Bu Blogda Ara

28 Aralık 2024

YEME iÇME KÜLTÜRÜNDEN- RETROSPEKTİF'E- UZUN İNCE BİR YOL (2 )

 


Bazı yazılara başlamak güçtür; Aslında zihninizde anlatmak istediğiniz o kadar çok şey vardır ki, yeterince aktaramayacağınızı düşünürsünüz. Değerine inandığınız bir şeyin, yeterince hakkını veremeyeceğiniz endişesi gibi. Oysa ne çok şey vardır dağarcığınızda. Düzenlemek, toparlamak gerekir. Düşünürsünüz, tasarlarsınız-kuluçka dönemi uzun sürer- ve gün gelir iç sesiniz dürter sizi-daha ne bekliyorsun-der adeta.

Bilenler bilir; eskiden okullarımızda Türkçe ve Edebiyat dersleri ile birlikte Kompozisyon dersleri vardı. Yazım kurallarına uyarak, yazılı anlatımlarımızı "Giriş--Gelişme-Sonuç" bölümlerini dikkate alarak yazmamız istenirdi. En zoru başlamaktır. Bir başladınız mı sözcükler kendiliğinden akar gider. Çalışma temponuza göre; bazen parmaklarınızın ya da beyninizin işlerliğine kaleminiz veya klavyeniz isyan edebilir. Ama bilgisayar kullanımında usta olmayıp iki parmağa yüklenenlerde gecikmeleri bağışlayın lütfen. 

Yazımın başında yer alan katalog; "ÜMRAN AYHAN-Retrospektif" adıyla Ankara-Aşıkça Yayınevi tarafından 2023 Temmuz Ayı'nda kuşe kâğıda basılmış 400 sayfalık bir eser. Sanatçı-Öğretmen-Ressam Ümran Ayhan'ın yıllar boyu devam eden çalışmalarını içine alan bu değerli eser;14 Şubat 2023'te (amansız bir hastalık sonucu kaybettiğimiz) değerli sanatçının eşi Hikmet Ayhan tarafından yazılmış. Sanatçının çocukları; kızı Rengin ve oğlu Gencay da hazırlık aşamasında babalarına yardımcı olarak bu kalıcı çalışmaya katkıda bulunmuşlar. Çevrelerindeki dostların da yardımlarıyla bu güzel eser hazırlanmış.


ÜMRAN AYHAN

                                     D:1 Haziran 1954  Ö: 14 Şubat 2021 

Günlerdir hayranlıkla, imrenerek, takdirle okuduğum, izlediğim Retrospektifi tanıtım konusunda Hikmet Ayhan'dan izin aldım. Ancak alıntılarımı seçerken pırıl pırıl sayfaları çizmeye kıyamadım, sadece minicik noktalar koydum. İnce parmaklarım, yeterince güçlü olmayan kollarımla eseri kaldırmakta zorlandığım zamanlar oldu. "İyi ki kitaplığımızda artık böyle bir katalog var." diyorum. Hikmet Ayhan'dan tanıtım amacı ile birkaç görsel rica ettiğimde; bu dev eseri kargo ile evimize kadar gönderen sevgili Rengin Ayhan'a sonsuz teşekkürler. (Kargoyu taşıyan personel mutluluğuma ve mahcubiyetime tanık oluyor.)

Ümran Ayhan; İzmir Buca Eğitim Enstitüsü Grafik ve Resim Bölümü'nden mezun.  Kız kardeşim  Emel (Gültekin) Yanar'ın sınıf arkadaşı. "Rahmetli" demeye dilim varmıyor; Ümran, okula birincilikle girmiş, çok yetenekli, çalışkan, yaratıcı, üretici, dünyaya sevgiyle bakan bir genç kız. Okulda yatılı öğrenciler olarak öğrenim görüyorlar o yıllarda. (1972-75) 

Ümran ve Emel, yatılı okul arkadaşlığının olumlu yanlarını paylaşıyorlar. Bir dönem tatilinde; Ümran  Emel'le birlikte Adana'ya geliyor, ailemizle tanışıyor, nazik, naif kişiliği, sıcak, içten davranışlarıyla gönlümüzü fethediyor.  Bir başka zamanda, Emel ve ben Ümranların Kuşadası'nda yaşadıkları eve konuk oluyoruz. O yıllarda otobüsle yaklaşık 15 saatlik bir yolculuktan sonra, Ümran'ın annesi Melâhat Teyze'nin sıcak sıcak ikram ettiği zeytinyağlı yaparak sarmasını unutamam. 


İzmir-Buca Eğitim Enstitüsü Yılları (1972-1975) 
Üstteki Fotoğraf: Emel Gültekin- Ümran Akten 
Alttaki Fotoğraf: Akşen  Sancak-Ümran Akten 

400 sayfalık Katalog RETROSPEKTİF,  "İÇİNDEKİLER" bölümüyle sayfalarını açıyor: Katalog başlığı altında; Sanatçı Ümran Ayhan'ın yaşamı boyunca severek yaptığı uğraşıları, çalışmalarından örnekler sergileniyor. Böylesine çok yönlü çalışma bir ömre nasıl sığdırılır diye düşünmeden edemiyorsunuz.

SUNUŞ 

"Nasıl geçtiğini anlamadığım kırk yıl sonunda, çok sevdiği mesleğinde öğrenci yetiştirmek için zaman kavramı tanımayan bir öğretmen, vefalı bir evlat, çocuklarına delicesine düşkün bir anne, fedakâr bir eş, duyarlı bir sanatçı, yetenekli bir ressam olan eşim Ümran'ı kaybetmek, bende yeri doldurulamayacak derin bir boşluk yarattı." diye başlıyor... (Hikmet Ayhan)

Vefalı , sadık, alçakgönüllü, düşünceli bir eş Hikmet Ayhan;  eşinin kaybıyla doğan boşluğu, o'nun adına ölümsüz bir eser yaratarak, çok güç ama kalıcı bir uğraşla doldurmaya çalışmış.  "Sunuş" yazısında kabarık bir teşekkür listesi var. Kataloğun hazırlık aşamasında, katkıda bulunan herkese hassas ve ince bir düşünceyle teşekkür edilmiş.

Sunuştan sonraki dört sayfalık "ÖNSÖZ" ;Ümran Ayhan'ın öğrencisi Prof. Dr. Mehmet Eryılmaz tarafından yazılmış. İlk satırlar şiir gibi. 


 Ümran Ayhan'ın kişiliği, olaylara-dünyaya bakış açısı, insan ilişkileri, sanat anlayışı, eğitimci kimliği, üstün nitelikli insan özelliklerini;" İZLENİMLER, DÜŞÜNCELER" Bölümündeki ad ve kimlik belirterek yazılan notlardan öğreniyoruz. 

Dost ve yakınlarının beni bağışlamasını dileyerek; Katalogdaki bu bölümü en sona almak istiyorum. Çok değerli bir Sanatçı-Öğretmenin eserlerinden hiç olmazsa birkaç tanesini görmek ister; sanata gönül veren, değerbilir insanlar... (Yazar Hikmet Ayhan'dan izin alınmıştır.)
Ümran Ayhan her bir eseri tasarlarken ona uygun biçimde adlandırmış. Şiir gibi, şiir diliyle...


Ölü Ağaç, Lavi Tekniği, 1975


Dokuz Doğuranların Zeytin Ellemede Dinlence Anı, Yağlı Boya


Ölmez Ağaç, Yağlı Pastel, 2008


Papatyanın Zeytine Saygısı, Toz Pastel-2013

İçtenlikle söylemeliyim; Çok uzun bir zaman diliminde, karmakarışık duygularla yazdığım, düşündüğüm sürekli notlar tuttuğum, anılarda gezindiğim ancak aldığım izni istismar etmemek adına, hayranlıkla izlediğim pek çok çalışmaya yer veremediğim bir paylaşım bu. 
 
Kararsızlığı biraz da zamanlamada yaşadım: Bir Öğretmenler Gününde, bir Sanat Haftasında, bir 14 Şubat günü ya da  Eğitimle ilgili bir  yazıda paylaşabilirdim bu alçakgönüllü, egosuna yenik düşmemiş, yüreğinin ve yeteneklerinin doğrultusunda yol almış duyarlı ve hassas bir ruhu; Ümran (Akten) Ayhan'ı... Özgün bir yazıyla anmak-yürekten kutlamak istedim. 

Zamanında tanıyamadığımız, değerini bilemediğimiz, pek çok insanımız gibi; insanlık adına üreten, emek harcayan bir sanatçıyı,  bir güzel ve özel insanı; yakınları- tanıyabildikleri kadar- anlatmaya çalışmışlar: 


Katalog Arka Kapak 

                                 İZLENİMLER-DÜŞÜNCELER 





Katalogda Hikmet Ayhan, vefalı eşinin mutfak kültürüyle ilgili çalışmalarını da şöyle özetliyor: 
Evinde ve zeytinlikteki damda ziyaretçileri, öğrencileri, mutfağında birkaç çeşit yemeği, çöreği-böreği, kanepesi, kırma-çizme zeytini, siyah sele zeytini, ot yemek ve salataları (hindiba, bambul, roka, eşek helvası, tarla soğanı, turp otu, radika, arapsaçı, şevketi bostan, kuşkonmaz, sarmaşık, deniz börülcesi, cibez, hardal otu vb.) eksik olmaz. Çocuklar ve ziyaretine gelenler için her zaman evde birkaç çeşit yemeği hazırdır. Bunlar yetmiyormuş gibi, evde yapılanlar, çoğunlukla eşinin işyerine de ulaştırılır.


Katalogda -Eşinden-  kısacık ama çok anlamlı bir SON SÖZ var.

ÜMRAN AYHAN
Kendini hep resim-iş öğretmeniyim diye tanıtan, bir günden bir güne sanatçıyım, ressamım demeyen mütevazı kadın; tüm bu sıfatlar sana feda olsun!... Bıraktıklarınla yaşayacak ve yaşatılacaksın1...
Hikmet Ayhan 



Bu yazının iki bölümde biteceğini düşünürken yanılmışım. Kataloğu bitirdiğimi sanırken her bakışta yeni güzelliklerle karşılaşıyorum. Daha günlerce bakmam gereken ne güzel ayrıntılar var. Dün gece Ümran Öğretmen'in "Eskiz ve İş Planlama Defterleri" ne çok şey düşündürdü bana.

Çocuklarla ilgili çalışmalarına bakarken anıların içinde yolculuklar yaptım. Şimdilerde bile resim, müzik derslerinin yeterince işlenmeden, tüm yoğunluğun sınavlara ayrılışına bir kez daha içim yandı. Yetenekler dışa vurulamadığında ülkemizde giderek mutsuz yetişkinler, suskun insanlar çoğalıyor. Oysa sanat, terapi gibidir.

Sevgili Ümran Öğretmenim; Keşke sizi daha çok- çocuk-genç-yetişkin- İNSAN tanısaydı. Dünyamızda kalıcı izler bırakarak uzaklara gittiniz.  İyi ki varlığınızla, enerjinizle, içtenliğinizle rol-model oldunuz, nice yüreğe dokundunuz. 

Bir zamanlar liselerimizde Sanat Tarihi derslerimiz vardı. Sergilerinizde bulunabilseydim; Hiç abartısız, içimden gelerek, kulağınıza fısıldamak isterdim: "Zaman tünelinde geriye gidiş olabilseydi ve siz keşke Öğretmenimiz olsaydınız... "

Makbule ABALI- Emekli Eğitimci
28 Aralık 2024 İzmir-Urla


Kaynak : Ümran Ayhan Retrospektif- Hikmet Ayhan

Kelime Anlamı:
İng-Retrospective Latince- Retrospectare
Retrospektif Anlamı: Geriye bakmak, meydana gelmiş olayların gerisine, geçmişine bakmak.
Görsel Sanatlarda Retrospektif: Bir sanatçının kariyeri boyunca yaratmış olduğu eserlerden derlenmiş sergilere denir.
Kaynak-Vikipedi

TDK Sözlüğü: Dünden Bugüne. Kökeni Fransızca. Retrospective









15 Aralık 2024

YEME İÇME KÜLTÜRÜNDEN - RETROSPEKTİF'E - UZUN İNCE BİR YOL (1)

 


Uzun zamandır yazmayı tasarladığım bir yazı bu. Yaklaşık beş aydır elimde olan güzel bir kitabın tanıtımını istemeden  geciktirdim. SADENİN LEZZETİ sadece bir yemek kitabı değil. Orta Anadolu'da Çankırı İli- Kurşunlu İlçesi'nde yeme-içme kültürünü, felsefi bir bakışla derinlemesine işleyen, 2024 yılında basılan  bir kitap. Ülkemizin birçok yöresinde aynı kültürün uzantılarını görmek mümkün.

Bazı kitaplar farklıdır; Kitabın satır aralarında yazarın yaşamından da güçlü yansımalar  bulursunuz. Kitabın içinde adeta ikinci bir kitap vardır. Gerçek yaşamdan bir başka öyküye uzanan yollar çıkar karşınıza. Kitap ayrı bir değer kazanır kafanızda.  Anlatılanlar anılarla bütünleşir, ruhunuza işler adeta.

"Sadenin Lezzeti" 86 sayfa, boyutu küçük ama içi dopdolu bir kitap. Bir kez okunup bir köşeye  bırakılacak  kitaplardan olmadığı gibi okudukça bilgi dağarcığınızı zenginleştirecek bir kitap.  Eserin tüm yayın hakları,  Kurşunlu Tarih Araştırmaları Derneği'ne ve yazarı Hikmet Ayhan'a ait. 

Anaerkil Aile düzeninde kadın önemlidir, yuvayı yapan dişi kuştur Baba ocağında- ana kucağında büyür çocuklar. Kadın saygı görür, evine bağlıdır, yedirir-içirir. Ama hane halkı da yardımcıdır, destektir ona. Küçüklüğünde annesine mutfakta veya ev işlerinde yardımcı olan erkek çocuklar, kadınlara saygı duymayı  öğrenir, gelecekte hayat arkadaşını da mutlu eder.

Kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısından yazar Hikmet Ayhan'ın ODTÜ Siyaset Bilimi, Kamu Yönetimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olduğunu öğreniyoruz.  Alçakgönüllü yazar  kendini; "Çocukluğundan beri annesinin yanında mutfakla hep iç içe olmuş, önce annesine evlendikten sonra da eşine yamaklık yapmıştır." cümlesiyle tanıtıyor. 

Önce son sayfadaki "Kaynak Kişiler " ilgimi çekiyor: Hikmet Ayhan (70 yaşında), Emine Bozdemir (72 yaşında), Nezihe Uslu (75 yaşında), Hatice Kaya (78 yaşında), Osman Kaya (83 yaşında), Emine Kuzu (90 yaşında) Her yaşta insanın verimli olabileceğini kanıtlayan bu güzel insanlara; sağlıklı nice yıllar dileyerek sonsuz teşekkürler. 

Kitabın önsözünde Hikmet Ayhan okuyucuya şöyle sesleniyor: "Beslenme alışkanlıkları, insanların yaşadıkları coğrafyaya ve kültüre özeldir. herkes her şeye sahip değildir. Doğa, paylaşımcı olmayı, azla yetinmek terbiyesinin nefsimize öğretilmesini ve bir tek ekmeğe değil, seni doyuran, senin hayatta kalmanı sağlayan her nimete saygılı olmayı gerektirir." 

"Kurşunlu Yöresel Yemeklerinin", yazara göre "kendi halindeki" dönemi şöyle vurgulanmış: "Yani yiyeceklerin içine katkı maddelerinin konmadığı, gerçek tatlarını unutturan sosların eklenmediği, lezzetlendirmek için yağ-ot-baharat karışımının adının marine, kavurma işinin soteleme olmadığı, tarladan biçilip hiçbir müdahale yapılmadan su değirmenlerinde öğütülen buğdayın lezzetinin  zaten kendi başına yeterli olduğu dönemlere aittir."

Önsöz, çok mütevazı bir deyişle sonlanıyor: "...bu çalışmanın yaşayamayıp yaşatmak isteyenlere naçizane bir rehber, gelecek kuşaklara kültürel bir miras, ilçemizde var olduğunu bildiğim gastronomi dalında daha yetkin insanlarımızın sofistike çalışmalar yapmalarını teşvik edici mütevazı bir kaynak olarak algılanmasını diliyorum."

Kitabın içinde ana başlıklar halinde, en sade ve yalın anlatımlarla sofralarımızda yer alan yemekler anlatılıyor. Fotoğraflarla; Yemek Kültüründe kullanılan tarım aletleri ve kap kacaklar tanıtılıyor

Bir başka bölümde; Kurşunlu İlçesi Yemek Kültürüyle ilgili Deyimler ve Atasözleri yer alıyor. Her bölüm, gelecek kuşaklara bir kültürel miras ve rehber niteliğinde. Bu bölümden alıntılar:

*Acındırırsan arsız olur, acıktırırsan hırsız olur.

*Buğday hicaza giderken, arpaya ince ekmeğe karışma demiş.

*Meyve veren ağaç taşlanır.

*Sağlık istersen çok yeme, saygı istersen çok deme.

*Tatsız aşa tuz neylesin, akılsız başa söz neylesin.

Kitabın sonunda, örnek olarak birkaç kısa hikaye bile var.

Adı bile alçakgönüllülükle konmuş, değerleri yaşatmak ve  paylaşmak düşüncesiyle yola çıkan bu kitabı bir bölümde aktaramayacağımı biliyordum. En yakın zamanda yazar Hikmet Ayhan'ın rahmetli eşi Öğretmen-Sanatçı-Ressam sevgili Ümran Ayhan ile ilgili bir Sergiden notlar aktarmaya çalışacağım. 

Kurşunlu Tarih Araştırmaları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Eryılmaz ve Yazar Hikmet Ayhan'a, kitabın yayınlanmasına katkıda bulunup emek harcayanlara yürekten teşekkürler.

Makbule Abalı-Eğitimci

15 Aralık 2024 İzmir-Urla 





  

10 Aralık 2024

İNSAN OLMAK...



Pek acele etme küçüğüm;
Elbet büyüyeceksin
Anlayacaksın sen de 
Dünyanın kaç bucak olduğunu.
Göreceksin; 
Bizim gördüklerimizi
Yaşayacaksın yaşadıklarımızı
Öğrenmek isteyeceksin, soracaksın
Kaygılanma, cevaplandıracağız elbette.

Önce tanıyacaksın;
Çevreni, yöreni, doğayı
Anlayacaksın; 
Suyun neden aktığını,
Ateşin yaktığını, taşın sertliğini...
Sonra yavaş yavaş öğreneceksin
Topluma katılmayı, sosyalleşmeyi,
Birey olmayı.

Dürüst, güvenilir, yalansız,
Vefalı, sevgi dolu, insancıl olmayı,
Hakkını aramayı, sorumluluklarını bilmeyi
Öğreneceksin zamanla
Unutma;
Zordur insan olabilmek,
Zordur insan kalabilmek...

Makbule Abalı-Eğitimci 
10 Aralık 2016 Mersin


Güncelleme:10 Aralık 2024 
İzmir-Urla

"10 Aralık İnsan Hakları Günü" tüm dünyaya barış ve insanlık adına iyi ve güzel şeyler düşündürsün, duyarlılık ve farkındalığı arttırsın. 
                               




08 Aralık 2024

SON GÜZ YAĞMURLARI...

 Son güz yağmurları yağdı günlerce;

Tüm kirleri temizlercesine

İnce ince saatlerce

Ve güz de bitti...

Öyle kirliydi, ki her yer, her şey

Yağmurlar bile yeterli olamadı

Temizlik sağlanamadı... 

Ardından kar yağdı yüksek tepelere

Dağların dorukları karla kaplandı. 

Kar berekettir dedi büyükler

Kar suyu sindire sindire iner toprağa... 

 

Oysa tarlalar, ürünler çoktan kurumuştu

Yetmedi ne yağmur ne tepelerdeki kar doğaya. 

 Sonra güneş çıktı ansızın

Gökkuşağı göründü ardından

Renklendi birden doğa, soluk renkler canlandı;

Ama sadece çocuklar mutlu oldu 

Çocuksu hayaller, çocukça umutlar 

Yetti onlara...


Makbule Abalı- Eğitimci 

 İzmir Urla- Aralık 2024






04 Aralık 2024

SULARIN GÖTÜRDÜĞÜ- KAYIPLARIMIZ-MADENCİLER...


Suların Götürdüğü...

70 yılda yaklaşık 3000 can gitmiş,
İstatistikler kayıt tutmuyor artık,
Adlar yazılıyor, sonra siliniyor kayıtlardan.
Madenler ölüm kustu yıllarca;
Bazen yoğun bir gaz soluksuz bıraktı,
Bazen yeraltı bir yangın yeri, alevler içinde,
Bazen sularda can verdiler; 
Can veren su, can aldı bu kez.
Yerin 400 m. altındaydı cehennem...
Yemek molasında yemek yemeye zaman yoktu,
Çay molasında çay içilemedi. 
Ölümüne çalıştılar bile bile;
Soluksuz, molasız, ama sigortalı.
Oysa ölüm bir adım ötede, 
Çaresizlik diz boyu,
Yoksulluk yerin üstünde canlar alırken,
Sular önüne geleni yutuyordu yerin 400 m. altında.
Yeni öyküler yazıldı gözyaşlarıyla;
Kiminin karısı, iki çocuğu kaldı geride,
"Yüklüyüm" diyordu kadın,
Umudun bittiği yerde, umutla kocasını beklerken.
Maden işçileri önlem alınmasını istiyordu yıllardır
Madenler bile kan ağlarken kurbanlarına...
Suların götürdüğü sadece cansız bedenler değildi;
Gözyaşlarıyla sürüklenen  hayaller, beklentiler, umutlar,
Bir kez daha kaydı hayatlar; 
Kömür tozuna bulanmış cansız bedenlerle...

Makbule Abalı- Eğitimci 

Bu şiiri ilk kez 30 Ekim 2014'de yazmışım. Keşke benzer acıları tekrar tekrar yaşamasak. Bartın'da madende kaybettiğimiz madencileri acıyla anıyor, yakınlarına başsağlığı diliyoruz. 
Makbule Abalı 2022


Güncelleme Notu: Bugün 4 Aralık Dünya Madenciler Günü. Bir an; "Acaba kaç madenci bugünün, onların günü olduğunu biliyor?" diye düşündüm...

Çok zor koşullarda, yerin kilometrelerce altında çalışan bu  insanlar için acaba gerekli önlemler alınıyor mu, sağlık ve güvenlik koşulları sağlanıyor mu?

Ekonomik açıdan; ailelerinin, eş ve çocuklarının geçimini sağlamak zorunda olan bu insanlarımız, maden ocaklarının açılması ve çalışması için doğanın da kıyıma uğradığının farkındalar mı? Zehirli gaz ve atıklardan yüzlerce, belki binlerce canlı zarar görüyor.

Madenciler Günü; Bir kutlama günü değil, kaybettiğimiz değerleri ve insanlarımızı bir "Anma ve Farkındalık Günü" olsun.
 Zorunlu olarak babadan oğula sürdürülen bu iş kolunda; Yasal düzenlemelerle gerekli önlemler alınsın, hak edilen ücretler ödensin. 

Sadece doğal afetlerde, kaza ve kayıplarda değil,  zamanında seslerin, iç haykırışların sezilmesi- duyulması dileğiyle...

Makbule Abalı- Eğitimci
4 Aralık 2024 İzmir-Urla 

03 Aralık 2024

ENGELLİ HAYATLAR...


Kapkaranlık bir dünyada bir an gözünüz görmüyor, kulağınız duymuyorsa, konuşamıyor ya da yürüyemiyor olsanız, bedensel eksikleriniz, organ yetersizlikleriniz, çevrenize uyumunuzu zorlaştırsa, kendinizi nasıl hissedersiniz? Engeller ne denli etkilidir yaşantınızda? Engeller sizi ne kadar, nereye kadar etkiler? Doğuştan ya da sonradan engelli olmak... kendini aşabilmek... gücüne güç katmak, engelli yönünü tamamlayabilmek... Yarımken bir olabilmek, kendine yeni güçler yaratmak... Eksik yanını daha güçlü şekilde, bir başka biçimde tamamlamak...

Engellilerle ilgili kafamda öyle çok öykü var ki: Gençlik yıllarımda okuduğum Helen Keller'in mücadelesini anlatan "Karanlığın İçinden" kitabını nasıl unuturum. Hayranlıkla, saygıyla adı belleğime kazınmış. 

Ankara'da Görme Engelliler Okulunda, yıllar önce içine zil konmuş bir topla oynanan futbol maçı, oynayanlar ve izleyenler için gerçek maçtan hiç de farklı değildi. Topun içindeki zil sesi oyuncular için de, kaleci için de bir uyarı oluyordu. 

Bir fizik tedavi merkezinde yürüme engelli 8-10 yaşlarındaki çocuğun iki bastonla büyük çaba harcayarak  yaptığı yeniden yürüme mücadelesini, hepimiz nefeslerimizi tutarak hayranlıkla izlemiştik. 
Kazada kollarını kaybettiğinde, alıştırmalarla ayak parmaklarına güç kazandırarak tablolar yapan, daha sonra sergi açan bir genç kız. Zoru başarmak herkesin harcı değildir. 

Rehberlik ve Araştırma Merkezlerinde emekle, umutla yürütülen konuşma terapileri. Sonuç, harcanan emeğe değerse yaşanan bayram sevinci... 
Bir trafik kazası sonucu bacakları kesilen eski bir bale sanatçısının televizyon ekranında izlediğimiz görsel bir şölen gibi gösterisi. Takdir etmemek mümkün mü. 
Görme engellilerin birçoğunun hayranlık uyandıran güzellikteki sesleri, bir müzik aleti çalmadaki ustalıkları. İnce, titiz bir çalışma gerektiren saat tamirindeki ustalıkları. 

Her dalda engelliler yarışmalarında sergilenen inanılmaz performanslar; Bir Engelliler Olimpiyatında yıllar önce gerçekleşen, unutulmayan, dilden dile dolaşan bir öykü. Bitiş çizgisine çok az bir zaman kala engellilerden biri düşer, ağlamaya başlar. Koşmakta olanlar durur, arkalarına bakarlar. Geriye dönerek düşen çocuğun yanına gelirler, el ele tutuşurlar, hep birlikte bitiş çizgisine varırlar. Yarışın ne kazananı, ne de kaybedeni vardır. Kazanan dostluktur, dayanışmadır, ortak duygulardır. Stadyumdaki seyirciler bu tabloyu ayakta alkışlamaktadır.

Son yıllarda işaret dilini öğrenme çabasına giren insanlarımız artıyor. Reklamlarda (bir telefon reklamında), filmlerde(Başka dilde aşk, Benim Dünyam) engellilerin güçlükler içindeki yaşamı ustaca işleniyor. Şafak Pavey gibi kişiliğiyle, vakur duruşuyla, eğitimiyle engelleri aşarak çevresine örnek olan güzel insanlar da var.

Yılda bir kez Engelliler Gününü anmak elbette yeterli değil; ancak insanlarımızı düşündürmek, toplum olarak engellilere karşı daha duyarlı, daha anlayışlı olmak adına yararlı oluyor. Keşke yıllar içinde, engellilere daha uygun bir hayat için "yaşanabilir bir fizik çevre" oluşturabilsek, onları anlayabilme çabasına girsek...
3 Aralık Dünya Engelliler Gününde tüm engellilerin hayatlarındaki engelleri kolayca aşabilmeleri dileğiyle...
Ve her şeye rağmen "imkansız" demeyip, zoru başarabilen iradesi güçlü insanlarımızı yürekten kutlayarak...

Makbule ABALI-Eğitimci
Mersin-3 Aralık 2013


Güncelleme Notu: Son yıllarda; Engelli Sporcularımızın Olimpiyatlarda dünya çapında başarılarını kanıtlamaları, ödüller almaları dikkatinizi çekiyor mu? Yetenekli, görevinin bilincinde çalıştırıcılar sayesinde destanlar yazıyorlar. Eğitimli çalışmaların, emeğin, azmin, çabanın, iradenin nitelikli sonuçlarını alkışlıyor, başarılarıyla gurur duyuyoruz.

"Paralimpik Spor" alanı incelenmeye değer. Dünya birincisi, Dünya ikincisi, Dünya üçüncüsü "Engelli Yarışmacılarımız" var. Her şeye rağmen başarılı olmanın, kazanmanın çok farklı öykülerini izlediğimiz "TRT Spor programı" yapımcılarını kutluyoruz. Tüm engelliler için "Rol-Model" sayılan kahramanların hayat öykülerini duygulanarak izledik. Bu harika gençlerden, farkındalık ve duyarlılığını yitirmeyen yetişkinlerin  alması gereken  öyle çok ders var ki... 

Önce kendilerini ve sonra çevrelerini; yetenekleri doğrultusunda geliştirmeye, iyileştirmeye çalışan, dünyamıza olumlu katkılar sunan bu güzel  insanları ve onları anlayan,  dinleyen, empati kurmaya çalışan bireyleri yürekten kutluyoruz.

Makbule ABALI-Eğitimci  
İzmir-Urla- 03 Aralık 2024




30 Kasım 2024

YAŞAMI ŞİİRLERLE ÇOCUKLAR GİBİ ALGILAMAK-YORUMLAMAK...



 




GÜZ GÜNEŞİ 

Bu sabah erken uyandım;

Çiy damlacıklarını silkeledim

Çiçeklerin üzerinden.

Ilık rüzgârlar esti,

Güneş bile gülümsedi,

Bembeyaz bulutların arasından

Çiy taneleri umursamadı bile... 

Makbule ABALI

2023



ÇOCUKÇA

Kuş dili bilir misiniz ?

Çocukça, dostça, safça, 

Ya da işaret dili .

Diliniz  lâl olursa;

Gözlerinizle konuşabilir misiniz ,

Ya da beden dilinizle...?

İnsanca bilmeyen birine 

Bir dil öğretebilir misiniz?

İlle de uzlaşmak için değil, 

Belki insanca yaşamak, 

Yaşatmak için;

İnsanlık adına...İnsan adına...

Makbule ABALI

2023



İNSAN İNSANA SAVAŞ

Dağla ova,

Güneşle ay,

Bulutla yağmur, 

Fırtına ile bahar, 

Yaz ile kış,

Kedi ile köpek,

Tavşanla kaplumbağa,

Kedi ile fare 

Arkadaş olmuşlar canciğer.

Ama insanoğlu inatlaşmış; 

Arkadaş olamamış İNSAN İNSANA

Savaşlar o yüzden hep var olmuş...


Makbule ABALI-Eğitimci 

İzmir-Urla. 17.11.2023






ÇOCUKLAR GİBİ: Sabahattin ALİ'nin şiiri, Ali KOCATEPE'nin müziği ve Sezen AKSU yorumuyla. 

TEŞEKKÜRLER. 


26 Kasım 2024

ADSIZ KAHRAMANLAR...

 Ülkemizde adını sanını bilmediğimiz, belki uzak, belki yakın bir yerlerde güzel işler yapan öyle "güzel" insanlar var ki... "Adsız Kahramanlar" onlar...Haber olmaya hiç ihtiyaçları yok. Sessiz ve derinden, doğru bildikleri yolda ilerliyor, sadece görevlerini yapıyorlar.

 Bazen bir öğretmen, bazen bir maden işçisi, bazen bir kurum çalışanı, bir anne, bir sanatçı, bir hemşire, bir asker,  doktor, mühendis olarak karşımıza çıkıyorlar. Gazetelerde ancak ara sayfalarda- o da çok nadir- küçük puntolu haberlerde görebilirsiniz onları...

 Bilmem siz rastladınız mı, geçenlerde onca kötü haber arasında "bir haber" bahar güneşi gibi içimi ısıttı, ruhumu dinlendirdi: Bir doktor öyküsü... "Öldü" diye rapor verilen beş yaşında bir çocuğu, bir sağlık ocağında görevli pratisyen  doktor yeniden hayata döndürmüş.

 Basit bir olay gibi algılamıyorum ben bu olayı ;  Can'ın değerini bilmek, görevini ciddiye almak, işini iyi yapmak, çaba harcamak, "beni ilgilendirmez" dememek... Onca sahte kahraman varken, böyle insanlar "adsız kahraman" değil midir...?

 Türkiye asıl onlarla gurur duyuyor, gazeteciler asıl onları  haber yapmalı. Hem de öyle üçüncü sayfadan değil, belki birinci sayfadan, hatta belki manşetten... O zaman belki iyi örneklere bakarak biraz "değişiriz." 

Doğa olaylarında, depremde, selde, toprak kaymalarında,  orman yangınlarında, kazalarda canları pahasına çalışanlar; askerler, güvenlik görevlileri, gönüllüler, merhametli, vicdan sahibi insanlar.

Ünlü şair Nazım Hikmet'in "Yaşamak Şakaya Gelmez" adlı şiiri, bana hep adsız kahramanları hatırlatır.  
İyi ki varsınız "Adsız Kahramanlar"...
Sizlere teşekkür borçluyuz...
Acaba onlardan kaçını biliyor ya da tanıyoruz...?
Kimler hak ettiği konumda, kimler ödüllendirildi...?
Zamanında ya da gecikmeli olarak değerlerini bilebildik mi...?

Makbule ABALI 
2010




  
 

25 Kasım 2024

KADINLAR AĞIDI- ACILI KADINLAR...


Bir kadın haykırdı gecenin sessizliğinde;
Çığlık çığlığa, acılar içinde
Dünyanın çok uzak bir köşesinde
Denizler, dağlar ötesinde...
Var gücüyle bağırdı,
Sesi dağlarda yankılandı
Ama hiç kimse duymadı feryadını...
Sonra sesler birbirine karıştı;
Çok uzak yörelerden, kentlerden, köylerden kadınlar;
Kimi hasta, yoksul, tek başına,
Kimi bir çocuk gelin, henüz büyümemiş,
Kimi şiddete uğramış, sindirilmiş.
Kimi geçim derdinde. evinde aş yok,
Kimi sığınmacı, kimi göçmen 
Evinden, yurdundan uzakta.
Kimi yalnız, mutsuz, sevgisiz, ilgisiz
Kimi sevdalı, ama can derdinde...
Sesler hepten karıştı birbirine
Acılı kadınlar korosunda.  
Kimse duymadı ağıtlarını, feryatlarını
Kimse anlamadı acılarını
Sessiz çığlıklarına yanıt veren olmadı,
Oysa tüm dünyada o gün, onların günüydü...

Makbule ABALI-Eğitimci
8.03.2020

Güncelleme:25.11.2024 



Dünyanın ve çevrelerinin gelişmesine, güzelleşmesine katkıda bulunan, emek harcayan, üreten tüm kadınların değerleri bilinse, sağlıklı, huzurlu, mutlu günleri-yılları olsa... M.A

24 Kasım 2024

SİZ ÖĞRETMEN OLSAYDINIZ...(Ağaç Ev Sohbetleri-107)

 


Ağaç Ev Sohbetleri; her hafta bloglar arasında bir konu belirlenerek yapılan bir etkinlik. Özellikle iki arkadaşımızın bu konuda çok büyük emekleri var. Deeptone ve Kaplan Diary. Kendilerine yürekten teşekkürlerimizle.

Bu haftanın konusunu ben şöyle düşündüm: 1.5 yıllık bir Korona tatilinin ardından bugün  okullarda ziller yeniden çalıyor . Öğretmenlerle öğrenciler yüz yüze Eğitim-Öğretim  yapabilecekler. Konu şöyle:

Hayal bu ya, bugünlerde "ÖĞRETMEN" olsaydınız öğrencilerinize öncelikle hangi değerleri kazandırmak isterdiniz? Hangi öğretim kademesinde, hangi sınıflarda, hangi branşlarda öğretmenlik yapacağınıza lütfen siz karar verin. 

Ben anaokullarında öğretmenlik yapmadım. Rehberlik ve Araştırma Merkezlerinde her kademede çocuk ve gençlerle ilgilendim, zeka ve kişilik testleri uyguladım, sınıf öğretmenlerine seminerler uyguladım, Liselerde Rehber Öğretmenlik, Psikoloji ve Felsefe Öğretmenliği yaptım. Üniversitede Rehberlik Derslerine girdim. Ama hep düşünmüşümdür; Keşke ülkemizde  Okul öncesi Öğretmenliği  daha yaygınlaştırılsa idi bugünkü Eğitim Sistemimizin temeli daha sağlam olmaz mıydı?

Ben bir Anaokulu Öğretmeni olmak isterdim. Çocuklarda 0-7 yaşlar arası pek çok davranışın kazanıldığı yaşlar. Kişiliğin temeli bu yaşlarda atılıyor. Öncelikle çocukların okulu, öğretmeni sevmelerini önemserdim. Sonraki yıllara daha rahat bir geçişi sağlamaya çalışırdım. Zaman zaman  sınıf dışında, doğada etkinlikler düzenlerdim. Bir fidan ya da çiçek, sebze  dikmeye yönlendirirdim. Hayal gücüne önem verirdim. Oyunlarla, masallarla davranış kazandırmayı hedeflerdim. Resimlerle öyküleri canlandırmalarını isterdim. Belli sorumluluklar almalarını sağlayarak görevler verir, yeteneklerini sergilemelerini isterdim. 

En çok önem vereceğim  şeylerden biri, serbestçe düşüncelerini ifade edebilmelerine olanak tanımak olurdu. Neden, niçin sorularını sıkça sormalarını isterdim. Gerektiğinde öğretmen olarak beni de eleştirmelerini isterdim. Sınıf içi hakça ve adil seçimler yapmaya dikkat ederdim. Temel bir hak olarak oy kullanmayı öğrenirlerdi. Paylaşma, yardımlaşma, dayanışma gibi  davranışları uygun sözcüklerle vurgular, motive ederdim. Olumlu ve olumsuz davranışlarda ödül ve kınamayı kullanırdım, Ama bunlar özendirici ya da caydırıcı olmalıydı.  Dayağın, çok yüksek sesle azarlamanın, haksızlığın, kişiliği aşağılamanın, eğitimde cezalandırmanın en ağır yolu olduğuna inanıyorum. Ne ekersek onu biçiyoruz. 

Çocuklar sakin ve güler yüzlü bir  öğretmeni daha çabuk benimsiyorlar. Öğretmeni sevmek, okulu ve dersi sevmenin de  ilk adımı. Korku, baskı, ancak geçici bir disiplin sağlıyor.  Oysa sevgi kalıcıdır. Çok basit nezaket cümlelerini  günlük yaşamda oyun  içinde kullanmalarına dikkat ederdim: "Özür dilerim, affedersin, lütfen, iyi akşamlar, günaydın arkadaşım vb." Bir oyun ya da yarışma sonrası yenilenin, galip geleni kutlaması gerektiğini vurgulardım. Şiirlerle, şarkılarla, oyunlarla öğretmeye çalışırdım her şeyi... Alışkanlıklar kalıcıdır.

Atatürk'ü anlamak, sevmek, benimsemek o yaşlar için zor ve soyut bir konu, ama Atatürk Büstü  ıslanmasın diye şemsiye tutan çocuğu hatırlıyorum. Atatürk resmi baskılı  bluzu kirlendi diye hıçkırarak ağlayan kız çocuğu aklımdan çıkmıyor. Ellerinde bayraklarla şiirler, marşlar  söylemeye çalışan çocuklar... Bu çocuklar bu sevgiyi daha sonraki yaşlarda çok daha güçlü biçimde sürdürecekler elbette.

Eğer bir anaokulunda öğretmen olsaydım; yaratıcı  oyunlarla,  şarkı ve şiirlerle gelecekte iyi, dürüst ve güvenilir, dengeli, sevgi ve saygıyı yerinde-dozunda kullanabilen  bir insan olabilmenin temelini atmaya çalışırdım.

Makbule ABALI- Eğitimci

Mersin-2021


GEÇMİŞTEN BUGÜNE...

2024 GÜCELLEME NOTU: Başöğretmen Atatürk'ün izinde: 2024 Yılı Öğretmenler Günü'nü kutlamaya hazırlanıyoruz. Gönül isterdi ki; Eğitim-Öğretimde çağdaş uygarlık düzeyinde yükselen değerlerle, her yıl bir öncekinden daha başarılı sonuçlar elde edelim, her konuda toplum olarak daha üst sıralarda yerimizi alalım.

Acaba nerede hata yaptık? Günümüz yetişkinleri neden daha sinirli, öfkeli, kaygılı, tahammülsüz bireyler oldular. Sadece eğitimciler olarak değil; her yaşta, her uğraşta, her meslekte, her işte, her kademede kişiler olarak kendimizi sorgulamak zorundayız.

Cumhuriyetimiz 101 yaşında. Buruk kutlamalar değil, gelecek endişesi olmadan, umutla-güvenle-inançla, güzel ülkemize lâyık, birlik-beraberlik ve barış içinde, coşkulu kutlamalara ihtiyacımız var. 

"Eğitim Hayat Boyu  Devam Eder." düşüncesiyle:

ÖĞRETMENLER GÜNÜMÜZ- GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN.

Makbule Abalı-Eğitimci

İzmir-Urla 24 Kasım 2024



21 Kasım 2024

YAŞ ALMAK-YAŞLANMAK...



Bazen sessizliğin sesini dinler insan. O zaman diliminde, aklına ne çok soru gelir. Kimi zaman tatlı bir tebessümle kendi kendine yanıtlar. Bazen acı acı gülümser, farklı bir duyguyla sessiz kalır. Sessizliğe, sakinliğe ne çok ihtiyacımız vardır kimi zaman; Daha sakin düşünmek için, duygularımızı tartmak için, kendimizi sorgulamak için...Hele yaş alırken; aylara ay, yıllara yıl eklerken. Yaşam sonsuz hızla devam ederken, değişirken, belki bizler de farklılaşırken... 

18-24 Mart arası "Dünya Yaşlılık Haftası" olarak anılıyor. Günleri-haftaları sadece o zaman diliminde değil, içimize sindirerek, hakkını vererek anmak ya da kutlamak daha anlamlı olmaz mı? 

Dünya Sağlık Örgütü (WHO)-World Health Organisation, yeni yaş dilimi skalasını değiştirdi. Buna göre:
0-17 yaş: Ergen
18-65 yaş : Genç
66- 79 yaş: Orta yaş
80-99 yaş: Yaşlı  olarak sayılıyor artık.

Bu değerlendirmeyi kimler nasıl algılar, bilinmez. Yıllar yaşlanmayı ölçer mi, yoksa yaş almak, bir büyük deneyim midir hayatta? Yaş aldıkça gözlerinizin pırıltısı azaldı mı, daha mı kırılgan, alıngan oldunuz? Gençlikteki enerjiniz, neşeniz, coşkunuz şimdi nasıl? Dünyaya bakışınız sitemkar mı, hüzünlü mü, mutlu musunuz? Gerçek dostları, çocukluk arkadaşlarınızı daha sık arama ihtiyacında mısınız? Güven, vefa, içtenlik, dürüstlük, sadakat, giderek yükselen değerleriniz mi? 

Mevlana ne güzel demiş: "Aynalar türlü türlüdür. Yüzünü görmek isteyen cama bakar, önünü görmek isteyen cana bakar"  Yaşlanmak ya da yaş almak , dünyaya bakışımızı da sergiliyor. "Yaşlanmak" yıpranmışlığı, çöküntüyü çağrıştırıyor. Oysa "Yaş almak" daha olumlu, daha iyimser bir deyiş. Deneyim kazanmayı, olgunlaşmayı, değişimi vurguluyor. Aslında tüm sözcükler; gönlümüzde, belleğimizde, kişiliğimizde zamanla oluşan izleriyle anlam kazanıyor.

Düşünür John Barrymore şöyle düşünüyor: "Umutlarını ve hayallerini bırakarak bezginliğe kapılan insan artık yaşlanmıştır." Katılmamak mümkün mü?

Makbule ABALI-Eğitimci
2019 Mersin 

Güncelleme: Yazının özüne dokunmadan kısa eklemelerle. 
21.11. 2024 İzmir-Urla