Bu Blogda Ara

Kasım 02, 2025

YAŞARKEN GÖREBİLDİKLERİMİZ. DUYABİLDİKLERİMİZ, BİLEBİLDİKLERİMİZ...

                                                             



Evrende Dünya adlı gezegende soluk alıp verirken çevremizde neler olup bittiğinin farkında mıyız?

Kim bilebilir şu anda kaç doğum, kaç ölüm gerçekleştiğini? Kimler nerede, nasıl, ne durumda? 

Kimlerin hayalleri gerçekleşti , kimler umutsuz, yorgun, ama gücünü, direncini yitirmiş değil...?


Farklı insanlar farklı yerlerde, farklı durumlarda, farklı koşullarda, aynı amaçlar doğrultusunda birlikte olabiliyorlar. Ancak farklı amaçlar doğrultusunda birbirlerini yok sayabiliyor, kıran kırana savaşabiliyorlar da...




Dünya tüm hızıyla dönmeye devam ederken küçücük odalarda sonsuz bir evrende hiç bilinmeyen, aktarılmayan sırlar da paylaşılabiliyor. İyiliğe giden yollar belirlenebiliyor, güzel kararlar alınabiliyor, güzel etkinlikler düzenleniyor. 



Bir hastanede doktor odasında kktüsler bile çiçek açıyor. 
Bir başka odada tüm çiçekler açmadan solabiliyor. İlgisiz-sevgisiz ortamlar can yakıyor. can alıyor.


İklimler  değişirken mevsimler de birbirinden gün çalıyor, yaz günü kış, sona ermiş baharlarda, tüm göz alıcı renkleriyle güz, hayatı bir başka bahar gibi yaşatıyor.


Ağaçlar da insanlar gibi . Yaşam enerjisi kaybolmamışsa yediveren gülleri, asırlık çınarlar, köklü ardıçlar, yaşlı zeytinler gibi, yara almamış yerinden çığlık atar gibi dal budak veriyor. Her kesim yeri bir başka canlı tablo gibi...




Saygının, sevginin kol gezdiği yerlerde kedilerle köpekler dahi kavgasız, dövüşsüz bir yaşamı benimsemişler. Gece havladığı için sopalarla dövülen bir canlı biraz iyileştikten sonra gene kapınıza gelip bir vefa abidesi gibi kapıda yolunuzu gözlüyor.


Dünyanın neresinde olursak olalım, farkına varmadığımız, bilemediğimiz, göremediğimiz, algılayamadığımız, anlamlandıramadığımız  öyle çok olay, olgu, durum, insan, canlı var ki... 

Yaşarken günbegün dağarcığımıza yeni kayıtlar ekliyor, duygulanıyor, düşünüyoruz. Dünya dönmeye devam ediyor.


Makbule ABALI-Eğitimci
2 Kasım 2025 Türkiye







Ekim 31, 2025

UNUTMAK- UNUTABİLMEK- UNUTAMAMAK- UNUTTURMAMAK...

 







Bazen çok eski yılları,

Yaşanmış anları, anıları, insanları,

Kelimeleri, sözcükleri, adları, nesneleri,

Kentleri, sokakları, soluk yüzlü binaları,

Unutmak dağarcığımızdakileri...

Kimi zaman yaş aldıkça, 

Beden ve organlar eskidikçe

Unutmak eski kayıtları,

Silmek bellekten anıları 

Anları, günleri, ayları, yılları...

Bazen bir hastalık, bir kaza, belki soya çekim

Beynin küçülmesi, hücrelerin yenilenmemesi

Hastalıklarla yüz yüze kalmak;

Bunama, demans, Alzheimer, Parkinson

Eskimek, eksilmek küçülmek 

Yılların ardından...

Unutmak; uyumu, sevinci, umudu 

Acıyı, kederi, yası, kaygıyı 

Zamanla, sabırla, ortaklaşa, el ele 

Karanlık bir tünelden aydınlığa 

Yol almak bazen bir arpa boyu...

Unutabilmek geçmişi, zor günleri

El yordamıyla, işaret diliyle

Bazen düşerek, bazen tutunarak

Ya da bastonla, bir ele dayanarak

Umutla, ısrarla, inatla yol aramak... 

Unutabilmek; sil tuşuna basarcasına

İnsanları, yerleri, eşyaları, 

Kokuları, sesleri, görüntüleri...

Ama unutturmamak;

Bir hayat dersi gibi iz bırakanları,

Bellekte, yürekte, gönülde kalanları.

Deneyim kazanmak her yeni yaşla;

Yüzlerde çizgiler, saçlarda aklar çoğalsa 

Kişilik değişse, kimlik kaybolsa da

Bedende kayıplar artsa da 

Unutmamak  

Unutturmamak;

Geçmişteki iyilikleri, güzellikleri,

Değerlileri- değersizlerden 

Doğruları- yalanlardan, 

Gerçekleri- sahtelerden 

Seçerek, ayırt ederek, ayıklayarak

Yitirdiklerimizi anılarla anmak.

Yıllar geçse de 

Yaşananları unutmamak 

Unutturmamak...


Makbule ABALI-Eğitimci 

Güncelleme:31 Ekim2025

 






ÇOCUKLAR CUMHURİYETİ - ŞİİRSEL


Çocukların el ele verdiği bir dünyada

Büyükler neden sırt sırta döner?

Çocuklar anlık küs- barış oynarken,

Büyükler neden yıllarca dargın kalır,

Düşman olur birbirine ?

Çocukların şarkı-türkü sesleri 

Dört bir yana yayılırken 

Neden büyüklerin silah sesleri 

Ovalarda, dağlarda yankılanır?

Bir çocuklar cumhuriyeti kurulsa; 

Büyüklerin saltanatı 

Sarsılır mı acaba?

Dünya barış içinde, sakin-huzurlu

Güllük gülistanlık olur mu acaba...?

Makbule Abalı -Eğitimci 

Güncelleme; 31Ekim  2025

                                                                       






Ekim 28, 2025

YÜZ YAŞINA ERİŞMİŞ BİR CUMHURİYET -CUMHURİYETİMİZ 102 YAŞINDA...

 


Dile kolay;  CUMHURİYETİMİZ 102 YAŞINDA.  Yüzyıl, bir asır, çok uzun bir zaman dilimi. O uzun yıllar nelere tanık oldu, neler yaşandı. kimler geldi, kimler geçti ? Her dönemin, o zaman diliminde yaşayan insanlara kazandırdığı belli davranış kalıpları, yoğun, kalıcı duygular var.  Gelişim aşamalarında, yaşadığımız topluma uyum sağlarken, birey  olmaya çalışırken  kazandıklarımız, yıllardan geriye kalan izler, birikimler... 

Yüzyıllık Cumhuriyetimizin bir dönem tanığı olmak adına dün gece ilkokul yıllarımı düşündüm:  Ta o yıllara anılarımda bir yolculuk yaptım. Neyse ki hafızam da gerçek bir dost gibi bana yardımcı oldu, pek çok şeyi hatırlamama fırsat verdi. Geldiğimiz yolu bilmezsek sonraki zaman dilimlerini nasıl değerlendirebiliriz, neye göre, nasıl önlemler alabiliriz? 

Hatırlayabildiğim kadarıyla o dönem; Aza kanaat etme, paylaşabilme, tutumlu olma, insani yönden büyüklere saygı, küçüklere sevgi gösterebilme, güven, dürüstlük, vefa, onur, hak, hukuk, adalet duygularının yoğun ve gerçekçi olarak yaşandığı yıllardı.

Atalarımız, büyüklerimiz, gerçek savaş öyküleriyle büyümüş, yıllarca askerlik yapmış , çok acı ve eziyet çekmiş , yoklukla mücadele etmiş bir neslin çocukları, torunları olarak her şeyi ince ve kapsamlı düşünürlerdi. 

Devlet Baba,  Toprak Ana, Asker Ocağı, Er Meydanı, Baba Ocağı, Ana Kuzusu, Ahde Vefa, Sorumluluk Bilinci, Vazife Anlayışı, Sadakat, Liyakat o nesillerde yerinde ve sık kullanılan sözcüklerdi.  

Bir tas sıcak çorba, bir yudum su, bir bardak dost çayı, kırk yıllık kahve,  Tanrı misafiri, adam gibi adam, helâl süt emmiş, yuvayı yapan dişi kuş,  altın kalpli, alnı pak, yüreği pak" gibi deyimler, sözcükler de ta o yıllardan belleğime kazınmış gibi adeta. Kimler bu sözcükleri, bu güzel deyişleri unutturdu bize, kimler anlamlarını değiştirdi ya da başka anlamlar yükledi? Belki yeni eklemelerle, bu anlamlı sözcüklere yeniden yer verebiliriz dilimizde. 

Milli ve Dini Bayramlar bayram gibi kutlanır, acılar yaşandığında hep birlikte yas evine gidilerek İmece usul kısıtlı  imkânlarla  hazırlanan yöresel yemekler bırakılırdı. Yere düşen ekmek parçasını hemen alır, üç kez öper, uygun bir yere koyardık. Ekmek kutsaldı. 

Yazın en sıcak günlerinde bile oruç tutmak isteyenler olurdu biz çocuklar arasında. Her şey sadelik ve içtenlik üzerine kurgulanmıştı sanki. Korkarak değil, inanarak, olması gerektiği gibi yapardık. Sevap- günah içimizde idi. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Derslerimizde de çok şey öğrendik. O dönemde fotoğraflar çekilerek yardım kolileri dağıtılmazdı ama yoksullar için adları bilinmeyen yardım melekleri, aşevleri vardı. 

Evlilikte sadakat, anlayış, vefa, dostluk esastı. Görücü usulü evlilikler çoğunluktaydı ama ayrılma boşanmalar bu kadar yaygın değildi.  Evlenme yaşı şimdikinden daha genç idi ancak  çok küçük yaşta evlendirilen kız çocukları yoktu.  Kadın sığınma evlerine de ihtiyaç yoktu sanırım. 

Ekonomik sıkıntılar aileleri sarsardı ama Orta Direk aileler ; temelden, çatıdan, yan kolonlardan, kirişlerden güç alarak ayakta kalmayı, geçinmeyi bilirdi. Tarımla, çiftçilikle uğraşan aileler biraz daha şanslıydı. Çukurova'nın verimli toprakları zor günlerde cankurtaran simidi gibi olmuş, aza kanaat eden insanları doyurmuştur. 

Adana'da doğmuş, üniversite öğrenimine kadar çocukluk ve ilk gençlik yılları Adana'da geçmiş eski bir Adanalı olarak  ne çok severim Adana'yı, sıcak iklimi gibi sıcak  dostluklarını, yöresel yemeklerini, gönülleri kadar zengin dost sofralarını. belki biraz gürültülü ancak içten söyleşilerini. 

Üniversite sonrası ilk görev yıllarım gene Adana'da başladı. Yaş aldıkça, çocukluk yılları ne kadar gerilerde kalsa da kolay kolay unutulmuyor, anılar deposundan silinmiyor. Narenciye çiçeklerinin kokusu burnunuzda, ağaçtan koparıp yediğiniz meyvelerin tadı damağınızda kalıyor. Fayton arabaların tekerlek sesi, arabacıların atlara seslenişi halâ kulaklarımda.

 Adana Namık Kemal İlkokulu  ilk eğitim yuvam sayılır. İlk dört yılım orada, son yılım da taşınmamız nedeniyle Celâlettin Seyhan İlkokulunda  tamamlandı. O yıllarda anaokulları, ana sınıfları yoktu. 

Sınıflarımız yaklaşık 40-50 kişi olurdu. Her sabah Atamızın gülümseyen yüzü karşılardı bizleri, güç alırdık. Sınıfımızda her kesimden, her yöreden arkadaşlarımız vardı. Doktor, mühendis, hukukçu, öğretmen, işçi, esnaf  her kesimden insanların çocukları. Hepimiz bir arada kardeş gibi büyüdük. Okul sadece öğretim değil aynı zamanda bir eğitim yuvasıydı. 

Önlüklerimiz tek tipti. Kocaman kurdelelerimiz, beyaz yakalarımızla adeta akla karanın temsilcileri gibiydik. Ancak her zaman griye de yer vardı. Hayal kurmasını hepimiz iyi bilirdik.  Sadece okur yazar olmadık,  dinlemeyi,  anlamayı, insan ilişkilerini, tarih bilincini, yurt sevgisini, adaletli olmayı, bilimsel düşüncenin  değerini de orada belledik. 

Her okulda Öğretmenlerden daha kıdemli bir Başöğretmen olurdu. Eğitim müfettişlerinden ayrı, okulda genel anlamda bir denetleyici. Bir arabulucu gibi işleyişten sorumlu, deneyimli bir kişi. Okullarda okuma yazma bilmeyen yetişkinler için çok yararlı  Okuma-Yazma Kursları açılırdı. Eğitimde her kademede  usta öğreticilerle yürütülen kaliteli çalışmalar sonucunda  diploma sahibi olmak bir onurdu.

Bayramlarda Belediye binası önünde yapılan  Resmigeçide en temiz, giysilerimiz, en düzenli yürüyüşümüzle katılırdık. Marşlar, bayraklar, flamalar, şiirler , günün anlam ve önemini belirten konuşmalar o törenlerin ayrılmaz bir parçasıydı. 

Coşkuyla, heyecanla kutlamalara günler öncesinden hazırlanırdık. Sınıflar renkli kâğıtlarla, fenerlerle, bayraklarla süslenir, kızlara  grapon kâğıdından  giysiler hazırlanır, kurdeleler, şeritlerle süslemeler yapılırdı. Bazen ansızın yağan güz yağmuruyla ıslanmışızdır  da o törenlerde. Aldırmazdık, yağmur bereket getirirdi. Öğleden sonra çocuk baloları düzenlenir, gece fener alaylarıyla sonlanırdı.

 Günlükler, anı defterleri birer canlı tanıktır o özel günlere... İş derslerinde yaptığımız karton kumbaralar dini bayramlarda verilecek küçük harçlıklar için bir kenarda sırasını beklerdi. Çocuklar için; tatlı dil, güler yüz, bir küçük mendil ya da çorap, birkaç  şeker her zaman kabul görürdü. 

Yaş aldıkça dinlemek kadar anlatmayı da seviyor dünkü çocuklar. Daha anlatacak öyle çok ince ayrıntılar var ki dağarcığımızda. Geçmiş zaman anlatıcıları geçmişte yaşadıklarını anlatmalılar tüm çocuklara. Sadece torunlarla sınırlı kalmamalı bu halka. Dinlemesini, gözlemesini, izlemesini  bilmeyenlerin yarınlara da güvenilir,  kalıcı katkıları olamaz. 

Başöğretmen Atatürk'ün çocuk ve gençlere emanet  ettiği Cumhuriyetimiz 100 yaşında. Yürekten kutluyoruz. O zor yıllarda bile idealist insanlarla ne güzel işler gerçekleştirildi, çok büyük başarılara imza atıldı. Bilimsel gerçeklerden uzaklaşmadan, aklın sağduyunun, hoşgörünün yol göstericiliğinde aydınlık, umutlu yarınlara ulaşabilme çabasıyla uzun yollar hedeflendi.

Yolunuz açık, hayalleriniz büyük, çalışmalarınız daim  olsun sevgili çocuklar, değerli  gençler. Sizler bizim umudumuz, güvencemizsiniz. Yarınlar sizin...

Makbule ABALI-Eğitimci

28.Ekim 2023 -Urla

Not: İki  yıl önceki yazımı güncelleyerek yayınlıyorum. 

CUMHURİYETİMİZİN 102. YILI KUTLU OLSUN.

Makbule ABALI-Eğitimci

28 Ekim 2025 Urla Türkiye





Ekim 25, 2025

HİÇ...

 


HİÇ...

Koskocaman evrende

Minicik bir nokta gibiyiz 

Yapayalnız...

Suskunuz hayallerimizde

Sessizlikte konuşuruz iç sesimizle

Rüyalarda haykırırız çığlık çığlığa...

Gökyüzüne çıksak da

Yeryüzünde gezinsek de

Bir hiçiz sonsuzlukta,

Yapayalnızız bilinmezler aleminde...

Üç nokta anlatır suskunluğumuzu

Noktalı virgüller var olduğumuzu. 

Yaralarımızı kim sarabilir, 

Yürek acılarımızı kim duyabilir 

İncitmeden...

Düşlerimiz zengindir;

Çocuklar gibi kanat çırparız gökyüzünde,

Balıklar gibi dalarız maviliklere.

Kırılmışız, incinmişiz, parçalanmışız

Paramparça... 

Makbule Abalı-Eğitimci 

25 Ekim 2025 Türkiye



Ekim 23, 2025

Hayatın İçinden...

 


Yıllar önce İstanbul Kadıköy'de küçücük bir kırtasiye dükkânından, anlamlı deyişlerle ilgili birkaç kartla birlikte bir duvar saati almıştım. Saatin üzerinde beyaz zemin üzerine "Bugünün tekrarı yok " yazıyordu. Sadece 3 sözcük. Sade, yalın, gösterişsiz. 

O saat onca yıl yaşadı, kaç kez odadan odaya, evden eve taşındı. Görevini hiç aksatmadan doğru zamanı bildirdi. Biraz sadelikten kurtulsun istedim; iğne oyasıyla işlenmiş küçük parçalar, zeytin yaprakları yapıştırdım. O, alışılagelmiş biçimde sessiz sedasız işine devam etti. Karşılaştığım bazı insanları ona benzetir, saygı duyarım. Kökleri güçlü çınar, ardıç, çam ağaçları gibi.

Günlük hayatta karşılaştığımız bazı durumlar vardır: An'ı yaşamak nasıl da önemlidir. Bir sözcükle gözleriniz ışıldar, bir davranışla gününüz kararır. Bir insan bir kurumu yüceltir, bir diğeri tüm güveninizi alır götürür. Bazı kurum ve işletmelerin adını kim koymuşsa keşke görse-bilse-farkına varsa da yeniden bir ad bulunsa der içinizdeki ses. Eski masalları düşünürüm çoğu zaman. Onlarla büyüyen kuşaklardan hiç çekinmeyin, korkmayın, tedirgin olmayın. 

"Vazgeçme, Erteleme, Üşenme" diyordu bir duvar yazısı. Derin düşününce hak veriyor insan. Pinokyonun burnunun neden uzadığını merak eden çocuklar  günümüzde de var. Neyse ki az da değiller. Kırmızı şapkalı kız, iyi eğitim görürse, korkmayı değil, kendini geliştirmeyi, akıl yürütmeyi öğreniyor.

"Söz gümüşse sükût altındır." denmişse de bir zamanlar, günümüzde mülakatlarla hangisi doğru, hangisi yanlış belirlenebilir. Nezaket ve incelik, sanatçı ve sporcu centilmenliği ile kabalık ve zorbalıkla baş edebiliyor.  Masallardaki Küçük Prens de öyle yapmamış mıydı? Hoşgörü,  iyi niyet, merhamet, vefa, sabır ve bilgelik  paylaşılırsa bir şeftali bin şeftali olabilir.

Hayatın içinden resimler sunacağım bugün. Yazımı ertelemek istemedim. Önceki paylaşımlarımdaki yorumlara zamanında cevap yazamamaktan utanç duyuyorum. Günün yorgunluğu geceye yansıyınca zamanın hızına yetişemiyor, yenik düşüyorum.

Sağlık da hastalık da, iyi gün de kötü gün de, coşku da hüzün de özür de, utanç da biz insanlar için. Ancak iyilerin, iyiliklerin çoğalmasına, karınca misali emek harcamak da neden insanlık görevimiz olmasın? 

Makbule Abalı- Eğitimci 

23 Ekim 2025-Türkiye

 







Ekim 21, 2025

Güzelliklerin, İyilerin Farkına Varmazsak, Kötüleri Nasıl Ayırt Edebiliriz...?


Blog yazmaya ilk başladığım  zamanlarda düşünce ve duygularımı yazıya aktarmaya ne kadar özen gösterirdim. Önce bir konu belirler sonra bir taslak hazırlar, teknik konularda büyük bir mücadele ile görevimi tamamlardım. Çok eski çalışma arkadaşlarımdan biri en temel okuyucum sayılırdı. Onun motivasyonu ile hemen her gün yazardım.

Halimden memnundum. Yazdıklarımı kaç kişi okuyor, bilmezdim. Kendimle ilgili vicdani ve etik bir sorumluluktu benimki. Şimdiki gibi iki parmakla ama daha yavaş yazardım. Bilgisayarı ustaca kullananlara hayranlık duyardım. O günlerde yazdığım bir yazımda "Parmaklarım beynimin hızına yetişemiyor." demişim. Artık müsvedde kullanmıyorum. Ama gene bütün düşüncelerimi olduğu gibi aktaramıyorum. Belki o yüzden, yazmaktan çok konuşur oldum bugünlerde. Gözlerim bu durumdan hoşnut, ama ben değilim... 

Duyu organlarımı yeterince kullanamadığım anlarda kendimi eleştiriyorum. Adil ve anlayışlı olmamak beni huzursuz eder. Ederdi desem daha doğru olur sanırım. Son zamanlarda biraz bencilleştim galiba. Duyu organlarıma, köklü alışkanlıklarıma, sevdiğim yakınlarıma, beni BEN yapan değerlerime haksızlık yapıyorum. Farkındayım... ama elimde değil. Normalle anormal arasındaki incelikle çizilmiş yol ayrımında gidiş gelişlerim oluyor. 

Normalle anormal arasındaki ayrım, çoğunluk tarafından kabul edilir olmaksa... Bu ayrımı yapabilenler suskun kalırsa ben kime inanacağım? Ya da siz! Evet ile hayır, doğru ile yanlış, haklı ya da haksız, çocuk ile ergen, ergen ile yetişkin, nazik ile kaba, değerli ile değersiz... Ve daha bir dolu şey arasındaki ince ayrıntının farkında mısınız...?

Düşünmeye başlayınca merkezden uzaklaşıyorum, odak noktam kayboluyor. Dengem bozuluyor, Safranbolu'daki ustanın, büyük bir sabırla, adeta gergef işler gibi yaptığı bastonla bile dayanak noktamı bulamıyorum. Canlı bastonlar destek olamadığında, hiçbir baston kurtarıcı değil.

Çok değer verdiğim, güvendiğim, derya gibi bilgisi, insana saygısı, naif kişiliği ile huzur  veren  doktorumun da dediği gibi 'küllerinden yeniden doğabiliyor insan'. Bence de öyle. Tıpkı kuşlar, çiçekler, ağaçlar, doğadaki her canlı gibi... 

Her uğraşta, her işte, her meslekte ama özellikle eğitim ve sağlıkta; anlayış, güven ve dürüstlük arıyor insan. Öncelikle farkı fark etmek ne kadar önemli... 

Makbule ABALI-Eğitimci 

21 Ekim 2025 İzmir- Türkiy








Ekim 17, 2025

ÖNCE SAĞLIK...

 



Bugün güzel bir gündü. Mevsimlerden sonbahar olmasına rağmen, gün doğumuyla gün güzel başladı. Güzel bitecek sanırım. Dünyanın diğer ülkeleriyle aramızda saat farkı var. Bazı ülkelerde hayat yeni başlıyor olabilir. Biz gece yarısına doğru yol alıyoruz. Günler kısaldı, geceler uzadı. 

Ülkemizde bütün mevsimler güzeldir. Dört mevsimi bir günde yaşayabilirsiniz. Dünya yörüngesinde dönüşünü tamamlarken,  her ülke güneşin görkemli görüntüsünden eşit ölçüde yararlanmıyor elbette. Fen Bilgisi dersinde konuyu uygulamalı olarak canlandırarak ne güzel anlatır bazı öğretmenler. Çocuklar hiç  unutmaz.

Ben en çok baharları severim. İlkbaharın coşkulu, pırıltılı, çok sesli güzelliğine karşın sonbahar da hüzünlü havası, renk karışımları, umut ve beklentileriyle gizemli bir görüntü sergiler. Oluşum ve değişimler, deneyimler kuşaklar boyu farklılaşarak sürecektir doğal olarak.


Mevlana Celaleddini Rumî bu durumu ne güzel özetlemiş:

"Şu akıp giden kum seline bak /Ne durması var, ne dinlenmesi/Bak birdenbire nasıl bozuluyor dünya/ Nasıl atıyor bir başka dünyanın temelini."

Mevsimler arasında geçiş yaparken, her baharı bir başka biçimde yaşarken "Önce Sağlık" demezsek; değişen dünyaya, sosyal çevremize, ruhsal ve bedensel yapımıza, kendi benimize de yabancı kalıyoruz... 

Makbule ABALI-Eğitimci

17 Ekim 2025 Türkiye  




Ekim 15, 2025

Sağlıklı Olmak-Sağlıklı Kalabilmek /Duyarlılığını Yitirmeden Farkında Olabilmek...

 


Yaşadığım sürece bilerek ya da kasıtlı olarak sevdiklerimi, dostlarımı, yakınlarımı üzmek istemedim hiç. Ama ben üzüldüm, kırıldım, incindim kimi zaman. Ya savaş ya kaç politikasını hiç uygulamadım sanırım .Derin denizlerde cankurtaranlar olmaksızın , sakin kıyılarda, boyumu aşmayan sularda gezinmeyi istedim hep. Ustalık değil, çıraklık derecesinde bile yüzmeyi bilmeyişimden kaynaklanmadı bu durum. Berrak suları ne kadar çok sevsem de, nereye varacağını bilmediğim derinliklerden  hep ürkmüş ve uzaklaşmışımdır. 

Renklerden, mavinin her tonunu severim. Beyazın saflığı, temizliği çeker beni. Yeşili hele su yeşilini, yosun yeşilini çok seviyor olmam,  o rengin gizemli  ve vakur havasındandır sanırım. Yeşil rengin türlü renkteki çiçeklerle bütünleşen hali, belki de doğayı çağrıştırdığı içindir asaleti. Çocuklar kırmızıyı ne çok severler.  Kırmızının iştah açtığı bile söylenir. Çoğu lokantanın iç dekorasyonunda kırmızıya ağırlık vermesi ondandır. Mor ve turuncu enerjiyi, güçlü olmayı, üretkenliği düşündürdüğü için kadınlar tarafından benimsenir. Sarı mimozaların, pembe karanfillerin, kardelenlerin,  gönlü kalmasın.  Doğada hepsine yer var. Doğa hepsine kucak açmış.

Uzun zamandır çeşitli rahatsızlıklar nedeniyle yazmaya, okumaya, üslûbunu bozmadan konuşmaya, anlamaya, anlatmaya, dinlemeye  hasret kalan bir insan neden halâ giriş, başlangıç gelişme bölümlerinde gezinir de, bir türlü ana konuya girmez...? 

İnanın bencillikten değil. Sadece kendimi düşünmekten, alışkanlıklarımı sürdürmekten, ilgilerime zaman ayırmaktan öylesine uzaklaşmışım ki ; Düpedüz yolda bile şaşırıyorum, en sığ denizlerde bile tatilin tadını alamıyorum, çok değer verdiğim arkadaşlarımın yorumlarına yanıt veremiyorum. Eski ben'i aramak değil, eski düzenimi bile sağlayamıyorum. Rutin içi, rutin dışı zihnimde biriken konular düğümden de öte kördüğüme dönüşüyor...

Her şeye rağmen, küçücük değil, minicik mutluluklarda huzur  bulabiliyorum. Renklerim hiçbir zaman kapkara olmadı. Pencereden sızan gün ışığında hayat buldum, bir çocuğun gülümseyişi, engelli bir insana duygulu bir gencin  yardım edişi, kocaman bir alışveriş merkezinde değil, düşük gelirli  bir esnaf  aş evinde karşılaştığım incelik, hastane asansöründe bir Merhaba veya Günaydın sözcüğünün yüzlerde  yarattığı tebessüm... her bir davranış, ihtiyaç anında bitmez tükenmez bir enerji kaynağı olabiliyor. 

Ne olur teknoloji harikası telefonlarda mekanik seslerden biraz daha fazla İNSAN sesi duyalım. Çok merak ediyorum, "Kalite kontrolü" açısından konuşmalarımız kayda alınıyor mu? Zamanın an'ın bu kadar değerli olduğu bir dünyada, her kurumda, kuruluşta iyiyi kötüyü ayırt edebilecek, kontrol ve denetimi sağlayabilecek bireyler de bulunsun. 

Doğruya, gerçeklere, beklenen, istenen hız ve zamanda ulaşamayışımız cahilliğimizden değil, yaşlılığımızdandır. BAĞIŞLAYINIZ...

Makbule Abalı-Eğitimci

15 Ekim 2025 Türkiye 



 



Ekim 09, 2025

Yunus Emre'den Deyişlerle...


Zaman zaman, yüzyıllar öncesinden söylenmiş,  iz bırakmış bilgelerin, şair ve yazarların deyişlerini yeniden okumak, hatırlamak, anmak  hafızayı tazelemek gibi. 

Yunus Emre Anadolu'da yaşamış Tasavvuf ve halk şairi, Türk- İslam Düşünürü olarak biliniyor.
 
Sözleri, şiirleri günümüzde de değerinden hiçbir şey yitirmemiş. Yunus Emre, İnsan olan herkese; Fakir-zengin, Hristiyan-Müslüman ayrımı yapmadan engin sevgiyle bağlıdır.
 
Anadolu'da Türkçe şiirin öncüsü olan mutasavvıf ve filozof olarak bilinir.

Yüzyıllar öncesinde yaşamış bilgelerin eserlerini yeniden okumak, deyişlerine kulak vermek, her zaman iyi geliyor insana. Rahmetle, saygıyla, sevgiyle anıyoruz. 








Çocuklarınıza zengin olmayı değil, mutlu olmayı öğretin.
Böylece hayatları boyunca sahip oldukları şeylerin fiyatını değil, kıymetini bilirler...
Yunus Emre 
                                                                                                
 

İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendin bilmez isen, ya nice okumaktır. 
Yunus Emre
                                                             


Derleyen: Makbule Abalı-Eğitimci 
Kaynak: İnternet, eski Edebiyat kitapları
Güncelleme: 9. 10 2025 
Urla-İzmir-Türkiye






Ekim 08, 2025

İNSAN PSİKOLOJİSİ- Gerçek Bir Yaşam Öyküsü ( BCP- Temmuz 2024 )

 


 "Her göz, her yüz upuzun bir öykü anlatır; yalnızca bakan değil, görebilen gözlere, duyarlı yüreklere, işleyen beyinlere, duyarlılık  ve farkındalığını yitirmemiş İnsanlara... "

İNSAN a  dair öykülerin her biri başkadır. Her  öyküde "Başlangıç- Gelişme ve Sonuç " bölümü bulunur. Her bebek dünyamıza ilk adım attığında ağlar. Sıcacık anne karnından farklı bir dünyaya uyum çabası, yaşamı sürdürmek için bir soluk alma deneyimidir bu. 

Bir ömrün hikâyesi karışık duygularla, yaşanılan yöreye özgü sınama ve yanılmalarla, kişiye özgü farklılıklarla inişli- çıkışlı devam eder. Her hikâyenin sonu nasıl, ne zaman, ne şekilde sona erecektir? Onu henüz "yapay zekâ" bile çözemedi...

PSİKOLOJİ  yüzyıllardır  var olan pozitif bir bilim dalı. Günümüzde halâ açıklanamayan konularla  " Parapsikoloji " ilgileniyor. İnsanla ilgili olarak nedenlerine inilemeyen her konuya psikoloji odaklı çözümler üretilebiliyor. Tıp alanında bile tanı konulamayan bazı hastalıklar "Psikolojik" olarak adlandırılıyor. 

İnsanın varlığı kanıtlanırken "Arz ve Talep" dengesi de hükmünü sürdürüyor elbette. Kaygılar, kuşkular, özlem ve beklentiler doğrultusunda Serbest Piyasa Ekonomisi toplumda alıcı kuşlar gibi acımasızca kararlar alabiliyor. Çaresiz ve yalnız insanoğlu için durumu kabullenmekten başka bir çıkar yol bulunmuyor... 

Bu yazı; bilimsel bir araştırma ya da tez  nedeniyle yazılmamıştır. Bir dönemde yaşanmış gerçeklere ışık tutmaya çalışırken gelecek adına yapılabilecek çalışmalara küçük bir katkı sunabilmeyi hedeflemektedir. Giderek suskunlaşan, fikir üretmeyen, sormayan, sorgulamayan bir topluma içten bir hatırlatma, bellek tamamlaması amacını taşımaktadır.

Yıllar önce (1964 yılında İstanbul Üniversitesi- Edebiyat Fakültesi Pedagoji Bölümüne girip 1968 yılında bitirmiş ) eski bir öğrencinin anılarından da izler taşır bu yazı. Temeli ta Adana'da başlayıp Adana Kız Lisesi'nden sonra İstanbul Edebiyat Fakültesi Pedagoji Bölümü'nde devam eden , mezun olduktan sonra bir Öğretmen Okuluna "Meslek Dersleri Öğretmeni" olarak atanmayı çok isteyen ancak ailevi nedenlerle Adana Rehberlik Ve Araştırma Merkezi'ne  Uzman  Rehber olarak atanan  idealist bir insanın öyküsü. 

İnsanı,  insan  Psikolojisini anlamak açısından kayda değer. Çekingen, hassas içedönük , çok kitap okuyan, şiirler, öyküler yazan, "Çalıkuşu "  tutkunu bir genç kız ilk yıllarda Rehberlik Merkezinde biraz hayal kırıklığı yaşar. Bu yararlı merkez bir sürgün yeri gibidir. Değişen iktidarlara göre farklı görüş ve düşüncedeki kişilerin bir araya toplandığı bir çalışma yeri.

O yıllarda fakültelerde göstermelik değil,  "Gerçekten  Seçmeli" dallar vardır. O genç kız da esas ana bölüm Pedagoji ( Rehberlik ve Psikolojik Danışma) iken yan dallar Umumi Psikoloji, Tecrübi Psikoloji ve Çapa Tıp Fakültesi'nden Psikiyatri seçer. Pedagojide disiplin ve otoritesi ile tanınan Prof. Dr. Refia Şemin, Umumi Psikolojide Sabri Esat Siyavuşgil, Tecrübi Psikolojide Doçent Dr. Sabri Özbaydar engin bilgileri ve davranışları ile ağırlığı olan hocalardır. Psikiyatri bölümünde, hastaları bizzat  tanıyarak, uygulamalı dersler ve konular Özcan Köknel  gibi çok değerli öğretim üyeleri tarafından verilir. 

Öğrenciler arasında, Öğretmen de olabilmek için  Pedagoji Bölümünden formasyon alan her bölümden öğretmen adayı öğrenciler vardır. Dünyaca ünlü tiyatro sanatçımız Genco Erkal'ın, İstanbul Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü mezunu olduğunu belki çok kişi bilmez.  O yılların güzellik kraliçelerini de aynı amfilerde görebilirsiniz. Magazin basını henüz bugünkü kadar etkili değildir. Işıltılı bir parlaklık değil, sadelik ve doğallık ön plandadır. Görüntüden çok içerik ve öz önemlidir.  

Pedagoji Bölümünde: İstanbul İlkokul ve Liselerinde Öğrenci Tanıma Teknikleri uygulanır,  seminerlerde inceleme sonuçları aktarılır. Uygulamalı bir anaokulu vardır. Yıl sonunda 4 yılda işlenen konuların tümünden sınava girilir ve Mezuniyet Tezi hazırlanırdı. Stanford Binet Zekâ Testinin Türkiye'de standardizasyon uygulaması o yıl Edebiyat Fakültesi Pedagoji Bölümü (Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık) öğrencileri tarafından yapılmıştı. Edebiyat Fakültesi'ne yakın iki büyük Lisemizde 8stanbul Erkek Lisesi ve Pertevniyal Lisesi) 13 yaşındaki  100 ergene zekâ testi uygulamak Pedagoji Bölümü öğretmen adayına  çok farklı kazanımlar sağlamıştır.

O yıllarda Türkiye'de büyük kentlerde Psikoloji Bölümü bulunan fakültelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Günümüzde 46 ilimizde bulunan Psikoloji Bölümü sayısı 127'ye ulaşmıştır. Acaba toplumun değerleri değiştikçe ihtiyaçları ve beklentileri de değişmekte midir? Sayılar çoğaldıkça okulların kalitesi ve mezunların yeterliliği neden düşmektedir? 

Son yıllarda çocuklarda hiperaktif davranışlar artarken genç yetişkinlerde depresyon, umutsuzluk, ve gelecek kaygısının arttığı görülüyor. Yaş arttıkça yetişkinlerde tahammülsüzlük, sinirlilik, öfke ve yılgınlık, bıkkınlık gözlenmekte. İnsanın yalnızlığı ve çaresizliği giderek artmaktadır. 

Psikolojiyi, Psikolojik  Danışmayı ilgilendiren ne çok konu vardır. Çocuk Psikolojisi, Ergen Psikolojisi, Gençlik Psikolojisi, Yaşlılık Psikolojisi... İnsan yaşamını konu aldığınızda incelenmesi, vurgulanması gereken başka konular da var. Azınlıkların,  emeklilerin, kadınların, erkeklerin, engellilerin, çalışanların, öteki sayılanların ya da göçmenlerin psikolojileri... 

Belirli günler, haftalar düzenliyor, gösterişli-görkemli kutlamalar yapıyoruz ama öze inemedikten sonra, empati kurmayı, dinlemeyi, anlamayı bilemedikten sonra boşlukları kolay kolay dolduramıyoruz. İNSAN canlı bir organizma, yap-boz değil ki... Suskun, acımasız, çıkarcı, bencil, sevgisiz insanların giderek çoğaldığı toplumlar birkaç yılda oluşmuyor elbette. 

Kullanılan renkler, beden dili, gözler, eller, sözler, beğeniler, kaynağı psikolojik olan bedensel hastalıklar, çocukların çizdikleri resimler, evcilik oyunları, öykü tamamlamalar,  yetişkinlerin sanatsal yaklaşımları,  çizimleri, el yazıları, duyarlı oldukları konular, karşı çıkışları, korkuları, hayalleri, beklentileri, farkındalıkları... Çözülmeyi, anlaşılmayı bekleyen ne çok şey var.

Psikoloji , yükselen değerler arasında üst sıraları alırken, bireyler uyumsuz davranışlara yönelirken  kişisel gelişim kitaplarının, kursların, dizi ve filmlerin  çoğalması doğaldır. Ancak acaba İNSANI konu alan bu kişi, kurum ve kuruluşlarla ilgili olarak yeterli denetim yapılmakta mıdır? Bu konuda bir yasa var mıdır? 

Psikolojik yaklaşımlarda genel ilke ve etik kurallar uygulanmakta mıdır? Uygulayıcılar  yeterli midir,  kişilere zarar vermeden, sorumluluklarının bilincinde olarak , dürüst ve insan haklarına saygılı mıdırlar...? 

Soru sormaktan, sorunları araştırmaktan, tarafsız-dürüst ve gerçekçi çözümler aramaktan uzak kaldığımız sürece bireysel ya da toplumsal fırtınalar azalmayacak. İklim değişiklikleri sadece doğayı değil tüm insanları, canlıları etkileyecektir.. Zamanında yeterli önlemler alınmadıkça, İnsan da çoğu  zaman çaresiz ve umutsuz kalabilecek, koskocaman evrende kendini yapayalnız ve tek başına hissedecektir.

Makbule Abalı -Eğitimci

Not: Bu yazı, 2024 yılı Temmuz Ayında, BCP (Blogları Canlandırma Projesi )  ile ilgili olarak "Psikoloji"  konusu seçilerek yazılmıştır. M.A  










Ekim 07, 2025

Karmakarışık Bir Dünyada Yorgun Ama Huzurlu Olabilmek...

 


Her şeyin altüst olduğu, mevsimlerin, yılların, ayların, günlerin birbirine karıştığı, iklimlerin bile değişik algılandığı karmakarışık  bir dünyada yaşadığımızı bilerek var olabilmek. "Olmak ya da olmamak" gibi.

Doğa böyleyken, iç dünyalarımızda düzeni sağlamak da zor olacaktır elbette Mevsim değişiklileri her canlıda birbirinden çok farklı etki ve tepkilere yaratacaktır doğal olarak. 

Sabahki havaya aldanarak biraz kalın bir giysiyle dışarı çıkarsanız, güneş tüm ışıltılarıyla göründüğünde pişmanlık duymanız doğaldır. Belki günlük hava tahminlerini hiç umursamadan yola çıkanlar , mevsimsiz çiçek açan badem ağacı çiçekleri gibi hüsrana uğrayabilirler. 

Koskocaman evrende bazen her birimiz çok farklı yerlerde ve konumlardayız. Neredesin. nasılsın, ne durumdasın, kimsin, nesin, memleketin, dilin, rengin, ırkın, cinsiyetin  sorularına verilecek yanıtlar herkes için ne kadar farklı.

Dün ülkemizdeki bir üniversite  hastanesinin tek yataklı odasında, 10 gündür yatmakta olduğum yatakta yatarken bu gece evimizde -kendi yatağımda- yatacağım. Hayatın her  anında  farklı değişim ve gelişimler bizi bekliyor. Bir  tahterevallide olduğumuzu  varsayarsak hayatın iniş çıkışlarına da çok  daha kolay alışıyoruz.

Yanımda, yakınımda ya da uzaklardaki sevdiklerim, dostlarım  sürekli  diyorlar ki; Ne olur hastalıkları kafana takma. Ben takmıyorum ki. Yazılarımda rahatsızlıklardan söz etmemeye karar vermiştim. Ancak bedenim, küçük patlamalarla bu karara karşı koyuyor. Ben de sakin-uysal ama kolay kolay eğilmeyen-bükülmeyen bir kişi  olarak onların makul, mantıklı ve haklı isteklerine karşı çıkmıyorum.

İnsanın çok istediği halde yazamaması pek çok nedenden kaynaklanıyor elbette. Günlük hayatın 24+ saatlerle son  hızla akışını  çok iyi bilen kadınlar, rutin dışı harika yazılarla bu ritmi aktaran değerli arkadaşlarım anlar elbet beni.

Yazmaya başlayınca çok kısa yazamıyorum. Gariptir, çocukların oyuna doymaması  gibi yetişkinler de sevdikleri uğraşlara,  işlere, alışkanlıklarına, spora, sanata, zanaata  çok zaman ayırmak istiyorlar. İnsanın yaptığı işe gönül  vermesi, yararlı olabilmesi ve tabii ki emeğinin karşılığını alabilmesi ne güzeldir.

Dünya Öğretmenler Günü'nde (5 Ekim) parçalardan bütüne ulaşarak derinlikli bir yazı yazmayı  düşünmüştüm. İyilikle hastalık arasındaki ince çizgide her şey istediğiniz gibi olmuyor.  Ancak çevrenizdeki herkes içtenlikle yardımcı olunca, saatleri adeta geriye alırcasına engelli bir koşuda, yakınlarınızdan güç alarak başlangıç çizgisinde buluyorsunuz kendinizi.

Bir günlük kutlamaları hayatım boyunca benimseyemedim. Her kutlamada biraz coşku, her anmada biraz hüzün vardır. Neden kutluyoruz, neden anıyoruz? Kapsamını ve içeriğini bilmeden tavır aldığımız kutladığımız, andığımız. kabullendiğimiz, reddettiğimiz her şey gerçek dışı, sahte geliyor bana.

Yeryüzündeki tüm canlıların uygun koşullarda, uygun yerlerde ve zamanlarda hak ettikleri gibi  yaşamaları, hırs, öfke ve kinden olabildiğince uzak olmalarını hayal etmek bile  iyi geliyor insana.

İyi örnekleri görüp kötüler ve kötülükler  azaldıkça,  iyiler ve iyilikler çoğaldıkça, dünyamız da daha rahat soluk alınabilecek  bir dünya olacaktır. Her gece yatarken, hiç değişmeyen duam, iyilerle-iyiliklerle karşılaşmaktır. 

İşte o zaman tüm kutlamalar, anmalar tüm gün ve haftalar, aylar, yıllar da daha büyük bir  anlam kazanmaz mı, yorgun olsak bile huzurlu olmaz mıyız...?

Makbule Abalı- Eğitimci

7. Ekim 2025-Urla Türkiye





Eylül 25, 2025

İÇ ACISI...



 

"Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar çirkindir." Platon


Takvimden bir yaprak -25.09.2025

Eylül 23, 2025

Gündelik Yaşamdan İzler...

 


Hayat, ana çıkış noktasında ayrılıp, nereye varacağı pek de belli olmayan, yatağından taşmış bir dere gibi ulaşılmaz bir hızla akmaya devam ediyor. Bazen çağıldayarak, bazen kederli insanlar gibi durgun ama sürekli sezilip anlaşılır biçimde akıyor... akıyor.

Suya en çok özlem duyulan zamanda-temiz içme suyu olarak, yağmur olarak-aranıyor. Ama o hiç aldırmadan, umursamadan, kirli-bulanık olsa da, ihtiyacı olan insanlara ulaşma çabası duymaksızın, yetiş bana dercesine telaşla, hırçın-agresif insanlar gibi yol alıyor.

Hayatın bu hızlı ritmi içinde canlıların da, insanın da, dünyanın ritmi de sürekli değişiyor. Gündemi takip etmek isterken her şey karmakarışık olunca, değer erdiklerimiz hızla değer kaybına uğradıkça şaşkın ördek misali dere kenarında kalakalıyorsunuz.

Günlerdir yazmayı düşündüğüm ne çok konu birikti zihnimde... "Zamanla nasıl değişiyor insan" demişti ünlü şairimiz. 

Sadece yüzler mi değişen; Davranışlar, beklentiler, beğeniler, akıl yürütmeler, alıştığımız değerler, ruhsal yapımız, ilişkilerimiz., dost ve arkadaşlarımız.. Ama gözler pek değişmiyor sanırım.

Hayat boyu özellikle bakışlar çok değişime uğruyor. İşin içinde yalan varsa, büyükler uyarırdı bir zamanlar: Gözlerimin ta içine bak da söyle 

Modaya uygun kara gözlükler, geniş kenarlı şapkalar, kasketler, her duruma-ortama uyan bin bir çeşit maske satılıyor dünyanın her ülkesinde. Çocukların bile kocaman gözleri kısılıyor.

Bugün karşılaştığım güzel insanlardan, iyiliklerden, can dostlardan, farkındalık ve duyarlılıklardan söz edecektim. Erteledim, sonra yazacağım.

Nasılsın dendiğinde her zaman yiyim demeye alışmışız. Ne var ne yok sorusunun karşılığı iyilik. Oysa dilimiz öyle zengin ki... 

Çok değerli bir aile büyüğümüzün defterine kaydettiği sözü okuduktan sonra, hemen ben de kaydettim: 

"Gözün kıymetini âmâ olandan/Sözün kıymetini lâl olandan/ Ekmeğin kıymetini aç olandan/ Aşkın kıymetini hiç olandan öğren." 

Daha güze, daha huzurlu ve aydınlık bir dünya özlemiyle... 

Makbule ABALI-Eğitimci 

23 Eylül 2025 -Türkiye