Bu Blogda Ara

değerler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
değerler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Eki 2024

YÜZ YAŞINA ERİŞMİŞ BİR CUMHURİYET -CUMHURİYETİMİZ 101 YAŞINDA...

 


Dile kolay;  CUMHURİYETİMİZ 100 YAŞINDA.  Yüzyıl, bir asır, çok uzun bir zaman dilimi. O uzun yıllar nelere tanık oldu, neler yaşandı. kimler geldi, kimler geçti ? Her dönemin, o zaman diliminde yaşayan insanlara kazandırdığı belli davranış kalıpları, yoğun, kalıcı duygular var.  Gelişim aşamalarında, yaşadığımız topluma uyum sağlarken, birey  olmaya çalışırken  kazandıklarımız, yıllardan geriye kalan izler, birikimler... 

Yüzyıllık Cumhuriyetimizin " bir dönem tanığı " olmak adına dün gece ilkokul yıllarımı düşündüm:  Ta o yıllara anılarımda bir yolculuk yaptım. Neyse ki hafızam da gerçek bir dost gibi bana yardımcı oldu, pek çok şeyi hatırlamama fırsat verdi. Geldiğimiz yolu bilmezsek sonraki zaman dilimlerini nasıl değerlendirebiliriz, neye göre önlemler alabiliriz? 

Hatırlayabildiğim kadarıyla o dönem; Aza kanaat etme, , paylaşabilme, tutumlu olma, insani yönden büyüklere saygı, küçüklere sevgi gösterebilme, güven, dürüstlük, vefa, onur, hak, hukuk, adalet duygularının yoğun ve gerçekçi olarak yaşandığı yıllardı. Atalarımız, büyüklerimiz, gerçek savaş öyküleriyle büyümüş, yıllarca askerlik yapmış , çok acı ve eziyet çekmiş , yoklukla mücadele etmiş bir neslin çocukları, torunları olarak her şeyi ince ve kapsamlı düşünürlerdi. 

"Devlet Baba",  "Toprak Ana", "Asker Ocağı", "Er Meydanı". "Baba Ocağı", "Ana Kuzusu", "Ahde Vefa", "Sorumluluk Bilinci", "Vazife Anlayışı", "Sadakat", "Liyakat" o nesillerde yerinde ve sık kullanılan sözcüklerdi.  "Bir tas sıcak çorba, bir yudum su, bir bardak dost çayı, kırk yıllık kahve,  Tanrı misafiri, adam gibi adam, helâl süt emmiş, yuvayı yapan dişi kuş,  altın kalpli, alnı pak, yüreği pak" gibi deyimler, sözcükler de ta o yıllardan belleğime kazınmış gibi adeta. Kimler bu sözcükleri, güzel deyişleri unutturdu bize, kimler anlamlarını değiştirdi ya da başka anlamlar yükledi? Yeni eklemelerle bu anlamlı sözcüklere yeniden yer verebiliriz dilimizde. 

Milli ve Dini Bayramlar " bayram" gibi kutlanır, acılar için hep birlikte yas evine gidilerek "İmece usulü" kısıtlı  imkânlarla  hazırlanan  yöresel yemekler bırakılırdı. Yere düşen ekmek parçasını hemen alır, üç kez öper, uygun bir yere koyardık. Ekmek kutsaldı. Yazın en sıcak günlerinde bile oruç tutmak isteyenler olurdu biz çocuklar arasında. Her şey sadelik ve içtenlik üzerine kurgulanmıştı sanki. Korkarak değil, inanarak, olması gerektiği gibi yapardık. Sevap- günah içimizde idi. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Derslerimizde de çok şey öğrendik. O dönemde fotoğraflar çekilerek yardım kolileri dağıtılmazdı ama yoksullar için adları bilinmeyen yardım melekleri, aşevleri vardı. 

Evlilikte sadakat, anlayış, vefa, dostluk esastı. Görücü usulü evlilikler çoğunluktaydı ama ayrılma boşanmalar bu kadar yaygın değildi.  Evlenme yaşı şimdikinden daha genç idi ancak  çok küçük yaşta evlendirilen kız çocukları yoktu.  Kadın sığınma evlerine de ihtiyaç yoktu sanırım. Ekonomik sıkıntılar aileleri sarsardı ama "Orta Direk" aileler ; temelden, çatıdan, yan kolonlardan, kirişlerden güç alarak ayakta kalmayı, geçinmeyi bilirdi. Tarımla, çiftçilikle uğraşan aileler biraz daha şanslıydı. Çukurova'nın verimli toprakları zor günlerde cankurtaran simidi gibi olmuş, "Aza kanaat eden" insanları doyurmuştur. 

Adana'da doğmuş, üniversite öğrenimine kadar çocukluk ve ilk gençlik yılları Adana'da geçmiş eski bir Adanalı olarak  ne çok severim Adana'yı, sıcak iklimi gibi sıcak  dostluklarını, yöresel yemeklerini, gönülleri kadar zengin dost sofralarını. belki biraz gürültülü ancak içten söyleşilerini. Üniversite sonrası ilk görev yıllarım gene Adana'da başladı. Yaş aldıkça, çocukluk yılları ne kadar gerilerde kalsa da kolay kolay unutulmuyor, anılar deposundan silinmiyor. Narenciye çiçeklerinin kokusu burnunuzda, ağaçtan koparıp yediğiniz meyvelerin tadı damağınızda kalıyor. Fayton arabaların tekerlek sesi, arabacıların atlara seslenişi halâ kulaklarımda.

 Adana Namık Kemal İlkokulu  ilk eğitim yuvam sayılır. İlk dört yılım orada, son yılım da taşınmamız nedeniyle Celâlettin Seyhan İlkokulunda  tamamlandı. O yıllarda anaokulları yoktu. Sınıflarımız yaklaşık 40 kişi kadar olurdu. Her sabah Atamızın gülümseyen yüzü karşılardı bizleri, güç alırdık. Sınıfımızda her kesimden, her yöreden arkadaşlarımız vardı. Doktor, mühendis, hukukçu, öğretmen, işçi, esnaf  her kesimden insanların çocukları. Okul sadece öğretim değil aynı zamanda bir eğitim yuvasıydı. 

Önlüklerimiz tek tipti . Kocaman kurdelelerimiz, beyaz yakalarımızla adeta akla karanın temsilcileri gibiydik. Ancak her zaman griye de yer vardı. Hayal kurmasını hepimiz iyi bilirdik.  Sadece okur yazar olmadık,  dinlemeyi,  anlamayı, insan ilişkilerini, tarih bilincini, yurt sevgisini, adaletli olmayı, bilimsel düşüncenin  değerini de orada belledik. Her okulda Öğretmenlerden daha kıdemli bir Başöğretmen olurdu. Eğitim müfettişlerinden ayrı, okulda genel anlamda bir denetleyici. Bir arabulucu gibi işleyişten sorumlu, deneyimli bir kişi. Okullarda okuma yazma bilmeyen yetişkinler için "Okur Yazarlık Kursları" vardı.

Bayramlarda Belediye binası önündeki Resmigeçide en temiz, giysilerimiz, en düzenli yürüyüşümüzle katılırdık. Marşlar, bayraklar, flamalar, şiirler , günün anlam ve önemini belirten konuşmalar o törenlerin ayrılmaz bir parçasıydı. Coşkuyla kutlamalara günler öncesinden hazırlanırdık. Sınıflar renkli kâğıtlarla, fenerlerle, bayraklarla süslenirken bazen kızlara  krapon kâğıdından  giysiler hazırlanır, kurdeleler, şeritlerle süslemeler yapılırdı. Bazen ansızın yağan güz yağmuruyla ıslanmışızdır  da o törenlerde. Öğleden sonra çocuk baloları düzenlenir, geceler fener alaylarıyla sonlanırdı. Günlükler, anı defterleri birer canlı tanıktır o özel günlere... İş derslerinde yaptığımız karton kumbaralar dini bayramlarda verilecek küçük harçlıklar için bir kenarda sırasını beklerdi. Çocuklar için; tatlı dil, güler yüz, bir küçük mendil ya da çorap, birkaç  şeker her zaman kabul görürdü. 

Yaş aldıkça dinlemek kadar anlatmayı da seviyor "dünkü çocuklar." Daha anlatacak öyle çok ince ayrıntılar var ki dağarcığımızda. "Geçmiş zaman anlatıcıları" geçmişte yaşadıklarını anlatmalılar tüm çocuklara. Sadece torunlarla sınırlı kalmamalı bu halka. Dinlemesini, gözlemesini, izlemesini  bilmeyenlerin yarınlara da güvenilir,  kalıcı katkıları olamaz. Başöğretmen Atatürk'ün çocuk ve gençlere emanet  ettiği "Cumhuriyetimiz" 100 yaşında. Yürekten kutluyoruz. O zor yıllarda bile ne güzel işler gerçekleştirildi, büyük başarılara imza atıldı. Bilimsel gerçeklerden uzaklaşmadan, aklın sağduyunun, hoşgörünün yol göstericiliğinde aydınlık, umutlu yarınlara.

Yolunuz açık, hayalleriniz büyük, çalışmalarınız daim  olsun sevgili çocuklar ve gençler. 

Makbule ABALI-Eğitimci

28.Ekim 2023 -Urla

Not: Bir yıl önceki yazımı güncelleyerek yayınlıyorum. Saygılarımla.

CUMHURİYETİMİZİN 101. YILI KUTLU OLSUN.

Makbule ABALI-Eğitimci

26 Ekim 2024-Urla





31 Ağu 2024

AĞAÇ EV SOHBETLERİ- 158- ÇOCUKLUK...


Bloglarda "Ağaç Ev Sohbetleri " adıyla anılan uygulamayı seviyorum. Her hafta Pazartesi günü bir konu belirleniyor , o konuda fikir alışverişi yapılıyor. Bu haftaki konuyu Taha Akkurt arkadaşımız belirlemiş. İlginç bir konuydu. Hafta bitmeden ben de yazmak istedim:

"Çocukluğunuza dair neler hatırlıyorsunuz ? Nasıl bir çocuktunuz? "

Çocukluktan söz etmeyi seviyorum. Geçmişe bir vefa borcu gibi. Güzel şeyleri hatırlamak iyi geliyor insana. Amaç; bugünü unutmak değil,  geçmişin izlerini aktarmak, deneyimleri tazelemek. Yeni kuşakları daha gerçekçi olarak anlayabilmek hatta  tanıyabilmek için de bu gerekli. 

Atalar genel anlamda  söylemişler: "İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur. " Görüşler, yargılar, fikirler , davranışlar yılların ardından her ne kadar değişime uğrasa da uzmanların da benimsediği bir gerçek var: "Genlerle, doğal, sosyal ve kültürel çevrenin etkisiyle 7 yaşına kadar çocukların  kazandığı kişilik yapıları pek değişmiyor." 

"Şanslı çocuklardık" diye düşünürüm zaman zaman. "Orta direk" ailelerin çoğunlukta olduğu, zenginlerle yoksullar arasında henüz uçurumların olmadığı, insanların birbirine çıkarsız dost olduğu, güvendiği, idealist öğretmenlerin yeterli sayıda olduğu bir ortamda mutsuzluktan söz edilebilir mi? Dünya güzeldi. 

Sevgiyi, saygıyı çok yoğun yaşadık. Karma Devlet Okullarında farklı sosyal çevrelerden arkadaşlar edindik. Bazı yoksul arkadaşlarımın  arasında giysilerim farklı olduğunda çok üzüldüğümü, onları giymekten kaçındığımı  hatırlıyorum.  

İlk çocukluğumu üç kelime ile özetlerdi annem :"Sakin, uslu, güzel bir bebektin."   Onun ilk çocuğu, ilk göz ağrısı  idim. Ama "abla" olmak çok da kolay değildi. Hep özverili, hep paylaşımcı, hep düşünceli olmak zorundaydı ablalar. Bazen düşünürüm; " Ailemiz içimize sanki iyilik tohumu ekmiş" derim. İyilikler kötülüklerle çatışınca çok büyük hayal kırıklıkları yaşanıyor. Aslında o kuşak belki de bu yüzden duygusal anlamda çok acı çekti. 

Merhamet duygumuz yoğundu. Bir çöreği  bazen sekiz ya da  on parçaya  böldüğümüz, bir portakalı  dilim dilim paylaştığımız zamanlar olurdu. Pahalı oyuncaklarımız değil, bez bebeklerimiz vardı. En yaramaz arkadaşlarımız sınıfta kağıt tan yaptıkları uçurtmaları uçuranlar olurdu. 

Milli Bayramlarda sınıflarımızı renkli kağıtlarla süslerdik. Renkli ince krapon kağıtlardan bayram elbiseleri hazırlanırdı. Bir gün tören günü ansızın yağan yağmur kâğıttan yapılmış elbiselerimizi ıslatmış, emeklerimizi nasıl da harcamıştı. O komik görüntülere  bile çocuksu duygularla gülmüştük. 

Tutumlu çocuklardık. Okulda iş derslerimiz vardı. Kartondan kumbaralar yapar, harçlıklarımızdan biriktirirdik. Bebek elbiseleri dikmeyi, yama yapmayı, sökük onarmayı hep okulda öğrendik. Hayat Bilgisi derslerinde ıslak pamuklar arasında nohut, fasulye çimlendirerek, üretmeyi öğrendik. 

Temizlik aranılan bir değerdi. Her pazartesi okulda beyaz mendiller ellerimizde, tırnak temizliği kontrolünden geçerdik. Kitaplar defterler önce kaplanır, etiketlenir, sonra kullanılırdı. Defterlere özenle kenar süsleri yapılırdı. Kutlama kartlarını bile kendimiz hazırlardık. Yaratıcılık kabul görürdü.

Renkli boyalı kalemler çok çeşitli olmasa da dayanıklı kurşun kalemlerimiz vardı. Sanata, çizime yatkın eller öyle çoğaldı. Karikatürler, gülmece dergileri olumsuz zamanlarda bile dik durup gülebilmeyi sağlamıştır.

Cep telefonları yoktu tabii. Ama oyunlarımızda kibrit kutularından telefonlar oluştururduk. Duvar yazılarının belki en güzelleri, en anlamlıları o dönemlerde yazıldı: "Oku oku yaz / Okul açıldı/ Ali Ayşe'yi seviyor..." Günlüklerin en duygusalı, en sadesi o dönemlerde tutuldu. "Bana kalbin kadar temiz bu sayfada bir yer ayırdığın için... Sepet sepet yumurta sakın beni unutma.

Anlamsız kısacık mesajlar yerine uzun mektuplar  vardı tabii. Çocukluk bu ya; meraklıydık da. Babamın anneme yazdığı buram buram sevgi, özlem kokan mektupları nasıl unuturum... İnci gibi bir el yazısıyla, bazen de ilkokul döneminde öğrendikleri eski Türkçe ile yazılmış mektuplar... Okuyamadıklarımız oldu tabii.

Küçük bir kutuda, pembe bir kurdeleyle bağlanmış, kurutulmuş çiçeklerle süslenmiş upuzun mektuplar. Sanırım hayatımdaki en büyük suç, o mektupları annemden gizli okumak olmuştur. Ama gene de kardeşlerimle vicdanımız elvermedi, bir gün itiraf ettik. Bir suçlu gibi ezik, yüzümüz kızarmış... 

O zamanlar beden ruha uyardı; yüzlerimizin kızarması, gözlerimizin sulanması, utanma özelliğimiz  vardı. Gerçek duygularımızı gözlerimiz anlatırdı, yalan söylemek, aldatmak ayıptı. Belki de ondandır bu çağa kolay kolay uyum sağlayamayışımız... 

Özür dilemeyi, gerekirse bağışlamayı bilirdik. Bir demet kır çiçeği affedilmek için yeterdi çoğu zaman. Kitaplar en güzel hediyeydi. Ve okumak, yazmak bir tutku. Çocukluk düşleri yılların ardında kaldı. Sadece çocukluk değil, zamanla pek çok değer de, insanlar da  yitirildi. Belki de "Toplumsal bellek zayıflığımız" da unutmaları, vefasızlıkları hızlandırdı. 

Geriye kalan; anılar... anılar... anılar...

Makbule Abalı-2022  

Kısa Bir Not. Bir zamanlar yazdığım bu yazımı küçük düzeltmelerle yeniden yayınladım. 2024 Urla-M.A




Çocukluk: Makbule ve Rasime 






8 Oca 2024

AĞAÇ EV SOHBETLERİ- 229- KAZANÇLARIMIZ-KAYIPLARIMIZ

 


Bloglarda her hafta devam eden Ağaç Ev Sohbetleri'nin 229. haftasındayız. Bir etkinliğin uzun soluklu oluşu sevindiriyor insanı. Belki de yılların ötesine taşınması gereken öyle çok şeyden vazgeçildi ki, uzun zamana yayılan güzel şeyler mutlu ediyor insanı. 

Bu haftaki konumuz: Geçen yıllar, duygu, düşünce ve fikirlerinizde nasıl bir değişim yarattı? Kişiliğinizde, kimliğinizde yükselen veya alçalan değerler, kazançlarınız, kayıplarınız neler oldu?

Doğumdan ölüme yaşadığımız her yıl, kazançlar ve kayıplar hanesine bir  şeyler bırakıyor. Yaşam boyu bir gelişim ve değişim devam ediyor. Hayatın iniş çıkışları arasında bir denge kurulamadığında uyumsuzluklar da kaçınılmaz oluyor. Hayat her şeye hazırlıklı olmayı zorunlu kılıyor. Alıştığımız düzen aynı biçimde devam etmediği gibi çeşitli sıkıntılar, rahatsızlıklar, hayal kırıklıkları günlere damgasını vuruyor. 

Yıllar boyu çok şeye tanıklık etmiş bir insan, bir sade vatandaş olarak; kadın, anne, eş, öğretmen kimliklerimle , çevreye duyarlı, hassas, gözlemci özelliklerimle, değerler grafiğimdeki  iniş çıkışları vurgulamaya çalışacağım: Hassas bir yapınız varsa, olaylardan, kişilerden çabuk etkileniyorsanız,  mutluluk da, mutsuzluk da çok küçük şeylerle kılık değiştiriyor, hassas bir terazinin dengesi gibi yön bulmaya çalışıyor. 

Ünlü şair Cahit Sıtkı Tarancı 35 Yaş Şiirinde ne güzel dile getirmiş:

"Zamanla nasıl değişiyor insan!

Hangi resmime baksam ben değilim.

Nerde o günler, o şevk, o heyecan

Bu güler yüzlü adam ben değilim;

Yalandır kaygısız olduğum yalan. "

"Kişi yedisinde neyse yetmişinde de o'dur. "dese de eskiler, değişim hayatın olmazsa olmazlarından. 

Nelerin - nasıl değişeceği kişinin iradesine, karakterine, sosyal çevresine, çevresindeki uyaranlara bağlı.

İyi ki değişmedi dediğim temel duygularım; sevgi, doğallık, içtenlik, vefa, sadakat, dürüstlük oldu... 

Bizim kuşak demokrasiyi tam anlamıyla okullarda yaşadı. Eski siyah-beyaz fotoğraflar tanıktır; sınıfımızda her yöreden,  her kesimden arkadaşlarla birlikte öğrenim gördük. Kimin okuldan yardım aldığını hiç bilmedik. Tek tip önlüklerimizle, dili, dini, ırkı, rengi hiç sorgulamadan birbirimizle arkadaşlık ettik. Kullandığımız eşyalar, kitaplar, defterler, kalemler, çantalar, ayakkabılar birbirinden çok farklı değildi. Sınıf başkanını bile  hilesiz oylarımızla biz seçtik,  fikre saygıyı öğrendik. Kimsenin ayrım yapmasına , farklı davranmasına izin vermedik. 

Aşağılamak, küçümsemek, alay etmek ayıptı, mızıkçılara hoşgörülü davranmadık. Paylaşmayı bilirdik, giysiler, kitaplar büyük kardeşten küçük kardeşe kalırdı. İsraf haramdı, bankaların bile kredi kartları değil, kumbaraları vardı. Yerli malı, yerli ürün kullanma alışkanlığımız vardı. Ne mutlu bize; ülkemizin işler durumdaki fabrikalarının bacalarını tüterken görebilen bir kuşak olabildik. Fabrikalarımızı okul gezilerimizle tanıdık, kullandığımız ürünleri üreten emekçileri derslerimizde kaynak kişi olarak dinledik. Hayat Bilgisi derslerinde ilk 10 dakika güncel konular işlenirdi. Küme çalışmaları; dinleme, anlatma, okuduğunu anlama, kaynak tarama, soru sorma, eleştirme konularında çok geçerli idi. 

Ortaokul biterken tüm derslerden bir bitirme sınavına girip diploma aldık. Genellikle notlarımızdan, sınavlarımızdan kuşku duymazdık. İtiraz hakkımız vardı. ÖSYM (Öğrenci Seçme Yerleştirme Merkezi) en saygın kuruluşlardan biri idi. Sınav sonrası sorular gazetelerde yayınlanırdı. Sorular Ölçme ve Değerlendirme kurallarına uygun hazırlanırdı. Zamanında açıklanan sonuçlarda 100 tane Birinci, 500 tane İkinci çıkmazdı. 

Son yıllarda yaşadığım  en yoğun duygular; Güvensizlik, hayal kırıklığı ve şaşırma.

Belki güven içinde büyüdüğümüzdendir, kişiliğimizden ödün vermeden insanlara çoğunlukla sevgi- saygı sınırları içinde yaklaştık, inandık, güvendik. Sanırım büyük hayal kırıklıklarımız, olaylar karşısında şaşkınlığımız o yüzdendir. Biraz geç oldu ama hayır demesini öğrendim. Güven kaybı, her çalan telefona cevap vermemeyi, her gülen yüze inanmamayı da belletti. Gene de insan sevgisi içimize öyle işlemiş ki öfkeden, kinden, intikamdan hep uzak kalıyoruz. Merhametsiz olmak imkânsız. İnsan sıcağı, insani duygular hep yakınımızda. Telefonlardaki mekanik seslere alışamadık. Depremlerde, en zor zamanlarda bile insana ulaşamayan yüksek teknolojiye halâ kuşkuyla bakıyorum. Robotlar, yapay zekâ henüz bana çok uzak. 

Pek çok sözcüğün, pek çok kurumun öylesine içi boşaltıldı ki; duyduklarımıza inanamadık, şaşırdık, yanlış bilgilendirme sandık. Gerçekler acı verdi, pek çok kişiye, kuruma, mesleğe saygımızı yitirdik. Hayal kırıklıklarımız çok büyük oldu. Kaç Milletvekili, kaç Bakan adı var aklınızda?  Kaç Bakan kendi alanındaki sorulara net cevap verebilir?  Danışmanlara nasıl ulaşılır? Meclisteki kavgalar çocuklara da yansıdı, oysa onların iyi örneklere ihtiyaçları var.  Bir zamanlar "Büyüyünce ne olacaksın? " dendiğinde öğretmen, asker, vali, kaymakam diyen kaç çocuk var çevrenizde? Neden hukukçu ya da psikolog olmak istiyorlar? Uluslararası genel Bilgi- başarı-okuduğunu anlama, yorumlama testlerinde neden en gerilerdeyiz? Ne gibi önlemler aldık, uzun zamanlı planlar hazırlayabildik mi?

"Yalan söyleyeni dokuz köyden kovarlar." ,  "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar."  Atasözlerinin yıllarca geçerli olduğu bu ülkede inanılır, güvenilir kaç politikacı kaldı?  "Gitmesek de, gelmesek de o köy bizim köyümüzdür . " diyenler zor günlerde nerelerde olurlar? Kendi görüşünde olmayanlara yardım elini uzatmayanları,  toplum yararına en gerekli kararlara evet oyu vermeyip ısrarla hayır denmesini, spora bile siyaset karıştırılmasını yadırgıyoruz. Oysa Milli maçlarda tüm ülke, birlik - beraberlik sevincini tadardı. 

 Parasız yatılı okulların, öğretmen yetiştiren kurumların okullarda laboratuvarların, mahallelerde çocuk parklarının, kütüphanelerin, öğretmen evlerinin, dinlenme kamplarının kapatılmasına üzülüyor, cezaevlerinin, kadın sığınma evlerinin çoğalmasını yadırgıyoruz. Üniversite sayıları artarken  bilimsel yayınların azalması, en iyi üniversitelerimizin dünya sıralamasında alt sıralara düşmesi,  diplomalı işsizlerin çoğalması bizi üzüyor.  Ödül ve cezanın, övgü ve yerginin, liyakatin, demokrasinin gerçek anlamlarını bilen, uygulayan, hata yaptığında özür dileyip yanlışının farkına varan insanları arıyoruz. 

Sosyal Medyada, Basın Yayın Organlarında, haberlerde sadece kötülerin, kötülüklerin sergilenmesini değil, gerçekçi olarak güzel haberlerin de vurgulanmasını bekliyoruz. Toplumun bir yansıması olan olumsuz programların, film ve dizilerin denetlenmesini  artan kaygılarımızla gönülden istiyoruz. Yarışmalar, tartışmalar, eğitici, öğretici yayınlar, kaliteden ödün vermeyen çalışmalar neden tekrar gündeme gelmesin? Tüketim toplumu değil, üreten, sadece paraya itibar etmeyen, gösterişten, abartılmış sözlerden, davranışlardan uzaklaşan, kuralsızlıklara göz yummayan, ama yasalar çerçevesinde eleştiren, kınayan, beklentileri olan kişiler olabilmek... 

Geçmişten günümüze yol alırken kazançlarımız- kayıplarımız bizi kaygılandırıyor, çocuklarımız ve gençlerimiz için sağlıklı kararlar almamızı engelliyor. Cumhuriyetimizin 100. yılında biz böyle umutsuz, çaresiz, korunaksız olmayı hak eden bir toplum değiliz. Eğitim ve sağlık Kurumlarımıza, Yargıya, Adalete, Ekonomiye ve hepsinden önemlisi İNSAN'a yeniden güveni nasıl, ne kadar sürede hangi kaynaklardan sağlayabileceğiz ? Hayallerin gerçekleşmesine nasıl katkıda bulunabileceğiz, değerlerimize nasıl sahip çıkabileceğiz ? Kayıplar çoğaldıkça dengeler de bozuluyor, ruhsal ve bedensel sağlığımız fire veriyor. 

Ünlü bilim İnsanı Albert Einstein " Umudunu kaybetmiş olanın başka kaybedecek şeyi yoktur "diyor. 

Başöğretmen Atatürk'ün deyişleri her zaman kulağımızda: "Çocuklarımızı ortak düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça  ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimi düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız. " 


Makbule ABALI

8 Ocak 2024


Not: Bugüne kadar Bloglarda  "Ağaç Ev Sohbetleri " konusunda emeği geçen, katkı sağlayan tüm arkadaşlarımıza çok teşekkürler. 

Geçmiş konuları burada bulabilirsiniz. 



5 Eki 2010

Yarınlarda var olabilmek...

Hayat akıp giderken geriye dönüp baktığımızda, ne çok şeyi unuttuğumuzun farkına varıyoruz. İnsan, doğası gereği kendisini mutsuz eden şeyleri pek hatırlamak istemiyor; belki bir savunma mekanizması, belki bir kaçış, belki de yaşamı daha kaygısız, daha rahat geçirme çabası... 

Hatırlamalar-unutmalar kişiye göre değişse de, toplumsal hafızaya kaydedilmesi-unutulmaması gereken ne çok olay, insan ya da değer var. Çocukluktan beri pek çok gereksiz bilgiyi, olayı, belleklerimize depoladığımız için mi çabuk unutuyoruz acaba? Zamanında kaç uzak ülkenin nüfusunu, yüzölçümünü, tüm madenlerini, en ayrıntılı şekilde savaşlarını bile öğrendik. Oysa onlar değil haritada yerimizi göstermek, varlığımızdan bile habersizdiler.

Belki o yüzden kendi değerlerimizi, insanımızı unuttuk.; Her "depremle" daha çok sallandık, yaraları sarmak yerine acıya tuz bastık. Maçlarda oyunlarda bile ortak sevinçler yaşayabilirken, bizim gibi düşünmeyeni-komşumuzu, yakınımızı, eski dostumuzu, arkadaşımızı-saf dışı ettik... Acaba o yüzden mi eskiden hiç kutlamadığımız, anmadığımız nice gün girdi hayatımıza; sevgililer günü olmasa insanlar birbirini hiç sevmez miydi, dedeler günü olmasaydı, çocuklar dedelerini aramaz mıydı...? 

Her şeyi genelleştirirken özel değerlerimizi, insani özelliklerimizi yitirdik belki de. İçten olmayan göstermelik kutlamalar, zoraki alışverişler, yapay davranışlar hangi özel günü "özel" kılabilir...? Ancak her konuda; daha iyiye ulaşabilme çabaları, daha güzel umutlar, sorunlara yönelik çözümler, "özel insanların" çoğalmasına katkıda bulunabilir. 

"Özel günler" özellikle; dünyanın karmaşasında yitirdiğimiz değerleri, unuttuklarımızı, unutturulanları, insanca duyguları, yeniden anmaya, hatırlamaya yol açması açısından güzel. Ancak keşke bir gün anıp ya da kutlayıp sonra günlerce-yıllarca unutmasak; genel konuları, özel insanları, insani değerleri..."Gündem dışı" sayıp  geride bıraktığımız her şey, bir kördüğüm gibi yeniden bizi çözümsüz sorunlara, çıkmaz sokaklara sürüklüyor.

Bugün "Dünya Öğretmenler Günü"... Eğitime emek veren insanlar için, öğretmenler için, "özel bir gün"... Yalnız bir gün değil, her gün, yıllarca, "eğitim" adına güzel şeyler olsun istiyor insan; kendini-çevresini, dünü- bugünü sağlıklı değerlendirip-eleştirebilen, çağdaş-bilimsel düşünebilen gençler yetişsin, yetiştirilsin umuduyla yarınları düşünmek istiyor... 

Her özel gün; sizin için, bizim için, hepimiz için "özel, değerli  ve kalıcı" olsun. Hayata anlam katsın...

Makbule ABALI