Bu Blogda Ara

17 Haziran 2025

YAZMAK- YAŞAMAK...

 


  Bir zamanlar Varlık Yayınları arasında  çıkan "Önce Ekmekler Bozuldu" adlı boyutu küçük, içi dopdolu bir kitap okumuştum. O yıllarda kitapların kâğıt kalitesi ve görüntüsü günümüzdeki kadar çekici değildi. Okumak için alırdık, kuşe kâğıtlara basılı, renkli, ciltli "Al beni" diye adeta seslenen kitaplar çok sonra çıktı. 

Ünlü gazeteci-yazar Oktay Akbal'ı o kitabıyla tanımıştım. "Yazmak,  yaşamak . " sözü Onundur. Yazmayı- okumayı sevenler, sürdürenler için bu kısacık cümlede ne büyük anlamlar yüklüdür. Severek-gönülden-içtenlikle yapılan her işte olduğu gibi... 

Yazmayı istediğim ne çok konu birikmiş zihnimde.   Gün-24 saat- artık yetmiyor. "Ben eskiden..." diye başlayan cümleleri sessizce fısıldar gibi, sadece kendinize duyurabiliyorsunuz. Bedeninizin sızlanışlarına benliğiniz aldırmıyor. Ancak çatışmalara alışık değilseniz, bastırdığınız tüm güçlü sesler beden ve ruh sağlığında hasarlara neden oluyor. "Nasılsın?" sorusuna "İyiyim." yanıtı ne kadar gerçek olabilir? 

"Farkındalık, duyarlılık, duyu organlarınızın sağlam ve işler olması; Her zaman mutlu etmiyor kişiyi. Hiç kimse tek başına değil ki. Küçücük dünyanızda bile dış dünyadan gelen uyaranlar var. Karmakarışık, anlaşılmaz sesler-çığlıklar, görüntüler, alacalı bulacalı uyumsuz renkler... 

Uyum çabalarımız da hayal kırıklığı ile mi noktalanacak? Yavaş şehirler (Slow cities) akımı başladığında nasıl da mutlu olmuştuk. Yemyeşil kırlar, masmavi denizler, kirlenirken, aydınlık gökyüzü bulutlarla kararırken, doğa-ağaçlar, çiçekler, her türden canlılar- değişirken İnsan nerede barınacak?

Hayatın içinde her an, her gün öylesine ani değişimlere uğruyor ki. Mevsimler, iklimler bile değişti. Yavaş şehirlere uymaya çalışırken; makinelerin sesi  hızlandı. İnsan yavaşlamak isterken bitkin düştü, sesi çıkmaz oldu, hepten sustu.  

Yazmak-yaşamak, anlamak, anlatmak, anlaşılmak, konuşmak, dinlenmek, huzur bulmak, güvenmek, inanmak, umutlanmak  istiyor insanoğlu.

Bu geçici-ölümlü dünyada yaşarken; var olduğunun farkında olmak, bilinçli olarak varlığını kanıtlamak, yapabilmek. başarabilmek. 

Yüzyıllar öncesinden ne güzel söylemiş ünlü edebiyatçı-düşünür-yazar: " To be or not to be."  

İnsan olarak; Anlayarak, algılayarak derin derin  düşünmek gerek...

Makbule Abalı-Eğitimci 

17. 06. 2025 Türkiye 



16 Haziran 2025

SINANMAK...



Sınavlar yaşamın her aşamasında var: O yüzden mi "sınav" denince içimiz titriyor,  kaygılanıyoruz; Yeni bir okula başlama, yeni bir iş, yeni bir hayat, bir yer değişimi, ana- baba olma, yeni bir yaşam kurma... Hepsi bir sınav ya da sınanma değil midir, hayatı boyunca kim sınanmamıştır ki...

Eğitim-Öğretim alanındaki sınavlar, öğrenci ya da adaylar açısından ayrı bir önem taşıyor. Yılların birikimini, emeğini, çabanızı, yeteneğinizi, heyecanınızı, özgüveninizi, birkaç saat içinde test ediyor, kendinizi değerlendiriyorsunuz.

 Geçmişte ÖSYM'nin düzenlediği sınavlar-zaman zaman bazı hatalar yaşansa da-iyi bir ölçme aracı sayılırdı. Günümüzde sınav sonuçlarıyla yalnız öğrenciler, okullar, öğretmenler, yöneticiler değil, aynı zamanda MEB, YÖK, ÖSYM' de sınanıyor. Sınav sonuçlarında yaşanan karmaşa ve düzensizlikler; adaylarda eşitlik ya da adalet anlayışını zedelemez mi, gelecek kuşaklarda bilime, kurumlara güvensizlik yaratmaz mı...?

  Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) Başkanı Profesör Dr. Ünal Yarımağan'ın açıklamasına göre, Kamu Personeli Seçme Sınavındaki iddialar araştırılıyor: Bu yıla kadar Eğitim Bilimleri Testindeki 120 sorunun tamamını yapan yokken, bu yıl 350 kişi var, bu kişilerden bazıları geçen yıl aynı testten hiç puan almamışlar, tam puan alanlardan bazıları da evli çiftler. Bir yılda böylesi bir "başarı" istatistikçileri de şaşırtabilir.

  Her sonuç insanı düşüncelere yöneltiyor:
  
 Sınav sonuçlarında en üst sıraları paylaşanlar, meslek yaşamlarında da "en iyiler" arasında olabilir mi?

 "Güvenmek ve inanmak" konulu objektif, önyargısız, bilimsel bir sınav yapılsa; çocukların ana-babalarına, öğrencilerin öğretmenlerine, öğretmenlerin yöneticilerine, yöneticilerin kurumlara yönelik test sonuçları nasıl olurdu? 

Olumlu ya da olumsuz örnekler, bireyin "iyi insan olma" çabasını ne kadar etkiler?

Yenilgi, düş kırıklığı, öfke, sinirlilik, isyan duyguları, içsel duygu patlamaları, ruhsal fırtınalar, kişinin akıl ve ruh sağlığını, bedensel, psikolojik ve sosyal dengesini ne ölçüde bozar?

Çok çaba harcayıp başarısız sayılmak, haklı iken haksız konuma düşmek, aynı durumda "farklı" uygulamalarla karşılaşmak, çok yol aldığını düşünürken "arpa boyu" gitmiş sayılmak, değişen değerlerle "kabul görmek" insanı nasıl değiştirir, "yaraları" kimler, nasıl onarabilir?
 
Sınav düzenleyici kurumlar veya yetkili birimler de zaman zaman kendilerini "sınamak-değerlendirmek" isterler mi acaba? Örneğin bir SDS(Sorumluluk Değerlendirme Sınavı) olsaydı sonuçlar kimleri sevindirir, kimleri üzer, kimleri şaşırtırdı? 
   
 Duygusal zekâmız sınanmadığı ya da ölçülmediği için mi, toplum olarak çabuk sinirlenip öfkeleniyor, birbirimizi incitip hırpalıyor ve sonuçta hataları düzeltemeden gene yanlışlara düşüyoruz?
 
 Önce kendimizi sınayıp değerlendirmekle başlıyor her şey...

Makbule Abalı-Eğitimci 
Mersin-21.08 2010

                                               
 Güncelleme Notu: Hayatımızın her döneminde- farklı alanlarda- sınavlar var. Haziran Ayı genellikle sınavların uygulandığı bir ay olarak bilinir. 


Emek ve çaba harcayarak "Fark yaratan" herkes, hak ettiği yerde olsun. 
Başarı dileklerimizle. 

Makbule ABALI-16. 06.2025     

15 Haziran 2025

BABAMA MEKTUP- (15 Haziran 2025)



Ne kadar uzun zaman oldu yazışmayalı... Oysa ben oldukça sık yazardım eskiden. Sen de düzenli olarak her hafta yazardın. Evimizin haber kaynağı gibiydin. Mektuplarını alınca nasıl mutlu olurdum. 

Cep telefonlarının henüz olmadığı yıllardı. Biz gurbetteki öğrenciler bin bir zorlukla postaneden telefonla konuşmaya çalışırdık. Ailesinden  uzakta bir öğrenci için mektup cankurtaran sayılırdı. Adeta evin kokusu sinmiştir o mektuplara. Hele bir de içi güzel haberlerle doluysa mutluluk ikiye katlanırdı.

Annem işlerinden ötürü çok sık yazamazdı ama yazınca uzun yazardı. İşlek bir el yazısıyla yazılan, buram buram sevgi kokan, hasret yüklü mektuplar... Nasıl sevinirdim. Okurken bazen yanaklarımdan yaşlar süzülürdü.

Senin mektupların hep daktilo ile yazılmış olurdu. Kısa ama her şeye yer veren açıklayıcı mektuplar... 
Annem mektuplarında, "Canım Yavrum" diyerek  seslenirdi. Sen her zaman "Makbule Kızım" diyerek başlardın. Ciddi bir hitap, ama bilirdim ki, içeriği duygu-sevgi yüklüydü. Bütün çocuklarına için titrerdi, hepimizi çok severdin. 

O emektar daktilon, tık tık sesleriyle sadece mektuplara değil, geç kalmasın diye eve getirilen ne çok dosyaya yardımcı olmuştur. Ona  küçük kızım sahip çıktı. Hatta anıları yaşatmak adına kullandı da. Öylesine iyi bakmışsın ki hala tıkır tıkır işliyor. 

Çok küçük yaşta anneni kaybetmiş olmanın etkisi mi bilmiyorum, yumuşak, sakin bir mizacın vardı. Çevrendeki insanlara karşı hep nazik ve ölçülüydün. Ben senin küfür ettiğini hiç duymadım. Çok kızdıklarına bile kin beslemedin, nefret etmedin. Sadece "Kerata" derdin.

Babalarla kız çocukları arasında sıkı bir sevgi bağı olduğu söylenir. Kız çocukları için baba bir güven ve güç kaynağı sayılır. Pek çok kız çocuğu babasını sever, ona düşkündür ama ben sana hayrandım baba.

Sen kardeşler arasında sevgi paylaşımında hiçbirimizi ayırt etmezdin. Evde olduğun zamanlar hepimiz için bir güvence idi. Kendimizi daha rahat hissederdik. Özellikle kız çocukların babalarına güvenmeleri, daha sonraki yıllarda evlilik ilişkilerini de sağlam temellere oturtuyor. 

 Henüz o yıllarda televizyon yoktu. Daha sonra tek kanallı televizyon en büyük lüksümüz olacaktı. Adana'da iki sinema vardı. Sen bizi her hafta sonu, ailece önce yakınımızdaki Asmaaltı Kebapçısına ve sonra Alsaray Sinemasına götürürdün. Seçiciydin, sorardın. Filmler izlememize uygun değilse o hafta gitmezdik.

 Kolay kolay sinirlenmezdin. Belki bizler de sinirlenebileceğin şeyler yapmadık. İmkanlar ölçüsünde yenilikleri hep izlemeye çalışırdın. Hayatı kolaylaştıran, güzelleştiren araç gereçler evimize hep alındı ve kullanıldı. 

Babalar mutfağa girerse çocuklar nasıl da mutlu oluyor. Senin mutfağa girdiğin zamanlar iştahımızın tavan yaptığı zamanlardı. Artık ben de ev sucuğu yapıyorum. Ama o lezzette olmuyor. 

2 kere çekilmiş dana kıyma içine tuz, karabiber, kimyon, dövülmüş sarımsak katarak iyice yoğururdun. Çok az yağla tavada pişirirdin.  Bizler mutlaka ikinci partiyi isterdik. Onun için mi daha az yapardın bilmiyorum. Artık hiçbir sucukta o lezzeti bulamıyorum. Zaten artık sağlık nedeniyle sucuk da yemiyoruz.

Her konuda tasarruf, çok önem verdiğin bir şeydi. Sofrada kalan yemekler ve ekmekler hiçbir zaman çöpe dökülmezdi. O yıllarda biz bütün çocuklar yerde gördüğümüz ekmeği 3 kere öpüp kaldırırdık. Ekmek kutsaldı. Ve hepimiz bayat ekmeklerden yapılan ekmek çorbasını (Papara) bayıla bayıla içerdik. Bol soğan, salça, varsa domates ve kızarmış bayat ekmekler katılarak yapılan basit bir çorba. Sen yapınca bize nasıl da güzel ve lezzetli gelirdi.

Bak gene eskisi gibi uzun bir mektup yazdım. Ama inan mektup bitince düşünmeden edemedim; Keşke kısacık da yazsan, gene mektuplarını okuma şansım olsaydı. Gene sağlık haberlerinizi alsaydım. Geçmiş zaman kullanıyorum şimdilerde. "Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer" diyoruz artık. İyi ki yaşandı o güzel yıllar... İyi ki annemiz babamızdınız...Sizden çok şey öğrendik.

Aslında sevgimizi dile getirmek, sevdiklerimizi anmak için tek gün yeterli olabilir mi? Benim için o yüzden, "Özel Günler" önemli değil. Ama bu günü özellikle anmak istedim.

Bilsen seni, sesini, gösterişsiz-abartısız-içten sevgini, koruyucu-kollayıcı tavrını, nasıl arıyor, özlüyorum. Seninle, mütevazı davranışlarınla, gurur duyardım.

İçimde anlatılmaz bir hüzünle, ama her zaman, saygıyla, özlemle, rahmetle anıyor, arıyorum. 

Makbule Kızın. 
Haziran 2015 -Mersin




Babamı anarken; BABA deyişini hak eden, baba olmasa da gerçek bir  "Baba gibi" davranan, hayatta olan ya da kaybettiğimiz tüm babaları saygı ve rahmetle anıyorum.
 
Makbule Abalı-Eğitimci
15.06. 2025


14 Haziran 2025

Zamanı Durdurabilir Miyiz-Anlık Ya Da Bir Hayal Süresince...

 


Çocukların hayallerini hep sevmişimdir; Yanında-yakınında olmadan, uzaktan gözleyerek, bazen kendi kendine konuşmasını dinleyerek, kulak misafiri olarak... 

En doğal, oldukları gibi, başkaları öyle istiyor diye değil, içinden geldiği gibi. Yılların ardından yaş aldıkça çocuklar gibi oluyoruz sanırım.

Bütünüyle değişim imkânsız elbette. Kişiliğiniz-kimliğiniz, inandığınız değerler arada frene basıyor. Ama yaydan çıkmış ok hızını almışsa, durdurmak ne mümkün.  Zamansız coşan, akan sular-seller gibi.

Bir depremin küçük artçılarının anlık vuruşları gibi. Bir yanardağın ince ince sızan lâvları kadar ürkütücü. Kasırga öncesi biraz sert esen rüzgârın sesini yadırgamak, alışılmayan biçimde beklemek gibi. 

Dönem ve kuşak farkı olur kuşkusuz. Çocukların tepkisi anlıktır. Hatta bazen nedensiz bile olabilir. Şımarma hakkını kullanmak biçiminde de olur. Ergenlik öncesi-ergenlik sonrası dahi kabul görebilir. Geçicidir. 

Ancak yaşlılık patlamaları; yılların birikimini, içgüdüsel haykırışları, zamanında dile getirilmemiş duyguları-olayları, akıtılmamış gözyaşlarını, ruhun-bedenin, aklın-mantığın incinmelerini, kabuk bağlamış sanılan ama halâ usul usul kanayan yaralarını da dile getirir.  Yıllar öncesi değil de, yıllar sonra seslendirmek çözüm olabilir mi...? 

İnsanın giderek bencilleştiği, eskiyen araçların yedek parçasının bile kolay bulunamadığı, onarmanın, resetlemenin, rektefenin, en aza indiği, taklitlerinden sakınınız, gözlerinizi dört açınız,  kendinizi koruyunuz gibi deyişlerin çoğaldığı bir dünyada... Nasıl-ne zamana -nereye kadar...? 

Zamanı durdurabilir misiniz? Hiç değilse çocuklar gibi, anlık ya da  mutlu-umutlu-güzel hayaller süresince... 

Makbule ABALI-Eğitimci 

14. 06. 2025 Türkiye 


                                                                             


10 Haziran 2025

ÖLÜMÜN YÜREK BURKAN ACISI: FERDİ ZEYREK

                                                                  


Her ölüm, acı bir tecrübedir yaşayana. Nerede, nasıl ve kaç yaşında olursanız olun: Her ölüm zor bir yaşam tecrübesidir, zor bir sınavdır, bir duygu karmaşasıdır. Bir kopuştur adeta, Bir duraktır sanki. Her kayıp, insanı yeniden karanlık bir tünelden geçirir, ışığı göremezsiniz, dünyanız kararır. Yeniden sorgularsınız hayatı, yakın ve uzak çevrenizi. 

Bu uzun yolda suçlamalar vardır, İsyan ve inkâr vardır. Kendini toparlamak, yeniden gerçek dünyayla buluşmak uzun sürebilir. Acıyı sindirmek zaman alır.  Ancak hayatın içinde kabullenme de vardır... 

Ünlü şairimiz Yahya Kemal Beyatlı'nın bakış açısıyla, bir başka dünyaya göç etme ya da var olmanın sonu şöyle aktarılmış. 

"Ölüm âsude bahar ülkesidir bir rinde; 

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter,

Ve serin serviler altında yatan kabrinde

Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter." 


FERDİ ZEYREK... Bu toplumun insanı. İçimizden biri.  1977 Yılında Manisa'da doğmuş. Bursa Uludağ Üniversitesi - Mimarlık Fakültesi mezunu. Evli, 3 kız çocuk babası. (Mutluluk tablosu gibi güzel aile fotoğrafınız, eşiniz Nurcan Hanım, masum bakışlarıyla kızlarınız hafızamdan  hiç silinmeyecek.) 

Hayatımda hiç karşılaşmadığım, hayat hikâyesini bilmediğim, ailesi-yaşam tarzı-umutları-hayal kırıklıkları hakkında fikir sahibi olmadığım bir İNSAN ölümüyle sarsıldım adeta.

İç dünyam altüst oldu.  Ölümünü-demeye dilim varmıyor- aramızdan ayrılışını ta yüreğimde hissettim.

Eşimle birlikte, onunla ilgili haberleri ekranlardan izlerken gözlerimizden yaşlar süzülüyordu. Daha sonra içimdeki fırtınanın etkisiyle katıla katıla ağladım. 

Sadece Manisa Halkını değil, sevenlerini, tutkuyla bağlananları, fikirlerini, ilkelerini, yaşam tarzını benimseyenleri öyle iyi anlıyorum ki...

Dürüstlüğe, katıksız sevgiye. doğru bildiğini uygun biçimde savunmaya, önyargısız olmaya, kardeşliğe ne çok ihtiyacımız varmış.

Güzel ülkemizin güzel insanları; sevmeyi, saymayı, iyi ile kötüyü ayırt etmeyi, değerlerin farkına varmayı, barış içinde kardeşçe yaşamayı yüzyıllardır bilseler de unutmuşlardı, hatırlattınız...

Bir cenazede çok farklı görüşteki insanların hep  birlikte dua edip, ortak temennilerde bulunabilmeleri ne güzel. Özlemişiz...

GÖNÜLDEN TEŞEKKÜRLER SAYIN FERDİ ZEYREK. BİZE YENİDEN UMUT VE GÜVEN AŞILADINIZ. 

Çocukları, gençleri, kadınları, yaşlıları, her kesimden, her meslekten, her çevreden insanı nasıl kucakladığınızı fotoğraflarda gözledik. 

Beden diliniz, içten gülümsemeniz, gözlerinizin ışıltısı, tokalaşmanız. selamlaşmanız, kucaklaşmanız, çocuklarla konuşurken onların boyunda eğilmeniz, her bir davranışınız, alçak gönüllülüğünüzün, iç dünyanızın, dışa yansımasıydı adeta. 

SİZİ  UNUTMAYACAĞIZ. 

Ömrümüz yettiğince; Sizi ve sizin gibi iyi, dürüst, güvenilir insanları rahmetle, saygıyla, özlemle anacağız. 

Tüm sevenlerinize sabır ve baş sağlığı dileyerek. 

Makbule ABALI- Eğitimci

10.06.2025 -Türkiye 






07 Haziran 2025

KUMBARALI BAYRAMLAR



 Bayram gibi günler yaşasın çocuklar;
 Coşkulu, duygulu, şarkılı, türkülü,
 Eskisi gibi heyecanlı,
 Bahar gibi, bayram gibi... 
 Sudan ucuz olsun gene şeker,
 Kandırılmasınlar bir elma şekerine.
 Almaya alışmadan fazlasını;
 Bir küçük mendil, bir avuç yemiş, 
 Utanarak alınırsa da bayram harçlığı, 
 Doğru kumbaraya.
 Tıka basa dolmasa da kumbara,
 Minik yüreklere yeter onca para... 

Makbule Abalı-Eğitimci
Mersin-2010







05 Haziran 2025

BAŞKALAŞAN HAYATLAR- Öykü



Şehre yaklaşık bir saat uzaklıkta küçük bir belde burası. Uzaktan dağlar görülüyor. Çevrede çam, katran, elma, şeftali, erik, ceviz ağaçları yeşilin her tonunu sergiliyor. Sabah kuşluk vakti. Sonbahar bütün haşmetiyle hüküm sürüyor. Bu mevsimde henüz soğuk yok, ama serin serin esen tatlı bir rüzgar var. Ağaçlarda yapraklar hafif hafif hışırdıyor. 

Tarihi çınarın altındaki kahvede birkaç masa dolu. Oturanlar oyun oynuyor, son meyve satışlarındaki karı, zararı konuşuyorlar. Köşedeki bir masada konuşulanlar farklı. 4-5 kişi heyecanla tartışıyorlar. 
"Ayşe Teyzeyi sabaha karşı gene tepenin başında bulmuşlar. Oturmuş, ağlıyormuş. Ölen babasını, eşini aradığını söylüyormuş. Oysa onlar öleli yıllar oldu."

"Bu kadıncağıza ne oldu da böyle değişti. Geçen gün evine gidenlere çay diyerek soğuk su ikram etmiş. Çayı soğuk suyla demlemiş. Bir gün de ocağı açık unutup bakkala gitmiş, az kalsın evde yangın çıkıyormuş". 

"Muhtar oğluyla konuşmuş, annesinin durumundan kaygılandıklarını dile getirmiş. O ise "yok annemde hiçbir şey, bazen ben de unutuyorum" demiş. Oysa durumu kabullense her şey daha kolaylaşacak." 
"Geçen gün topalak çorbasının içine bulgur yerine pirinç koymuş. Sonra da "bunun içine pirinçleri kim koydu diye komşularına çatmış. O Ayşe Teyze ki, düğün yemeklerinin baş danışmanıydı."

"Evinin önündeki çiçeklere gözü gibi bakardı. Oysa şimdilerde sulanmış, sulanmamış, umurunda bile değil. İçinde ot biten bir çiçeği soğan sanarak yemeğe kattığı bile söyleniyor. Bu aralar Ayşe Teyze efsane gibi oldu. Yaptıkları dilden dile dolaşıyor."

"İki gün önce de buzdolabının içindeki tüm yiyecekleri boşaltıp yerine giysilerini yerleştirmiş. Bu hastalık mı, bunamak mı, aklını kaçırmak mı, şaka mı, biz çözemedik."
"Sağlık Ocağındaki doktorumuz oğluna açıklamalı broşürler vermiş. Ayrıca mutlaka bir nörolog veya psikiyatriste gitmesini salık vermiş. Son zamanlarda onun da gözü korktu ki , yakında gideceklermiş."

"İlkokulu beraber okuduk. Sınıfın en akıllısı bu kadındı. Ne oldu böyle?"
"Geçenlerde televizyonda bir açıklama vardı; Yaşa bağlı bir hastalık bu, herkesin başına gelebilir. Zihnin yitirilmesi anlamına geliyormuş. Erken davranıp önlem almak lazım."

Rüzgar şiddetini arttırmıştı. Sonbahar ağırlığını hissettiriyordu artık. Belli ki "yaprak dökümü" insanlar arasında da sürüyordu. Dili, milleti, ülkesi ne olursa olsun, dünyanın her yerinde aynı hastalıklar farklı insanların kapısını çalıyor, hayatını bir başka yöne çekiyor, değiştiriyordu.
 
Kahvedeki insanlar çaylarını tazelediler Sıcak çay onları rahatlattı sanki. İçlerinde en yaşlı olan tekrar sözü aldı;
"Neyse ki komşuluk ilişkileri henüz bitmedi. Bir tas sıcak çorba, bir kap yöresel yemek dünyalara değer bazen. Bundan sonra kadınlarımız sık sık kapısını çalsınlar bari. O da zamanında hepimizin hastasına az mı koşturmuştu." 


"Yarın Bayram. Ayşe Teyze her bayramda komşularına tatlı yapar, dağıtırdı. "Şeker tadında geçsin günler, bayramlar. Hep ağız tadıyla, gönül huzuruyla yaşayın" derdi. 
"Şimdi hatırladım, çocuklara da içine lokum konmuş mendil verirdi. "Uzaklıkları yakın kılın. Beyinden beyine, yürekten yüreğe yol açın" derdi.

"O zaman yarını beklemek neden? Bu akşam biz de onun ziyaretine gidelim. Yalnız olmadığını anlasın. Geçmişteki güzel alışkanlıkları biz devam ettirelim. Çocuklarımıza da güzel bir ders olur, örnek oluruz."
"Bugün bana, yarın sana... 

Adı ne olursa olsun, ortak kaderi paylaşan insanların iş birliği, güç birliği hastalıkla mücadeleyi de kolaylaştıracaktır." 
"Eskiden insanlar savaşlara karşı mücadele ederlermiş. Oysa şimdi hastalıklar paylaşım bekliyor. Böylece insanın dayanma gücü de artacaktır elbette." 

Çaylar bir kez daha tazelendi. Hava daha da güzelleşmişti sanki. Rüzgar ılık ılık esiyor, öğle güneşinin ışıltısı masalara güzel bir aydınlık yayıyordu...

Makbule Abalı 
Mersin-2013



                                                                                   




SAĞLIKLA, HUZURLA, UMUT VE GÜVENLE, ÖZLEMLE, HEP BİRLİKTE, BARIŞ İÇİNDE BAYRAM GİBİ BAYRAMLARA... 
BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN. 

Makbule Abalı-Eğitimci 6 Haziran 2025

01 Haziran 2025

Bir Başka Sabaha: Güneşle-Sağlıkla-Umutla-Uyumlu Uyanmak...

                                                               


 Güneş her gün yeniden doğarken, gözlerimizi kamaştıran parlak ışıklarıyla sadece çevremizi aydınlatmakla kalmıyor. Ruhumuzun  da  ta derinliklerine ulaşıyor, usul usul yüreğimize de küçük dokunuşlarla ulaşıyor, incitmeden, bağırmadan, hırpalamadan; "Uyan artık derin uykulardan," diyerek bizi, yeni bir güne "Merhaba!" demeye hazırlıyor. 

Tüm varlığımızın,  bedenimizin ,benliğimizin, zihnimizin en ıssız, en ücra, en gizli-saklı köşelerine dek ulaşıyor, ışık hızıyla yayılıyor. Mavi-beyaz-sarı-mor-turuncu-yeşil , rengârenk bir renk harmanıyla, güçlü enerjisiyle, sindire sindire geliyor ve  biraz daha yüksek tonda sesleniyor: "Uyuma, uyuşma, umutsuz kalma!" 

Çalar saat ya da çan sesi gibi değil, kulağınızda çınlamalar yaratmadan, kabalık veya zorbalıkla da değil, Bir anne sesi gibi ılımlı, bebek sesi kadar yumuşak, bir sanatçı duyarlılığı ile, anılardan süzülmüş bir ninni  kadar etkileyici. Doğanın ta içinden gelen kuş sesleri ile birlikte havanın ince-hafif esintisi de uyumlu bir beraberlik oluşturursa... 

İşte o zaman, her şeye rağmen; DÜNYA daha güzel, daha yaşanabilir, daha mutlu-huzurlu-umutlu geliyor İNSAN'A.  Tüm yollar çıkmaz sokaklara ulaşsa da, kuşku-endişe güvensizlik ve kararsızlıklar hayatımızı karartsa da, karmakarışık-anlaşılmayan sesler kulağımızı yıpratsa da...

Zihnin, ruhun, yüreğin yükü; tüm bedenimizi zorlayarak, boynumuzdan omuzlara, kollardan ellere, dizlerden bacaklara, ayaklara kadar inip, hızımızı keserek hayatı yavaşlatsa da...

Tüm zorluklara  direnerek, yaşama sevinciyle, önce CANLI ve ardından İNSAN kimliğimizle, duyarlılık, farkındalık, hoşgörü ve sağlıklı algılamalarla YAŞAMAK gerek... 

Bahara veda ederken; Bir başka mevsime-Yaza MERHABA diyerek... 

Makbule ABALI- Eğitimci 

1 Haziran 2025 İzmir-Urla