Bu Blogda Ara

Ekim 15, 2025

Sağlıklı Olmak-Sağlıklı Kalabilmek /Duyarlılığını Yitirmeden Farkında Olabilmek...

 


Yaşadığım sürece bilerek ya da kasıtlı olarak sevdiklerimi, dostlarımı, yakınlarımı üzmek istemedim hiç. Ama ben üzüldüm, kırıldım, incindim kimi zaman. Ya savaş ya kaç politikasını hiç uygulamadım sanırım .Derin denizlerde cankurtaranlar olmaksızın , sakin kıyılarda, boyumu aşmayan sularda gezinmeyi istedim hep. Ustalık değil, çıraklık derecesinde bile yüzmeyi bilmeyişimden kaynaklanmadı bu durum. Berrak suları ne kadar çok sevsem de nereye varacağını bilmediğim derinliklerden  hep ürkmüş ve uzaklaşmışımdır. 

Mavinin her tonunu severim. Beyazın saflığı, temizliği çeker beni. Yeşili hele su yeşilini, yosun yeşilini sevmem,  o rengin gizemli  ve vakur havasındandır sanırım. Yeşil rengin türlü renkteki çiçeklerle bütünleşen hali, belki de doğayı çağrıştırdığı içindir asaleti .Çocuklar kırmızıyı ne çok severler.  Kırmızının iştah açtığı bile söylenir. Çoğu lokantanın iç dekorasyonunda kırmızıya ağırlık vermesi ondandır. Mor ve turuncu enerjiyi, güçlü olmayı, üretkenliği düşündürdüğü için kadınlar tarafından benimsenir. Sarı mimozaların, pembe karanfillerin, kardelenlerin,  gönlü kalmasın.  Doğada hepsine yer var. 

Uzun zamandır çeşitli rahatsızlıklar nedeniyle yazmaya, okumaya, üslûbunu bozmadan konuşmaya, anlamaya, anlatmaya, dinlemeye  hasret kalan bir insan neden halâ giriş, başlangıç gelişme bölümlerinde gezinir de, bir türlü ana konuya girmez...?

İnanın bencillikten değil. Sadece kendimi düşünmekten, alışkanlıklarımı sürdürmekten, ilgilerime zaman ayırmaktan öylesine uzaklaşmışım ki ; Düpedüz yolda bile şaşırıyorum, en sığ denizlerde bile tatilin tadını alamıyorum, çok değer verdiğim arkadaşlarımın yorumlarına yanıt veremiyorum. Eski ben'i aramak değil, eski düzenimi sağlayamıyorum. Rutin içi, rutin dışı zihnimde biriken konular düğümden de öte kördüğüme dönüşüyor...

Her şeye rağmen küçücük değil, minicik mutluluklarda huzur  bulabiliyorum. Renklerim hiçbir zaman kapkara olmadı. Pencereden sızan gün ışığında hayat buldum, bir çocuğun gülümseyişi, engelli bir insana duygulu bir gencin  yardım edişi, kocaman bir alışveriş merkezinde değil, düşük gelirli  bir esnaf  aş evinde karşılaştığım incelik, hastane asansöründe bir Merhaba veya Günaydın sözcüğünün yüzlerde  yarattığı tebessüm... her bir davranış, ihtiyaç anında bitmez tükenmez bir enerji kaynağı olabiliyor. 

Ne olur teknoloji harikası telefonlarda mekanik seslerden biraz daha fazla İNSAN sesi duyalım. Çok merak ediyorum, "Kalite kontrolü açısında konuşmalarımız kayda alınıyor mu? Zamanın an'ın bu kadar değerli olduğu bir dünyada, her kurumda, kuruluşta iyiyi kötüyü ayırt edebilecek, kontrol ve denetimi sağlayabilecek bireyler de bulunsun. 

Makbule Abalı-Eğitimci

15 Ekim 2025 Türkiye 

 



Ekim 09, 2025

Yunus Emre'den Deyişlerle...


Zaman zaman, yüzyıllar öncesinden söylenmiş,  iz bırakmış bilgelerin, şair ve yazarların deyişlerini yeniden okumak, hatırlamak, anmak  hafızayı tazelemek gibi. 

Yunus Emre Anadolu'da yaşamış Tasavvuf ve halk şairi, Türk- İslam Düşünürü olarak biliniyor.
 
Sözleri, şiirleri günümüzde de değerinden hiçbir şey yitirmemiş. Yunus Emre, İnsan olan herkese; Fakir-zengin, Hristiyan-Müslüman ayrımı yapmadan engin sevgiyle bağlıdır.
 
Anadolu'da Türkçe şiirin öncüsü olan mutasavvıf ve filozof olarak bilinir.

Yüzyıllar öncesinde yaşamış bilgelerin eserlerini yeniden okumak, deyişlerine kulak vermek, her zaman iyi geliyor insana. Rahmetle, saygıyla, sevgiyle anıyoruz. 








Çocuklarınıza zengin olmayı değil, mutlu olmayı öğretin.
Böylece hayatları boyunca sahip oldukları şeylerin fiyatını değil, kıymetini bilirler...
Yunus Emre 
                                                                                                
 

İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendin bilmez isen, ya nice okumaktır. 
Yunus Emre
                                                             


Derleyen: Makbule Abalı-Eğitimci 
Kaynak: İnternet, eski Edebiyat kitapları
Güncelleme: 9. 10 2025 
Urla-İzmir-Türkiye






Ekim 08, 2025

İNSAN PSİKOLOJİSİ- Gerçek Bir Yaşam Öyküsü ( BCP- Temmuz 2024 )

 


 "Her göz, her yüz upuzun bir öykü anlatır; yalnızca bakan değil, görebilen gözlere, duyarlı yüreklere, işleyen beyinlere, duyarlılık  ve farkındalığını yitirmemiş İnsanlara... "

İNSAN a  dair öykülerin her biri başkadır. Her  öyküde "Başlangıç- Gelişme ve Sonuç " bölümü bulunur. Her bebek dünyamıza ilk adım attığında ağlar. Sıcacık anne karnından farklı bir dünyaya uyum çabası, yaşamı sürdürmek için bir soluk alma deneyimidir bu. 

Bir ömrün hikâyesi karışık duygularla, yaşanılan yöreye özgü sınama ve yanılmalarla, kişiye özgü farklılıklarla inişli- çıkışlı devam eder. Her hikâyenin sonu nasıl, ne zaman, ne şekilde sona erecektir? Onu henüz "yapay zekâ" bile çözemedi...

PSİKOLOJİ  yüzyıllardır  var olan pozitif bir bilim dalı. Günümüzde halâ açıklanamayan konularla  " Parapsikoloji " ilgileniyor. İnsanla ilgili olarak nedenlerine inilemeyen her konuya psikoloji odaklı çözümler üretilebiliyor. Tıp alanında bile tanı konulamayan bazı hastalıklar "Psikolojik" olarak adlandırılıyor. 

İnsanın varlığı kanıtlanırken "Arz ve Talep" dengesi de hükmünü sürdürüyor elbette. Kaygılar, kuşkular, özlem ve beklentiler doğrultusunda Serbest Piyasa Ekonomisi toplumda alıcı kuşlar gibi acımasızca kararlar alabiliyor. Çaresiz ve yalnız insanoğlu için durumu kabullenmekten başka bir çıkar yol bulunmuyor... 

Bu yazı; bilimsel bir araştırma ya da tez  nedeniyle yazılmamıştır. Bir dönemde yaşanmış gerçeklere ışık tutmaya çalışırken gelecek adına yapılabilecek çalışmalara küçük bir katkı sunabilmeyi hedeflemektedir. Giderek suskunlaşan, fikir üretmeyen, sormayan, sorgulamayan bir topluma içten bir hatırlatma, bellek tamamlaması amacını taşımaktadır.

Yıllar önce (1964 yılında İstanbul Üniversitesi- Edebiyat Fakültesi Pedagoji Bölümüne girip 1968 yılında bitirmiş ) eski bir öğrencinin anılarından da izler taşır bu yazı. Temeli ta Adana'da başlayıp Adana Kız Lisesi'nden sonra İstanbul Edebiyat Fakültesi Pedagoji Bölümü'nde devam eden , mezun olduktan sonra bir Öğretmen Okuluna "Meslek Dersleri Öğretmeni" olarak atanmayı çok isteyen ancak ailevi nedenlerle Adana Rehberlik Ve Araştırma Merkezi'ne  Uzman  Rehber olarak atanan  idealist bir insanın öyküsü. 

İnsanı,  insan  Psikolojisini anlamak açısından kayda değer. Çekingen, hassas içedönük , çok kitap okuyan, şiirler, öyküler yazan, "Çalıkuşu "  tutkunu bir genç kız ilk yıllarda Rehberlik Merkezinde biraz hayal kırıklığı yaşar. Bu yararlı merkez bir sürgün yeri gibidir. Değişen iktidarlara göre farklı görüş ve düşüncedeki kişilerin bir araya toplandığı bir çalışma yeri.

O yıllarda fakültelerde göstermelik değil,  "Gerçekten  Seçmeli" dallar vardır. O genç kız da esas ana bölüm Pedagoji ( Rehberlik ve Psikolojik Danışma) iken yan dallar Umumi Psikoloji, Tecrübi Psikoloji ve Çapa Tıp Fakültesi'nden Psikiyatri seçer. Pedagojide disiplin ve otoritesi ile tanınan Prof. Dr. Refia Şemin, Umumi Psikolojide Sabri Esat Siyavuşgil, Tecrübi Psikolojide Doçent Dr. Sabri Özbaydar engin bilgileri ve davranışları ile ağırlığı olan hocalardır. Psikiyatri bölümünde, hastaları bizzat  tanıyarak, uygulamalı dersler ve konular Özcan Köknel  gibi çok değerli öğretim üyeleri tarafından verilir. 

Öğrenciler arasında, Öğretmen de olabilmek için  Pedagoji Bölümünden formasyon alan her bölümden öğretmen adayı öğrenciler vardır. Dünyaca ünlü tiyatro sanatçımız Genco Erkal'ın, İstanbul Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü mezunu olduğunu belki çok kişi bilmez.  O yılların güzellik kraliçelerini de aynı amfilerde görebilirsiniz. Magazin basını henüz bugünkü kadar etkili değildir. Işıltılı bir parlaklık değil, sadelik ve doğallık ön plandadır. Görüntüden çok içerik ve öz önemlidir.  

Pedagoji Bölümünde: İstanbul İlkokul ve Liselerinde Öğrenci Tanıma Teknikleri uygulanır,  seminerlerde inceleme sonuçları aktarılır. Uygulamalı bir anaokulu vardır. Yıl sonunda 4 yılda işlenen konuların tümünden sınava girilir ve Mezuniyet Tezi hazırlanırdı. Stanford Binet Zekâ Testinin Türkiye'de standardizasyon uygulaması o yıl Edebiyat Fakültesi Pedagoji Bölümü (Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık) öğrencileri tarafından yapılmıştı. Edebiyat Fakültesi'ne yakın iki büyük Lisemizde 8stanbul Erkek Lisesi ve Pertevniyal Lisesi) 13 yaşındaki  100 ergene zekâ testi uygulamak Pedagoji Bölümü öğretmen adayına  çok farklı kazanımlar sağlamıştır.

O yıllarda Türkiye'de büyük kentlerde Psikoloji Bölümü bulunan fakültelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Günümüzde 46 ilimizde bulunan Psikoloji Bölümü sayısı 127'ye ulaşmıştır. Acaba toplumun değerleri değiştikçe ihtiyaçları ve beklentileri de değişmekte midir? Sayılar çoğaldıkça okulların kalitesi ve mezunların yeterliliği neden düşmektedir? 

Son yıllarda çocuklarda hiperaktif davranışlar artarken genç yetişkinlerde depresyon, umutsuzluk, ve gelecek kaygısının arttığı görülüyor. Yaş arttıkça yetişkinlerde tahammülsüzlük, sinirlilik, öfke ve yılgınlık, bıkkınlık gözlenmekte. İnsanın yalnızlığı ve çaresizliği giderek artmaktadır. 

Psikolojiyi, Psikolojik  Danışmayı ilgilendiren ne çok konu vardır. Çocuk Psikolojisi, Ergen Psikolojisi, Gençlik Psikolojisi, Yaşlılık Psikolojisi... İnsan yaşamını konu aldığınızda incelenmesi, vurgulanması gereken başka konular da var. Azınlıkların,  emeklilerin, kadınların, erkeklerin, engellilerin, çalışanların, öteki sayılanların ya da göçmenlerin psikolojileri... 

Belirli günler, haftalar düzenliyor, gösterişli-görkemli kutlamalar yapıyoruz ama öze inemedikten sonra, empati kurmayı, dinlemeyi, anlamayı bilemedikten sonra boşlukları kolay kolay dolduramıyoruz. İNSAN canlı bir organizma, yap-boz değil ki... Suskun, acımasız, çıkarcı, bencil, sevgisiz insanların giderek çoğaldığı toplumlar birkaç yılda oluşmuyor elbette. 

Kullanılan renkler, beden dili, gözler, eller, sözler, beğeniler, kaynağı psikolojik olan bedensel hastalıklar, çocukların çizdikleri resimler, evcilik oyunları, öykü tamamlamalar,  yetişkinlerin sanatsal yaklaşımları,  çizimleri, el yazıları, duyarlı oldukları konular, karşı çıkışları, korkuları, hayalleri, beklentileri, farkındalıkları... Çözülmeyi, anlaşılmayı bekleyen ne çok şey var.

Psikoloji , yükselen değerler arasında üst sıraları alırken, bireyler uyumsuz davranışlara yönelirken  kişisel gelişim kitaplarının, kursların, dizi ve filmlerin  çoğalması doğaldır. Ancak acaba İNSANI konu alan bu kişi, kurum ve kuruluşlarla ilgili olarak yeterli denetim yapılmakta mıdır? Bu konuda bir yasa var mıdır? 

Psikolojik yaklaşımlarda genel ilke ve etik kurallar uygulanmakta mıdır? Uygulayıcılar  yeterli midir,  kişilere zarar vermeden, sorumluluklarının bilincinde olarak , dürüst ve insan haklarına saygılı mıdırlar...? 

Soru sormaktan, sorunları araştırmaktan, tarafsız-dürüst ve gerçekçi çözümler aramaktan uzak kaldığımız sürece bireysel ya da toplumsal fırtınalar azalmayacak. İklim değişiklikleri sadece doğayı değil tüm insanları, canlıları etkileyecektir.. Zamanında yeterli önlemler alınmadıkça, İnsan da çoğu  zaman çaresiz ve umutsuz kalabilecek, koskocaman evrende kendini yapayalnız ve tek başına hissedecektir.

Makbule Abalı -Eğitimci

Not: Bu yazı, 2024 yılı Temmuz Ayında, BCP (Blogları Canlandırma Projesi )  ile ilgili olarak "Psikoloji"  konusu seçilerek yazılmıştır. M.A  










Ekim 07, 2025

Karmakarışık Bir Dünyada Yorgun Ama Huzurlu Olabilmek...

 


Her şeyin altüst olduğu, mevsimlerin, yılların, ayların, günlerin birbirine karıştığı, iklimlerin bile değişik algılandığı karmakarışık  bir dünyada yaşadığımızı bilerek var olabilmek. "Olmak ya da olmamak" gibi.

Doğa böyleyken, iç dünyalarımızda düzeni sağlamak da zor olacaktır elbette Mevsim değişiklileri her canlıda birbirinden çok farklı etki ve tepkilere yaratacaktır doğal olarak. 

Sabahki havaya aldanarak biraz kalın bir giysiyle dışarı çıkarsanız, güneş tüm ışıltılarıyla göründüğünde pişmanlık duymanız doğaldır. Belki günlük hava tahminlerini hiç umursamadan yola çıkanlar , mevsimsiz çiçek açan badem ağacı çiçekleri gibi hüsrana uğrayabilirler. 

Koskocaman evrende bazen her birimiz çok farklı yerlerde ve konumlardayız. Neredesin. nasılsın, ne durumdasın, kimsin, nesin, memleketin, dilin, rengin, ırkın, cinsiyetin  sorularına verilecek yanıtlar herkes için ne kadar farklı.

Dün ülkemizdeki bir üniversite  hastanesinin tek yataklı odasında, 10 gündür yatmakta olduğum yatakta yatarken bu gece evimizde -kendi yatağımda- yatacağım. Hayatın her  anında  farklı değişim ve gelişimler bizi bekliyor. Bir  tahterevallide olduğumuzu  varsayarsak hayatın iniş çıkışlarına da çok  daha kolay alışıyoruz.

Yanımda, yakınımda ya da uzaklardaki sevdiklerim, dostlarım  sürekli  diyorlar ki; Ne olur hastalıkları kafana takma. Ben takmıyorum ki. Yazılarımda rahatsızlıklardan söz etmemeye karar vermiştim. Ancak bedenim, küçük patlamalarla bu karara karşı koyuyor. Ben de sakin-uysal ama kolay kolay eğilmeyen-bükülmeyen bir kişi  olarak onların makul, mantıklı ve haklı isteklerine karşı çıkmıyorum.

İnsanın çok istediği halde yazamaması pek çok nedenden kaynaklanıyor elbette. Günlük hayatın 24+ saatlerle son  hızla akışını  çok iyi bilen kadınlar, rutin dışı harika yazılarla bu ritmi aktaran değerli arkadaşlarım anlar elbet beni.

Yazmaya başlayınca çok kısa yazamıyorum. Gariptir, çocukların oyuna doymaması  gibi yetişkinler de sevdikleri uğraşlara,  işlere, alışkanlıklarına, spora, sanata, zanaata  çok zaman ayırmak istiyorlar. İnsanın yaptığı işe gönül  vermesi, yararlı olabilmesi ve tabii ki emeğinin karşılığını alabilmesi ne güzeldir.

Dünya Öğretmenler Günü'nde (5 Ekim) parçalardan bütüne ulaşarak derinlikli bir yazı yazmayı  düşünmüştüm. İyilikle hastalık arasındaki ince çizgide her şey istediğiniz gibi olmuyor.  Ancak çevrenizdeki herkes içtenlikle yardımcı olunca, saatleri adeta geriye alırcasına engelli bir koşuda, yakınlarınızdan güç alarak başlangıç çizgisinde buluyorsunuz kendinizi.

Bir günlük kutlamaları hayatım boyunca benimseyemedim. Her kutlamada biraz coşku, her anmada biraz hüzün vardır. Neden kutluyoruz, neden anıyoruz? Kapsamını ve içeriğini bilmeden tavır aldığımız kutladığımız, andığımız. kabullendiğimiz, reddettiğimiz her şey gerçek dışı, sahte geliyor bana.

Yeryüzündeki tüm canlıların uygun koşullarda, uygun yerlerde ve zamanlarda hak ettikleri gibi  yaşamaları, hırs, öfke ve kinden olabildiğince uzak olmalarını hayal etmek bile  iyi geliyor insana.

İyi örnekleri görüp kötüler ve kötülükler  azaldıkça,  iyiler ve iyilikler çoğaldıkça, dünyamız da daha rahat soluk alınabilecek  bir dünya olacaktır. Her gece yatarken, hiç değişmeyen duam, iyilerle-iyiliklerle karşılaşmaktır. 

İşte o zaman tüm kutlamalar, anmalar tüm gün ve haftalar, aylar, yıllar da daha büyük bir  anlam kazanmaz mı, yorgun olsak bile huzurlu olmaz mıyız...?

Makbule Abalı- Eğitimci

7. Ekim 2025-Urla Türkiye





Eylül 25, 2025

İÇ ACISI...



 

"Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar çirkindir." Platon


Takvimden bir yaprak -25.09.2025

Eylül 23, 2025

Gündelik Yaşamdan İzler...

 


Hayat, ana çıkış noktasında ayrılıp, nereye varacağı pek de belli olmayan, yatağından taşmış bir dere gibi ulaşılmaz bir hızla akmaya devam ediyor. Bazen çağıldayarak, bazen kederli insanlar gibi durgun ama sürekli sezilip anlaşılır biçimde akıyor... akıyor.

Suya en çok özlem duyulan zamanda-temiz içme suyu olarak, yağmur olarak-aranıyor. Ama o hiç aldırmadan, umursamadan, kirli-bulanık olsa da, ihtiyacı olan insanlara ulaşma çabası duymaksızın, yetiş bana dercesine telaşla, hırçın-agresif insanlar gibi yol alıyor.

Hayatın bu hızlı ritmi içinde canlıların da, insanın da, dünyanın ritmi de sürekli değişiyor. Gündemi takip etmek isterken her şey karmakarışık olunca, değer erdiklerimiz hızla değer kaybına uğradıkça şaşkın ördek misali dere kenarında kalakalıyorsunuz.

Günlerdir yazmayı düşündüğüm ne çok konu birikti zihnimde... "Zamanla nasıl değişiyor insan" demişti ünlü şairimiz. 

Sadece yüzler mi değişen; Davranışlar, beklentiler, beğeniler, akıl yürütmeler, alıştığımız değerler, ruhsal yapımız, ilişkilerimiz., dost ve arkadaşlarımız.. Ama gözler pek değişmiyor sanırım.

Hayat boyu özellikle bakışlar çok değişime uğruyor. İşin içinde yalan varsa, büyükler uyarırdı bir zamanlar: Gözlerimin ta içine bak da söyle 

Modaya uygun kara gözlükler, geniş kenarlı şapkalar, kasketler, her duruma-ortama uyan bin bir çeşit maske satılıyor dünyanın her ülkesinde. Çocukların bile kocaman gözleri kısılıyor.

Bugün karşılaştığım güzel insanlardan, iyiliklerden, can dostlardan, farkındalık ve duyarlılıklardan söz edecektim. Erteledim, sonra yazacağım.

Nasılsın dendiğinde her zaman yiyim demeye alışmışız. Ne var ne yok sorusunun karşılığı iyilik. Oysa dilimiz öyle zengin ki... 

Çok değerli bir aile büyüğümüzün defterine kaydettiği sözü okuduktan sonra, hemen ben de kaydettim: 

"Gözün kıymetini âmâ olandan/Sözün kıymetini lâl olandan/ Ekmeğin kıymetini aç olandan/ Aşkın kıymetini hiç olandan öğren." 

Daha güze, daha huzurlu ve aydınlık bir dünya özlemiyle... 

Makbule ABALI-Eğitimci 

23 Eylül 2025 -Türkiye




Eylül 22, 2025

İp Cambazları Gibi Dengede Kalabilmek...

 


Uçsuz bucaksız bir yerde-dünyanın herhangi bir yerindeki bir kara parçasında- ya da masmavi bir denizin ta içinde,, olur mu demeyin, uzayda bir gezegende... 

Nerede yaşarsak yaşayalım, duyarlılığımız ve farkındalığımız var oldukça, çalışır durumdaki duyu organlarımızla. işlevini yitirmemiş beynimizle,  henüz atışları tükenmemiş yüreğimizle her şeyi doğru ve gerçekçi bir biçimde algılamamız-anlamamız-değerlendirmemiz mümkün...

Her şeyin sonsuz bir hızla değiştiği, olayların ışık hızıyla geliştiği, canlıların her türlü operasyonla, hile ve aldatmacalarla konum sağladığı, dipsiz kuyuların çoğaldığı, uçan araçların göz kamaştırdığı, yenileşmeye çalışan bir dünyada... Her şeye rağmen ayakta kalabilmek... Çok zor ama imkansız değil.

İp cambazlarını düşünün. Bilmiyorsanız- görmediyseniz hayal edin... Ellerinde uzun, ince bir değnekle , çok ince bir ipin üzerinde, var olan tüm algıları açık, yürümeye- dengede kalmaya çalışıyorlar. Çok çalışarak, emek ve çaba harcayarak çıraklıktan kalfalığa-ustalığa eriştiklerinde övgüyü de-alkışı da hak ediyorlar. 

Adınız, yaşınız, cinsiniz, renginiz, gücünüz, işiniz, uğraşınız, kimliğiniz, kişiliğiniz, beden-akıl ve ruh sağlığınız nasıl ve ne durumda olursa olsun... Sadece İNSAN olun. İYİ insan olmaya çalışın. Kötüleri-kötülükleri fark edin. 

Kaba güçle, zorbalıkla, can yakmakla değil; Bilimin-aklın-mantığın, barış ve hoşgörünün yönlendirdiği yolda iz sürün. Boş vermeyin, umursamazlıktan kaçının. Tıpkı dün olduğu gibi bugünün yarınları da var.

Neden denemeyesiniz? İlle de ip cambazı olmak gerekmiyor... 

Makbule Abalı-Eğitimci 

22Eylül 2025

Eylül 12, 2025

İNSANIN YALNIZLIĞI...

                                                                        


Sonuçta koskocaman evrende İNSAN; tek başına, çaresiz, suskun, güvensiz. kaygılı, dayanaksız... 

Makbule Abalı-Eğitimci 

 12. 09. 2025



Ağustos 31, 2025

RUTİN DIŞI-1 ÇOCUKLAR VE HAYALLERİ...






ÇOCUKLAR VE HAYALLERİ

Çok uzaklarda bir okulda son ders zili çaldı;

Resim dersiydi o ders, resim çizilirdi tabii.

Önce düşündü öğretmen ve konuyu verdi  çocuklara;

Bugünkü konumuz "Babanız ve siz " dedi

"Hayalinizdeki babanızı çizin" 


Her renkte, her boyda kalem dağıttı çocuklara

Siyah, beyaz, sarı, turuncu, kırmızı, yeşil, kahverengi, mor.

Çocuklar önce düşündüler bir süre,

Sonra sarıldılar  kalemlere.

Türlü çeşitli baba canlandı resimlerde...


Bir küçük bakkal levhası market oldu önce,

Sonra  bir Alışveriş Merkezi, bir çocuğun resminde.

Bir başka resimde 

Bir çocuğun elindeki minicik top

Kocaman bir futbol topuyla yer değiştirdi,

Kaleyi baba koruyordu tabii.

 

Bir Eskici dükkanı vardı bir resimde

Eskimiş ayakkabılar, küçülmüş giysiler, solmuş paltolar

Yeni giysilere dönüştü birden,

Adı "Son model giysiler dükkanı " oldu. 


Çocuk bu ya! Bir çocuk babasını özenle çizdi,

Baba evdeki en büyük koltukta otururken

Anne de vardı aynı resimde, bir köşede;

Yorgun, saçları dağılmış, 

Yüzünde buruk bir tebessüm...


Bir başka resimde sadece baba vardı

Kapıda, elinde boş cüzdanı

"Ben iş bulmaya gidiyorum"  diyordu.


Sınıfın en çalışkanı, doktor babasını  çizmişti,

Yüzünde maskesi, elinde diploması, ilaçları

Odanın kapısında "Nöbetçi Hekim" yazısı.


Bir kız çocuğunun resminde;

Elinde kitabıyla sınıfta bir öğretmen,

Kitabın üstünde minicik bir yazı,

"Çalıkuşu  gibi bir öğretmen olmak"


Arabasıyla kâğıt toplayan bir baba vardı bir resimde;

Arabası son model, gıcır gıcır 

İçinde pırıl pırıl kitaplar, kaplı defterler

Göz alıcı renkli kalemler, dosyalar...


Evde çok hırpalanan, aşağılanan,

Sürekli dayak yiyen bir çocuğun resminde

Kendi küçücük, anne-baba kocamandı.

Elleri-ayakları, yüzü çizilmemişti çocuğun...


Bir madencinin oğlu vardı sınıfta 

Resmi kapkaraydı ; 

Gökyüzü karaydı, evler kara, yüzler kara

Sadece parlayan bir güneş vardı resimde, altın sarısı

Ama tepede değil, yerin yedi kat altında.


Bir anne-kız çizilmişti bir çocuğun resminde,

Sadece anne ve çocuk, ikisi de ayakta

Yalnız ama el ele, yürek yüreğe 

El emeğine-sanata gönül vermiş,

Etraf apaydınlık, uzun ince bir yol, çiçekler içinde...


Her yaştan, her renkten çocuklar vardı resimlerde ;

Güneşe ipler bağlayıp

 Onu gökyüzüne çekmeye çalışan...

Aydedeye, yıldızlara  salıncaklar kurup sallanan,

Rengârenk, gerçek ya da gerçeküstü hayaller kuran...


Zil çaldı, ders bitti okulda,

Hayat devam ediyordu tüm dünyada.

Çocuklar hayalleriyle baş başa,

Umutlar, beklentiler düşler, kağıtlarda,

Çıplak gerçekler dışarıda, yaşamda kaldı...


Makbule ABALI-Eğitimci 

18.10. 2022 İzmir-Urla 

Dünyada çocuklara ulusal bir bayram armağan edilen ilk ve tek ülkeyiz.

23-29 Nisan tarihleri arasında kalan hafta "Çocuk Haftası " olarak anılır.

İnşaat Mühendisi iken sınıf öğretmeni olmayı tercih eden bir akrabamızın gönderdiği alıntı video, beni mutlu etmişti.

O güzel videoyu, 2022'de yazdığım bir şiirle birleştirmek    istedim. 

Gönülden, isteyerek yapılan çalışmaların, her türlü imkân ve koşulda harika sonuçlar verebileceğinin kanıtı gibi... 

Eğitime emek harcayanlara sonsuz teşekkürler. 


2025-2026 Eğitim-Öğretim yılının ilk haftası yarın başlıyor. Bugün 31 Ağustos gecesi. Yaz mevsimiyle vedalaşıyoruz.

1 Eylül aynı zamanda "Dünya Barış Günü" 

Tüm öğrencilere-öğretmenlere-öğretmen adaylarına yeni ders yılında başarılar dileriz. 

Makbule Abalı-Eğitimci
31 Ağustos 2025 Türkiye






Ağustos 30, 2025

Milli Bir Bayram- 30 Ağustos Zafer Bayramı

"Bir ulusun yaşayabilmesi için, özgürlük ve bağımsızlığına sahip olması gerekir."

Gazi Mustafa Kemal Atatürk




30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZ'IN 103. YILI KUTLU OLSUN. 

Destanlar yazılan, dilden dile kahramanlık öyküleri yazılan, marşlarla, şarkılarla, türkülerle anılan, zafere ulaşmak için; her yaştan-her yöreden insanın el ele vererek topyekûn mücadele ettiği, tarihe yazılan günler-yıllar unutulmamalıdır. 

Çocuklar ve gençler, bir ulusun gerçek tarihini öğrenmelidirler ki; yaşanılan mücadelelerin değerini bilebilsinler.

Makbule Abalı-Eğitimci

30 Ağustos 2025 -Türkiye





Ağustos 27, 2025

-Nostaljik Bir Yazı: Çocukluk... (Ağaç Ev Sohbetleri-158)



Bloglarda "Ağaç Ev Sohbetleri " adıyla anılan uygulamayı seviyorum. Her hafta Pazartesi günü bir konu belirleniyor , o konuda fikir alışverişi yapılıyor. Bu haftaki konuyu Taha Akkurt arkadaşımız belirlemiş. İlginç bir konuydu. Hafta bitmeden ben de yazmak istedim:

"Çocukluğunuza dair neler hatırlıyorsunuz ? "

"Nasıl bir çocuktunuz? "

Çocukluktan söz etmeyi seviyorum. Geçmişe bir vefa borcu gibi. Güzel şeyleri hatırlamak iyi geliyor insana. Amaç; bugünü unutmak değil,  geçmişin izlerini aktarmak, deneyimleri tazelemek. Yeni kuşakları daha gerçekçi olarak anlayabilmek hatta  tanıyabilmek için de bu gerekli. 

Atalar genel anlamda  söylemişler: "İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur. " Görüşler, yargılar, fikirler , davranışlar yılların ardından her ne kadar değişime uğrasa da uzmanların da benimsediği bir gerçek var: "Genlerle, doğal, sosyal ve kültürel çevrenin etkisiyle 7 yaşına kadar çocukların  kazandığı kişilik yapıları pek değişmiyor." 

"Şanslı çocuklardık" diye düşünürüm zaman zaman. "Orta direk" ailelerin çoğunlukta olduğu, zenginlerle yoksullar arasında henüz uçurumların olmadığı, insanların birbirine çıkarsız dost olduğu, güvendiği, idealist öğretmenlerin yeterli sayıda olduğu bir ortamda mutsuzluktan söz edilebilir mi? Dünya güzeldi. 

Sevgiyi, saygıyı çok yoğun yaşadık. Karma Devlet Okullarında farklı sosyal çevrelerden arkadaşlar edindik. Bazı yoksul arkadaşlarımın  arasında giysilerim farklı olduğunda çok üzüldüğümü, onları giymekten kaçındığımı  hatırlıyorum.  

İlk çocukluğumu üç kelime ile özetlerdi annem :"Sakin, uslu, güzel bir bebektin."   Onun ilk çocuğu, ilk göz ağrısı  idim. Ama "abla" olmak çok da kolay değildi. Hep özverili, hep paylaşımcı, hep düşünceli olmak zorundaydı ablalar. Bazen düşünürüm; " Ailemiz içimize sanki iyilik tohumu ekmiş" derim. İyilikler kötülüklerle çatışınca çok büyük hayal kırıklıkları yaşanıyor. Aslında o kuşak belki de bu yüzden duygusal anlamda çok acı çekti. 

Merhamet duygumuz yoğundu. Bir çöreği  bazen sekiz ya da  on parçaya  böldüğümüz, bir portakalı  dilim dilim paylaştığımız zamanlar olurdu. Pahalı oyuncaklarımız değil, bez bebeklerimiz vardı. En yaramaz arkadaşlarımız sınıfta kağıt tan yaptıkları uçurtmaları uçuranlar olurdu. 

Milli Bayramlarda sınıflarımızı renkli kağıtlarla süslerdik. Renkli ince krapon kağıtlardan bayram elbiseleri hazırlanırdı. Bir gün tören günü ansızın yağan yağmur kâğıttan yapılmış elbiselerimizi ıslatmış, emeklerimizi nasıl da harcamıştı. O komik görüntülere  bile çocuksu duygularla gülmüştük. 

Tutumlu çocuklardık. Okulda iş derslerimiz vardı. Kartondan kumbaralar yapar, harçlıklarımızdan biriktirirdik. Bebek elbiseleri dikmeyi, yama yapmayı, sökük onarmayı hep okulda öğrendik. Hayat Bilgisi derslerinde ıslak pamuklar arasında nohut, fasulye çimlendirerek, üretmeyi öğrendik. 

Temizlik aranılan bir değerdi. Her pazartesi okulda beyaz mendiller ellerimizde, tırnak temizliği kontrolünden geçerdik. Kitaplar defterler önce kaplanır, etiketlenir, sonra kullanılırdı. Defterlere özenle kenar süsleri yapılırdı. Kutlama kartlarını bile kendimiz hazırlardık. Yaratıcılık kabul görürdü.

Renkli boyalı kalemler çok çeşitli olmasa da dayanıklı kurşun kalemlerimiz vardı. Sanata, çizime yatkın eller öyle çoğaldı. Karikatürler, gülmece dergileri olumsuz zamanlarda bile dik durup gülebilmeyi sağlamıştır.

Cep telefonları yoktu tabii. Ama oyunlarımızda kibrit kutularından telefonlar oluştururduk. Duvar yazılarının belki en güzelleri, en anlamlıları o dönemlerde yazıldı: "Oku oku yaz / Okul açıldı/ Ali Ayşe'yi seviyor..." Günlüklerin en duygusalı, en sadesi o dönemlerde tutuldu. "Bana kalbin kadar temiz bu sayfada bir yer ayırdığın için... Sepet sepet yumurta sakın beni unutma.

Anlamsız kısacık mesajlar yerine uzun mektuplar  vardı tabii. Çocukluk bu ya; meraklıydık da. Babamın anneme yazdığı buram buram sevgi, özlem kokan mektupları nasıl unuturum... İnci gibi bir el yazısıyla, bazen de ilkokul döneminde öğrendikleri eski Türkçe ile yazılmış mektuplar... Okuyamadıklarımız oldu tabii.

Küçük bir kutuda, pembe bir kurdeleyle bağlanmış, kurutulmuş çiçeklerle süslenmiş upuzun mektuplar. Sanırım hayatımdaki en büyük suç, o mektupları annemden gizli okumak olmuştur. Ama gene de kardeşlerimle vicdanımız elvermedi, bir gün itiraf ettik. Bir suçlu gibi ezik, yüzümüz kızarmış... 

O zamanlar beden ruha uyardı; yüzlerimizin kızarması, gözlerimizin sulanması, utanma özelliğimiz  vardı. Gerçek duygularımızı gözlerimiz anlatırdı, yalan söylemek, aldatmak ayıptı. Belki de ondandır bu çağa kolay kolay uyum sağlayamayışımız... 

Özür dilemeyi, gerekirse bağışlamayı bilirdik. Bir demet kır çiçeği affedilmek için yeterdi çoğu zaman. Kitaplar en güzel hediyeydi. Ve okumak, yazmak bir tutku. Çocukluk düşleri yılların ardında kaldı. Sadece çocukluk değil, zamanla pek çok değer de, insanlar da  yitirildi. Belki de "Toplumsal bellek zayıflığımız" da unutmaları, vefasızlıkları hızlandırdı. 

Geriye kalan; anılar... anılar... anılar...

Makbule Abalı-Eğitimci 

31. 08.2024 İzmir-Urla

 Güncelleme:27 Ağustos 2025





Kardeşler: Makbule, Rasime 
"23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı" Günü anısı...







Ağustos 25, 2025

İYİLİK HALİ

 


Hasta olmak, ya da hasta yakını olmak;

Dünyayı bir başka türlü algılamak

Yarı bilinçli, yarı uyanık. 

Gün yeniden ağarırken;

Ağrılarla, yerleşik acılarla uyanmak, 

Dost sandıklarınızı ayırt edememek,

Bazen renkleri bile karıştırmak birbirine

Alacalı, bulacalı, karmakarışık...

Çevreyi bir puslu camın ardından gözlemek;

İnsanın insana yakınlığını test etmek,

Anlayışını, doğruluğunu, vefasını, güvenini sınamak,

Sağlık ile hastalık arasındaki o ince-duyarlı çizgide...


Makbule ABALI

19 Ocak 2024 Urla









Ağustos 20, 2025

İyilerle Karşılaşınca Sanki Her Şey Daha Güzel Oluyor...

 


Ağustosun 20'si oldu bile. Dünya nasıl bu kadar hızlı dönüyor? Günler kısalırken geceler upuzun oldu. Her şey alışılmış biçimde hükmünü sürdürüyor. Dünyanın dengesi böyle kurulmuş.


21 Aralıkta gece ve gündüz birbirine eşit olacak. Hayatımızda belirsizlikler ve düzensizlikler olmadıkça; Duyarlılığımız ve farkındalığımız, algılarımız, insan kimliğimiz de rahatlıyor, düzene kavuşuyor.


Bilmem siz de öyle misiniz; Erdemli, iyi niyetli, yardıma hazır, halden anlayan, ilgili, dinleyen, paylaşımcı, gönlü zengin güzel insanlarla karşılaşınca; Dünya gözümüze nasıl da güzel görünüyor, sanki her yer, her şey aydınlanıyor.


Geçmişi bütünüyle silmek değil de, karşılaştığınız olumsuzlukları; bencilliği, sadece kendini düşünenleri, hak etmediğiniz kötü davranışlarla ,ölçüsüz ve saygısız, kaba  davrananlara mesafeli olabilmek...


Yaşarken öyle zamanlar oluyor ki; en yakınındakilerde bile "güven kaybı" yaşadıysa insan, adeta paranoyak olup kimselere güvenemiyor, herkese kuşkuyla yaklaşıyor. Beden, akıl ve ruh sağlığı da inciniyor, yara alıyor.


Öyle iyi insanlarla, canlılarla  karşılaştım ki bugünlerde, onlar hayata renk ve enerji katıyorlar, yüreğinizi-beyninizi güçlendiriyorlar. Doğayı, insanları, diğer canlıları, çiçekleri, ağaçları; öfke, kin ve nefretten uzak, önyargısız tanımaya, anlamaya, algılamaya çalışanlar; Hem kendileri mutlu oluyorlar, hem de çevreye mutluluk ve enerji yayıyorlar.
İyi Ki Varlar...

Makbule ABALI-Eğitimci 

20.O8.2025 İzmir-Urla



                                                               
                                                                             



Ağustos 17, 2025

16 Ağustos Günlüğü... Ve 17 Ağustos...



Haziran-Temmuz-Ağustos... Okullarda mevsim şeritlerinde YAZ mevsimini simgeleyen 3 aylar. 4 mevsimi tanıtan aylar, 4 farklı ağaçla tanıtılırdı. Çocuklar sallanarak ne güzel ritmik sayarlar; "Sonbahar-Kış--İlkbahar- Yaz... Öğretmenler emek ve zaman harcayarak, bir ağacı değişik renklerde canlandırarak bir sanatçı gibi , işbirliği ile bir eser üretirlerdi.

Bugün 16 Ağustos 2025- Ağustos Ayını yarılamışız. Öğretmenlerimiz; "Söz namustur." derlerdi. Dün bitiremediğim yazımı tamamlamaya söz vermiştim. Fotoğraf ekleyecektim. Az yazı, bol görsel; hızlı-çabuk-bıktırmadan-usandırmadan... Yapay zekâya hiç danışmadan... Başarabilecek miyim...? 

Bu paylaşımımı; uykusuz kalsam da, Türkiye saatiyle-saat 23.00 de bitirmeye kararlıydım. Bir hafta her şeye rağmen, amatörce çekimlerimi sürdürdüm. İnanın,  bir saattir denedim-olmadı-yerleştiremedim. Tek öğrenme yöntemi "sınama yanılma" değil.

Akıllı telefonlar bizim aklımızı sınıyor sanırım. Bağışlayın lütfen. Öğrenmenin yaşla ilgisi olmadığına inanıyorum. Eğitim "hayat boyu" devam ediyor. Yarından umutluyum... "Arkası Yarın"ları çok severdim. Ama böyle paramparça değil...

Bu yazının altında masmavi bir gökyüzü, gününüzü aydınlatan bir güneş, yemyeşil bir alan ve çağlayarak akan doğal su kaynakları hayal edin lütfen... Başaracağınıza eminim.

Makbule ABALI-Eğitimci

16 Ağustos 2025 İzmir-Urla 

Bugün 17 Ağustos. Yeni güne umutla uyandım. Kendimi İYİ hissediyorum.

Küçük şeylerle mutlu olabilen insanlar için "Hayat Güzel."

Makbule Abalı.