan bunca aday Eğitimimiz adına acı bir tablo...

Üniversite Sınavları 1981 yılından itibaren 2 basamaklı yapılmaya başlanmış. 1999'da ÖYS (Öğrenci Yerleştirme Sınavı) kaldırılmış, ÖSS (Öğrenci Seçme Sınavı) tek basamaklı sınav olarak uygulanmış. 2010'dan itibaren YGS ve LYS olarak çift aşamalı sınav uygulanmış. Bu yıl 2.126.000 aday sınava girdi. Çeşitli alanlardaki 160 soruyu yanıtlamaları için 160 dakika süre verildi. 

Üniversiteler akademik çalışmaların yapıldığı kurumlar. Ama gerçek şu ki; gençler akademik çalışmaya pek hazır değiller. Seçenekler üzerinde düşünmekten, bazı kalıplaşmış bilgileri ezberlemekten yorgun düşmüşler. Asıl düşünmeyi öğrenmeleri, çekinmeden soru sormaları, gerçek hayata hazırlanmaları gerekiyor.
 
Gençlerin çoğu öylesine güvensiz ve tedirgin ki... Belirsizlikler her durumda onların heyecanlarını arttırabiliyor.  Açıklamalarda netlik bekliyorlar; Sınav soru kitapçıkları verilecek mi, verilmeyecek mi? 
Cevap anahtarı açıklanacak mı? Sınavda güvenli bir ortam sağlanacak mı? Adil bir sınav olabilecek mi? 

Bu yıl (2015) soruların ancak %20 si açıklanacakmış. İnternetten cevap anahtarının doğrulanması mümkün olacakmış. 2010'da uygulanan sınavda kopya çekildiği, gecikmeli olarak bu yıl belirlenmiş. "Gecikmiş açıklamalar" doğruyu, haklıyı ne derece açıklar? Adil olabilir mi? Gençler kurumlara güvenmek, inanmak istiyorlar. Haklılar... 

Sınavlar, "sınanma-ölçme-başarma- kazanma" basamaklarını izlerse mutlu sonla sonuçlanır. Hayatın zorlu aşamaları içinde karşılaşacağımız pek çok sınav var. Dileriz bu uzun yolda "Hak eden umduğu güzel sonuçlara  ulaşsın."

Makbule Abalı- Eğitimci
17. Mart. 2015 Mersin



  • Güncelleme Notu: Her sınav, bir sınanmadır. Unutmayın;  hayatta  en güzel başarı, zoru başarabilmektir. Mucizeler değil, inandığınız değerler yolunuzu-yönünüzü-yerinizi  belirleyecektir. 
Ne güzel sözdür: "Çaresizseniz, çare sizsiniz." Yolunuz açık olsun. 

Makbule Abalı- Eğitimci
20. o6. 2025 İzmir-Urla  


19 Haziran 2025

MUTLULUĞUN RESMİNİ ÇEKEBİLMEK...

 


Yaşadıkça neler görüyor, nelerin farkına varıp, nelerden mutlu olup, nelerden hüzünleniyoruz?  

Bu sorunun tek bir cevabı olabilir mi? Hayat sürprizlerle dolu. Bazı günler masmavi bir gökyüzü, içinizi ısıtan bir güneşle güne başlıyor, her şey ne kadar güzel gidiyor derken, anlık değişimlerle dengeniz bozulabiliyor. Varsın olsun, elbet mutluluk anları da yaşanacak.

Bloğumun sağ üst köşesinde, profilimin içinde yıllardır değiştirmeye ya da silmeye kıyamadığım bir cümle vardır; "Mutluluk Kaf Dağı'nın ardında değil. Uçun Kuşlar Uçun." Gerçekten öyle düşünürüm... 

Mutluluk bazen yanı başımızda. Tutunuverecek bir dal gibi, elinizi sakince-sessizce-sevgiyle uzatırsanız,  hiç karşı çıkmaz. 

Polyanna kırılmasın ama, sözünü ettiğim öylesi bir oyun değil. Gerçekleri göz ardı etmeden, olumsuzluklar olsa da güzelliklerin, iyi ve yararlı şeylerin, doğanın, ağaçların, çiçeklerin, canlıların "farkında  olabilmek"...

Yıllardır konuşulur; Mutluluğun fotoğrafı" çekilebilir mi? Onun cevabını Usta Sanatçılar -profesyoneller versin. Biz amatörce; duygularımızı harmanlayarak, beynimizi ve yüreğimizi rahatlatan,  duyu organlarımıza işlerlik kazandıran resimleri kayda alalım.

Açmış çiçeklerini kesince, giysileri elinden alınmış çocuklar gibi küstü sandığım sarmaşık gül, yoğun bakımdan çıktı. İlk tomurcuklarını  görünce çocuklar gibi mutlu oldum ben de. 


Doğadaki tüm canlılar "Sevgi-ilgi-güven" ikliminde canlanıyorlar. Belki de birlikte bir dostluk halkası oluşturma içgüdüsünden kaynaklanıyor bu durum. Kupkuru begonvil de ortama uydu. 


Lavantalar zaten her zaman kendileriyle de, çevreleriyle de barışıklar. Semizotu da onlara imrendi. Salata ve yemeklerimize tat katıyor.


Salyangozlarını ellerimle toplayıp kurtardığım kaktüslerin, özellikle Aloa veranın dikenleri artık canımı yakmıyor. 


Bugünkü mutluluğumun resimleri;  şimdiden kendilerine ortaklaşa bir dünya oluşturdular bile. Dijital ortamda, mekanik seslerden, yapay ilişkilerden uzakta, henüz düzenleyemediğim fotoğraflar klasöründe. Eski albümlerdeki gibi "Dokunmatik" olmasalar da aramızda bir sevgi bağı oluştu bile.

Seviyor, kolluyor, koruyorum onları. Dünya da daha güzel ve yaşanabilir geliyor o zaman...

Makbule ABALI-Eğitimci 

19. 06. 2025 Türkiye 






17 Haziran 2025

YAZMAK- YAŞAMAK...

 


  Bir zamanlar Varlık Yayınları arasında  çıkan "Önce Ekmekler Bozuldu" adlı boyutu küçük, içi dopdolu bir kitap okumuştum. O yıllarda kitapların kâğıt kalitesi ve görüntüsü günümüzdeki kadar çekici değildi. Okumak için alırdık, kuşe kâğıtlara basılı, renkli, ciltli "Al beni" diye adeta seslenen kitaplar çok sonra çıktı. 

Ünlü gazeteci-yazar Oktay Akbal'ı o kitabıyla tanımıştım. "Yazmak,  yaşamak . " sözü Onundur. Yazmayı- okumayı sevenler, sürdürenler için bu kısacık cümlede ne büyük anlamlar yüklüdür. Severek-gönülden-içtenlikle yapılan her işte olduğu gibi... 

Yazmayı istediğim ne çok konu birikmiş zihnimde.   Gün-24 saat- artık yetmiyor. "Ben eskiden..." diye başlayan cümleleri sessizce fısıldar gibi, sadece kendinize duyurabiliyorsunuz. Bedeninizin sızlanışlarına benliğiniz aldırmıyor. Ancak çatışmalara alışık değilseniz, bastırdığınız tüm güçlü sesler beden ve ruh sağlığında hasarlara neden oluyor. "Nasılsın?" sorusuna "İyiyim." yanıtı ne kadar gerçek olabilir? 

"Farkındalık, duyarlılık, duyu organlarınızın sağlam ve işler olması; Her zaman mutlu etmiyor kişiyi. Hiç kimse tek başına değil ki. Küçücük dünyanızda bile dış dünyadan gelen uyaranlar var. Karmakarışık, anlaşılmaz sesler-çığlıklar, görüntüler, alacalı bulacalı uyumsuz renkler... 

Uyum çabalarımız da hayal kırıklığı ile mi noktalanacak? Yavaş şehirler (Slow cities) akımı başladığında nasıl da mutlu olmuştuk. Yemyeşil kırlar, masmavi denizler, kirlenirken, aydınlık gökyüzü bulutlarla kararırken, doğa-ağaçlar, çiçekler, her türden canlılar- değişirken İnsan nerede barınacak?

Hayatın içinde her an, her gün öylesine ani değişimlere uğruyor ki. Mevsimler, iklimler bile değişti. Yavaş şehirlere uymaya çalışırken; makinelerin sesi  hızlandı. İnsan yavaşlamak isterken bitkin düştü, sesi çıkmaz oldu, hepten sustu.  

Yazmak-yaşamak, anlamak, anlatmak, anlaşılmak, konuşmak, dinlenmek, huzur bulmak, güvenmek, inanmak, umutlanmak  istiyor insanoğlu.

Bu geçici-ölümlü dünyada yaşarken; var olduğunun farkında olmak, bilinçli olarak varlığını kanıtlamak, yapabilmek. başarabilmek. 

Yüzyıllar öncesinden ne güzel söylemiş ünlü edebiyatçı-düşünür-yazar: " To be or not to be."  

İnsan olarak; Anlayarak, algılayarak derin derin  düşünmek gerek...

Makbule Abalı-Eğitimci 

17. 06. 2025 Türkiye 



16 Haziran 2025

SINANMAK...



Sınavlar yaşamın her aşamasında var: O yüzden mi "sınav" denince içimiz titriyor,  kaygılanıyoruz; Yeni bir okula başlama, yeni bir iş, yeni bir hayat, bir yer değişimi, ana- baba olma, yeni bir yaşam kurma... Hepsi bir sınav ya da sınanma değil midir, hayatı boyunca kim sınanmamıştır ki...

Eğitim-Öğretim alanındaki sınavlar, öğrenci ya da adaylar açısından ayrı bir önem taşıyor. Yılların birikimini, emeğini, çabanızı, yeteneğinizi, heyecanınızı, özgüveninizi, birkaç saat içinde test ediyor, kendinizi değerlendiriyorsunuz.

 Geçmişte ÖSYM'nin düzenlediği sınavlar-zaman zaman bazı hatalar yaşansa da-iyi bir ölçme aracı sayılırdı. Günümüzde sınav sonuçlarıyla yalnız öğrenciler, okullar, öğretmenler, yöneticiler değil, aynı zamanda MEB, YÖK, ÖSYM' de sınanıyor. Sınav sonuçlarında yaşanan karmaşa ve düzensizlikler; adaylarda eşitlik ya da adalet anlayışını zedelemez mi, gelecek kuşaklarda bilime, kurumlara güvensizlik yaratmaz mı...?

  Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) Başkanı Profesör Dr. Ünal Yarımağan'ın açıklamasına göre, Kamu Personeli Seçme Sınavındaki iddialar araştırılıyor: Bu yıla kadar Eğitim Bilimleri Testindeki 120 sorunun tamamını yapan yokken, bu yıl 350 kişi var, bu kişilerden bazıları geçen yıl aynı testten hiç puan almamışlar, tam puan alanlardan bazıları da evli çiftler. Bir yılda böylesi bir "başarı" istatistikçileri de şaşırtabilir.

  Her sonuç insanı düşüncelere yöneltiyor:
  
 Sınav sonuçlarında en üst sıraları paylaşanlar, meslek yaşamlarında da "en iyiler" arasında olabilir mi?

 "Güvenmek ve inanmak" konulu objektif, önyargısız, bilimsel bir sınav yapılsa; çocukların ana-babalarına, öğrencilerin öğretmenlerine, öğretmenlerin yöneticilerine, yöneticilerin kurumlara yönelik test sonuçları nasıl olurdu? 

Olumlu ya da olumsuz örnekler, bireyin "iyi insan olma" çabasını ne kadar etkiler?

Yenilgi, düş kırıklığı, öfke, sinirlilik, isyan duyguları, içsel duygu patlamaları, ruhsal fırtınalar, kişinin akıl ve ruh sağlığını, bedensel, psikolojik ve sosyal dengesini ne ölçüde bozar?

Çok çaba harcayıp başarısız sayılmak, haklı iken haksız konuma düşmek, aynı durumda "farklı" uygulamalarla karşılaşmak, çok yol aldığını düşünürken "arpa boyu" gitmiş sayılmak, değişen değerlerle "kabul görmek" insanı nasıl değiştirir, "yaraları" kimler, nasıl onarabilir?
 
Sınav düzenleyici kurumlar veya yetkili birimler de zaman zaman kendilerini "sınamak-değerlendirmek" isterler mi acaba? Örneğin bir SDS(Sorumluluk Değerlendirme Sınavı) olsaydı sonuçlar kimleri sevindirir, kimleri üzer, kimleri şaşırtırdı? 
   
 Duygusal zekâmız sınanmadığı ya da ölçülmediği için mi, toplum olarak çabuk sinirlenip öfkeleniyor, birbirimizi incitip hırpalıyor ve sonuçta hataları düzeltemeden gene yanlışlara düşüyoruz?
 
 Önce kendimizi sınayıp değerlendirmekle başlıyor her şey...

Makbule Abalı-Eğitimci 
Mersin-21.08 2010

                                               
 Güncelleme Notu: Hayatımızın her döneminde- farklı alanlarda- sınavlar var. Haziran Ayı genellikle sınavların uygulandığı bir ay olarak bilinir. 


Emek ve çaba harcayarak "Fark yaratan" herkes, hak ettiği yerde olsun. 
Başarı dileklerimizle. 

Makbule ABALI-16. 06.2025