Bu Blogda Ara

31 Ağu 2015

BİR YAYLA (ARSLANKÖY) YEMEĞİ: ÖĞCEL


Dilimizde  "yemek yemek" ile ilgili ne çok deyiş var. "Yemek" önemli kültürümüzde. Sofra sadece karın doyurmayı değil, birlikte olmayı, sohbeti de içeriyor. "Azıcık aşım kaygısız başım" ne güzel, ne anlamlı bir deyiştir. Her yörenin kendine özgü mutfak kültürü, yemek çeşitleri var. Aralarında çok benzerlikler olduğu gibi farklılıklar da var. 

İlginçtir, çoğumuz çocuklukta sevdiğimiz tatları arıyoruz. O tatlar daha iştah artırıcı, daha cazip geliyor. Hatta bazen eşler arasında yemek seçimi konusunda uyumsuzluklar olabiliyor. Evde bazı yemekler ya hiç pişmez ya da sık sık pişer. "Kalbe giden yol mideden geçer" sözünü çok benisemesem de eşimin sevdiği yemekleri yapmaktan mutluluk duydum hep, Bilmediklerimi öğrenmeye çalıştım  yıllardır.

Öğcel bir Arslanköy yemeği. Besleyici değeri yüksek.Protein, karbonhidrat, sebze karışımıyla zengin bir öğün.Soğuk yeniyor.  Küçük değişiklikler, farklı seçeneklerle denemek çok zor değil.
Doyurucu bir yaz yemeği gibi düşünülebilir.
Ustasından yemek öğrenmek farklıdır elbette ama yıllar içinde usta olamasam da sanırım çıraklıktan daha iyi bir konumdayım.


Yapılışı::
Sofradaki insanların sayısına göre malzeme miktarı değişebilir.( 5-6 kişi için)
3 bardak un, tuz ve suyla sert bir hamur olarak yoğurulur. Yarım kilo kadar pancar yaprağı (pezik )yıkanır, bir parmak eninde doğranır. Hamur bezeler halinde elde yuvarlayarak  silindirler oluşturulur. El unlanarak o silindirlerden parçalar gelişigüzel koparılır. Hamurların işlemi bitince kaynayan tuzlu suya atılır. Hamurlar pişince doğranmış pancarlar da aynı suya atılır, birlikte haşlanır.






Biraz soğuyunca susuz olarak çıkarıp sarımsaklı yoğurtla karıştırılır. Kuru nane , kırmızı biber atılır. Arzu eden biraz zeytinyağı gezdirebilir. İsteyen pancar  yaprağı yerine ıspanak kullanabilir. Üstüne taze nane de kullanılabilir. Daha kolay hazırlama yöntemi hamur yerine arpa şehriye de kullanılabilir. Tabii o zaman adı belki öğcel olmaz.
Ancak inanıyorum ki önemli olan sofraya ne konduğu, nasıl konduğu değil, ağız tadıyla sevgiyle, sağlıkla yenilen yemekler...





28 Ağu 2015

SELLE SÜRÜKLENMEK...


Dünyanın dengesi değişti sanki
Mevsimler, iklimler birbirine karıştı...
Sular azgın bir okyanus gibiydi o gün
Denizler kabardı, coştu  yağmurla beraber
Dereler denizle birleşti
Kaç dere aşamadı engelleri betonlaşma yüzünden
Hidroelektrik santralları yıkımı arttırdı.
Çevreciler haklı çıktı gene;
Yanlış yapılanma, yanlış planlama
İş makinaları otobanda sürüklendi
Tüneller bile suyla doldu
Sular ağaçları kökünden söktü,
Evleri yıktı,
İnsanları yuttu
Suların cehenneminde  kaldı insanlar
Bir su cennetini düşleyemeden
O gün içme suyu yoktu,
Ekmek yoktu, elektrik yoktu
Yaşam durmuş, sular çağlayan olmuş
Doğaya, bürokrasiye yenik düştü insanlar bir kez daha
Azgın sularla sürüklendi her şey...
Her şey...
Güven, umutlar,büyük hayaller hep sürüklendi sularla
Geriye çamurlar içinde bir avuç hayal ve gözyaşı kaldı...


19 Ağu 2015

HAYAL Mİ GERÇEK Mİ...?



Yüreğinde bin bir bombanın patladığı o anı hayatı boyunca unutamayacaktı. Kanını donduran o kötü haberi aldığı an. Nasıl ayakta kalabilmişti şimdi bile şaşırıyordu. Her sözcük beyninde yankılanıyordu. 
Sesler birbirine karışıyor, karmaşık bir yumak olup tekrar yuvarlanıyor, bir gülle olup başına çarpıyordu. Henüz 5 yaşındaki kızı içeride uyuyordu. Babasına nasıl düşkün olduğunu düşündü, sırtından soğuk terler aktı.


Aynı anda mantıklı düşünemediğini, muhakeme yapamadığını da fark etti. Son 6 yıl bir sinema filmi gibi gözünün önünden akıp gitti. Bu kez de düşüncelerinin hızını engelleyemiyordu. O anda o bitkin ve perişan haliyle ağlayamadığını fark etti. Ta yüreğinde duyduğu dayanılmaz bir acıydı bu. Büyük bir şok geçirmişti. 
Vücudu ağrılar içindeydi. Bacakları tutmuyordu sanki.

Komşular teselli etmeye çalışıyorlardı... Duymuyordu. Yalnızca bir ara "kime haber verelim?" dediklerini duydu. "Ben haber aldım ya..." dedi. Kendi sesine bile yabancıydı.Oysa haber verilecekler vardı. Ama aklında ne bir adres ne bir telefon numarası vardı. "Bu dünyada yapayalnız kaldım" diye düşündü. Yapayalnız, kimsesiz, sevgisiz, ilgisiz... Yapayalnız..." 

O gece kabus gibiydi. Koca bir vadi, üstüne gelen ağır silahlar. Kızı eteğinden tutmuş, bırakmıyor. Makinalı tüfekler ışık, kan ve ölüm kusuyor. Elleriyle engel olmaya çalışıyor, başaramıyor. Eşini bulmak için var gücüyle hiç durmadan koşuyor...koşuyor...Bir uçurumun kenarında duruyor. Eşi uçurumun dibinde, el sallıyor. Kan ter içinde uyanıyor.Henüz gün ağarmamış. Aynı anda kızı da ağlayarak uyanıyor. O da bir başka rüyanın etkisinde. Sarılarak birlikte ağlıyorlar...

Hayatında ilk kez bineceği uçağa eşinin cenazesiyle bineceği hiç aklına gelir mıydı? Bu, kızının da ilk uçak yolculuğu. Uçakta hep suskun,  bir ara soruyor: " Anne babam gökyüzüne gitti diyordun, şimdi onun yanına mı gidiyoruz ?"  İşte o an sözün bittiği an. Gözyaşları bir sel olup akıyor yanaklarından...

Yeryüzünün kötü yazgısı bu. İnsan insanı yok ediyor. Acımasızca, merhametsizce, hiç tanımadan, düşmanca.
Cenaze töreni memleketlerinde. Ne çok insan toplanmış.Ama o hiçbirini görmüyor, tanımıyor, yüzleri fark etmiyor bile. Gözü bayrağa sarılı tabutun  üzerinde.
İçindekini, sevdiğini düşünüyor. Sanki güler yüzüyle ansızın kalkacak, onları kucaklamaya gelecek. Sevgili biricik kızı ve sevdalısı can yoldaşını... Ama yok böyle bir mucize.

Hiç tanımadığı insanlar onlar adına anlayamadığı şekilde konuşuyorlar.Dakikalarca... Oysa onun gözünün önünde kan revan içinde  eşi, uçuşan mermiler, patlayan mayınlar ve babasına el sallayan küçük kızı var...
Hayal mi, gerçek mi...? 





.


10 Ağu 2015

FARKLI HAYATLAR...



Bazı hayatlar zor hayatlardır. Ama zorluk kişiye göre değişir.Kimi zaman yaşam sürüyordur, öyleyse zorlukları da birlikte yaşanacaktır. Hiç 'of" demeden rutin olarak işler yerine getirilir. Ama bazen de nasıl da çekilmez gelir her şey. Zaman hiç işlemez sanki. Güç gelir her iş. Çalışmaya bağlıdır hayat. Alışınca her şey kolay gelir ve büyük ölçüde gönüllü yapılır. Çalışılmayan her hayat angarya işleri de beraberinde getirir, bıkkınlık ve sıkıntı yaratır...

Yazın bulunduğumuz yaylada insanlar pek çok işi zorsunmadan yapıyorlar. Adeta beraberlik ve mutluluk tablosu çizen bir çifte rastladık birkaç gün önce. 95 yaşlarında, yürümekte zorluk çeken, gözleri net görmeyen  erkek, evinin bahçesinde yere oturmuş, çalı çırpı hazırlıyor, eşi de yaktığı ateşin üzerindeki bir leğen içinde vişne suyu kaynatıyordu. Onun yaşı da en az 85 idi.Bu çift hakkında dayanışma, iş bölümü, hayatın paylaşımı gibi başlıklar altında ne çok şey yazabilir insan...



Bu kadar uzun yaşamın sırrı belli temiz hava, belki sağlıklı beslenme, belki kalıtımsal özellikler ya da sürekli iş yaparak hareketli bir yaşam. Belki de bütün bunların bütünü uzun yaşamın sırrını oluşturuyor. Beslenme genellikle tam buğday unundan yapılan gıdalar, keçi peyniri, çökelek, lor, bal ağırlıklı. Bazlama,sıkma, börek hemen her öğünde var. Börek içleri genellikle kabak veya lahana içli. İş zamanı bile uğraş gerektiren, emek harcanan yöresel tatlardan vazgeçmiyorlar.


Bitkiler de bu düzene garip bir şekilde uymuşlar. Hatmi çiçekleri bir yıl önce tohumunu attığımız yerden adeta fışkırmış. Her renkte açmışlar. Sanki sağlık için ben de varım diyorlar.Bitkinin altındaki yapraklar hastalansa da en üstteki tomurcuğu kadar açmayı sürdürüyorlar. Boyu 2-2,5 metreyi buluyor. En üstteki tomurcuk da çiçek açtıktan sonra bitki ömrünü tamamlıyor. Doğa hastalıklara karşı devasını da  kendi var ediyor. Hatmi çiçekleri kurutularak yapılan çayı öksürük ve boğaz ağrısına çok iyi geliyor.


Dağlardan toplanan mis kokulu kekik her derde deva. Çayıyla, yağıyla, kokusuyla bir numaralı sakinleştirici.
Sarı kantaron çiçeği bir kavanozda zeytinyağı içinde güneşte uzun süre bırakıldığında oluşan kantaron yağı yara, bere ve zedelenmeleri tedavi edici.
Gün gelecek belki de çok yakın bir zamanda insanoğlu doğayla tekrar barışık hale gelecek...