Bu Blogda Ara

Kasım 22, 2025

DIŞARIDAN YA DA İÇERİDEN İZLEMEK

 


Dünyalı bir insan olarak, yaşadığımız ülkenin bir bireyi olarak, ve memleketimin bir vatandaşı olarak, yurttaş olarak: Yakın ve uzak çevremi görebildiğim, duyabildiğim, anlayabildiğim, algılayabildiğim kadar izlemeye çalışıyorum. Gücümün elverdiği kadar. Zaman bulabildiğim kadar.

Bazen sisli bir anılar denizinden, bazen güz çiçeklerinin ve alacalı renklerin arasından, kimi zaman bardaktan boşalırcasına  yağan bir yağmurun ardından, bazen de pırıl pırıl parlayan güneşli  bir  günün içinden. Dışarıdan ya da içeriden, evden izlemek farklı elbette. Geçen gün hesapladık, Mersin'den Urla'ya taşınmamız neredeyse 4 yıl olacak. Zamanın akışı hızlandıkça biz yavaşlar olduk. 

Akdeniz Bölgesinden Ege Bölgesine geçiş ve uyum sağlamak biraz zaman aldı. Denizin mavisinden ormanın yeşiline yatay geçiş yaptık. İyot kokusu kadar dağ çiçeklerinin kokusuna da alışkındık. Ancak ilk yıllarımız; Ev, hastane, doktor üçgeninde alışılagelmiş biçimde sürdü. Psikologlar aynı zamanda yaşanan değişikliklerin ruhsal ve bedensel dengeyi sarsacağından söz ederler. O konuda hasta ve hasta yakınları olarak tam puan aldık sanırım. Nasılsın sorusunun kapsamına uygun yanıtlarımız var artık.

"Nasıl geçti habersiz" ünlü sanatçıların dilinde ne güzel bir şarkı adı oluvermiş. Videolarda alt yazısız dinlerseniz şarkıların tadına varabiliyorsunuz. Yapay zekâ şarkı sözlerine henüz el atmadı galiba! Genel ve kişisel denetim sağlanamayınca şarkıların alt yazıları da ebediyete göç etmiş değerli ünlülerimizin ruhunu nasıl incitiyordur kim bilir. Algıda seçicilik derdik eskiden. İlginiz oranında dikkatiniz de dağılıyor, güzel dilimizin katledilişine üzülüyorsunuz. Bir deneyin lütfen. Her şey gibi şarkılar, türküler de değişime uğruyor.

Tüm dünya ülkelerinde bu çağ, daha sabırlı ve sakin olmayı, öfke kontrolünü ve basit savunma sporlarını öğrenmeyi zorunlu kılıyor. Belki robotlar gibi duyarsız, hızlı ve dakik olmak da önemli. Teknoloji böylesine hızla yenilenirken. yeni iş alanları belirlenirken, yenik düşmemek için çok çalışmak, üretmek, sağlam, sağlıklı ve güvenilir olabilmek.

Ancak unutulmaması gereken bir şey var: İnsanı İNSAN yapan, duyarlılık, vicdan, sağduyu, hoşgörü, merhamet, empati, öngörüş, sabır, umut tükenmedikçe her çağda insanın varlığına, akıl ve yaratıcı zekâsına ihtiyaç duyulacaktır.

Makbule ABALI-Eğitimci 

22 Kasım  2025 Türkiye




Kasım 21, 2025

Karmaşık Bir Düğümü Çözmeye Çalışmak

 


Bugün güneş uzaklardan tüm cömertliğiyle ışınlarını gönderdi ülkemize. Çocukların deyişiyle aydedeyi kıskandırmış bile olabilir. Beni şaşırtan bir şey var; En mutlu ülkeler  sıralamasında Kuzey Ülkeleri sürekli ilk sıradalar. Oysa onlar güneşi öyle az görüyorlar ki. Kapalı mekanlarda gün ışığı veren lambalar kullanıyorlar. Herhalde bizim bitmez tükenmez bir enerji  kaynağımız, içimizden yansıyan bir öz cevherimiz var. Dünya mutluluk sıralamasında yerimiz giderek aşağılara kayarken, bu duruma hiç aldırmayanlar sadece çocuklar değil. En az onlar kadar yetişkin insanımız da var. 

Hepimizin bir eşref saati vardır. Tam tersine çok bunaldığımız. tahammül sınırımızın çok daraldığı, hiç kimseyle yüz yüze ya da telefonda dahi görüşmek, konuşmak istemediğimiz anlar, saatler hatta bazen günler... Geçenlerde bir arkadaşım anlatıyordu; 'Yıllardır sırtımda taşıdığım yükleri boşaltınca rahat nefes alabildim.' Telefonundan silmiş pek çok kişiyi.

Ben çok daraldığım zamanlarda çocuklara başvuruyorum. İnanın onların ilk çocukluk çağları, özellikle 3-10 yaşlar arası yaydıkları katıksız enerjiyle bazen usta psikologlardan daha etkili olabiliyorlar. Merhaba veya günaydın dediğinizde en azından cevabı sessiz bir gülümsemedir. Tokan ne kadar güzel veya saçların son model mi kesilmiş deyin, iletişim ağı kurulmuştur. Hastane asansöründe bile en etkili Günaydın veya Merhaba onlardan gelir.

Onların dünyasında yalan, iftira, dedikodu, iki yüzlülük, sahtekarlık, maskeli yüzler yoktur. Her şey olduğu gibidir. Açık, net, tarafsız, ikinci elden değil, ilk elden, aslının aynısı... O dünyada nefes aldığınızı hissedersiniz. Hatta yüzünüze tebessüm kondurulduğunu, belki şarkılarına, oyunlarına eşlik bile edersiniz. Paylaşımcıdırlar , adildirler, alaycıları, mızıkçıları dışlarlar. Kuralcıdırlar ama yasakçı değil, güven uyandırmazsanız görünmez kapıları yüzünüze kapatır, sınırlarını çizerler. 

Bütün bu nedenlerden ötürü çocukları çok seviyorum. Çıkarsız, katıksız, doğal bir sevgi bu. Yetişkinler yanlış tutum ve davranışlara büründüklerinde çocuklar  güven kaybı yaşıyor, kimlik ve kişilik değiştiriyorlar adeta. Kaliteli bir Okul Öncesi  Eğitim sağlayarak, yeterli beslenmelerini sağlayarak hiç olmazsa 7 yaşına kadar onların beden ve ruh sağlığını koruyabilsek...

Dünya Mutluluk sıralamasında daha üst sıralarda yer alabilir miyiz acaba...? 

Makbule ABALI-Eğitimci

21 Kasım 2025-Türkiye 






Kasım 17, 2025

Ünlü Şairimiz Orhan Veli'nin Dizeleriyle Dünyayı Anlamlandırmak...

 




DELİ EDER İNSANI BU DÜNYA;

BU GECE, BU YILDIZLAR, BU KOKU,

BU TEPEDEN TIRNAĞA ÇİÇEK AÇMIŞ AĞAÇ 

*****

KUŞ VE BULUT

Kuşçu amca!

Bizim kuşumuz da var,

Ağacımız da.

Sen bize bulut ver sade

Yüz paralık. 

*****

AYRILIŞ

Bakakalırım giden geminin ardından

Atamam kendimi denize, dünya güzel,

Serde erkeklik var,  ağlayamam

***** 

KIZILCIK 

İlk yemişini bu sene verdi,

Kızılcık,

Üç tane;

Bir daha seneye beş tane verir;

Ömür çok,

Bekleriz;

Ne çıkar?

İlâhi kızılcık!

***** 

HARBE GİDEN

Harbe giden sarı saçlı çocuk!

Gene böyle güzel dön;

Dudaklarında deniz kokusu,

Kirpiklerinde tuz;

Harbe giden sarı saçlı çocuk!

*****

ROBENSON

Haminnemdir en sevgilisi

Çocukluk arkadaşlarımın

Zavallı Robenson'u ıssız adadan

Kurtarmak için çareler düşündüğümüz

Ve birlikte ağladığımız günden beri

Biçare Güliver'in

Devler memleketinde çektiklerine.

*****

YAŞAMAK  I

Biliyorum, kolay değil yaşamak,

Gönül verip türkü söylemek yâr üstüne;

Yıldız ışığında dolaşıp geceleri,

Gündüzleri gün ışığında ısınmak; 

Şöyle bir fırsat bulup yarım gün,

Yan gelebilmek Çamlıca tepesine...

-Bin türlü mavi akar Boğaz'dan-

Her şeyi unutabilmek maviler içinde.

*****

ANLATAMIYORUM (moro romantico)

Ağlasam sesimi duyar mısınız 

Mısralarımda;

Dokunabilir misiniz,

Gözyaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,

Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu 

Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;

Her şeyi söylemek mümkün; 

Epiyce yaklaşmışım, duyuyorum;

Anlatamıyorum.

ORHAN VELİ 

D:13 Nisan 1914 Ö:14 Nisan 1950

Derleyen: Makbule Abalı-

17 Kasım 2025









Kasım 14, 2025

BİR ASKERİN ANISINA...

 



BİR ASKERİN ANISINA...

Bir kerpiç evde dünyaya geldi;

Soğuk bir kış gününde

Hangi gün, hangi ay bilinmez,

Hiç kimse kayıt tutmadı ki

Sağlık ocağı, ebe yoktu köyünde

Dört kızdan sonra bir oğlan, Soner

Yüzler güldü sonunda.

Okul çağı geldi, üç yıl okudu köy okulunda

Tarlada iş güç vardı.

Nişan yaptılar bir akraba kızıyla,

Sırası geldi asker oldu;

Davullar zurnalar çaldı, halaylar çekildi

Henüz 18 yaşında.

18 yıldır hayaller yaşatmış onu,

Birden tüm hayaller tuz buz oldu sanki...

Bilinmeyen, tanınmayan konuklar var kerpiç evde,

Hane halkı yasta, gözler yaşlı,

Anne-baba acılı, ama onurlu, gururlu, 

Onlar şehit ana-babası artık

Oğul nüfus kaydında, seçim tutanağında olmayacak

Tepede bir mezar taşı, adı yazıldı taşa,

Gözler yaşlı, gönüller yasta.

Davulcu zurnacı mezar kazıyor şimdi,

O gün işleri başkaydı, bugün başka...


Makbule ABALI-Eğitimci

Urla- 24 Aralık 2023


Güncelleme:  14 Kasım 2025

Ülkesi adına mücadele eden, canı pahasına savaşan tüm kahramanları saygı ve sevgiyle,  kaybettiklerimizi rahmetle, saygıyla minnetle anıyoruz.





Kasım 13, 2025

ÇOCUKLAR VE KİTAPLAR





Burnunu vitrin camına dayamış, hayran hayran camın arkasını seyreden 8-10 yaşlarında bir çocuk. Annesi içeride, o dışarıda Bir süre birlikte baktık aynı yöne. Doğrusu ben daha çok onu izledim. 

Bir kitapçı vitriniydi seyrettiği. Caddenin gürültüsü, insanların koşuşturması onu hiç ama hiç ilgilendirmiyordu. Öyle sevimliydi ki. Onu tedirgin etmemek için fotoğrafını çekemedim önce. İzin alarak çeksem doğallık bozulacaktı. Ama onun o duruşu, kitapları ilgiyle, dikkatle izleyişi beynimde yer etmiş durumda. 

Bir zamanlar doğum günlerinde verilecek en güzel hediye kitaptı. Parlak renklerle 1. hamur kağıda basılmış, en güzel resimlerle donatılmış kitaplar da değildi bunlar. Ama seyredilmez, okunurdu. Kitaplar can dostuydu çocukların. İlkokullarda bir kitap köşesi ya da kitaplık kolu mutlaka bulunurdu. 

Günümüzde kitaplar gene var. Ama görsel anlamda bilgisayarlar, tabletler, çizgi filmler, oyunlar daha ön planda. Uykuya geçmeden önce okunacak bir öykü çocuklara nasıl da iyi gelir. 

Kitaba dokunmak, kokusunu duymak, sayfalarını karıştırmak bilgisayar veya tabletin verdiği hazza eşdeğer midir? Bilgisayarlar geceleri uykuya dalmadan çocuklara kitap okuyamaz ki. Onlara canlı canlı, sesli soru da sorulamaz ki. Tekrar tekrar anlatma sabrı da yoktur bilgisayarların. Bu işi mükemmel bir şekilde başaran anneler, babalar, anneanneler, babaanneler, can dostu bir akraba, teyze, hala, dayı, amca vardır nasılsa. İyi ki varlar. 

Çocuklar kitapların sayfalarını araladıkça yeni dünyalar keşfederler. Heyecanlı, macera dolu bir yolculuktur bu. Bazen hayal alemlerinde yeni arkadaşlar edinir, yeni ülkelere doğru yol alırlar. Şimdi var mıdır acaba? Eskiden çocuk dergisi Doğan Kardeş vardı. Dopdolu bir dergi. Nasıl da merakla beklenirdi. İçinde masallar, şiir köşeleri, karikatürler, çizgi romanlar... 

Erken yaşlarda iyi yönlendirilen çocuklar sonraki çağlarda da kitaplardan kolay kolay vazgeçmiyorlar. Neyi okuyacaklarını doğru biçimde seçerek kitaplar dünyasında yol alıyorlar.

Bazı büyük kitapçılarda artık çocuklar için küçük tabureler, küçük masaların da konması ne güzel. Çocuklar için adeta küçük bir dünya, bir kitap cenneti yaratılması güzel bir düşünce. Televizyon ekranlarında büyük kentlerin kitap fuarlarında çocukları da görünce nasıl da mutlu oluyor, doğru yerdeler diye düşünüyorum. 

Günümüzde teknolojinin sağladığı yeniliklerle eskilerden çok daha kaliteli, cazip çocuk kitapları basılıyor. Ama okuma tutkusu azaldı sanki. Bazen günlük tutan, şiir yazan, hobileri olan bir çocukla karşılaşıyorsunuz. Fark yaratan her çocuk, yarınlar adına insanı mutlu ediyor. Okuyan, araştıran, düşünen, öğrendiğini paylaşan çocuklar, önyargısız, kavgasız, huzurlu bir dünyayı da daha kolay oluşturacaklar. Çocuklardan yana çok umutluyum ben.

Makbule ABALI-Eğitimci
Türkiye


DÜNYA ÇOCUK KİTAPLARI HAFTASI KUTLU OLSUN.

Kasım 10, 2025

YILLARDAN SONRA...

 

1938-2025  YILLARI ARASINDA DÜNYADA VE ÜLKEMİZDE NE BÜYÜK DEĞİŞİMLER YAŞANDI. OLAYLAR OLDU. TAHTLAR. TAÇLAR EL DEĞİŞTİRDİ.


ÇOCUKLARDA MERAK VE ÖĞRENME ARZUSU HİÇ TÜKENMEDİ. HAYALLERİNE TUTKUYLA BAĞLI OLANLAR KAZANÇLI ÇIKTILAR. 


AKIL VE ZEKÂ İLE BÜTÜNLEŞMİŞ TÜM YETENEKLER SERGİLENDİ. DEĞERLENDİRMELER YAPILDI PLANLI, SİSTEMLİ VE DÜZENLİ ÇALIŞANLAR KAZANDI.



HER 10 KASIM BİR YENİDEN DOĞUŞ GİBİ ALGILANDI. VATANINI , YAŞADIĞI DÜNYAYI DAHA İYİYE GÖTÜRME ÇABASINDA OLAN HERKESE KOLAY GELSİN.



BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK'Ü, SİLAH ARKADAŞLARINI, BU GÜZEL VATANI ÇOCUK VE GENÇLERE ARMAĞAN EDEN TÜM İYİ VE GÜZEL YÜREKLİ İNSANLARI RAHMETLE, SAYGIYLA, MİNNET VE TEŞEKKÜRLERİMİZLE ANIYORUZ. 

Makbule ABALI-Eğitimci
10 Kasım 2025 Türkiye




Kasım 08, 2025

Dere Yatağından Taşarak Akarken Günlük Yaşamdan İzler...

 


Dünya kimselere aldırmadan dönmeye devam ederken canlılar da yaşam savaşı veriyorlar elbette. Her canlının yaşama uğraşı ve çabası kendi gücü, kapasitesi, yetenekleri oranında değişiyor, gelişiyor, ya da yapamayacağının farkına varıp yenilgi ve pes etmeyle son buluyor.  Yenilgiyi kolay kolay kabul etmeyenler silahsız mücadeleyi göze alıp dimdik ayakta kalabiliyorlar. 
Çocuklar minik taşlarla beş taş oyunu oynarken bir sonraki  kuşak daha büyük taşları topluyor. Ne olursa olsun, insanın yaşadığı yörede, memleketinde yurdunda sadece çiçekler, ağaçlar değil,  taşlar bile değerlidir. Memleket hasreti; bazen bir kokudur, bazen bir tat. Bazen bir adla hatırlanır, bazen bir görüntüyle canlan zihinlerde. Kimi zaman da bir türkü ya da şarkıyla dile gelir, yankılanır ovalarda, dağlarda. Doğduğu yer bir cennettir insana. Doyduğu yer, sıralamada ikinciliği alır.
Bu yazı içgüdüsel bir şekilde içten gelen bir yazma dürtüsü ile başladı. Yatağına sığmayan dere gibi içgüdüsel bir akışla  devam ediyor. Gönülden yapılan her iş, her çaba yapanı mutlu ettiği gibi, yapılan her güzel iş, çevreye güçlü bir enerji yayıyor, ilham perilerini uyandırıyor. Gizil enerji bu olsa gerek. "Birlikten güç doğar" sözü boşuna söylenmemiş. Öyle bir güç ki dağları, taşları delebilir. İnce boyunlu narın çiçekler toprak altından yeryüzüne. merakla nasıl baş kaldırırlar hep öğrenmek istemişimdir.

Bugün de gün çabucak bitiverdi. Gün akşam oldu derdik eskiden. Bizim kuşak söz dinleyen, erken yatan çocuklardan oluşmuştu. Şarkılara bile geçmiştir: "Erken kalkarım erken yatarım, bir yumurtayı sütle çırparım. "Taptaze yumurtayı çiğ olarak bile içerdik. Küçücük kümesimizdeki tüm tavuklar gezmeyi seven tavuklardı. 
Alışkanlıklarına bağlı bir kuşaktık biz. Örneğin şimdiki kız çocuklarını saçlarını kestirmek için ikna edebilir misiniz? Neredeyse okuma çağındaki bütün kızların saçları upuzun. Çünkü TV.lerde veya Internette, dizilerde, filmlerdeki kızlar da uzun saçlı. 
Annem doğduğumda saçlarımın sapsarı olduğunu söyler. Hiç boya görmeyen saçlar da her kesimden sonra renk değiştiriyor. Böylesine gür olan saçlarım şimdi ne kadar zayıfladı. Çok güvendiğim kuaför olmazsa saçımı kestiremeyişim o yüzdendir. Bulunca da kolay değiştiremiyorum.


Bu figür ahşap, seramik veya cam, alçı gibi malzemelerle yapılmış küçük heykelciklerde çok görülür. Gençlik yıllarımızda 3 maymun olarak tanırdık. Görme-Söyleme-Dinleme-3maymun gibi denirdi.

İnsan yüzüne uygulanınca "O da çağa ayak uydurmuş" diye düşündüm. Gittiğim kuaför dükkanında görmekle inanın çok da mutlu oldum. "Kadınlara saçı kısa aklı kısa" diyenler acaba ne derler dedi iç sesim.


Makbule ABALI-Eğitimci
8 Kasım2025 Urla




Kasım 02, 2025

YAŞARKEN GÖREBİLDİKLERİMİZ. DUYABİLDİKLERİMİZ, BİLEBİLDİKLERİMİZ...

                                                             



Evrende Dünya adlı gezegende soluk alıp verirken çevremizde neler olup bittiğinin farkında mıyız?

Kim bilebilir şu anda kaç doğum, kaç ölüm gerçekleştiğini? Kimler nerede, nasıl, ne durumda? 

Kimlerin hayalleri gerçekleşti , kimler umutsuz, yorgun, ama gücünü, direncini yitirmiş değil...?


Farklı insanlar farklı yerlerde, farklı durumlarda, farklı koşullarda, aynı amaçlar doğrultusunda birlikte olabiliyorlar. Ancak farklı amaçlar doğrultusunda birbirlerini yok sayabiliyor, kıran kırana savaşabiliyorlar da...




Dünya tüm hızıyla dönmeye devam ederken küçücük odalarda sonsuz bir evrende hiç bilinmeyen, aktarılmayan sırlar da paylaşılabiliyor. İyiliğe giden yollar belirlenebiliyor, güzel kararlar alınabiliyor, güzel etkinlikler düzenleniyor. 



Bir hastanede doktor odasında kktüsler bile çiçek açıyor. 
Bir başka odada tüm çiçekler açmadan solabiliyor. İlgisiz-sevgisiz ortamlar can yakıyor. can alıyor.


İklimler  değişirken mevsimler de birbirinden gün çalıyor, yaz günü kış, sona ermiş baharlarda, tüm göz alıcı renkleriyle güz, hayatı bir başka bahar gibi yaşatıyor.


Ağaçlar da insanlar gibi . Yaşam enerjisi kaybolmamışsa yediveren gülleri, asırlık çınarlar, köklü ardıçlar, yaşlı zeytinler gibi, yara almamış yerinden çığlık atar gibi dal budak veriyor. Her kesim yeri bir başka canlı tablo gibi...




Saygının, sevginin kol gezdiği yerlerde kedilerle köpekler dahi kavgasız, dövüşsüz bir yaşamı benimsemişler. Gece havladığı için sopalarla dövülen bir canlı biraz iyileştikten sonra gene kapınıza gelip bir vefa abidesi gibi kapıda yolunuzu gözlüyor.


Dünyanın neresinde olursak olalım, farkına varmadığımız, bilemediğimiz, göremediğimiz, algılayamadığımız, anlamlandıramadığımız  öyle çok olay, olgu, durum, insan, canlı var ki... 

Yaşarken günbegün dağarcığımıza yeni kayıtlar ekliyor, duygulanıyor, düşünüyoruz. Dünya dönmeye devam ediyor.


Makbule ABALI-Eğitimci
2 Kasım 2025 Türkiye







Ekim 31, 2025

UNUTMAK- UNUTABİLMEK- UNUTAMAMAK- UNUTTURMAMAK...

 







Bazen çok eski yılları,

Yaşanmış anları, anıları, insanları,

Kelimeleri, sözcükleri, adları, nesneleri,

Kentleri, sokakları, soluk yüzlü binaları,

Unutmak dağarcığımızdakileri...

Kimi zaman yaş aldıkça, 

Beden ve organlar eskidikçe

Unutmak eski kayıtları,

Silmek bellekten anıları 

Anları, günleri, ayları, yılları...

Bazen bir hastalık, bir kaza, belki soya çekim

Beynin küçülmesi, hücrelerin yenilenmemesi

Hastalıklarla yüz yüze kalmak;

Bunama, demans, Alzheimer, Parkinson

Eskimek, eksilmek küçülmek 

Yılların ardından...

Unutmak; uyumu, sevinci, umudu 

Acıyı, kederi, yası, kaygıyı 

Zamanla, sabırla, ortaklaşa, el ele 

Karanlık bir tünelden aydınlığa 

Yol almak bazen bir arpa boyu...

Unutabilmek geçmişi, zor günleri

El yordamıyla, işaret diliyle

Bazen düşerek, bazen tutunarak

Ya da bastonla, bir ele dayanarak

Umutla, ısrarla, inatla yol aramak... 

Unutabilmek; sil tuşuna basarcasına

İnsanları, yerleri, eşyaları, 

Kokuları, sesleri, görüntüleri...

Ama unutturmamak;

Bir hayat dersi gibi iz bırakanları,

Bellekte, yürekte, gönülde kalanları.

Deneyim kazanmak her yeni yaşla;

Yüzlerde çizgiler, saçlarda aklar çoğalsa 

Kişilik değişse, kimlik kaybolsa da

Bedende kayıplar artsa da 

Unutmamak  

Unutturmamak;

Geçmişteki iyilikleri, güzellikleri,

Değerlileri- değersizlerden 

Doğruları- yalanlardan, 

Gerçekleri- sahtelerden 

Seçerek, ayırt ederek, ayıklayarak

Yitirdiklerimizi anılarla anmak.

Yıllar geçse de 

Yaşananları unutmamak 

Unutturmamak...


Makbule ABALI-Eğitimci 

Güncelleme:31 Ekim2025

 






ÇOCUKLAR CUMHURİYETİ - ŞİİRSEL


Çocukların el ele verdiği bir dünyada

Büyükler neden sırt sırta döner?

Çocuklar anlık küs- barış oynarken,

Büyükler neden yıllarca dargın kalır,

Düşman olur birbirine ?

Çocukların şarkı-türkü sesleri 

Dört bir yana yayılırken 

Neden büyüklerin silah sesleri 

Ovalarda, dağlarda yankılanır?

Bir çocuklar cumhuriyeti kurulsa; 

Büyüklerin saltanatı 

Sarsılır mı acaba?

Dünya barış içinde, sakin-huzurlu

Güllük gülistanlık olur mu acaba...?

Makbule Abalı -Eğitimci 

Güncelleme; 31Ekim  2025

                                                                       






Ekim 28, 2025

YÜZ YAŞINA ERİŞMİŞ BİR CUMHURİYET -CUMHURİYETİMİZ 102 YAŞINDA...

 


Dile kolay;  CUMHURİYETİMİZ 102 YAŞINDA.  Yüzyıl, bir asır, çok uzun bir zaman dilimi. O uzun yıllar nelere tanık oldu, neler yaşandı. kimler geldi, kimler geçti ? Her dönemin, o zaman diliminde yaşayan insanlara kazandırdığı belli davranış kalıpları, yoğun, kalıcı duygular var.  Gelişim aşamalarında, yaşadığımız topluma uyum sağlarken, birey  olmaya çalışırken  kazandıklarımız, yıllardan geriye kalan izler, birikimler... 

Yüzyıllık Cumhuriyetimizin bir dönem tanığı olmak adına dün gece ilkokul yıllarımı düşündüm:  Ta o yıllara anılarımda bir yolculuk yaptım. Neyse ki hafızam da gerçek bir dost gibi bana yardımcı oldu, pek çok şeyi hatırlamama fırsat verdi. Geldiğimiz yolu bilmezsek sonraki zaman dilimlerini nasıl değerlendirebiliriz, neye göre, nasıl önlemler alabiliriz? 

Hatırlayabildiğim kadarıyla o dönem; Aza kanaat etme, paylaşabilme, tutumlu olma, insani yönden büyüklere saygı, küçüklere sevgi gösterebilme, güven, dürüstlük, vefa, onur, hak, hukuk, adalet duygularının yoğun ve gerçekçi olarak yaşandığı yıllardı.

Atalarımız, büyüklerimiz, gerçek savaş öyküleriyle büyümüş, yıllarca askerlik yapmış , çok acı ve eziyet çekmiş , yoklukla mücadele etmiş bir neslin çocukları, torunları olarak her şeyi ince ve kapsamlı düşünürlerdi. 

Devlet Baba,  Toprak Ana, Asker Ocağı, Er Meydanı, Baba Ocağı, Ana Kuzusu, Ahde Vefa, Sorumluluk Bilinci, Vazife Anlayışı, Sadakat, Liyakat o nesillerde yerinde ve sık kullanılan sözcüklerdi.  

Bir tas sıcak çorba, bir yudum su, bir bardak dost çayı, kırk yıllık kahve,  Tanrı misafiri, adam gibi adam, helâl süt emmiş, yuvayı yapan dişi kuş,  altın kalpli, alnı pak, yüreği pak" gibi deyimler, sözcükler de ta o yıllardan belleğime kazınmış gibi adeta. Kimler bu sözcükleri, bu güzel deyişleri unutturdu bize, kimler anlamlarını değiştirdi ya da başka anlamlar yükledi? Belki yeni eklemelerle, bu anlamlı sözcüklere yeniden yer verebiliriz dilimizde. 

Milli ve Dini Bayramlar bayram gibi kutlanır, acılar yaşandığında hep birlikte yas evine gidilerek İmece usul kısıtlı  imkânlarla  hazırlanan yöresel yemekler bırakılırdı. Yere düşen ekmek parçasını hemen alır, üç kez öper, uygun bir yere koyardık. Ekmek kutsaldı. 

Yazın en sıcak günlerinde bile oruç tutmak isteyenler olurdu biz çocuklar arasında. Her şey sadelik ve içtenlik üzerine kurgulanmıştı sanki. Korkarak değil, inanarak, olması gerektiği gibi yapardık. Sevap- günah içimizde idi. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Derslerimizde de çok şey öğrendik. O dönemde fotoğraflar çekilerek yardım kolileri dağıtılmazdı ama yoksullar için adları bilinmeyen yardım melekleri, aşevleri vardı. 

Evlilikte sadakat, anlayış, vefa, dostluk esastı. Görücü usulü evlilikler çoğunluktaydı ama ayrılma boşanmalar bu kadar yaygın değildi.  Evlenme yaşı şimdikinden daha genç idi ancak  çok küçük yaşta evlendirilen kız çocukları yoktu.  Kadın sığınma evlerine de ihtiyaç yoktu sanırım. 

Ekonomik sıkıntılar aileleri sarsardı ama Orta Direk aileler ; temelden, çatıdan, yan kolonlardan, kirişlerden güç alarak ayakta kalmayı, geçinmeyi bilirdi. Tarımla, çiftçilikle uğraşan aileler biraz daha şanslıydı. Çukurova'nın verimli toprakları zor günlerde cankurtaran simidi gibi olmuş, aza kanaat eden insanları doyurmuştur. 

Adana'da doğmuş, üniversite öğrenimine kadar çocukluk ve ilk gençlik yılları Adana'da geçmiş eski bir Adanalı olarak  ne çok severim Adana'yı, sıcak iklimi gibi sıcak  dostluklarını, yöresel yemeklerini, gönülleri kadar zengin dost sofralarını. belki biraz gürültülü ancak içten söyleşilerini. 

Üniversite sonrası ilk görev yıllarım gene Adana'da başladı. Yaş aldıkça, çocukluk yılları ne kadar gerilerde kalsa da kolay kolay unutulmuyor, anılar deposundan silinmiyor. Narenciye çiçeklerinin kokusu burnunuzda, ağaçtan koparıp yediğiniz meyvelerin tadı damağınızda kalıyor. Fayton arabaların tekerlek sesi, arabacıların atlara seslenişi halâ kulaklarımda.

 Adana Namık Kemal İlkokulu  ilk eğitim yuvam sayılır. İlk dört yılım orada, son yılım da taşınmamız nedeniyle Celâlettin Seyhan İlkokulunda  tamamlandı. O yıllarda anaokulları, ana sınıfları yoktu. 

Sınıflarımız yaklaşık 40-50 kişi olurdu. Her sabah Atamızın gülümseyen yüzü karşılardı bizleri, güç alırdık. Sınıfımızda her kesimden, her yöreden arkadaşlarımız vardı. Doktor, mühendis, hukukçu, öğretmen, işçi, esnaf  her kesimden insanların çocukları. Hepimiz bir arada kardeş gibi büyüdük. Okul sadece öğretim değil aynı zamanda bir eğitim yuvasıydı. 

Önlüklerimiz tek tipti. Kocaman kurdelelerimiz, beyaz yakalarımızla adeta akla karanın temsilcileri gibiydik. Ancak her zaman griye de yer vardı. Hayal kurmasını hepimiz iyi bilirdik.  Sadece okur yazar olmadık,  dinlemeyi,  anlamayı, insan ilişkilerini, tarih bilincini, yurt sevgisini, adaletli olmayı, bilimsel düşüncenin  değerini de orada belledik. 

Her okulda Öğretmenlerden daha kıdemli bir Başöğretmen olurdu. Eğitim müfettişlerinden ayrı, okulda genel anlamda bir denetleyici. Bir arabulucu gibi işleyişten sorumlu, deneyimli bir kişi. Okullarda okuma yazma bilmeyen yetişkinler için çok yararlı  Okuma-Yazma Kursları açılırdı. Eğitimde her kademede  usta öğreticilerle yürütülen kaliteli çalışmalar sonucunda  diploma sahibi olmak bir onurdu.

Bayramlarda Belediye binası önünde yapılan  Resmigeçide en temiz, giysilerimiz, en düzenli yürüyüşümüzle katılırdık. Marşlar, bayraklar, flamalar, şiirler , günün anlam ve önemini belirten konuşmalar o törenlerin ayrılmaz bir parçasıydı. 

Coşkuyla, heyecanla kutlamalara günler öncesinden hazırlanırdık. Sınıflar renkli kâğıtlarla, fenerlerle, bayraklarla süslenir, kızlara  grapon kâğıdından  giysiler hazırlanır, kurdeleler, şeritlerle süslemeler yapılırdı. Bazen ansızın yağan güz yağmuruyla ıslanmışızdır  da o törenlerde. Aldırmazdık, yağmur bereket getirirdi. Öğleden sonra çocuk baloları düzenlenir, gece fener alaylarıyla sonlanırdı.

 Günlükler, anı defterleri birer canlı tanıktır o özel günlere... İş derslerinde yaptığımız karton kumbaralar dini bayramlarda verilecek küçük harçlıklar için bir kenarda sırasını beklerdi. Çocuklar için; tatlı dil, güler yüz, bir küçük mendil ya da çorap, birkaç  şeker her zaman kabul görürdü. 

Yaş aldıkça dinlemek kadar anlatmayı da seviyor dünkü çocuklar. Daha anlatacak öyle çok ince ayrıntılar var ki dağarcığımızda. Geçmiş zaman anlatıcıları geçmişte yaşadıklarını anlatmalılar tüm çocuklara. Sadece torunlarla sınırlı kalmamalı bu halka. Dinlemesini, gözlemesini, izlemesini  bilmeyenlerin yarınlara da güvenilir,  kalıcı katkıları olamaz. 

Başöğretmen Atatürk'ün çocuk ve gençlere emanet  ettiği Cumhuriyetimiz 100 yaşında. Yürekten kutluyoruz. O zor yıllarda bile idealist insanlarla ne güzel işler gerçekleştirildi, çok büyük başarılara imza atıldı. Bilimsel gerçeklerden uzaklaşmadan, aklın sağduyunun, hoşgörünün yol göstericiliğinde aydınlık, umutlu yarınlara ulaşabilme çabasıyla uzun yollar hedeflendi.

Yolunuz açık, hayalleriniz büyük, çalışmalarınız daim  olsun sevgili çocuklar, değerli  gençler. Sizler bizim umudumuz, güvencemizsiniz. Yarınlar sizin...

Makbule ABALI-Eğitimci

28.Ekim 2023 -Urla

Not: İki  yıl önceki yazımı güncelleyerek yayınlıyorum. 

CUMHURİYETİMİZİN 102. YILI KUTLU OLSUN.

Makbule ABALI-Eğitimci

28 Ekim 2025 Urla Türkiye





Ekim 25, 2025

HİÇ...

 


HİÇ...

Koskocaman evrende

Minicik bir nokta gibiyiz 

Yapayalnız...

Suskunuz hayallerimizde

Sessizlikte konuşuruz iç sesimizle

Rüyalarda haykırırız çığlık çığlığa...

Gökyüzüne çıksak da

Yeryüzünde gezinsek de

Bir hiçiz sonsuzlukta,

Yapayalnızız bilinmezler aleminde...

Üç nokta anlatır suskunluğumuzu

Noktalı virgüller var olduğumuzu. 

Yaralarımızı kim sarabilir, 

Yürek acılarımızı kim duyabilir 

İncitmeden...

Düşlerimiz zengindir;

Çocuklar gibi kanat çırparız gökyüzünde,

Balıklar gibi dalarız maviliklere.

Kırılmışız, incinmişiz, parçalanmışız

Paramparça... 

Makbule Abalı-Eğitimci 

25 Ekim 2025 Türkiye



Ekim 23, 2025

Hayatın İçinden...

 


Yıllar önce İstanbul Kadıköy'de küçücük bir kırtasiye dükkânından, anlamlı deyişlerle ilgili birkaç kartla birlikte bir duvar saati almıştım. Saatin üzerinde beyaz zemin üzerine "Bugünün tekrarı yok " yazıyordu. Sadece 3 sözcük. Sade, yalın, gösterişsiz. 

O saat onca yıl yaşadı, kaç kez odadan odaya, evden eve taşındı. Görevini hiç aksatmadan doğru zamanı bildirdi. Biraz sadelikten kurtulsun istedim; iğne oyasıyla işlenmiş küçük parçalar, zeytin yaprakları yapıştırdım. O, alışılagelmiş biçimde sessiz sedasız işine devam etti. Karşılaştığım bazı insanları ona benzetir, saygı duyarım. Kökleri güçlü çınar, ardıç, çam ağaçları gibi.

Günlük hayatta karşılaştığımız bazı durumlar vardır: An'ı yaşamak nasıl da önemlidir. Bir sözcükle gözleriniz ışıldar, bir davranışla gününüz kararır. Bir insan bir kurumu yüceltir, bir diğeri tüm güveninizi alır götürür. Bazı kurum ve işletmelerin adını kim koymuşsa keşke görse-bilse-farkına varsa da yeniden bir ad bulunsa der içinizdeki ses. Eski masalları düşünürüm çoğu zaman. Onlarla büyüyen kuşaklardan hiç çekinmeyin, korkmayın, tedirgin olmayın. 

"Vazgeçme, Erteleme, Üşenme" diyordu bir duvar yazısı. Derin düşününce hak veriyor insan. Pinokyonun burnunun neden uzadığını merak eden çocuklar  günümüzde de var. Neyse ki az da değiller. Kırmızı şapkalı kız, iyi eğitim görürse, korkmayı değil, kendini geliştirmeyi, akıl yürütmeyi öğreniyor.

"Söz gümüşse sükût altındır." denmişse de bir zamanlar, günümüzde mülakatlarla hangisi doğru, hangisi yanlış belirlenebilir. Nezaket ve incelik, sanatçı ve sporcu centilmenliği ile kabalık ve zorbalıkla baş edebiliyor.  Masallardaki Küçük Prens de öyle yapmamış mıydı? Hoşgörü,  iyi niyet, merhamet, vefa, sabır ve bilgelik  paylaşılırsa bir şeftali bin şeftali olabilir.

Hayatın içinden resimler sunacağım bugün. Yazımı ertelemek istemedim. Önceki paylaşımlarımdaki yorumlara zamanında cevap yazamamaktan utanç duyuyorum. Günün yorgunluğu geceye yansıyınca zamanın hızına yetişemiyor, yenik düşüyorum.

Sağlık da hastalık da, iyi gün de kötü gün de, coşku da hüzün de özür de, utanç da biz insanlar için. Ancak iyilerin, iyiliklerin çoğalmasına, karınca misali emek harcamak da neden insanlık görevimiz olmasın? 

Makbule Abalı- Eğitimci 

23 Ekim 2025-Türkiye

 







Ekim 21, 2025

Güzelliklerin, İyilerin Farkına Varmazsak, Kötüleri Nasıl Ayırt Edebiliriz...?


Blog yazmaya ilk başladığım  zamanlarda düşünce ve duygularımı yazıya aktarmaya ne kadar özen gösterirdim. Önce bir konu belirler sonra bir taslak hazırlar, teknik konularda büyük bir mücadele ile görevimi tamamlardım. Çok eski çalışma arkadaşlarımdan biri en temel okuyucum sayılırdı. Onun motivasyonu ile hemen her gün yazardım.

Halimden memnundum. Yazdıklarımı kaç kişi okuyor, bilmezdim. Kendimle ilgili vicdani ve etik bir sorumluluktu benimki. Şimdiki gibi iki parmakla ama daha yavaş yazardım. Bilgisayarı ustaca kullananlara hayranlık duyardım. O günlerde yazdığım bir yazımda "Parmaklarım beynimin hızına yetişemiyor." demişim. Artık müsvedde kullanmıyorum. Ama gene bütün düşüncelerimi olduğu gibi aktaramıyorum. Belki o yüzden, yazmaktan çok konuşur oldum bugünlerde. Gözlerim bu durumdan hoşnut, ama ben değilim... 

Duyu organlarımı yeterince kullanamadığım anlarda kendimi eleştiriyorum. Adil ve anlayışlı olmamak beni huzursuz eder. Ederdi desem daha doğru olur sanırım. Son zamanlarda biraz bencilleştim galiba. Duyu organlarıma, köklü alışkanlıklarıma, sevdiğim yakınlarıma, beni BEN yapan değerlerime haksızlık yapıyorum. Farkındayım... ama elimde değil. Normalle anormal arasındaki incelikle çizilmiş yol ayrımında gidiş gelişlerim oluyor. 

Normalle anormal arasındaki ayrım, çoğunluk tarafından kabul edilir olmaksa... Bu ayrımı yapabilenler suskun kalırsa ben kime inanacağım? Ya da siz! Evet ile hayır, doğru ile yanlış, haklı ya da haksız, çocuk ile ergen, ergen ile yetişkin, nazik ile kaba, değerli ile değersiz... Ve daha bir dolu şey arasındaki ince ayrıntının farkında mısınız...?

Düşünmeye başlayınca merkezden uzaklaşıyorum, odak noktam kayboluyor. Dengem bozuluyor, Safranbolu'daki ustanın, büyük bir sabırla, adeta gergef işler gibi yaptığı bastonla bile dayanak noktamı bulamıyorum. Canlı bastonlar destek olamadığında, hiçbir baston kurtarıcı değil.

Çok değer verdiğim, güvendiğim, derya gibi bilgisi, insana saygısı, naif kişiliği ile huzur  veren  doktorumun da dediği gibi 'küllerinden yeniden doğabiliyor insan'. Bence de öyle. Tıpkı kuşlar, çiçekler, ağaçlar, doğadaki her canlı gibi... 

Her uğraşta, her işte, her meslekte ama özellikle eğitim ve sağlıkta; anlayış, güven ve dürüstlük arıyor insan. Öncelikle farkı fark etmek ne kadar önemli... 

Makbule ABALI-Eğitimci 

21 Ekim 2025 İzmir- Türkiy








Ekim 17, 2025

ÖNCE SAĞLIK...

 



Bugün güzel bir gündü. Mevsimlerden sonbahar olmasına rağmen, gün doğumuyla gün güzel başladı. Güzel bitecek sanırım. Dünyanın diğer ülkeleriyle aramızda saat farkı var. Bazı ülkelerde hayat yeni başlıyor olabilir. Biz gece yarısına doğru yol alıyoruz. Günler kısaldı, geceler uzadı. 

Ülkemizde bütün mevsimler güzeldir. Dört mevsimi bir günde yaşayabilirsiniz. Dünya yörüngesinde dönüşünü tamamlarken,  her ülke güneşin görkemli görüntüsünden eşit ölçüde yararlanmıyor elbette. Fen Bilgisi dersinde konuyu uygulamalı olarak canlandırarak ne güzel anlatır bazı öğretmenler. Çocuklar hiç  unutmaz.

Ben en çok baharları severim. İlkbaharın coşkulu, pırıltılı, çok sesli güzelliğine karşın sonbahar da hüzünlü havası, renk karışımları, umut ve beklentileriyle gizemli bir görüntü sergiler. Oluşum ve değişimler, deneyimler kuşaklar boyu farklılaşarak sürecektir doğal olarak.


Mevlana Celaleddini Rumî bu durumu ne güzel özetlemiş:

"Şu akıp giden kum seline bak /Ne durması var, ne dinlenmesi/Bak birdenbire nasıl bozuluyor dünya/ Nasıl atıyor bir başka dünyanın temelini."

Mevsimler arasında geçiş yaparken, her baharı bir başka biçimde yaşarken "Önce Sağlık" demezsek; değişen dünyaya, sosyal çevremize, ruhsal ve bedensel yapımıza, kendi benimize de yabancı kalıyoruz... 

Makbule ABALI-Eğitimci

17 Ekim 2025 Türkiye