Sonuçta koskocaman evrende İNSAN; tek başına, çaresiz, suskun, güvensiz. kaygılı, dayanaksız...
Makbule Abalı-Eğitimci
12. 09. 2025
Sonuçta koskocaman evrende İNSAN; tek başına, çaresiz, suskun, güvensiz. kaygılı, dayanaksız...
Makbule Abalı-Eğitimci
12. 09. 2025
Çok uzaklarda bir okulda son ders zili çaldı;
Resim dersiydi o ders, resim çizilirdi tabii.
Önce düşündü öğretmen ve konuyu verdi çocuklara;
Bugünkü konumuz "Babanız ve siz " dedi
"Hayalinizdeki babanızı çizin"
Her renkte, her boyda kalem dağıttı çocuklara
Siyah, beyaz, sarı, turuncu, kırmızı, yeşil, kahverengi, mor.
Çocuklar önce düşündüler bir süre,
Sonra sarıldılar kalemlere.
Türlü çeşitli baba canlandı resimlerde...
Bir küçük bakkal levhası market oldu önce,
Sonra bir Alışveriş Merkezi, bir çocuğun resminde.
Bir başka resimde
Bir çocuğun elindeki minicik top
Kocaman bir futbol topuyla yer değiştirdi,
Kaleyi baba koruyordu tabii.
Bir Eskici dükkanı vardı bir resimde
Eskimiş ayakkabılar, küçülmüş giysiler, solmuş paltolar
Yeni giysilere dönüştü birden,
Adı "Son model giysiler dükkanı " oldu.
Çocuk bu ya! Bir çocuk babasını özenle çizdi,
Baba evdeki en büyük koltukta otururken
Anne de vardı aynı resimde, bir köşede;
Yorgun, saçları dağılmış,
Yüzünde buruk bir tebessüm...
Bir başka resimde sadece baba vardı
Kapıda, elinde boş cüzdanı
"Ben iş bulmaya gidiyorum" diyordu.
Sınıfın en çalışkanı, doktor babasını çizmişti,
Yüzünde maskesi, elinde diploması, ilaçları
Odanın kapısında "Nöbetçi Hekim" yazısı.
Bir kız çocuğunun resminde;
Elinde kitabıyla sınıfta bir öğretmen,
Kitabın üstünde minicik bir yazı,
"Çalıkuşu gibi bir öğretmen olmak"
Arabasıyla kâğıt toplayan bir baba vardı bir resimde;
Arabası son model, gıcır gıcır
İçinde pırıl pırıl kitaplar, kaplı defterler
Göz alıcı renkli kalemler, dosyalar...
Evde çok hırpalanan, aşağılanan,
Sürekli dayak yiyen bir çocuğun resminde
Kendi küçücük, anne-baba kocamandı.
Elleri-ayakları, yüzü çizilmemişti çocuğun...
Bir madencinin oğlu vardı sınıfta
Resmi kapkaraydı ;
Gökyüzü karaydı, evler kara, yüzler kara
Sadece parlayan bir güneş vardı resimde, altın sarısı
Ama tepede değil, yerin yedi kat altında.
Bir anne-kız çizilmişti bir çocuğun resminde,
Sadece anne ve çocuk, ikisi de ayakta
Yalnız ama el ele, yürek yüreğe
El emeğine-sanata gönül vermiş,
Etraf apaydınlık, uzun ince bir yol, çiçekler içinde...
Her yaştan, her renkten çocuklar vardı resimlerde ;
Güneşe ipler bağlayıp
Onu gökyüzüne çekmeye çalışan...
Aydedeye, yıldızlara salıncaklar kurup sallanan,
Rengârenk, gerçek ya da gerçeküstü hayaller kuran...
Zil çaldı, ders bitti okulda,
Hayat devam ediyordu tüm dünyada.
Çocuklar hayalleriyle baş başa,
Umutlar, beklentiler düşler, kağıtlarda,
Çıplak gerçekler dışarıda, yaşamda kaldı...
Makbule ABALI-Eğitimci
18.10. 2022 İzmir-Urla
Dünyada çocuklara ulusal bir bayram armağan edilen ilk ve tek ülkeyiz.
23-29 Nisan tarihleri arasında kalan hafta "Çocuk Haftası " olarak anılır.
İnşaat Mühendisi iken sınıf öğretmeni olmayı tercih eden bir akrabamızın gönderdiği alıntı video, beni mutlu etmişti.
O güzel videoyu, 2022'de yazdığım bir şiirle birleştirmek istedim.
Gönülden, isteyerek yapılan çalışmaların, her türlü imkân ve koşulda harika sonuçlar verebileceğinin kanıtı gibi...
Eğitime emek harcayanlara sonsuz teşekkürler.
"Bir ulusun yaşayabilmesi için, özgürlük ve bağımsızlığına sahip olması gerekir."
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Destanlar yazılan, dilden dile kahramanlık öyküleri yazılan, marşlarla, şarkılarla, türkülerle anılan, zafere ulaşmak için; her yaştan-her yöreden insanın el ele vererek topyekûn mücadele ettiği, tarihe yazılan günler-yıllar unutulmamalıdır.
Çocuklar ve gençler, bir ulusun gerçek tarihini öğrenmelidirler ki; yaşanılan mücadelelerin değerini bilebilsinler.
Makbule Abalı-Eğitimci
30 Ağustos 2025 -Türkiye
"Çocukluğunuza dair neler hatırlıyorsunuz ? "
"Nasıl bir çocuktunuz? "
Çocukluktan söz etmeyi seviyorum. Geçmişe bir vefa borcu gibi. Güzel şeyleri hatırlamak iyi geliyor insana. Amaç; bugünü unutmak değil, geçmişin izlerini aktarmak, deneyimleri tazelemek. Yeni kuşakları daha gerçekçi olarak anlayabilmek hatta tanıyabilmek için de bu gerekli.
Atalar genel anlamda söylemişler: "İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur. " Görüşler, yargılar, fikirler , davranışlar yılların ardından her ne kadar değişime uğrasa da uzmanların da benimsediği bir gerçek var: "Genlerle, doğal, sosyal ve kültürel çevrenin etkisiyle 7 yaşına kadar çocukların kazandığı kişilik yapıları pek değişmiyor."
"Şanslı çocuklardık" diye düşünürüm zaman zaman. "Orta direk" ailelerin çoğunlukta olduğu, zenginlerle yoksullar arasında henüz uçurumların olmadığı, insanların birbirine çıkarsız dost olduğu, güvendiği, idealist öğretmenlerin yeterli sayıda olduğu bir ortamda mutsuzluktan söz edilebilir mi? Dünya güzeldi.
Sevgiyi, saygıyı çok yoğun yaşadık. Karma Devlet Okullarında farklı sosyal çevrelerden arkadaşlar edindik. Bazı yoksul arkadaşlarımın arasında giysilerim farklı olduğunda çok üzüldüğümü, onları giymekten kaçındığımı hatırlıyorum.
İlk çocukluğumu üç kelime ile özetlerdi annem :"Sakin, uslu, güzel bir bebektin." Onun ilk çocuğu, ilk göz ağrısı idim. Ama "abla" olmak çok da kolay değildi. Hep özverili, hep paylaşımcı, hep düşünceli olmak zorundaydı ablalar. Bazen düşünürüm; " Ailemiz içimize sanki iyilik tohumu ekmiş" derim. İyilikler kötülüklerle çatışınca çok büyük hayal kırıklıkları yaşanıyor. Aslında o kuşak belki de bu yüzden duygusal anlamda çok acı çekti.
Merhamet duygumuz yoğundu. Bir çöreği bazen sekiz ya da on parçaya böldüğümüz, bir portakalı dilim dilim paylaştığımız zamanlar olurdu. Pahalı oyuncaklarımız değil, bez bebeklerimiz vardı. En yaramaz arkadaşlarımız sınıfta kağıt tan yaptıkları uçurtmaları uçuranlar olurdu.
Milli Bayramlarda sınıflarımızı renkli kağıtlarla süslerdik. Renkli ince krapon kağıtlardan bayram elbiseleri hazırlanırdı. Bir gün tören günü ansızın yağan yağmur kâğıttan yapılmış elbiselerimizi ıslatmış, emeklerimizi nasıl da harcamıştı. O komik görüntülere bile çocuksu duygularla gülmüştük.
Tutumlu çocuklardık. Okulda iş derslerimiz vardı. Kartondan kumbaralar yapar, harçlıklarımızdan biriktirirdik. Bebek elbiseleri dikmeyi, yama yapmayı, sökük onarmayı hep okulda öğrendik. Hayat Bilgisi derslerinde ıslak pamuklar arasında nohut, fasulye çimlendirerek, üretmeyi öğrendik.
Temizlik aranılan bir değerdi. Her pazartesi okulda beyaz mendiller ellerimizde, tırnak temizliği kontrolünden geçerdik. Kitaplar defterler önce kaplanır, etiketlenir, sonra kullanılırdı. Defterlere özenle kenar süsleri yapılırdı. Kutlama kartlarını bile kendimiz hazırlardık. Yaratıcılık kabul görürdü.
Renkli boyalı kalemler çok çeşitli olmasa da dayanıklı kurşun kalemlerimiz vardı. Sanata, çizime yatkın eller öyle çoğaldı. Karikatürler, gülmece dergileri olumsuz zamanlarda bile dik durup gülebilmeyi sağlamıştır.
Cep telefonları yoktu tabii. Ama oyunlarımızda kibrit kutularından telefonlar oluştururduk. Duvar yazılarının belki en güzelleri, en anlamlıları o dönemlerde yazıldı: "Oku oku yaz / Okul açıldı/ Ali Ayşe'yi seviyor..." Günlüklerin en duygusalı, en sadesi o dönemlerde tutuldu. "Bana kalbin kadar temiz bu sayfada bir yer ayırdığın için... Sepet sepet yumurta sakın beni unutma."
Anlamsız kısacık mesajlar yerine uzun mektuplar vardı tabii. Çocukluk bu ya; meraklıydık da. Babamın anneme yazdığı buram buram sevgi, özlem kokan mektupları nasıl unuturum... İnci gibi bir el yazısıyla, bazen de ilkokul döneminde öğrendikleri eski Türkçe ile yazılmış mektuplar... Okuyamadıklarımız oldu tabii.
Küçük bir kutuda, pembe bir kurdeleyle bağlanmış, kurutulmuş çiçeklerle süslenmiş upuzun mektuplar. Sanırım hayatımdaki en büyük suç, o mektupları annemden gizli okumak olmuştur. Ama gene de kardeşlerimle vicdanımız elvermedi, bir gün itiraf ettik. Bir suçlu gibi ezik, yüzümüz kızarmış...
O zamanlar beden ruha uyardı; yüzlerimizin kızarması, gözlerimizin sulanması, utanma özelliğimiz vardı. Gerçek duygularımızı gözlerimiz anlatırdı, yalan söylemek, aldatmak ayıptı. Belki de ondandır bu çağa kolay kolay uyum sağlayamayışımız...
Özür dilemeyi, gerekirse bağışlamayı bilirdik. Bir demet kır çiçeği affedilmek için yeterdi çoğu zaman. Kitaplar en güzel hediyeydi. Ve okumak, yazmak bir tutku. Çocukluk düşleri yılların ardında kaldı. Sadece çocukluk değil, zamanla pek çok değer de, insanlar da yitirildi. Belki de "Toplumsal bellek zayıflığımız" da unutmaları, vefasızlıkları hızlandırdı.
Geriye kalan; anılar... anılar... anılar...
Makbule Abalı-Eğitimci
31. 08.2024 İzmir-Urla
Güncelleme:27 Ağustos 2025
Hasta olmak, ya da hasta yakını olmak;
Dünyayı bir başka türlü algılamak
Yarı bilinçli, yarı uyanık.
Gün yeniden ağarırken;
Ağrılarla, yerleşik acılarla uyanmak,
Dost sandıklarınızı ayırt edememek,
Bazen renkleri bile karıştırmak birbirine
Alacalı, bulacalı, karmakarışık...
Çevreyi bir puslu camın ardından gözlemek;
İnsanın insana yakınlığını test etmek,
Anlayışını, doğruluğunu, vefasını, güvenini sınamak,
Sağlık ile hastalık arasındaki o ince-duyarlı çizgide...
Makbule ABALI
19 Ocak 2024 Urla
Ağustosun 20'si oldu bile. Dünya nasıl bu kadar hızlı dönüyor? Günler kısalırken geceler upuzun oldu. Her şey alışılmış biçimde hükmünü sürdürüyor. Dünyanın dengesi böyle kurulmuş.
Haziran-Temmuz-Ağustos... Okullarda mevsim şeritlerinde YAZ mevsimini simgeleyen 3 aylar. 4 mevsimi tanıtan aylar, 4 farklı ağaçla tanıtılırdı. Çocuklar sallanarak ne güzel ritmik sayarlar; "Sonbahar-Kış--İlkbahar- Yaz... Öğretmenler emek ve zaman harcayarak, bir ağacı değişik renklerde canlandırarak bir sanatçı gibi , işbirliği ile bir eser üretirlerdi.
Bugün 16 Ağustos 2025- Ağustos Ayını yarılamışız. Öğretmenlerimiz; "Söz namustur." derlerdi. Dün bitiremediğim yazımı tamamlamaya söz vermiştim. Fotoğraf ekleyecektim. Az yazı, bol görsel; hızlı-çabuk-bıktırmadan-usandırmadan... Yapay zekâya hiç danışmadan... Başarabilecek miyim...?
Bu paylaşımımı; uykusuz kalsam da, Türkiye saatiyle-saat 23.00 de bitirmeye kararlıydım. Bir hafta her şeye rağmen, amatörce çekimlerimi sürdürdüm. İnanın, bir saattir denedim-olmadı-yerleştiremedim. Tek öğrenme yöntemi "sınama yanılma" değil.
Akıllı telefonlar bizim aklımızı sınıyor sanırım. Bağışlayın lütfen. Öğrenmenin yaşla ilgisi olmadığına inanıyorum. Eğitim "hayat boyu" devam ediyor. Yarından umutluyum... "Arkası Yarın"ları çok severdim. Ama böyle paramparça değil...
Bu yazının altında masmavi bir gökyüzü, gününüzü aydınlatan bir güneş, yemyeşil bir alan ve çağlayarak akan doğal su kaynakları hayal edin lütfen... Başaracağınıza eminim.
Makbule ABALI-Eğitimci
16 Ağustos 2025 İzmir-Urla
Bugün 17 Ağustos. Yeni güne umutla uyandım. Kendimi İYİ hissediyorum.
Küçük şeylerle mutlu olabilen insanlar için "Hayat Güzel."
Makbule Abalı.
Dün başladığım yazımı bitiremeyince bugün devam edeceğime dair kendime söz vermiştim. Bir kez daha anladım ki; her şeyin azına, kısasına, hemen tüketilenine, en hızlı, en çabuk, en pratik olmasına alışanlar, çağın getirilerine, zorlamasına, yeni akımlara uymak zorundalar.
Olabildiğince kısa anlatmaya çalışacağım. Oysa dağarcığımda söylenmesi gereken ne çok şey vardı...
Doğada canlılar aleminde her şey o kadar düzenli ve kurallara uygun işliyor ki. Zamanında bildiğimi sandığım oysa tam kavrayamadığım ne çok şey varmış.
Sabah gün ağarırken önce kuşlar uyanıyor. (Burada hiç horoz sesi duymadım. Gezen-eşeleyen doğal tavuklar azaldığındandır belki.
Kuş sesleri geçmişe göre daha kısık, daha hüzünlü sanki. Yangınlardan kurtulabilenler sürüler halinde, çığlık çığlığa geldiler.
Denize uzak olunca çok sevdiğim martılar dışında hemen her cins kuş var. Genellikle büyük ağaçları tercih ediyorlar.
Birbirlerinden güç alarak koro halinde ötüyorlar. Güvercinler, kumrular, turnalar, kırlangıçlar. Aralarında hiç anlaşmazlık yok. Gelecekleri zamanı, yöreyi, ağaçları seçmede ustalaşmışlar.
Caddelerde çok yok ama Arnavut Kaldırımlı sokaklarda kediler ve köpekler birbirleriyle dost oldukları gibi, hiç korkusuzca caddenin ortasında korkusuzca uzanıp uyuyorlar. Sürücüler yol değiştiriyor ama onlar yer değiştirmiyorlar.
Hastanelerde bile içeride pervasızca gezinen, hastaların elinden bir şeyler yiyen kediler görüyorsunuz. Tablo gibi görüntülerle karşılaşıyorsunuz. Kediler ve köpekler buralarda çok mutlu. Sevildiklerini biliyorlar.
Bu yazı bugün bitmeliydi. Yarım kalmış, bitmemiş. tamamlanmamış işler can sıkıcıdır. Sanırım günlerin yorgunluğu insanın ruh ve beden sağlığını altüst ediyor. Ta içimden gelen "Artık dinlenmelisin!" çağrısına kulak tıkamayı beceremedim.
Bağışlayınız... Yarın çektiğim fotoğrafları ekleyerek yazımı tamamlayacağım inşallah.
Makbule ABALI-Eğitimci
15. 08. 2025 İzmir-Urla
Bu günden itibaren hava sıcaklıkları düşecekmiş. İçimizi ferahlatan haberler duymak ne iyi oluyor. Kadınların erkeklerden daha duyarlı ve hassas oldukları, inceliklerden hoşlandıkları, anne olmasalar da çoğu zaman "Anne" gibi davrandıkları , koruyucu ve kollayıcı oldukları bilimsel olarak kanıtlanmış.
Önemli olan, kadın ya da erkek olmak değil elbette. İNSAN olmak. yaşadığının , varlığının farkında olabilmek, anlamaya çalışmak, dinlemek, algılamada seçici olabilmek, bizden başka canlıların da evrende bir yeri olduğuna inanmak, kabullenmek.
Bazı arkadaşlarıma imreniyorum.(Kıskanma adetim yoktur.) Günün tortusunu ya da üç güzel şeyi, bazen kısa mektuplarla, anılarla, gezi izlenimleriyle, insan tasvirleriyle, çiçekler, ağaçlar, bitkiler hakkında bilgiler aktararak, bazen rüyalarla, arkadaş toplantılarından özetlerle; ama hep maviliklerde gezinerek , zihnimizde güzel izler ve yansımalar bırakarak...
Ne güzel, içten, yazılar yazıyorlar, fotoğraflar seriliyorlar. İnanın, hayranlık duyuyorum. Dünyanın her köşesinden sanat eseri, harika sesler, görüntüler, çekimler de o mükemmel paylaşımlara eşlik ediyor. Haksızlık etmemen lâzım diyorum kendime; Onlar yeni yüzyılın özelliklerini bilen , teknolojiyi ustaca kullanan. uyumlu, duyarlı, dijital ortamla. sosyal medya ile dost insanlar... Eskilerin deyişiyle: "Senin daha 10 fırın ekmek yemen lâzım." Çıraklıktan ustalığa geçmek kolay değil. Uzun-ince bir yol...
Kısa mektup, kısa mesaj, not, yorum ya da yazı yazmaya alışamamış bir nesildenim ben de. X, Y. Z kuşaklarında da "Halden Anlayanlar" var iyi ki. Konuşma azalınca yazı daha da öne çıkıyor sanırım. "sanırım" deyişi de; "Bu konuda yeterli bilgi sahibi değilim, bağışlayın." anlamında. (Ya da ben o anlamda kullanıyorum. Çocuklardan ve gençlerden öğreneceğimiz çok şey olduğunu her zaman söylerim. Tanıyanlar bilir!
Bugün sabahtan beri çok iş yaptım, yapmaya çalıştım. Düzenli olmaya alışan insanlar yaş alınca (ağır çekimde yaşarken) işlerini istedikleri gibi düzenli sürdüremeseler de olanla yetiniyorlar- sadece kendim için yaşamaya halâ alışamasam da- vicdani rahatlık çok önemli...
Saatler, dakikalar, saniyeler ve tabii ki günler inanılmaz bir hızla geçiyor. Dün sabah çok erken saatte- (yardıma hazır, merhametli ve iyi niyetli bir dostla)- eşimin gözünde Sarı Nokta tedavisi ile ilgili olarak Retina kontrolü için yaklaşık evimizden 1 saat uzaklıktaki bir Devlet Kurumuna gitmiştik.
Orada her zamanki gibi. harika, işine gönül vermiş, Hipokrat Yeminine sadık kalmış, başlangıçtan bu yana güzel değişimler yaşayan uzman bir ekiple günümüz-içimiz aydınlandı. Eksikler bilinip, önlemler alınırsa her şey kısa zamanda düzeliyor sanırım. "İyi İnsanlar" hepimize iyi geliyor. Çoğalmalarını diliyoruz.
Bugün hastalıklardan söz etmeyeceğim. Kimseyi endişelendirmeye hakkım olmadığını düşünüyorum. Kısa bir yazı yazmaya niyet etmişken ne kadar uzattığımı fark ettim. Bağışlayın Dostlar. Günün yarısını bitirmişiz bile. Saat 11.50 . Bahçedeki çiçekleri, ağaç ve sebzeleri de düşünmek gerek. Haliyle kısıtlı gelen suyumuz sabah akmıyordu.
Bu günlük gözlemler bitmeden zaman bitti. Sabah aceleyle kahvaltıyı hazırlarken elimi de yakmıştım. Hemen buza bastırsam da acısı geçmedi. Canım yanıyor. Oysa dikkatsiz olmadığımı sanırdım. Suç bizde mi yoksa yaşta mı, ısıtıcının zamanını doldurmasında mı...?
Yazımı noktalamak zorundayım. Ertesi güne sarkan günlüğe tarih ya da küçük bir not düşülmeli diye öğrenmiştik yıllar önce. Öğretmenlerimiz öyle güzel insanlardı ki; Öğrettikleri bilgiler halâ kalıcı. Sonsuz minnet ve teşekkürle anıyorum her zaman. Rahatsız etmeyelim diye yeterince arayamadık bile. Her zaman saygıyla-minnetle-rahmetle anıyorum...
Makbule ABALI-Eğitimci
14. 08.2025 İzmir-Urla
Yaşamak, sadece nefes almak, günlük ihtiyaçlarımızı gidermek, var olduğumuzu bilmek değil elbette. Çevremize yeniden dikkatle baktığımızda; Kaç yaşında olursak olalım, duyarlılık ve farkındalığınız arttıkça yeniden öğreneceğimiz öyle çok şey var ki...
Kişileri tanımak çok kolay değil. Zaman istiyor, önyargılı olmadan, farklı zamanlarda-değişik konum ve durumlarda, başkalarının etkisi altında kalmadan, kendi yargılarınızla tanımak-tanıyabilmek. Çok zor gerçekten. İyi niyetinizin sınırları olmalı. Neden -sonuç ilişkilerini iyi değerlendirip, kişi ya da kişileri maskesiz, yalansız, sahte gülücüklere, abartılmış davranışlara kanmadan tanıyabilmek...
Çocuklar bu konuda yetişkinlerden daha isabetli kararlar alabiliyorlar. İçleri neyse, davranışları da yalın gerçeği yansıtıyor. Büyükler farklı bir şey kurgulamadılarsa, "Çocuktan al haberi" sözü gerçeğin ta kendisi. Şaşırmak, sürprizlere hazır olmak, mimikleriyle gerçeği vurgulamak onlara özgü. Hayalleri bile öyle güzel ki. Henüz gerçek dünyadan haberdar değiller.
Diğer canlılardan da öğrendiğim çok şey oldu. "Kedi-köpek gibi geçimsiz " denir. Oysa onlar yaşına, cinsine, cinsiyetine göre birbirlerine davranışta kusur etmiyorlar. Sokaktan geçen yabancı bir köpeğe havlayanlar yaşlı bir çoban köpeğine sessizce bakıyorlar. O da gücünün-yarattığı etkinin farında bir tavırla ilerliyor. Sadece su içmek için duruyor. Köpekler kedilerden daha vefalı. Terk edilmiş kedilerin hali içler acısı. Sevilmek için her yola baş vuruyorlar.
Arıları ürkütmezseniz, yüksek sesle bağırmazsanız çiçeklerden besini alıp gidiyorlar. Şaşırdığım bir durum: Su içmek için bir tasa dalıp çıkamayan arı, suyu dökünce canlanıp uçuyor. Salyangozlar en yararlı bitkileri bulup kurutmakta ustalaşmışlar. Aloaveraların bazıları kurudu. Minicik karıncaların işbirliği inanılmaz.
En güzeli, en dayanıklı ve yararlısı zeytin ağaçları. Hayran olmamak elde değil. Kavurucu sıcaklarda bile kuru dallarından sürgün veriyorlar. Onlara imrenen kaktüsler dahi çiçek açtı. Gün aşırı onları da suluyordum. Solup yeniden açan gülün yanında, çiçeklerin arasında coşan semizotlarından adeta ilham alarak dikenli kaktüslerimizin küçük de olsa çiçek açması beni çok mutlu etti. Küçük bahçemizin arka köşesindeki zakkum dahi coştu. Doğanın dili olmasa da, kendini öyle güzel ifade ediyor ki...
Makbule ABALI-Eğitimci
25. 07. 2025 Türkiye-Urla
Not: Bu yayın yoruma açık değildir. Sıcaklarda kimseyi yormak istemedim.
Yaklaşık 15 yıldır Blogda yazıyorum. Hayatın içinden; Günlük, deneme, anı, şiir, öykü türünde, hevesli bir amatör gibi yazmaya çalıştım. Edebiyat ya da Türkçe Öğretmeni değilim. Ama okulda en çok sevdiğim, ilgi ile izlediğim üç temel dersten biri her zaman edebiyat olmuştur. Adana Kız Lisesi'nde çok değerli bir Edebiyat öğretmenimiz vardı. Halide Hocam... Notunun kıt olduğu söylenirdi. Belki o yüzden edebiyat ve kompozisyon derslerinde yüksek not almak , benim için mutluluk kaynağı olurdu.
Okullarda öğrenciler genellikle öğretmenlerini takma adlarla adlandırırlar. Müdür yardımcısı olan, aynı zamanda Felsefe, Mantık, Sosyoloji derslerimize giren Halide Öğretmen sarışındı, Edebiyat Öğretmenimiz Halide Hanımın saçları siyahtı. Sanırım o yüzden, lise öğrencileri öğretmenlerimizden söz ederken "Sarı" ve "Kara" lakaplarını da eklerlerdi.
Yazarken bile içim acıdı. Ben hiçbir zaman o lâkabı kullanmadım, kullanamadım. Çok sevdiğim Edebiyat Öğretmenime kıyamadım. Sınıfta her zaman disiplinliydi, tembelliğe karşıydı, dersini örnekler vererek, sade-yalın bir anlatımla çok güzel işlerdi. Adildi, sınıfta kimseyi aşağılamazdı, hoşgörülüydü. Ama sınırları vardı, bilirdik. Yüreğinde insan sevgisi, bağışlayıcı bir anne tavrıyla belleğimde iz bırakmış, o ak yürekli , idealist öğretmenimi hiç unutmadım.
"İyi insanlarla karşılaşmayı, onlardan yararlı- güzel şeyler öğrenmeyi" çok önemsiyorum. Varlıklarıyla çevrelerine ışık yayanlar, davranışları ve uygulamalarıyla her zaman örnek olanlar; Ne olur azalmasın, daha çok olsunlar. Farkındalığımız ve duyarlılığımızla onlara ulaşalım, "İyi ki varsınız." diyebilelim.
Kaybettiğimiz o değerli-güzel insanları saygı ve rahmetle, halen hayatta olanları sonsuz minnet ve teşekkürlerimizle anıyoruz Çok uzaklarda ya da yakınlarımızda olup da farkında olamadıklarımız, yeterince tanıyamadıklarımız bağışlasınlar lütfen...
Makbule ABALI -Eğitimci
24. 07. 2025 İzmir-Urla
Çok eskilerden beri değişmeyen bir dileğim vardır. "Bir dilek tut. bir dilek dile, içinden ne geliyorsa ilk onu söyle." dediklerinde, ya da kendi başıma kaldığımda. gece yatarken ilk aklıma gelen dilek; "Tanrım, ne olur bizi iyilerle, iyiliklerle, güzelliklerle karşılaştır. İyiler çoğalsın, kötüler-kötülükler giderek azalsın." olmuştur. Sadece kendim için değil, herkes içindir bu dilek.
Bazı kurumlarda, bazı iş yerlerinde bu durum öyle belirgin ki. Güler yüzlü, nazik, görev ve sorumluluğunu bilen bir eleman, çevresine de adeta enerji yayıyor, çoğunluk onunla birlikte insanları mutlu etmeye çalışıyor. Bazen de bu durumun tam tersi. Bir kişi o kurumu yüceltirken bir diğeri olumsuz davranışlarıyla, şikayet ve pişmanlıkların artmasına neden oluyor.
Zamanla teşekkür etmeyi unutan, gerekli görmeyen, övülesi çalışmalarda bile olumsuz eleştiren bir toplum haline dönüştük. Oysa farklı davranışları fark ettiğimizde; bir gülümseme. içten bir teşekkür, bazen dostça bir yaklaşım, karşınızdaki insan için bir motivasyon kaynağı olabiliyor.
Canlıların tümü için bu anlayış geçerli. Maddi olarak hiçbir ödül vermeseniz de içten gelen "sevgi dil i ve hak edene yerinde övgü " dünyanın her yerinde geçerli. Nice açılmaz kapı, anahtarsız da aralanabiliyor. Sözle, bakışla, aşağılama ya da küçümsemeyle kalın-aşılmaz duvarlar örmek, sonraki zaman dilimlerine de zarar veriyor, aşılmaz geçitler- çıkmaz sokaklar yaratıyor.
Ağaçlarda, bitkilerde, çiçeklerde, tüm canlılarda, dikkatli bir bakış açısıyla, duyarlı olarak, farkındalığınızı kullanarak gözlem yaptığınızda; sonuçlar insanı şaşırtıyor. Zorunlu ihtiyaçları sağlanmayınca- yeterli su, hava, güneşten yoksun kaldığında bitkiler de küsüyor. Toprağına alışamayan, hırpalanan, kırılan bitkiler yaprak döküyor. Soluyor. zayıflıyor ve sonunda can veriyor.
Aynı yerde, aynı iklimde, farklı koşullarda-farklı davranışlarla yetiştirilen çocuklar gibi: nedenlerden sonuçlara ulaşıldığında çok da şaşırmıyoruz. İhtiyaçlar oranında, zamanında yeterince sağlanamayan bakım ve yanlış yaklaşımlar, insanın doğasına zarar verdiği gibi gerçek doğayı da yıkıyor, eziyor, yok ediyor...
Makbule ABALI- Eğitimci
20. 07. 2025 Urla