Günler, aylar, yıllar nasıl da hızla akıp geçti. Daha dün gibi.. Günleri, ayları, yılları saymaya başladığınızda içinde bulunduğunuz gerçek zaman dilimini algılıyor, şaşırıyorsunuz. O yüzden "akıl sağlığı" ile ilgili testlerde öncelikle bireylerin "zaman ve mekan" kavramları değerlendiriliyor: "Bugün günlerden ne, hangi aydayız, yıldayız, neredeyiz?"
Belleğimiz gençken ne kadar güçlü ise, yaş aldıkça o denli zayıflıyor. Nelerin unutulup, nelerin hatırlanacağı keşke insanoğlunun elinde olsa. Yaşantımız boyunca hiç unutmadığımız anılarımız var; tazeliğini hiç yitirmiyor sanki, yıllar etkisini azaltmıyor, aksine pekiştiriyor. Adeta her şey bir çağrışım zincirinde ardı ardına sıralanıyor. Çevremizdeki bir obje, bir ses, bir olay, bir insan bu anılara yeni anlamlar yükleyerek güç kazandırıyor.
Zamanın akışı içinde, çok sevdiğiniz bir yakınınızın kaybı, sizi yeniden-yeniden düşünmeye itiyor. Zaman tünelinde hayali bir yolculuk içinde, olayların yeniden bir değerlendirmesini yapıyorsunuz. Kendi kendinizle konuşur gibi, kendinizle hesaplaşır gibi hayatı yeniden sorguluyorsunuz...
Alzheimer hastası olan annem, 8 Aralık 2008 günü aramızdan ayrıldı. Kayıpların, acıların ardından yaşam gene devam ediyor bir başka biçimde. Alzheimer'in tüm acımasızlığına rağmen ailece hepimiz epey mücadele verdik. Zor günlerde el ele olmak değil midir insanı güçlü kılan?
Annem... Bizler çocukluğumuzda, gençliğimizde tahammüllü olmayı, sabretmeyi, hastalara, yardıma ihtiyacı olanlara yardımcı olmayı senden öğrendik. Geçirdiği felç ve trafik kazası sonucu on yıl yatağa bağımlı yaşayan babama nasıl da bebek gibi bakmıştın. "Öğrendiğimiz gibi" biz de aynı özeni sana göstermeye çalıştık.
Hastalığının ilk yıllarıydı. Çok sevdiğin ortanca kızını- kız kardeşimi- kaybettik. Acı veren anılar otomatik bir biçimde bilinçaltına itiliyor demek ki. O'nun ölümü, belleğinde hiç kayda girmedi. "Rasime neden uğramıyor?" diye sorduğunda; "İşleri bitince gelecek" derdik. Nasıl da çabuk ikna olurdun. "Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer" demiş eskiler, öyle gerçekten...
Anlattıkların, öğrettiklerin, paylaştıklarınla sanki gene hep bizlerlesin, yanımızdasın. Ne çok anı var belleklerimizde: Bayram günleri bembeyaz dantelli örtülerle, çiçekli sofralarda hep birlikte güne başlamak nasıl da güzeldi. Oysa bir bayram günü kaybettik seni. Adetlerimizi yaşatıyoruz. Her bayram eksiklerimizle kuruluyor gene sofralar. Özel günler, yıl dönümleri hep kutlanıyor, alışkanlıklarımızı sürdürüyoruz. "Her şeye rağmen hayatı sürdürmek, direnmek gerek". Senin hep söylediğin gibi...
İnsan hayatının başlangıcında, bebeklikte, çocuklukta önce oyunlar vardı. Hayatın son aşamasında da oyun; rahatlatıcı, sakinleştirici olarak rol alıyor. Bulvardan geçen arabaları sayma oyununu artık oynamıyoruz. Zaten arabalar da sayılamayacak kadar çoğaldı. O zamandan bu zamana çok şey değişti. Fincanın altına yüzük saklayıp bulma oyununu şimdiki çocuklar bilir mi acaba? Onlar için bilgisayar ekranlarında başka oyunlar gözde artık. Oyunların içinde de, dış dünyada da her yerde savaş hüküm sürüyor.
Yıllar boyu, kendini iyi hissettiğin zamanlarda sevdiklerine şiir okuma alışkanlığını hep sürdürdün. Köklü alışkanlıklar ya da sevilen uğraşılar insan belleğinde uzun süre kalıyor demek ki. Vurgulamalarıyla, tonlamalarıyla şiirlerin hakkını vererek nasıl da güzel okurdun. Tevfik Fikret'ten, Faruk Nafiz'den, Rıza Tevfik'ten onlarca dize... Sözün bittiği yerde şiirler de bitti...
Mezar taşına da sığabildiği kadar Rıza Tevfik'in o çok sevdiğin "Uçun Kuşlar" şiirinden dizeler yazdırdık;
"Uçun kuşlar uçun doğduğum yere;
Şimdi dağlarında mor sümbül vardır.
Ormanlar koynunda bir serin dere,
Dikenler içinde sarı gül vardır..."
Hastalıklarda müziğin gerçekten ruhsal terapi etkisi var. Eski tangoları dinlemek nasıl da sakinleştirici idi; "Kemanımla ona bir ses verebilseydim eğer, bu sesimle ona ersem bana dünyaya değer." Alzheimer'ın son evrelerinde şarkılar, tangolar yerini ninnilere bırakmıştı. Dünyanın her yerinde ninnilerin ezgisi birbirine çok benziyor. Kullanılan dil değişse de, rahatlatıcı-sakinleştirici etkisi hep sürüyor.
Çevremdeki Alzheimer hastalarını ve hasta yakınlarını artık çok daha iyi anlıyorum. Empati öyle yararlı ki. Güler yüz, sakin bir ses tonuyla konuşma, dokunma, elini tutma, hastalarla sağlıklı iletişim sağlamanın temel yolları. Çocuklar da öyle değil midir, kendilerini seveni bilirler, inatlaşmak çözümsüzlüktür.
Hastalıklarla savaşmak çok zor olmasa da, adeta sevdiklerimizin elimizden kayıvermesi, onların tükenişlerini görmek asıl yıpratıcı olan. Sonbahara hazırlanırken amansız bir kışa yakalanmak, doğa kanunlarıyla baş edememek. Kazanılmış becerilerin yok olup gitmesi, yetişkin bir bedende çocuk saflığını yaşamak. Tedirgin, endişeli, kuşkulu, uyumsuz olmak...
Ve o zor koşullarda yaşamı yaşanabilir kılmaya çalışmak... Hasta için de, hasta yakınları için de çok kolay değil tabii. Yaşam boyu çeşitli uğraşılar edinmenin, el becerilerine sahip olmanın ne denli önemli olduğunu biliyorum. Geride öyle güzel şeyler kalıyor ki. Zamanında çok ince bir zevkle, özenle diktiğin tüm giysiler duruyor annem. Renkleri bile solmadı. Sevilen, iyi bakılan eşyalar da kolay kolay eskimiyor.
Mezarını sık sık ziyaret etmeye çalışıyoruz. Çiçekleri ne çok severdin. Bu sene leylak da dikeceğiz. Senden kalan küçük kauçuk kocaman oldu, neredeyse boyu tavana değecek. Paşa çadırı tüm haşmetiyle yayıldı, kaktüsler dikenlerin arasından çiçek açmayı sürdürüyor. Yeterli su, ışık ve sevgiyle çiçekler de daha uzun ömürlü oluyorlar...
Belki gün gelecek, Alzheimer'la baş etmek çok daha kolaylaşacak. Hastalıklar neyi, nasıl, ne kadar yok edecek, önceden bilemiyoruz. O yüzden anı yaşamak nasıl da önemli. Kayıpları kazanca dönüştürdüğümüzde, geride güzel anlar, anılar ve dolu dolu yaşanmış koca bir insan ömrü kalıyor. Heybetli koca çınarlar gibi...
Mezar taşına da sığabildiği kadar Rıza Tevfik'in o çok sevdiğin "Uçun Kuşlar" şiirinden dizeler yazdırdık;
"Uçun kuşlar uçun doğduğum yere;
Şimdi dağlarında mor sümbül vardır.
Ormanlar koynunda bir serin dere,
Dikenler içinde sarı gül vardır..."
Hastalıklarda müziğin gerçekten ruhsal terapi etkisi var. Eski tangoları dinlemek nasıl da sakinleştirici idi; "Kemanımla ona bir ses verebilseydim eğer, bu sesimle ona ersem bana dünyaya değer." Alzheimer'ın son evrelerinde şarkılar, tangolar yerini ninnilere bırakmıştı. Dünyanın her yerinde ninnilerin ezgisi birbirine çok benziyor. Kullanılan dil değişse de, rahatlatıcı-sakinleştirici etkisi hep sürüyor.
Çevremdeki Alzheimer hastalarını ve hasta yakınlarını artık çok daha iyi anlıyorum. Empati öyle yararlı ki. Güler yüz, sakin bir ses tonuyla konuşma, dokunma, elini tutma, hastalarla sağlıklı iletişim sağlamanın temel yolları. Çocuklar da öyle değil midir, kendilerini seveni bilirler, inatlaşmak çözümsüzlüktür.
Hastalıklarla savaşmak çok zor olmasa da, adeta sevdiklerimizin elimizden kayıvermesi, onların tükenişlerini görmek asıl yıpratıcı olan. Sonbahara hazırlanırken amansız bir kışa yakalanmak, doğa kanunlarıyla baş edememek. Kazanılmış becerilerin yok olup gitmesi, yetişkin bir bedende çocuk saflığını yaşamak. Tedirgin, endişeli, kuşkulu, uyumsuz olmak...
Ve o zor koşullarda yaşamı yaşanabilir kılmaya çalışmak... Hasta için de, hasta yakınları için de çok kolay değil tabii. Yaşam boyu çeşitli uğraşılar edinmenin, el becerilerine sahip olmanın ne denli önemli olduğunu biliyorum. Geride öyle güzel şeyler kalıyor ki. Zamanında çok ince bir zevkle, özenle diktiğin tüm giysiler duruyor annem. Renkleri bile solmadı. Sevilen, iyi bakılan eşyalar da kolay kolay eskimiyor.
Mezarını sık sık ziyaret etmeye çalışıyoruz. Çiçekleri ne çok severdin. Bu sene leylak da dikeceğiz. Senden kalan küçük kauçuk kocaman oldu, neredeyse boyu tavana değecek. Paşa çadırı tüm haşmetiyle yayıldı, kaktüsler dikenlerin arasından çiçek açmayı sürdürüyor. Yeterli su, ışık ve sevgiyle çiçekler de daha uzun ömürlü oluyorlar...
Belki gün gelecek, Alzheimer'la baş etmek çok daha kolaylaşacak. Hastalıklar neyi, nasıl, ne kadar yok edecek, önceden bilemiyoruz. O yüzden anı yaşamak nasıl da önemli. Kayıpları kazanca dönüştürdüğümüzde, geride güzel anlar, anılar ve dolu dolu yaşanmış koca bir insan ömrü kalıyor. Heybetli koca çınarlar gibi...
Saygı ile anıyorum anıların güzel sahibesini...Makbule Hanım 'cığım anı yaşamak, biriktirmek ve yazabilmek ne büyük lutuf biz okuyucularına ,çok teşekkürler .Sevgiler.
YanıtlaSilGeçmişle bugünü ortaklaşa harmanlamak, geleceğe de ışık tutuyor, yön veriyor diye düşünüyorum sevgili Arzu Hanım. Sanırım gelecek kuşaklar da bazı değerleri özenle taşırlarsa, insana önem verirlerse her şey daha iç açıcı olacak yarınlarda.
SilBen de yazılarınızı zevkle, severek, merakla okuyorum. Teşekkürler. Esen kalınız.
Sevgili öğretmenim,
YanıtlaSilBen bir gün size geldiğimde bir melekle karşılaştım. Mutfağınızda beyazlar içinde , yumuşacık bakışıyla bana seslendi : "Hoşgeldiniz, nasılsınız? "O bakışlar hala gözümün önündedir. Derler ki , " melekler görünmez. " Bence melekler görünür öğretmenim, hemde bütün güzelliğiyle ve saflığıyla.benim için ne büyük bir mutluluktur ki, ben bu hayatta ki yaşayan meleklerden birini gördüm, bir başka meleğin evinde. Bana balkonda okuduğu şiirler hala çınlar kulaklarımda , bayram günü , bir kuğu gibi süzülerek salona girişi.....
iyiki vardı melek, iyiki var meleğim...
Öğrenciniz Çağrı
Böyle güzel düşüncelerle hatırlanmak ne güzel sevgili Çağrı. Doğru; annem, sevdiği insanlara şiirlerle seslenirdi. Karşılıklı bir duygu alışverişi, iletişimi kolaylaştırıyor ve sağlamlaştırıyor.Yaşlılar kendilerini seveni biliyorlar. Çocuklar gibi dolaysız anlatıma geçiyorlar.
SilGüzel düşüncelerin için teşekkürler.