Bu Blogda Ara

28 Mar 2016

ŞİDDETTEN ARINMAK... (Nostaljik Pazartesi)



Kirden, pastan, tozdan, kötülükten arınmak isterse insan, ne kadar su gerekir acaba? Hangi sabun en yoğun kirleri en etkili biçimde temizler? Ya şiddetten arınmak, yılların birikimini temizlemek, içimizdeki canavarla baş etmek ne derece mümkündür? Gazete, televizyon muhabirleri de doğru sayıyı bulmakta güçlük çekiyorlardır herhalde. Bir günde çeşitli nedenlerle kaç insan öldürüldü, kurallara uyulmadığından kaç trafik kazası oldu, kaç kişi tacize uğradı, kaç hayvana eziyet edildi...? 

Eskiden "Köpek insanı ısırırsa değil, insan köpeği ısırırsa haber olur." denirdi. Şimdilerde insan insanı ısırabiliyor. 7 yaş altındaki çocuklar televizyonun karşısında merakla vurdulu-kırdılı filmleri izliyorlar. Bazen el çırpıyorlar, alkışlıyorlar. Beğenmekle kınamak arasındaki ince çizgi burada başlıyor belki de. Çocukken beğendiği, onayladığı davranışları kalıcı olarak yıllar sonrasına taşıyabilir insan, korku filmleri, savaş filmleri hep tercihleri arasında yer alabilir. Bazı sahneler bilinç altına kazınır adeta.

"Genel izleyici" adı altındaki programları yetişkinler ve çocuklar izliyor. Ama haberlerden başlayarak her gün en az 10-15 kadar öldürme olayı var. Bazen polislerin öğrencilere tepkisi, copla dövmesi, su ve gaz püskürtülmesi de genel izleyicilerin o saatte izlediği sahnelerden. Her kötü haber beynimize bir balyoz gibi inmekte. 

Haberler başlı başına bir şiddet kaynağı bazen. 5-10 haberden biri savaş haberi. Dünyanın her yerinden en acımasız saldırılar çarpıcı görüntülerle sunuluyor. Kötüler-kötülükler orkestrası adeta en yüksek perdeden, en rahatsız edici biçimde ses veriyor; "Güç bende, ben yaparım, kırarım, dökerim, vururum, yok ederim..."

Her toplumda görülebilen bu insanlar nasıl bu hale geldi, onları bu denli şiddete iten şey neydi? Bu olaylara tanık olan küçükler ilerde bu yaraları nasıl saracaklar? Yetişkinlerde görülen pek çok ruhsal sıkıntının kökeninde çocukluk yıllarındaki travmalar yatıyor. 
Bütün bebekler kaynağını bilmese de yüksek sesten korkarlar. Sıçrayarak, ağlayarak bu tepkilerini dile getirirler. Gürültülü bir ortamda büyüyen bebek daha sinirli, daha saldırgan oluyor.

Çocuklar, gençler gördüklerini örnek alarak hayata geçirmek isteyebilirler. Şiddet küçükken hayvanlara eziyet etmekle başlar, yetişkin olduğunda "Güç bende" diyerek kaba kuvvetle, zorbalıkla her işini halletmeye çalışır. Kendince benimsediği "rol model" kimse, onun davranışlarını taklit eder. Bu, bazen yakın çevreden biri, bazen bir roman ya da dizi kahramanıdır. Spora, maça bile giderken elinde şiddet aracı sopasıyla yola çıkabilir. Ekrandaki hayal dünyası gerçek hayata taşınmıştır artık.

Şiddet, vahşet içimizde hüküm sürer. Kimi birey öfke kontrolünü gerçekleştirerek duygularını bastırabilir. Ama bazen de gün gelir kimisinde kendinden daha zayıf, güçsüz, korunmasız gördüğüne yönelir öfke, kin, hırs, kıskançlık... Ve telafisi mümkün olmayan olaylar yansır gazetelere, televizyonlara; şiddet, vahşet, acımasızlık, hırpalama, zarar verme...

Her yıl şiddetle ilgili istatistikler açıklanır. Bu tablolar çarpıcı, düşündürücü elbette ama, kayıtlara geçmeyen, bilmediğimiz, duymadığımız daha nice olay vardır kim bilir .  Evde, sokakta, okulda, alışveriş merkezinde, hastanede, stadyumda, şiddet her yerde, içimizde, aramızda... Şiddet batağına saplanmış gibi insanımız. Gördükleri karşısında tüyleri diken diken olmuyor, gözleri fal taşı gibi açılmıyor, kulakları çınlamıyor. Belki sadece başını çeviriyor, belli belirsiz, "görmedim, duymadım, söyleyemem düşüncesiyle kaybolup gidiyor...

İçimizdeki karanlığı aydınlığa çevirmek çok mu zor? Karşımızdakiyle empati kurabilmek ve biraz anlayış, biraz hoşgörü, biraz sabır ile başlıyor her şey. Hepimiz insan olarak insanca davranışlar bekliyoruz. Önce beyinleri, sonra yürekleri şiddetten arındırmak gerek. Yürekte insan sevgisi, merhamet yoksa, vicdan da, akıl da donup kalıyor elbette... 
                                                           Kasım-2013 



24 Mar 2016

AİLEDEN SORUMLU BAKANIMIZ- İSTİSMAR EDİLEN 45 ÇOCUK...



Ülkemizde Aileden Sorumlu bir Bakanlık var. Yüzlerce kadının dövüldüğü, yaralandığı, öldürüldüğü, çocukların kaçırıldığı, cinsel tacize uğradığı bir ülkede böyle bir Bakanlığın adı, varlığı bile insanı mutlu etmeli. Ama hayır. ne yazık ki öyle değil. 

İnsan olarak "gündemde hiç mi iyi bir haber, bir umut ışığı yok" diye aranırsınız bazen. Ama kimi zaman da onca kötü haber arasında çok önemli bir başka haber gündemde yer almaz, kaybolur, gider. Neyse ki o korkunç haber yeniden gündeme geldi;
Konya Karaman'da bir vakıfta orada kalan 45 erkek çocuk cinsel istismara uğruyor. 55 yaşındaki erkek öğretmen bu çocuklardan 10 tanesi için Konya Ereğlisi'nde bir ev açıyor.

4 Mart'ta olay duyuluyor, 12 Mart'ta bir yerel gazetede yer alıyor.
Ulusal kanallarda olayın haber olarak verildiği gün terör olayları da tüm şiddetiyle gündemdeydi. Haber tam yerini bulamadı. Oysa bu olay da tam anlamıyla "cinsel terör" sayılmaz mı? Suç, Adli Tıp raporlarıyla da sabit. 

Haber duyulduktan sonra Aileden sorumlu Bakanımızın bir açıklaması var; "Bir kere rastlanmış olması, karalamalar için gerekçe olamaz." Anne olarak, kadın olarak, eğitimci olarak bu açıklamanın yanlışlıkla söylenmiş olabileceğini düşünüyorum.
Bu durumun günlerce, aylarca sürdüğü söyleniyor. Ardında acı, gözyaşı, pişmanlık, suçluluk duygusu bırakan her olay kişide travma yaratmaz mı? 

"Çocuk istismarı" ülkemizde ne yazık, sık sık gündeme gelen bir konu; Kaçırılan, tecavüze uğrayan, küçük yaşlarda çalıştırılan, koruyamadığımız çocuklar... Koruma altındayken  bile zarar gören çocuklar. Bu konuda bir Bakanlığımızın olduğuna bile sevinemiyor insan. Bu tür sapkınlıklarla karşılaştıklarında ne yapabilecekleri konusunda çocuklara şu açıklamalar yapılmıştı; Sesinizi duyurun, avazınız çıktığı kadar bağırın. Düşünüyorum: Bağırabildiler mi, sesleri çıktı mı, onları duyan, yardıma koşan oldu mu? Anne-babaları yanlarında değildi, cazip vaatlerle aldatıldılar mı?

Bu çocukların hayatında kocaman bir yara açan ve yıllar sonrasını da etkileyebilecek bu olayda kimler sorumlu, kimler görevi ihmalden suçlu? Denetim ihmali var mıdır, kimler göz yumdu, kimler duyup da aldırmadı ya da konuşmadı... Olayı incelemek amacıyla kurulan Meclis Komisyonunda görev alan bir kadın milletvekili, "Dosyada yazılanları okuyunca hüngür hüngür ağladım." diyor.  Suçlu öğretmen için 600 yıllık ceza isteniyor.

Olay öylesine geniş kapsamlı ve etkileyici ki önce toplumsal vicdanların rahatlatılması lazım. İnsanın aklına hemen "istifa" sözcüğü geliyor. Ancak bizim ülkemizde hayal etmek bile zor. 



21 Mar 2016

"DOSTLAR BENİ HATIRLASIN..." Aşık VEYSEL.




21 Mart 1973 tarihinde dünyaya veda etti. "Dostlar Beni Hatırlasın" demişti. Sözleri, şiirleri, türküleri hala dillerde. Ölümünün ardından onca yıl geçti. Hiç unutulmadı.




"Derdim yüreğimde
Eller ne bilsin."

        Aşık Veysel 







Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başka olmasa.

           Aşık Veysel

Ünlü Halk Ozanımızı rahmet ve saygıyla anıyoruz.



20 Mar 2016

ASYA BEBEK...



Henüz hastaneden çıkamadı;
Zor soluk alıyor, yoğun bakımda,
Serumlar bağlanıyor küçücük bedenine.
Oysa gezmeye gelmişti İstanbul'a...
Önce kulakları sağır eden bir ses duyuldu;
Havada uçuşan metal parçacıkları,
Bir ateş çemberi, alevler... alevler...
Meydanın ortasında boş bir bebek arabası kaldı,
Asya Bebek arabasında yok...
Bir hastanede kocaman bir odada,
Kocaman bir yatakta baygın yatıyor,
İstanbul'u gezemeden 
Hastanede buldu kendini...
Daha ne çok şey vardı göreceği, öğreneceği.
Henüz 2,5 yaşındaydı, koşamadı, kaçamadı cehennemden...



18 Mar 2016

BİR KAHRAMANLIK DESTANI...




O yılların koşullarında imkansızlıklar içinde bir destan yazdılar.


Vatan savunması için ölümü hiç düşünmeden seve seve savaşa gittiler.


Bir ateş çemberi içinde, omuz omuza cesurca günlerce savaştılar.


Nice kahraman can verdi .O zor şartlarda imkansızı başardılar;
Başarıları efsane gibi dilden dile yayıldı. Seyit Ali Onbaşı 276 kiloluk top mermisini tek başına sırtına alarak yerine yerleştirebilmesi mucize gibidir.



Çanakkale Zaferinin 101. yıl dönümü bugün. Dile kolay, bir asır geçmiş.O günlerden bugünlere... Tarih zamanı nasıl değerlendirecek, gençler nasıl ders alacaklar...?


Tüm şehitlerimizi saygı,rahmet ve minnetle anıyoruz.


14 Mar 2016

DÜNYA KARARDI...




Dünyamız karardı. Oysa  bahar tam yanı başımızdaydı. Kısa bir süre önce bir doğa olayı-güneş tutulması- yaşamıştı dünya. Bu ise bir akıl tutulması, mantık karmaşası, insanlık ayıbı...
Sıralanmış cenazeler görmekten gözlerimiz karardı, ruhumuz daraldı. En sabırlı kişiler bile "Yeter artık... Bitsin artık" diye haykırmak istiyorlar. Öfke kabardı, taştı, yerine sığmaz oldu. Sağduyu öfkeye hakim olamaz oldu.

Hayatımızda ne çok renk vardı; Bazen bu renkler birbiriyle yer değiştirir ama bu denli kararmazdı hayatımız. Gri bile kayboldu. Eskiden coşkuyla söylediğimiz bir Ankara Marşı vardı. "Ankara Ankara güzel Ankara, senden yardım umar her düşen dara, Yetersin onlara güzel Ankara..."  Renkler kayboluyor, şehirler kararıyor, insanlar yok oluyor, acılar katlanarak büyüyor. Bir toplumsal deprem yaşıyoruz. Ve önlem alınsın istiyoruz...

Saldırıda kaybettiğimiz masum insanlara rahmet diliyorum. Yakınlarına baş sağlığı ve sabır, yaralılara iyilik diliyorum.


11 Mar 2016

BİR BAHAR KOKUSU...




İnce ayar yapılmış bir zaman makinesi gibi. Ya da dakik bir saat gibi mevsimleri gösteren ve zamanı gelince sinyal veren canlı bir guguk saati gibi. Aslında Güneyde baharın müjdecisi badem ve erik ağaçlarının ince, narin çiçekleridir. Kuru dallar arasından önce onlar gülümser, sonra ağaç bir anda donanır.

Ama asıl benim söz etmek istediğim sihirli çiçekler, narenciye çiçekleri. Güzel görüntüleri ve keskin kokularıyla onları fark edince bilirsiniz ki artık bahar kapıdan görünmüştür. Yapılaşma, betonlaşma yüzünden ağaçlar kesilmeden önce çok daha fazla ağaç vardı. Doğal olarak onca ağaçtan gelen koku tüm cadde ve sokaklara yayılırdı. 

Bahçeler azaldıkça ağaçlar azaldı, doğaya sevgi azaldı, çok şeyin tadı ve anlamı değişti. Kokular bile birbirine karıştı. Gene de o kokuya alışkın olan bir insan, narenciye kokusunu ayırt eder. Yasemin ve lavanta,  hanımeli henüz ortalıkta yokken, kokularını çevreye yaymamışken bütün güzelliğiyle narenciye çiçeklerinin kokuları kaplar etrafı. Öncülük onlardadır.Evde bir vazoya konduğunda bütün ev mis gibi kokar.


Bazen kış biraz uzun sürse, bahar gecikse bile; en büyük müjdeyi tüm güzelliğiyle, beyaz dantel gibi çiçekleriyle, turunç, limon, portakal ağaçları verir. "Bahar geldi, artık yenilenin, değişin" der sanki. Mis gibi kokuyla ferahlar, yolunuza daha zinde, daha sağlıklı devam edersiniz. Böyle rahatlatıcı kokuların insanın ruh sağlığı üzerinde terapi etkisi var. Ancak zamanla ağaçlar kesilip yerlerine binalar dikildikçe herkesi mutlu eden kokular da azalıyor. 

Makbule ABALI




8 Mar 2016

ÜRETİCİ KADINLAR PAZARI...(2)




Bir girişim başladıktan sonra merak edersiniz; Acaba nasıl olacak, devam edecek mi, sonlanacak mı, iyiye mi gidecek, kötüye mi?
Geçen yıl Mersin- Mezitli'de açılan "Üretici Kadınlar Pazarı" büyüyerek, gelişerek devam ediyor. Bir kadının beyin gücüyle, el becerisiyle, yaratıcı gücüyle bir şeyler üretmesi, aile bütçesine katkıda bulunması ne güzel bir şeydir. 

Her Cumartesi ve Pazar günleri Mersin'in mahalle, ilçe ve köylerinden kadın üreticilerin el emeği göz nuru yetiştirdikleri, hazırladıkları ürünlerden oluşan görkemli bir pazar kuruluyor. Üreticilerin hepsi başlangıçta Belediyenin düzenlediği bir seminerden geçmişler. Mezitli Belediye Başkanı Sayın Neşet Tarhan ve  yetkililer de zaman zaman uğruyorlar.

Kadınların elinin değdiği her yer bir başka güzel oluyor. Rengarenk bir pazar yeri burası. Bu mevsimde havada nergis kokusu var. Pek çok tezgahta kovalar içinde ıslanmış satışa hazır nergis demetleri görüyorsunuz. Kadınlar ve çiçekler birbiriyle öyle güzel bağdaşıyor ki. Nergislerin demeti 1 lira. Çiçekçilerde ne kadara satılıyor acaba? Bazı tezgahlarda sümbül demetleri de görülüyor. Bahçelerde narenciye çiçekleri henüz tüm görkemiyle açmadı. O yüzden şimdilik birbirlerine rakip değiller. Çiçeğin olduğu her yer insana huzur veriyor...





Bu pazarda normal semt pazarlarından daha ucuza satılan sebze-meyveler, yöresel yemekler-içli köfte, çiğ köfte, kısır, mantı, yüksük çorbası,- tatlı ve pastalar var. Peynir, zeytin, çökelek, erişte, tarhana, salça da görüyorsunuz. Bir başka köşede iğne oyasıyla süslenmiş tülbentler, el işi hırkalar, yelekler, örtüler var. Her şey, zaman ayrılarak kadın emeğiyle oluşmuş, kadın inceliğiyle, titizliğiyle sunulmuş.






Pazarda el işi takılar da satılıyor. Çok zevkli hazırlanmış sanat ürünleri. Bazı tezgahlarda el işi örgü bebekler, hayvan motifleri var. Ustaca yapılmış. İnternette satışa sunulan emsallerinden hiç de farklı değil. Hiçbir şey almasanız bile bu sihirli ortamda akşama kadar zaman geçirebilirsiniz. Eşim de, ben de her hafta bu pazara gitmekle mutlu oluyoruz. Orada edindiğimiz yeni dostlarla sohbet ediyoruz. 






Yorulup biraz dinlenmek istediğinizde ara tezgahlarda kurulmuş saclarda pişen sıkma ve böreklerden alabiliyorsunuz. Kapalı kaplarda içler hazırlanmış; Peynir, çökelek, patates, ıspanak ve karma bahar otlarından hazırlanmış içler var. Arzu ederseniz bazlama da almak mümkün. Yanında bir bardak sıcacık semaver çayı bile içmek mümkün. Her şey katıksız ve doğal.





Kadınlar imkan tanındığında neler yapabileceklerini öyle güzel kanıtlamışlar ki. Pek çok alanda üretime dönük zekalarını, yaratıcılıklarını, varlıklarını eserleriyle göstermişler. 
Ekonomiye emek veren, işini gönülden, yürekten yapan tüm kadınlarımızın "Emekçi Kadınlar Günü" kutlu olsun.





6 Mar 2016

DOĞA KANUNU...(Nostaljik Pazartesi)



DOĞA KANUNU...

Taş'dı duygusuz, anlamsız;
Kaldı yıllarca yerinde,
Fırlatıverdiler bir gün denize doğru,
Düştü, yer değiştirdi.
Bitki'ydi, ışığa, suya tutkun,
Uzadı büyüdü, çiçek açtı,
Baharı özledi hep mevsimlerin ardından,
Susuz kaldı bir gün, kurudu...
Çoban köpeğiydi;
Sürüyü korudu onca yıl,
Hata yaptı bir gün,
Kurtlara yem oldu...
İnsan'dı düşünen, konuşan, gülen, ağlayan.
Doğdu, adım attı dünyaya
Girdi sahneye bazen maskeli, bazen maskesiz,
Türlü rollere büründü yıllarca.
Uydu yaşama; büyüdü, gelişti ve öldü...
Mezar taşında sadece iki sözcük kaldı;
Doğdu... Öldü...

                                                1974