Bir tren yolculuğunda karşılaştık onlarla. 8-10 saatlik bir yolculuktu bu. Tünellerden, ağaçların yakınından, mağaraların yanından geçerek yapılan bu yolculuk bana hep farklı ve heyecanlı gelmiştir. Bu güzergahta otobüs yolculuğunu hiç düşünmemiştim. Yorucu ve sıkıntılı geçer fikrindeydim. Trende koridorlarda, restoranda dolaşma imkanımız vardı.
Eşyalarımı üst bagaja yerleştirdim, yer numarama bir kez daha bakarak yerime oturdum. 6 kişilik kompartımanda 3 kişiydik. Onlar tam karşımdaydılar. Biri 80 yaşlarında bir hanım-sanırım anne olmalıydı- ve yanında kızı. 45 yaşlarında gösteriyordu. İkisi de temiz ve şık giyimliydi. İkisinin de saçları topuz yapılmıştı. Doğrusu yaşlı bayana topuz daha çok yakışmıştı. Yaşanmış yıllar yüzünde derin çizgiler oluşturmuştu. "Ama neden bu yüz ifadesi bu kadar donuk?" diye düşündüm...
Çocukluğumdaki tren yolculuklarını hatırladım bir an... Nasıl da eğlenceliydi. Yola çıkmadan heyecanlanırdık, her şey bir masal tadındaydı. Ailece İstanbul'daki yakınlarımıza giderdik. O zamanki kara tren ya da buharlı trenler yüzümüzü-gözümüzü simsiyah yapardı. Ama dünyamız pırıl pırıldı. Koridorda durup, yarı açık camdan elimizi rüzgara uzatmak ne hoştu. Kendimizi güçlü masal kahramanları gibi hissederdik.
O yıllarda ülkemizde demir yolları güçlüydü. Şehirler arası otobüsler bu denli yaygın değildi. Sanırım tren biletleri de çok pahalı değildi. Babam 4 çocukla annemin rahat etmesi için yataklı vagondan bilet alırdı. Tertemiz yataklarda beşik gibi sallanarak çalan tren zilleri arasında mışıl mışıl uyurduk.
Yıllar sonraki yolculuğum devam ediyordu. Trenler eskiye göre daha gelişmişti. Buharlı trenlerin yerini motorlu trenler almıştı. Bu trenler eskilerden daha hızlıydı. Ben bunları düşünürken baktım, yaşlı bayan tepeden tırnağa beni süzüyor. bir ara elinde sımsıkı tuttuğu çantasını yere düşürdü. Hemen eğilip aldım, kendisine verdim. Önce şaşırdı, sonra dudaklarının ucuyla gülümsedi. Garip bir gülümsemeydi bu; ürkek, tedirgin... Teşekkür etmedi. O'nun yerine kızı teşekkür etti. Gülümsedim.
Tren yavaş yavaş hızlanıyordu. Çok yorgundum. Biraz uyumak için başımı arkaya yasladım. Birden tiz bir sesle irkildim: " Beni nereye götürüyorsun?" Gözlerimi açtım. Biraz önceki nazik bayanın yüzü allak bullaktı adeta. "Beni izinsiz götüremezsin. Önce annemden izin alman gerekirdi. " Genç bayan şaşkınlıkla konuştu: "Anneciğim biliyorsun, annen öleli yıllar oldu. Birlikte Ankara'ya gidiyoruz. "
Cümlesini tam tamamlayamadan yaşlı bayan bir çığlık attı: "Annem ne zaman öldü. Neden yalan söylüyorsun? Ben seninle gelmek istemiyorum. Genç kadının sesi titremeye başlamıştı: "Bensiz nereye gidersin anne? Zaten ablam bizi bekliyor."
Yaşlı hanım giderek sesini yükseltiyordu: "Hem sen kimsin, ben seni tanımıyorum ki."
Genç bayanın yanaklarından yaşlar süzülmeye başladı. Yüzü kıpkırmızıydı. Fısıldar gibi konuştu benimle: "Sizi de rahatsız ettik. Kusura bakmayın. Annem Alzheimer hastası." Bu arada çantasından çıkardığı ilacı annesine verdi. Alzheimer deyince duraksadım. Duymuştum bu hastalığı. Bulunduğum kentte "Yaşlı yaşam Merkezi" vardı. Hastalıkla ilgili konferanslara, söyleşilere katılmıştım. Zor bir hastalıktı, dünyada hızla yayılıyordu.
Bu arada anne uyuklamaya başlamıştı. Kızı düşük bir sesle anlatmaya koyuldu. Belli ki anlatma ihtiyacındaydı: " Annem emekli öğretmen. 35 yıl çalıştıktan sonra emekli oldu. Babamı 3 yıl önce kaybettik. Hastalık önce küçük unutkanlıklarla başladı. Giderek davranışları değişti. Kendi kendini idare edemez oldu. Korkuları,Kaygıları, halüsinasyonları var. An geliyor beni bile tanıyamıyor. Belki bir potansiyel vardı ama sanırım babamın ölümü de hastalığı tetikledi."
Artık ağlamıyordu. Hiç tanımadığı ama yakınlık duyduğu birine sorunlarını anlatmak onu rahatlatmıştı. "Annem öğretmen" demişti.
Belki garip bir düşünceydi ama o anda düşünmeden edemedim; "Öğrencileri eski öğretmenlerinin bu halini görselerdi ne derlerdi acaba?" İdolünüz olan kişi imaj değişikliğine uğrarsa nasıl bir hayal kırıklığı yaratabilir? Eski bir şarkının sözlerini hatırladım; "Ateşe benzerdin, küle dönmüşsün sevdiğim güzel..." Ateşin yakıcı halinden sönmüş küle dönmek... Güfteyi yazan sanatçı kim bilir neler düşünerek yazmıştır.
Bir tünele daha girdik. Hayatın karanlık yüzü; hastalıklar, kazalar ve tünelin ucunda ölüm diye düşündüm. Zor zamanlarında yalnızlığı en yoğun şekilde yaşıyor insanoğlu. Güç anlarda tünelin ucundaki ışık gibi bir ışık arıyor. Aydınlanmak istiyor. Belli yaşlardan sonra dinlenmek için daha sakin, daha rahat günleri özlüyor. Oysa bazen her şey tesadüflerle gelişiyor. Yaşam sanki pamuk ipliğine bağlı...
Yaşlı bayan birden uyandı, Dehşet içindeydi. "Çantamı çaldılar, bulun çantamı..." Bağırıyor, ayağa kalkmaya çalışıyordu. Kızı çantasını eline verdi. Saki, rahatlatıcı bir ses tonuyla: "Bak çantan burada canım. Kimse çantanı çalmadı." dedi. Annesi çantasını göğsüne bastırdı, eliyle sımsıkı kavradı.
Uzun bir yol vardı önümüzde. Hayatın zor, çetrefilli yolları gibi. Her an her şey olabilirdi. Hayat sürprizlerle doluydu. Neye, ne kadar hazırlıklı olabilirdik? Yaşlı bayan bana adeta bir "hayat dersi" vermişti. Öyle asil ve vakur bir duruşu vardı ki; iç dünyasını, rahatsızlığını bilmeseniz hastalığı konduramazdınız. Saçının taranış biçiminden giysilerine, çanta ve ayakkabılarına kadar zarafet akıyordu adeta.
30- 40 yıl önceki halini düşündüm... Kim bilir ne kadar güzeldi. Öğretmenliğini hayal ettim; Tatlı-sert bir öğretmen olmalıydı. Yüzündeki bu sert ifade o zamanlar böyle değildi herhalde. Duygular yüz ifadesini nasıl da değiştiriyor. Gözler bizi en çok ele veren yanımız. Adeta iç dünyamızın aynası. Şimdi o güzel ela gözlerde güvensizlik, kaygı,korku okunuyordu. Yüz hatları gergindi. "İç huzursuzluk, mutsuzluk yüze de yansır elbette." dedim kendi kendime.
Farkında olmadan yüksek sesle konuşmuşum."Anlamadım" dedi genç bayan. "Hayat öyle anlaşılmaz ve zor ki "dedim. Aynı duyguları paylaşıyorduk. Fazla konuşmaya gerek yoktu. Sözcükler anlamını yitirmişti. İkimiz de bir süre sustuk. Raylarda yankılanan ritmik ses aynen kulaklarımda da yankılanıyordu.
Trenin keskin düdüğü beni gerçek dünyaya döndürdü bir an. Çocukluğumda bu sesler şarkı gibi gelirdi. Şimdi kulaklarımı tırmalıyor, beynimde uğulduyordu. Bu sesler, hayatın olumsuz yanları hakkında birer uyarı gibiydi belki de. Her yolculuk ya da her karşılaşma insan yüzlerinde hayatın bir başka yüzünü sergiliyor bana; İnsanın değişik halleri... insanlık halleri... Bazen hüzün, bazen keder, bazen mutluluk ya da mutsuzluk...
Yıllar sonraki yolculuğum devam ediyordu. Trenler eskiye göre daha gelişmişti. Buharlı trenlerin yerini motorlu trenler almıştı. Bu trenler eskilerden daha hızlıydı. Ben bunları düşünürken baktım, yaşlı bayan tepeden tırnağa beni süzüyor. bir ara elinde sımsıkı tuttuğu çantasını yere düşürdü. Hemen eğilip aldım, kendisine verdim. Önce şaşırdı, sonra dudaklarının ucuyla gülümsedi. Garip bir gülümsemeydi bu; ürkek, tedirgin... Teşekkür etmedi. O'nun yerine kızı teşekkür etti. Gülümsedim.
Tren yavaş yavaş hızlanıyordu. Çok yorgundum. Biraz uyumak için başımı arkaya yasladım. Birden tiz bir sesle irkildim: " Beni nereye götürüyorsun?" Gözlerimi açtım. Biraz önceki nazik bayanın yüzü allak bullaktı adeta. "Beni izinsiz götüremezsin. Önce annemden izin alman gerekirdi. " Genç bayan şaşkınlıkla konuştu: "Anneciğim biliyorsun, annen öleli yıllar oldu. Birlikte Ankara'ya gidiyoruz. "
Cümlesini tam tamamlayamadan yaşlı bayan bir çığlık attı: "Annem ne zaman öldü. Neden yalan söylüyorsun? Ben seninle gelmek istemiyorum. Genç kadının sesi titremeye başlamıştı: "Bensiz nereye gidersin anne? Zaten ablam bizi bekliyor."
Yaşlı hanım giderek sesini yükseltiyordu: "Hem sen kimsin, ben seni tanımıyorum ki."
Genç bayanın yanaklarından yaşlar süzülmeye başladı. Yüzü kıpkırmızıydı. Fısıldar gibi konuştu benimle: "Sizi de rahatsız ettik. Kusura bakmayın. Annem Alzheimer hastası." Bu arada çantasından çıkardığı ilacı annesine verdi. Alzheimer deyince duraksadım. Duymuştum bu hastalığı. Bulunduğum kentte "Yaşlı yaşam Merkezi" vardı. Hastalıkla ilgili konferanslara, söyleşilere katılmıştım. Zor bir hastalıktı, dünyada hızla yayılıyordu.
Bu arada anne uyuklamaya başlamıştı. Kızı düşük bir sesle anlatmaya koyuldu. Belli ki anlatma ihtiyacındaydı: " Annem emekli öğretmen. 35 yıl çalıştıktan sonra emekli oldu. Babamı 3 yıl önce kaybettik. Hastalık önce küçük unutkanlıklarla başladı. Giderek davranışları değişti. Kendi kendini idare edemez oldu. Korkuları,Kaygıları, halüsinasyonları var. An geliyor beni bile tanıyamıyor. Belki bir potansiyel vardı ama sanırım babamın ölümü de hastalığı tetikledi."
Artık ağlamıyordu. Hiç tanımadığı ama yakınlık duyduğu birine sorunlarını anlatmak onu rahatlatmıştı. "Annem öğretmen" demişti.
Belki garip bir düşünceydi ama o anda düşünmeden edemedim; "Öğrencileri eski öğretmenlerinin bu halini görselerdi ne derlerdi acaba?" İdolünüz olan kişi imaj değişikliğine uğrarsa nasıl bir hayal kırıklığı yaratabilir? Eski bir şarkının sözlerini hatırladım; "Ateşe benzerdin, küle dönmüşsün sevdiğim güzel..." Ateşin yakıcı halinden sönmüş küle dönmek... Güfteyi yazan sanatçı kim bilir neler düşünerek yazmıştır.
Bir tünele daha girdik. Hayatın karanlık yüzü; hastalıklar, kazalar ve tünelin ucunda ölüm diye düşündüm. Zor zamanlarında yalnızlığı en yoğun şekilde yaşıyor insanoğlu. Güç anlarda tünelin ucundaki ışık gibi bir ışık arıyor. Aydınlanmak istiyor. Belli yaşlardan sonra dinlenmek için daha sakin, daha rahat günleri özlüyor. Oysa bazen her şey tesadüflerle gelişiyor. Yaşam sanki pamuk ipliğine bağlı...
Yaşlı bayan birden uyandı, Dehşet içindeydi. "Çantamı çaldılar, bulun çantamı..." Bağırıyor, ayağa kalkmaya çalışıyordu. Kızı çantasını eline verdi. Saki, rahatlatıcı bir ses tonuyla: "Bak çantan burada canım. Kimse çantanı çalmadı." dedi. Annesi çantasını göğsüne bastırdı, eliyle sımsıkı kavradı.
Uzun bir yol vardı önümüzde. Hayatın zor, çetrefilli yolları gibi. Her an her şey olabilirdi. Hayat sürprizlerle doluydu. Neye, ne kadar hazırlıklı olabilirdik? Yaşlı bayan bana adeta bir "hayat dersi" vermişti. Öyle asil ve vakur bir duruşu vardı ki; iç dünyasını, rahatsızlığını bilmeseniz hastalığı konduramazdınız. Saçının taranış biçiminden giysilerine, çanta ve ayakkabılarına kadar zarafet akıyordu adeta.
30- 40 yıl önceki halini düşündüm... Kim bilir ne kadar güzeldi. Öğretmenliğini hayal ettim; Tatlı-sert bir öğretmen olmalıydı. Yüzündeki bu sert ifade o zamanlar böyle değildi herhalde. Duygular yüz ifadesini nasıl da değiştiriyor. Gözler bizi en çok ele veren yanımız. Adeta iç dünyamızın aynası. Şimdi o güzel ela gözlerde güvensizlik, kaygı,korku okunuyordu. Yüz hatları gergindi. "İç huzursuzluk, mutsuzluk yüze de yansır elbette." dedim kendi kendime.
Farkında olmadan yüksek sesle konuşmuşum."Anlamadım" dedi genç bayan. "Hayat öyle anlaşılmaz ve zor ki "dedim. Aynı duyguları paylaşıyorduk. Fazla konuşmaya gerek yoktu. Sözcükler anlamını yitirmişti. İkimiz de bir süre sustuk. Raylarda yankılanan ritmik ses aynen kulaklarımda da yankılanıyordu.
Trenin keskin düdüğü beni gerçek dünyaya döndürdü bir an. Çocukluğumda bu sesler şarkı gibi gelirdi. Şimdi kulaklarımı tırmalıyor, beynimde uğulduyordu. Bu sesler, hayatın olumsuz yanları hakkında birer uyarı gibiydi belki de. Her yolculuk ya da her karşılaşma insan yüzlerinde hayatın bir başka yüzünü sergiliyor bana; İnsanın değişik halleri... insanlık halleri... Bazen hüzün, bazen keder, bazen mutluluk ya da mutsuzluk...