Bu Blogda Ara

Ekim 21, 2025

Güzelliklerin Farkına Varmazsak, Kötüleri Nasıl Ayırt Edebiliriz...?


Blog yazmaya ilk başladığım  zamanlarda düşünce ve duygularımı yazıya aktarmaya ne kadar özen gösterirdim. Önce bir konu belirler sonra bir taslak hazırlar, teknik konularda büyük bir mücadele ile görevimi tamamlardım. Çok eski çalışma arkadaşlarımdan biri en temel okuyucum sayılırdı. Onun motivasyonu ile hemen her gün yazardım.

Halimden memnundum. Yazdıklarımı kaç kişi okuyor, bilmezdim. Kendimle ilgili vicdani ve etik bir sorumluluktu benimki. Şimdiki gibi iki parmakla ama daha yavaş yazardım. Bilgisayarı ustaca kullananlara hayranlık duyardım. O günlerde yazdığım bir yazımda "Parmaklarım beynimin hızına yetişemiyor." demişim. Artık müsvedde kullanmıyorum. Ama gene bütün düşüncelerimi olduğu gibi aktaramıyorum. Belki o yüzden, yazmaktan çok konuşur oldum bugünlerde. Gözlerim bu durumdan hoşnut, ama ben değilim... 

Duyu organlarımı yeterince kullanamadığım anlarda kendimi eleştiriyorum. Adil ve anlayışlı olmamak beni huzursuz eder. Ederdi desem daha doğru olur sanırım. Son zamanlarda biraz bencilleştim galiba. Duyu organlarıma, köklü alışkanlıklarıma, sevdiğim yakınlarıma, beni BEN yapan değerlerime haksızlık yapıyorum. Farkındayım... ama elimde değil. Normalle anormal arasındaki incelikle çizilmiş yol ayrımında gidiş gelişlerim oluyor. 

Normalle anormal arasındaki ayrım, çoğunluk tarafından kabul edilir olmaksa... Bu ayrımı yapabilenler suskun kalırsa ben kime inanacağım? Ya da siz! Evet ile hayır, doğru ile yanlış, haklı ya da haksız, çocuk ile ergen, ergen ile yetişkin, nazik ile kaba, değerli ile değersiz... Ve daha bir dolu şey arasındaki ince ayrıntının farkında mısınız...?

Düşünmeye başlayınca merkezden uzaklaşıyorum, odak noktam kayboluyor. Dengem bozuluyor, Safranbolu'daki ustanın, büyük bir sabırla, adeta gergef işler gibi yaptığı bastonla bile dayanak noktamı bulamıyorum. Canlı bastonlar destek olamadığında, hiçbir baston kurtarıcı değil.

Çok değer verdiğim, güvendiğim, derya gibi bilgisi, insana saygısı, naif kişiliği ile huzur  veren  doktorumun da dediği gibi 'küllerinden yeniden doğabiliyor insan'. Bence de öyle. Tıpkı kuşlar, çiçekler, ağaçlar, doğadaki her canlı gibi... 

Her uğraşta, her işte, her meslekte ama özellikle eğitim ve sağlıkta; anlayış, güven ve dürüstlük arıyor insan. Öncelikle farkı fark etmek ne kadar önemli... 

Makbule ABALI-Eğitimci 

21 Ekim 2025 İzmir- Türkiy








Ekim 17, 2025

ÖNCE SAĞLIK...

 



Bugün güzel bir gündü. Mevsimlerden sonbahar olmasına rağmen, gün doğumuyla gün güzel başladı. Güzel bitecek sanırım. Dünyanın diğer ülkeleriyle aramızda saat farkı var. Bazı ülkelerde hayat yeni başlıyor olabilir. Biz gece yarısına doğru yol alıyoruz. Günler kısaldı, geceler uzadı. 

Ülkemizde bütün mevsimler güzeldir. Dört mevsimi bir günde yaşayabilirsiniz. Dünya yörüngesinde dönüşünü tamamlarken,  her ülke güneşin görkemli görüntüsünden eşit ölçüde yararlanmıyor elbette. Fen Bilgisi dersinde konuyu uygulamalı olarak canlandırarak ne güzel anlatır bazı öğretmenler. Çocuklar hiç  unutmaz.

Ben en çok baharları severim. İlkbaharın coşkulu, pırıltılı, çok sesli güzelliğine karşın sonbahar da hüzünlü havası, renk karışımları, umut ve beklentileriyle gizemli bir görüntü sergiler. Oluşum ve değişimler, deneyimler kuşaklar boyu farklılaşarak sürecektir doğal olarak.


Mevlana Celaleddini Rumî bu durumu ne güzel özetlemiş:

"Şu akıp giden kum seline bak /Ne durması var, ne dinlenmesi/Bak birdenbire nasıl bozuluyor dünya/ Nasıl atıyor bir başka dünyanın temelini."

Mevsimler arasında geçiş yaparken, her baharı bir başka biçimde yaşarken "Önce Sağlık" demezsek; değişen dünyaya, sosyal çevremize, ruhsal ve bedensel yapımıza, kendi benimize de yabancı kalıyoruz... 

Makbule ABALI-Eğitimci

17 Ekim 2025 Türkiye  




Ekim 15, 2025

Sağlıklı Olmak-Sağlıklı Kalabilmek /Duyarlılığını Yitirmeden Farkında Olabilmek...

 


Yaşadığım sürece bilerek ya da kasıtlı olarak sevdiklerimi, dostlarımı, yakınlarımı üzmek istemedim hiç. Ama ben üzüldüm, kırıldım, incindim kimi zaman. Ya savaş ya kaç politikasını hiç uygulamadım sanırım .Derin denizlerde cankurtaranlar olmaksızın , sakin kıyılarda, boyumu aşmayan sularda gezinmeyi istedim hep. Ustalık değil, çıraklık derecesinde bile yüzmeyi bilmeyişimden kaynaklanmadı bu durum. Berrak suları ne kadar çok sevsem de, nereye varacağını bilmediğim derinliklerden  hep ürkmüş ve uzaklaşmışımdır. 

Renklerden, mavinin her tonunu severim. Beyazın saflığı, temizliği çeker beni. Yeşili hele su yeşilini, yosun yeşilini çok seviyor olmam,  o rengin gizemli  ve vakur havasındandır sanırım. Yeşil rengin türlü renkteki çiçeklerle bütünleşen hali, belki de doğayı çağrıştırdığı içindir asaleti. Çocuklar kırmızıyı ne çok severler.  Kırmızının iştah açtığı bile söylenir. Çoğu lokantanın iç dekorasyonunda kırmızıya ağırlık vermesi ondandır. Mor ve turuncu enerjiyi, güçlü olmayı, üretkenliği düşündürdüğü için kadınlar tarafından benimsenir. Sarı mimozaların, pembe karanfillerin, kardelenlerin,  gönlü kalmasın.  Doğada hepsine yer var. Doğa hepsine kucak açmış.

Uzun zamandır çeşitli rahatsızlıklar nedeniyle yazmaya, okumaya, üslûbunu bozmadan konuşmaya, anlamaya, anlatmaya, dinlemeye  hasret kalan bir insan neden halâ giriş, başlangıç gelişme bölümlerinde gezinir de, bir türlü ana konuya girmez...? 

İnanın bencillikten değil. Sadece kendimi düşünmekten, alışkanlıklarımı sürdürmekten, ilgilerime zaman ayırmaktan öylesine uzaklaşmışım ki ; Düpedüz yolda bile şaşırıyorum, en sığ denizlerde bile tatilin tadını alamıyorum, çok değer verdiğim arkadaşlarımın yorumlarına yanıt veremiyorum. Eski ben'i aramak değil, eski düzenimi bile sağlayamıyorum. Rutin içi, rutin dışı zihnimde biriken konular düğümden de öte kördüğüme dönüşüyor...

Her şeye rağmen, küçücük değil, minicik mutluluklarda huzur  bulabiliyorum. Renklerim hiçbir zaman kapkara olmadı. Pencereden sızan gün ışığında hayat buldum, bir çocuğun gülümseyişi, engelli bir insana duygulu bir gencin  yardım edişi, kocaman bir alışveriş merkezinde değil, düşük gelirli  bir esnaf  aş evinde karşılaştığım incelik, hastane asansöründe bir Merhaba veya Günaydın sözcüğünün yüzlerde  yarattığı tebessüm... her bir davranış, ihtiyaç anında bitmez tükenmez bir enerji kaynağı olabiliyor. 

Ne olur teknoloji harikası telefonlarda mekanik seslerden biraz daha fazla İNSAN sesi duyalım. Çok merak ediyorum, "Kalite kontrolü" açısından konuşmalarımız kayda alınıyor mu? Zamanın an'ın bu kadar değerli olduğu bir dünyada, her kurumda, kuruluşta iyiyi kötüyü ayırt edebilecek, kontrol ve denetimi sağlayabilecek bireyler de bulunsun. 

Doğruya, gerçeklere, beklenen, istenen hız ve zamanda ulaşamayışımız cahilliğimizden değil, yaşlılığımızdandır. BAĞIŞLAYINIZ...

Makbule Abalı-Eğitimci

15 Ekim 2025 Türkiye 



 



Ekim 09, 2025

Yunus Emre'den Deyişlerle...


Zaman zaman, yüzyıllar öncesinden söylenmiş,  iz bırakmış bilgelerin, şair ve yazarların deyişlerini yeniden okumak, hatırlamak, anmak  hafızayı tazelemek gibi. 

Yunus Emre Anadolu'da yaşamış Tasavvuf ve halk şairi, Türk- İslam Düşünürü olarak biliniyor.
 
Sözleri, şiirleri günümüzde de değerinden hiçbir şey yitirmemiş. Yunus Emre, İnsan olan herkese; Fakir-zengin, Hristiyan-Müslüman ayrımı yapmadan engin sevgiyle bağlıdır.
 
Anadolu'da Türkçe şiirin öncüsü olan mutasavvıf ve filozof olarak bilinir.

Yüzyıllar öncesinde yaşamış bilgelerin eserlerini yeniden okumak, deyişlerine kulak vermek, her zaman iyi geliyor insana. Rahmetle, saygıyla, sevgiyle anıyoruz. 








Çocuklarınıza zengin olmayı değil, mutlu olmayı öğretin.
Böylece hayatları boyunca sahip oldukları şeylerin fiyatını değil, kıymetini bilirler...
Yunus Emre 
                                                                                                
 

İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendin bilmez isen, ya nice okumaktır. 
Yunus Emre
                                                             


Derleyen: Makbule Abalı-Eğitimci 
Kaynak: İnternet, eski Edebiyat kitapları
Güncelleme: 9. 10 2025 
Urla-İzmir-Türkiye






Ekim 08, 2025

İNSAN PSİKOLOJİSİ- Gerçek Bir Yaşam Öyküsü ( BCP- Temmuz 2024 )

 


 "Her göz, her yüz upuzun bir öykü anlatır; yalnızca bakan değil, görebilen gözlere, duyarlı yüreklere, işleyen beyinlere, duyarlılık  ve farkındalığını yitirmemiş İnsanlara... "

İNSAN a  dair öykülerin her biri başkadır. Her  öyküde "Başlangıç- Gelişme ve Sonuç " bölümü bulunur. Her bebek dünyamıza ilk adım attığında ağlar. Sıcacık anne karnından farklı bir dünyaya uyum çabası, yaşamı sürdürmek için bir soluk alma deneyimidir bu. 

Bir ömrün hikâyesi karışık duygularla, yaşanılan yöreye özgü sınama ve yanılmalarla, kişiye özgü farklılıklarla inişli- çıkışlı devam eder. Her hikâyenin sonu nasıl, ne zaman, ne şekilde sona erecektir? Onu henüz "yapay zekâ" bile çözemedi...

PSİKOLOJİ  yüzyıllardır  var olan pozitif bir bilim dalı. Günümüzde halâ açıklanamayan konularla  " Parapsikoloji " ilgileniyor. İnsanla ilgili olarak nedenlerine inilemeyen her konuya psikoloji odaklı çözümler üretilebiliyor. Tıp alanında bile tanı konulamayan bazı hastalıklar "Psikolojik" olarak adlandırılıyor. 

İnsanın varlığı kanıtlanırken "Arz ve Talep" dengesi de hükmünü sürdürüyor elbette. Kaygılar, kuşkular, özlem ve beklentiler doğrultusunda Serbest Piyasa Ekonomisi toplumda alıcı kuşlar gibi acımasızca kararlar alabiliyor. Çaresiz ve yalnız insanoğlu için durumu kabullenmekten başka bir çıkar yol bulunmuyor... 

Bu yazı; bilimsel bir araştırma ya da tez  nedeniyle yazılmamıştır. Bir dönemde yaşanmış gerçeklere ışık tutmaya çalışırken gelecek adına yapılabilecek çalışmalara küçük bir katkı sunabilmeyi hedeflemektedir. Giderek suskunlaşan, fikir üretmeyen, sormayan, sorgulamayan bir topluma içten bir hatırlatma, bellek tamamlaması amacını taşımaktadır.

Yıllar önce (1964 yılında İstanbul Üniversitesi- Edebiyat Fakültesi Pedagoji Bölümüne girip 1968 yılında bitirmiş ) eski bir öğrencinin anılarından da izler taşır bu yazı. Temeli ta Adana'da başlayıp Adana Kız Lisesi'nden sonra İstanbul Edebiyat Fakültesi Pedagoji Bölümü'nde devam eden , mezun olduktan sonra bir Öğretmen Okuluna "Meslek Dersleri Öğretmeni" olarak atanmayı çok isteyen ancak ailevi nedenlerle Adana Rehberlik Ve Araştırma Merkezi'ne  Uzman  Rehber olarak atanan  idealist bir insanın öyküsü. 

İnsanı,  insan  Psikolojisini anlamak açısından kayda değer. Çekingen, hassas içedönük , çok kitap okuyan, şiirler, öyküler yazan, "Çalıkuşu "  tutkunu bir genç kız ilk yıllarda Rehberlik Merkezinde biraz hayal kırıklığı yaşar. Bu yararlı merkez bir sürgün yeri gibidir. Değişen iktidarlara göre farklı görüş ve düşüncedeki kişilerin bir araya toplandığı bir çalışma yeri.

O yıllarda fakültelerde göstermelik değil,  "Gerçekten  Seçmeli" dallar vardır. O genç kız da esas ana bölüm Pedagoji ( Rehberlik ve Psikolojik Danışma) iken yan dallar Umumi Psikoloji, Tecrübi Psikoloji ve Çapa Tıp Fakültesi'nden Psikiyatri seçer. Pedagojide disiplin ve otoritesi ile tanınan Prof. Dr. Refia Şemin, Umumi Psikolojide Sabri Esat Siyavuşgil, Tecrübi Psikolojide Doçent Dr. Sabri Özbaydar engin bilgileri ve davranışları ile ağırlığı olan hocalardır. Psikiyatri bölümünde, hastaları bizzat  tanıyarak, uygulamalı dersler ve konular Özcan Köknel  gibi çok değerli öğretim üyeleri tarafından verilir. 

Öğrenciler arasında, Öğretmen de olabilmek için  Pedagoji Bölümünden formasyon alan her bölümden öğretmen adayı öğrenciler vardır. Dünyaca ünlü tiyatro sanatçımız Genco Erkal'ın, İstanbul Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü mezunu olduğunu belki çok kişi bilmez.  O yılların güzellik kraliçelerini de aynı amfilerde görebilirsiniz. Magazin basını henüz bugünkü kadar etkili değildir. Işıltılı bir parlaklık değil, sadelik ve doğallık ön plandadır. Görüntüden çok içerik ve öz önemlidir.  

Pedagoji Bölümünde: İstanbul İlkokul ve Liselerinde Öğrenci Tanıma Teknikleri uygulanır,  seminerlerde inceleme sonuçları aktarılır. Uygulamalı bir anaokulu vardır. Yıl sonunda 4 yılda işlenen konuların tümünden sınava girilir ve Mezuniyet Tezi hazırlanırdı. Stanford Binet Zekâ Testinin Türkiye'de standardizasyon uygulaması o yıl Edebiyat Fakültesi Pedagoji Bölümü (Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık) öğrencileri tarafından yapılmıştı. Edebiyat Fakültesi'ne yakın iki büyük Lisemizde 8stanbul Erkek Lisesi ve Pertevniyal Lisesi) 13 yaşındaki  100 ergene zekâ testi uygulamak Pedagoji Bölümü öğretmen adayına  çok farklı kazanımlar sağlamıştır.

O yıllarda Türkiye'de büyük kentlerde Psikoloji Bölümü bulunan fakültelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Günümüzde 46 ilimizde bulunan Psikoloji Bölümü sayısı 127'ye ulaşmıştır. Acaba toplumun değerleri değiştikçe ihtiyaçları ve beklentileri de değişmekte midir? Sayılar çoğaldıkça okulların kalitesi ve mezunların yeterliliği neden düşmektedir? 

Son yıllarda çocuklarda hiperaktif davranışlar artarken genç yetişkinlerde depresyon, umutsuzluk, ve gelecek kaygısının arttığı görülüyor. Yaş arttıkça yetişkinlerde tahammülsüzlük, sinirlilik, öfke ve yılgınlık, bıkkınlık gözlenmekte. İnsanın yalnızlığı ve çaresizliği giderek artmaktadır. 

Psikolojiyi, Psikolojik  Danışmayı ilgilendiren ne çok konu vardır. Çocuk Psikolojisi, Ergen Psikolojisi, Gençlik Psikolojisi, Yaşlılık Psikolojisi... İnsan yaşamını konu aldığınızda incelenmesi, vurgulanması gereken başka konular da var. Azınlıkların,  emeklilerin, kadınların, erkeklerin, engellilerin, çalışanların, öteki sayılanların ya da göçmenlerin psikolojileri... 

Belirli günler, haftalar düzenliyor, gösterişli-görkemli kutlamalar yapıyoruz ama öze inemedikten sonra, empati kurmayı, dinlemeyi, anlamayı bilemedikten sonra boşlukları kolay kolay dolduramıyoruz. İNSAN canlı bir organizma, yap-boz değil ki... Suskun, acımasız, çıkarcı, bencil, sevgisiz insanların giderek çoğaldığı toplumlar birkaç yılda oluşmuyor elbette. 

Kullanılan renkler, beden dili, gözler, eller, sözler, beğeniler, kaynağı psikolojik olan bedensel hastalıklar, çocukların çizdikleri resimler, evcilik oyunları, öykü tamamlamalar,  yetişkinlerin sanatsal yaklaşımları,  çizimleri, el yazıları, duyarlı oldukları konular, karşı çıkışları, korkuları, hayalleri, beklentileri, farkındalıkları... Çözülmeyi, anlaşılmayı bekleyen ne çok şey var.

Psikoloji , yükselen değerler arasında üst sıraları alırken, bireyler uyumsuz davranışlara yönelirken  kişisel gelişim kitaplarının, kursların, dizi ve filmlerin  çoğalması doğaldır. Ancak acaba İNSANI konu alan bu kişi, kurum ve kuruluşlarla ilgili olarak yeterli denetim yapılmakta mıdır? Bu konuda bir yasa var mıdır? 

Psikolojik yaklaşımlarda genel ilke ve etik kurallar uygulanmakta mıdır? Uygulayıcılar  yeterli midir,  kişilere zarar vermeden, sorumluluklarının bilincinde olarak , dürüst ve insan haklarına saygılı mıdırlar...? 

Soru sormaktan, sorunları araştırmaktan, tarafsız-dürüst ve gerçekçi çözümler aramaktan uzak kaldığımız sürece bireysel ya da toplumsal fırtınalar azalmayacak. İklim değişiklikleri sadece doğayı değil tüm insanları, canlıları etkileyecektir.. Zamanında yeterli önlemler alınmadıkça, İnsan da çoğu  zaman çaresiz ve umutsuz kalabilecek, koskocaman evrende kendini yapayalnız ve tek başına hissedecektir.

Makbule Abalı -Eğitimci

Not: Bu yazı, 2024 yılı Temmuz Ayında, BCP (Blogları Canlandırma Projesi )  ile ilgili olarak "Psikoloji"  konusu seçilerek yazılmıştır. M.A  










Ekim 07, 2025

Karmakarışık Bir Dünyada Yorgun Ama Huzurlu Olabilmek...

 


Her şeyin altüst olduğu, mevsimlerin, yılların, ayların, günlerin birbirine karıştığı, iklimlerin bile değişik algılandığı karmakarışık  bir dünyada yaşadığımızı bilerek var olabilmek. "Olmak ya da olmamak" gibi.

Doğa böyleyken, iç dünyalarımızda düzeni sağlamak da zor olacaktır elbette Mevsim değişiklileri her canlıda birbirinden çok farklı etki ve tepkilere yaratacaktır doğal olarak. 

Sabahki havaya aldanarak biraz kalın bir giysiyle dışarı çıkarsanız, güneş tüm ışıltılarıyla göründüğünde pişmanlık duymanız doğaldır. Belki günlük hava tahminlerini hiç umursamadan yola çıkanlar , mevsimsiz çiçek açan badem ağacı çiçekleri gibi hüsrana uğrayabilirler. 

Koskocaman evrende bazen her birimiz çok farklı yerlerde ve konumlardayız. Neredesin. nasılsın, ne durumdasın, kimsin, nesin, memleketin, dilin, rengin, ırkın, cinsiyetin  sorularına verilecek yanıtlar herkes için ne kadar farklı.

Dün ülkemizdeki bir üniversite  hastanesinin tek yataklı odasında, 10 gündür yatmakta olduğum yatakta yatarken bu gece evimizde -kendi yatağımda- yatacağım. Hayatın her  anında  farklı değişim ve gelişimler bizi bekliyor. Bir  tahterevallide olduğumuzu  varsayarsak hayatın iniş çıkışlarına da çok  daha kolay alışıyoruz.

Yanımda, yakınımda ya da uzaklardaki sevdiklerim, dostlarım  sürekli  diyorlar ki; Ne olur hastalıkları kafana takma. Ben takmıyorum ki. Yazılarımda rahatsızlıklardan söz etmemeye karar vermiştim. Ancak bedenim, küçük patlamalarla bu karara karşı koyuyor. Ben de sakin-uysal ama kolay kolay eğilmeyen-bükülmeyen bir kişi  olarak onların makul, mantıklı ve haklı isteklerine karşı çıkmıyorum.

İnsanın çok istediği halde yazamaması pek çok nedenden kaynaklanıyor elbette. Günlük hayatın 24+ saatlerle son  hızla akışını  çok iyi bilen kadınlar, rutin dışı harika yazılarla bu ritmi aktaran değerli arkadaşlarım anlar elbet beni.

Yazmaya başlayınca çok kısa yazamıyorum. Gariptir, çocukların oyuna doymaması  gibi yetişkinler de sevdikleri uğraşlara,  işlere, alışkanlıklarına, spora, sanata, zanaata  çok zaman ayırmak istiyorlar. İnsanın yaptığı işe gönül  vermesi, yararlı olabilmesi ve tabii ki emeğinin karşılığını alabilmesi ne güzeldir.

Dünya Öğretmenler Günü'nde (5 Ekim) parçalardan bütüne ulaşarak derinlikli bir yazı yazmayı  düşünmüştüm. İyilikle hastalık arasındaki ince çizgide her şey istediğiniz gibi olmuyor.  Ancak çevrenizdeki herkes içtenlikle yardımcı olunca, saatleri adeta geriye alırcasına engelli bir koşuda, yakınlarınızdan güç alarak başlangıç çizgisinde buluyorsunuz kendinizi.

Bir günlük kutlamaları hayatım boyunca benimseyemedim. Her kutlamada biraz coşku, her anmada biraz hüzün vardır. Neden kutluyoruz, neden anıyoruz? Kapsamını ve içeriğini bilmeden tavır aldığımız kutladığımız, andığımız. kabullendiğimiz, reddettiğimiz her şey gerçek dışı, sahte geliyor bana.

Yeryüzündeki tüm canlıların uygun koşullarda, uygun yerlerde ve zamanlarda hak ettikleri gibi  yaşamaları, hırs, öfke ve kinden olabildiğince uzak olmalarını hayal etmek bile  iyi geliyor insana.

İyi örnekleri görüp kötüler ve kötülükler  azaldıkça,  iyiler ve iyilikler çoğaldıkça, dünyamız da daha rahat soluk alınabilecek  bir dünya olacaktır. Her gece yatarken, hiç değişmeyen duam, iyilerle-iyiliklerle karşılaşmaktır. 

İşte o zaman tüm kutlamalar, anmalar tüm gün ve haftalar, aylar, yıllar da daha büyük bir  anlam kazanmaz mı, yorgun olsak bile huzurlu olmaz mıyız...?

Makbule Abalı- Eğitimci

7. Ekim 2025-Urla Türkiye





Eylül 25, 2025

İÇ ACISI...



 

"Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar çirkindir." Platon


Takvimden bir yaprak -25.09.2025