Bu Blogda Ara
21 Kas 2024
YAŞ ALMAK-YAŞLANMAK...
20 Kas 2024
DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ
UNUTMAK- UNUTABİLMEK- UNUTAMAMAK- UNUTTURMAMAK...
Bazen çok eski yılları,
Yaşanmış anları, anıları, insanları,
Kelimeleri, sözcükleri, adları, nesneleri,
Kentleri, sokakları, soluk yüzlü binaları,
Unutmak dağarcığımızdakileri...
Kimi zaman yaş aldıkça,
Yıllar bedeni, organları eskittikçe
Unutmak eski kayıtları,
Silmek bellekten anları, günleri, yılları...
Bazen bir hastalık, bir kaza, belki soya çekim
Beynin küçülmesi, hücrelerin yenilenmemesi
Hastalıklarla yüz yüze kalmak;
Demans, Alzheimer, Parkinson, bunama
Eskimek, eksilmek yılların ardından...
Unutabilmek; uyumu, acıyı, kederi, yası
Zamanla, sabırla, ortaklaşa, el ele
Karanlık bir tünelden aydınlığa
Yol almak bazen bir arpa boyu...
Unutabilmek geçmişi, zor günleri
El yordamıyla, bazen düşerek,
Bazen emekleyerek
Umutla, ısrarla, inatla yol aramak...
Unutabilmek; sil tuşuna basarcasına
İnsanları, yerleri, eşyaları,
Kokuları, sesleri, görüntüleri...
Ama unutturmamak;
Bir yaşam dersi gibi iz bırakanları,
Bellekte, yürekte, gönülde kalanları.
Deneyim kazanmak her yeni yaşla;
Yüzlerde çizgiler, saçlarda aklar çoğalsa da
Bedende kayıplar olsa da
Unutturmamak;
Geçmişteki iyilikleri, güzellikleri,
Değerlileri- değersizlerden ayırt ederek,
Doğruları- yalanlardan,
Gerçekleri- sahtelerden ayıklayarak
Yitirdiklerimizi anılarla anmak,
Yıllar geçse de, yaşananları unutturmamak...
Makbule ABALI-Eğitimci
13. 04. 2023-Urla
Güncelleme:20.11.2024-Urla
18 Kas 2024
GÖNLÜ VE BEYNİ GENÇ KALANLAR...
15 Kas 2024
ADLARINI BİLE BİLMEDİĞİMİZ O GÜZEL İNSANLAR...
İnsanlık hali ; Gün olur, her yer günlük güneşlik iken iç dünyamız bulutludur. Gün gelir karamsar bir dünyada içinizde bir kıpırtı, bir kuş çırpıntısı adeta, gülerek bakarsınız dünyaya. Herhangi bir zamanda çevremizi gözlediğimizde: Bazen bir toplu taşıma aracında, bazen bir otoparkta, bir hastanenin bekleme salonunda ya da küçücük bir pastane salonunda... Farklı durumlarla, farklı davranışta insanlarla karşılaşırsınız. Sonra anlarsınız ki, onlar özel insanlardır. Bakışıyla, duruşuyla, gülüşüyle farklı insanları hemen fark etmeseniz de onlar kendilerini tanıtırlar zamanı gelince. Çevreye gösteriş yapmak değildir düşünceleri ya da yapmacık yoktur tavırlarında, her zamanki tavırlarıdır onları ayırt etmenizi sağlayan.
Belki dikkatli bir bakışla bir gün siz de fark edebilirsiniz onları. Her yörede, çeşitli kılıklarda, çeşitli iş ve meslek gruplarında karşımıza çıkabilirler. Çoğu zaman sivil de olsalar her zaman insani özellikleriyle tanırsınız onları; Yüzlerindeki sakin, yumuşak çizgilerden, gözlerindeki ışıltıdan ya da seslerindeki içtenlik ve duruluktan... Gününüze ışık hızıyla girer, hiç duraksamadan yavaşça süzülüp gidiverirler. Bir beklentileri yoktur yaklaşımlarında ya da anlık konuşma isteklerinde. Yarım kalmış bir yaşam öyküsünün son satırları gibidirler. Geriye kalan bir tatlı tebessüm, bir küçük anıdır. Yaşamı anlamlı kılan da bu küçük ayrıntılar değil midir?
O güzel insanlar, toplumda yerleşik değer yargılarına inat, adeta güven tazelerler. Belki yeniden insan aramaktadırlar. "Nerelisin hemşerim ?" sorusuna gerek bile duymadan yaklaşırlar. Yaşınız, cinsiyetiniz de önemli değildir onlar için. Üstelik çay-kahve de eşlik etmeyebilir bu birlikteliğe. Ama "İnsan" tanırsınız; Kimisi bir anda karşınıza çıkar. Sabahın erken bir saatinde, bir hastane bahçesinde. Danışma biriminin yapacağı görevi o üslenmiştir adeta. Yol-yordam bilir, sizin de ilk gelişte kendisi gibi zorluk çekmemeniz için açıklamalar yapar. Karşılık beklemeyen bir yardımcıdır. Bilinmeyen bir ortamda çekilebilecek sıkıntıları sizin de çekmemeniz içindir bütün uğraşı.
Kimisi arada kaç yaş fark olduğunu bilmemesine rağmen sizi ayakta görmekten huzursuz olur, hemen saygıyla kalkar, yerini verir. Çok eski bir dostu karşınızda görmüş gibi olursunuz. Oysa o ne kimliğinizi, ne kişiliğinizi bilir, yardıma hazır bir insandır sadece. Olumsuzlukların çoğaldığı bir ortamda iyiler, iyilikler de olacaktır elbette. Bir başka gün bir başkası , tam da zor bir anınızda içtenlikle sorar : "Kantine iniyorum, istediğiniz bir şey var mı?" Hayır derken bile içiniz ısınır, sevgi ile bakarsınız bu iyi niyetli yol arkadaşına.
Bazen bir hastane ortamında benzer rahatsızlıklar insanları yakınlaştırır birbirine. "Damdan düşenin halinden anlayanlar" arasında koyu bir sohbet başlayabilir. Bir sonraki gün kontrole gittiğinizde bekleme salonunda henüz oturmadan arkanızdan birisi seslenir: "Işıklı panoda şimdi adınız okundu." Siz aceleyle koştururken kapıda bir armağan paketlenmiş olarak elinize tutuşturulur. Eve dönünce paketler açılır, içinden özenle örülmüş makrame iki güzel anahtarlık çıkar. Yorgunluğa inat, yüzünüzde gülücükler oluşur. Ya da bulunduğunuz ortamda kat asansörlerinin çalışmadığı bir zamanda başka bir asansör bulmaya çalışırken, tarif etmekle yetinmeyip, sizi alelacele asansöre kadar götüren temizlik görevlisini nasıl unutursunuz?
Gözünüz elindeki nergis demetine takıldığında hemen iki nergis sapını demetten ayırıp size uzatan nazik insanı, merdiven çıkarken bir basamakta zorlandığınızda siz yardım teklif etmeden elini uzatan genç kızı ya da genç adamı anmamak mümkün mü? Sıranız gelince odasında gerekli işlemleri tamamlayan ama hemen sonra koridorda arkanızdan yetişen genç doktor. "Şu bölümden şu belgeyi de isteyebilirler, almayı unutmayın." der. Eşim de ben de çok mutlu oluruz. Hipokrat Yeminine sadık kalmış, görevini benimsemiş, insanları ve işini seven genç bir doktorla karşılaşmak yüreğinizi nasıl da ferahlatır. Yeniden umutlar yeşerir içinizde. Hasta haklarını, insanca sağlıklı yaşama, yaş alma hakkınızı unutmaya başladığınız bir başka zamanda karşılaştığınız bir sorumlu hemşire, peri değneği dokunmuşçasına içinizi aydınlatacak çözümler bulur.
Bir yudum sevgi, bir tutam iyi niyet, biraz hoşgörü, biraz empati gönül kapılarınızı ardına kadar açıyor bir anda. Ve karşılığında hasta ya da hasta yakını olarak gözlerdeki parıltı, yüzlerde tebessüm, gönüllerde bir minnet duygusu geriye kalan. Sadece teşekkür etmek yeterli sayılmaz bu güzel insanlara. Onlar ki; alıştığımız değerlerle bizleri tekrar buluşturanlar, bazen adını dahi soramadan doğru bildikleri yolda devam edenler. Kimi zaman bir güzel sözle seslenmek gelir içinizden; "İyi ki varsınız, Ne olur bu karmaşık ortamda siz sakinliğinizi koruyun, Güler yüzünüzü hiç kaybetmeyin... gibi sözlerimiz ne kadar yeterli olabilir? İçten söylenen her söz güzeldir, mutlu eder insanı.
Farkındalık, duyarlılık, insanca yaklaşımlar, biraz nezaket, hoşgörü, güler yüz, alçakgönüllü, güvenilir ve dürüst olabilmek... Bu kocaman dünyada belki çok küçük şeyler ama insanı diğerlerinden farklı kılan da o küçük şeyler değil midir...?
Makbule ABALI-Eğitimci
Şubat 2024 Urla
Güncelleme: 15.11.2024 Urla
13 Kas 2024
ÖNCE ÇOCUKLAR ÖLÜYOR...
Çocuklar öldürülmesin diyordu ünlü şair,
Oysa önce çocuklar öldü...
Çocuklar henüz çok küçük,
Çocuklar masum, çocuklar korunaksız.
Çocuklar habersiz olup bitenden;
Baba çok uzaklarda,
Anne geçim kaygısında.
Küçücük çocuklar gıdasız, ilgisiz, sevgisiz...
Yoksulluk diz boyu,
Anne-baba aile planlamasından habersiz.
Çocuklar nasıl gelişecek, nasıl büyüyecek,
Nasıl yaşayacaklar... ?
Yoksulluk can aldı;
Önce çocuklar öldü
Can yakan soğuklarda.
İnsan sıcağına kavuşamadan,
Anne kucağıyla buluşamadan,
Birbirine sarılamadan
Önce çocuklar öldü...
Makbule Abalı- Eğitimci
13.11. 2024 Urla
9 Kas 2024
DÜNYANIN GÖZÜNDE ATATÜRK ...
*Yüzyılımızın Büyük Önderi.
"Atatürk adı insana bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk Ulusuna ilham veren önderliğini, modern dünyayı anlayışındaki ileri görüşlülüğü ve bir askeri önder olarak kudret ve cesaretini hatırlatmaktadır. Şüphesiz ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşu ve o zamandan beri Atatürk'ün ve Türkiye'nin giriştiği derin ve geniş devrimler kadar bir ulusun kendisine olan güvenini daha başarıyla belirten bir başka örnek gösterilemez."
John F. Kennedy - ABD Başkanı.
*Ata'ya Duyulan Hayranlık.
"Atatürk'ün Türk Dil Devrimi'ni gerçekleştirmesi ve dinle siyaseti birbirinden ayırarak Türk Toplumunun modernleşmesini sağlamak yolundaki çabalarına karşı büyük bir hayranlık duymaktayız."
Hayato İkeda - Japonya Başbakanı.
*En Büyük Atatürk.
"Tarih çok büyükler gördü. İskender'leri, Napolyon'ları, Washington'ları gördü. Fakat yirminci yüzyılda büyüklük rekorunu Atatürk, bu Türk oğlu Türk kırdı. "
L'Illustration- Fransa.
*O Yarını Görürdü.
"Atatürk tarih boyunca gelmiş geçmiş en büyük devlet adamlarından biridir. Hiçbir zaman yaşadığı zamanın üzerinde durmamış, ileriyi görerek ona göre iş yapmıştır. Atatürk'ü Mussolini ve Hitler gibi yöneticilerden ayıran nokta işte bu niteliktir. Onlar her yaptıklarında kendilerini düşünerek hareket ediyorlardı. Atatürk, kendisinden ötesini, 20-30 yıl ilerisini görerek hareket ederdi."
Lord Kinross- İngiliz Devlet Adamı.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü ölümünün 86. yılında
saygıyla, minnetle, özlemle anıyoruz.
Bu yazım ilk kez 10 Kasım 2018 yılında yayınlanmıştı.
7 Kas 2024
ANLAR MI- ANILAR MI GERİYE KALAN... ( BCP-2024 )
4 Kas 2024
Sevgiyi, Huzuru, Mutluluğu, Hoşgörüyü, İnsanı, İnsanlığı; Unutmamak- Unutturmamak...
SEVİ
Ben senin en çok sesini sevdim
Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi
Önce aşka çağıran, sonra dinlendiren
Bana her zaman dost, her zaman sevgili
Ben senin en çok ellerini sevdim
Bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak
Nice güzellikler gördüm yeryüzünde
En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak
Ben senin en çok gözlerini sevdim
kâh çocukça mavi, kâh inadına yeşil
Aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar
Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil
Ben senin en çok gülüşünü sevdim
Sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran
Unutturur bana birden acıları, güçlükleri
Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman
Ben senin en çok davranışlarını sevdim
Güçsüze merhametini, zalime direnişini
Haksızlıklar, zorbalıklar karşısında
Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini
Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim
Tüm çocuklara kanat geren anneliğini
Nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada
Sensin, her şeyin üstünde tutan sevdiğini
Ben senin en çok bana yansımanı sevdim
Benimle yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni
Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim
Ben seni sevdim, ben seni sevdim, ben seni...
Ümit Yaşar OĞUZCAN
D: 22 Ağustos 1926 Tarsus
Ö: 4 Kasım 1984 İstanbul
*************
MAHUR BESTE (İlk Dizeleri )
Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar müjganla ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar müjganla ben ağlaşırız.
Attila İLHAN
************
SİSLER BULVARI (Son dizeleri )
Sisler Bulvarı'na akşam çökmüştü
Omuzlarımıza çoktan çökmüştü
Kesik birer kol gibi yalnızdık
Dağlarda ateşler yanıyordu
Deniz fenerleri sönmüştü
Birbirimizin gözlerini arıyorduk
Atilla İLHAN
D:15 Haziran 1925 Menemen- İzmir
Ö: 11 Ekim 2005 İstanbul
2 Kas 2024
Kasım Ayı'na Hoş Geldin Derken...
Her mevsimin kendine özgü özellikleri var. Mevsimlerin genel özelliklerinin dışında; Her an, her gün, her ay ve tabii ki her mevsim yaşanılan coğrafyaya, konuma, kişilik özelliklerimize, yaşam tarzımıza, adet ve geleneklerimize, hayat deneyimlerimize göre farklı değerlendirilip farklı algılanabiliyor.
Sonbahar; Yılın sondan bir önceki mevsimi. Ve onun son ayı Kasım. Kasım Ayının ilk günlerindeyiz. Henüz hayal bile edemediğimiz son günlerini yaşarken; birden bu ayın da bittiğini fark edip Aralığa merhaba diyeceğiz. Yıl da bitecek öylece. Her giden ay ya da mevsim ömrün de bitişini fısıldar gibi...
"Sonbahar" yerine "Güz mevsimi" demeyi daha çok seviyorum. Güz mevsimi bana çoğu zaman hüznü, kayıplarımızı, acıları çağrıştırsa da mevsimlerin ne suçu var? Adeta usta bir ressamın fırçasıyla oluşturulmuş harika pastel renkler doğayı donattığında gözlerimiz bayram yapsa da, içinizdeki ruh hali dışınızdaki bayramı bile farklı kılabilir.
Asık yüzle "Hoş Geldin" denmez elbette. Atalarımız, geleneklerimiz, adetlerimiz öyle diyor. Herhalde dünyanın hiçbir yerinde bizim konukseverliğimiz gibisi yoktur. Onurlu insanlar gibi başımızı kolay kolay eğmeyiz ama , misafiri baş tacı ederiz. Tabii ki misafir de bizim adetlerimizi benimsemişse yol- yordam bilerek, ev sahibinin iyi niyetini kötüye kullanmadan veda etmesini de bilir.
Umarız Kasım Ayı da bizleri hayal kırıklığına uğratmaz. Havalar serinlese de sevgisiyle, şefkatiyle, koruyucu tavrıyla sarar, ısıtır bizi. Vefayla, güvenle, huzur veren bir tutumla dost olabileceğine inandırır bizi...
HOŞ GELDİN KASIM !
Makbule ABALI- Eğitimci
2.11.2024 Urla
Ünlü Şairler ve Sanatçılar her dönem, her mevsim duygularımıza tercüman olmuşlar. Sonsuz teşekkürlerimizle... M. A
YÜREĞİM
Yüreğim ıslaktır benim
Kuytularda ağlamaktan
Ve hafif uçuktur rengi
Kurusun diye kaç kez
Güneşe asılmaktan
Sunay AKIN
29 Eki 2024
DİLE KOLAY: 101 YAŞINDA BİR CUMHURİYET...
DİLE KOLAY; CUMHURİYETİMİZ 101 YAŞINDA. HER TÜRLÜ FIRTINAYA DİRENEN ASIRLIK ÇINARLAR GİBİ...
Barış ve huzur içinde; Sağlıklı, güvenli, mutlu ve aydınlık nice yıllara-yarınlara...
CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.
Kurulmasında ve yaşatılmasında; Canları pahasına emek harcayan tüm vatanseverlere sonsuz saygıyla...
Makbule Abalı-Eğitimci
29 Ekim 2024 İzmir-Urla
26 Eki 2024
YÜZ YAŞINA ERİŞMİŞ BİR CUMHURİYET -CUMHURİYETİMİZ 101 YAŞINDA...
Dile kolay; CUMHURİYETİMİZ 100 YAŞINDA. Yüzyıl, bir asır, çok uzun bir zaman dilimi. O uzun yıllar nelere tanık oldu, neler yaşandı. kimler geldi, kimler geçti ? Her dönemin, o zaman diliminde yaşayan insanlara kazandırdığı belli davranış kalıpları, yoğun, kalıcı duygular var. Gelişim aşamalarında, yaşadığımız topluma uyum sağlarken, birey olmaya çalışırken kazandıklarımız, yıllardan geriye kalan izler, birikimler...
Yüzyıllık Cumhuriyetimizin " bir dönem tanığı " olmak adına dün gece ilkokul yıllarımı düşündüm: Ta o yıllara anılarımda bir yolculuk yaptım. Neyse ki hafızam da gerçek bir dost gibi bana yardımcı oldu, pek çok şeyi hatırlamama fırsat verdi. Geldiğimiz yolu bilmezsek sonraki zaman dilimlerini nasıl değerlendirebiliriz, neye göre önlemler alabiliriz?
Hatırlayabildiğim kadarıyla o dönem; Aza kanaat etme, , paylaşabilme, tutumlu olma, insani yönden büyüklere saygı, küçüklere sevgi gösterebilme, güven, dürüstlük, vefa, onur, hak, hukuk, adalet duygularının yoğun ve gerçekçi olarak yaşandığı yıllardı. Atalarımız, büyüklerimiz, gerçek savaş öyküleriyle büyümüş, yıllarca askerlik yapmış , çok acı ve eziyet çekmiş , yoklukla mücadele etmiş bir neslin çocukları, torunları olarak her şeyi ince ve kapsamlı düşünürlerdi.
"Devlet Baba", "Toprak Ana", "Asker Ocağı", "Er Meydanı". "Baba Ocağı", "Ana Kuzusu", "Ahde Vefa", "Sorumluluk Bilinci", "Vazife Anlayışı", "Sadakat", "Liyakat" o nesillerde yerinde ve sık kullanılan sözcüklerdi. "Bir tas sıcak çorba, bir yudum su, bir bardak dost çayı, kırk yıllık kahve, Tanrı misafiri, adam gibi adam, helâl süt emmiş, yuvayı yapan dişi kuş, altın kalpli, alnı pak, yüreği pak" gibi deyimler, sözcükler de ta o yıllardan belleğime kazınmış gibi adeta. Kimler bu sözcükleri, güzel deyişleri unutturdu bize, kimler anlamlarını değiştirdi ya da başka anlamlar yükledi? Yeni eklemelerle bu anlamlı sözcüklere yeniden yer verebiliriz dilimizde.
Milli ve Dini Bayramlar " bayram" gibi kutlanır, acılar için hep birlikte yas evine gidilerek "İmece usulü" kısıtlı imkânlarla hazırlanan yöresel yemekler bırakılırdı. Yere düşen ekmek parçasını hemen alır, üç kez öper, uygun bir yere koyardık. Ekmek kutsaldı. Yazın en sıcak günlerinde bile oruç tutmak isteyenler olurdu biz çocuklar arasında. Her şey sadelik ve içtenlik üzerine kurgulanmıştı sanki. Korkarak değil, inanarak, olması gerektiği gibi yapardık. Sevap- günah içimizde idi. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Derslerimizde de çok şey öğrendik. O dönemde fotoğraflar çekilerek yardım kolileri dağıtılmazdı ama yoksullar için adları bilinmeyen yardım melekleri, aşevleri vardı.
Evlilikte sadakat, anlayış, vefa, dostluk esastı. Görücü usulü evlilikler çoğunluktaydı ama ayrılma boşanmalar bu kadar yaygın değildi. Evlenme yaşı şimdikinden daha genç idi ancak çok küçük yaşta evlendirilen kız çocukları yoktu. Kadın sığınma evlerine de ihtiyaç yoktu sanırım. Ekonomik sıkıntılar aileleri sarsardı ama "Orta Direk" aileler ; temelden, çatıdan, yan kolonlardan, kirişlerden güç alarak ayakta kalmayı, geçinmeyi bilirdi. Tarımla, çiftçilikle uğraşan aileler biraz daha şanslıydı. Çukurova'nın verimli toprakları zor günlerde cankurtaran simidi gibi olmuş, "Aza kanaat eden" insanları doyurmuştur.
Adana'da doğmuş, üniversite öğrenimine kadar çocukluk ve ilk gençlik yılları Adana'da geçmiş eski bir Adanalı olarak ne çok severim Adana'yı, sıcak iklimi gibi sıcak dostluklarını, yöresel yemeklerini, gönülleri kadar zengin dost sofralarını. belki biraz gürültülü ancak içten söyleşilerini. Üniversite sonrası ilk görev yıllarım gene Adana'da başladı. Yaş aldıkça, çocukluk yılları ne kadar gerilerde kalsa da kolay kolay unutulmuyor, anılar deposundan silinmiyor. Narenciye çiçeklerinin kokusu burnunuzda, ağaçtan koparıp yediğiniz meyvelerin tadı damağınızda kalıyor. Fayton arabaların tekerlek sesi, arabacıların atlara seslenişi halâ kulaklarımda.
Adana Namık Kemal İlkokulu ilk eğitim yuvam sayılır. İlk dört yılım orada, son yılım da taşınmamız nedeniyle Celâlettin Seyhan İlkokulunda tamamlandı. O yıllarda anaokulları yoktu. Sınıflarımız yaklaşık 40 kişi kadar olurdu. Her sabah Atamızın gülümseyen yüzü karşılardı bizleri, güç alırdık. Sınıfımızda her kesimden, her yöreden arkadaşlarımız vardı. Doktor, mühendis, hukukçu, öğretmen, işçi, esnaf her kesimden insanların çocukları. Okul sadece öğretim değil aynı zamanda bir eğitim yuvasıydı.
Önlüklerimiz tek tipti . Kocaman kurdelelerimiz, beyaz yakalarımızla adeta akla karanın temsilcileri gibiydik. Ancak her zaman griye de yer vardı. Hayal kurmasını hepimiz iyi bilirdik. Sadece okur yazar olmadık, dinlemeyi, anlamayı, insan ilişkilerini, tarih bilincini, yurt sevgisini, adaletli olmayı, bilimsel düşüncenin değerini de orada belledik. Her okulda Öğretmenlerden daha kıdemli bir Başöğretmen olurdu. Eğitim müfettişlerinden ayrı, okulda genel anlamda bir denetleyici. Bir arabulucu gibi işleyişten sorumlu, deneyimli bir kişi. Okullarda okuma yazma bilmeyen yetişkinler için "Okur Yazarlık Kursları" vardı.
Bayramlarda Belediye binası önündeki Resmigeçide en temiz, giysilerimiz, en düzenli yürüyüşümüzle katılırdık. Marşlar, bayraklar, flamalar, şiirler , günün anlam ve önemini belirten konuşmalar o törenlerin ayrılmaz bir parçasıydı. Coşkuyla kutlamalara günler öncesinden hazırlanırdık. Sınıflar renkli kâğıtlarla, fenerlerle, bayraklarla süslenirken bazen kızlara krapon kâğıdından giysiler hazırlanır, kurdeleler, şeritlerle süslemeler yapılırdı. Bazen ansızın yağan güz yağmuruyla ıslanmışızdır da o törenlerde. Öğleden sonra çocuk baloları düzenlenir, geceler fener alaylarıyla sonlanırdı. Günlükler, anı defterleri birer canlı tanıktır o özel günlere... İş derslerinde yaptığımız karton kumbaralar dini bayramlarda verilecek küçük harçlıklar için bir kenarda sırasını beklerdi. Çocuklar için; tatlı dil, güler yüz, bir küçük mendil ya da çorap, birkaç şeker her zaman kabul görürdü.
Yaş aldıkça dinlemek kadar anlatmayı da seviyor "dünkü çocuklar." Daha anlatacak öyle çok ince ayrıntılar var ki dağarcığımızda. "Geçmiş zaman anlatıcıları" geçmişte yaşadıklarını anlatmalılar tüm çocuklara. Sadece torunlarla sınırlı kalmamalı bu halka. Dinlemesini, gözlemesini, izlemesini bilmeyenlerin yarınlara da güvenilir, kalıcı katkıları olamaz. Başöğretmen Atatürk'ün çocuk ve gençlere emanet ettiği "Cumhuriyetimiz" 100 yaşında. Yürekten kutluyoruz. O zor yıllarda bile ne güzel işler gerçekleştirildi, büyük başarılara imza atıldı. Bilimsel gerçeklerden uzaklaşmadan, aklın sağduyunun, hoşgörünün yol göstericiliğinde aydınlık, umutlu yarınlara.
Yolunuz açık, hayalleriniz büyük, çalışmalarınız daim olsun sevgili çocuklar ve gençler.
Makbule ABALI-Eğitimci
28.Ekim 2023 -Urla
Not: Bir yıl önceki yazımı güncelleyerek yayınlıyorum. Saygılarımla.
CUMHURİYETİMİZİN 101. YILI KUTLU OLSUN.
Makbule ABALI-Eğitimci
26 Ekim 2024-Urla
24 Eki 2024
ŞİDDETTEN UZAK DAHA SAKİN BİR HAYAT...
Pek çok ülkede "suç ve ceza" kavramları tam karşılığını bulamıyor, kafalarda soru işaretleri bırakıyor ama tam yerine oturmuyor. "Kuşku" insanın kafasını kemiren en büyük düşmanlardan biri.O olayda kameralarda o günle ilgili deliller bulunmasına rağmen, saldırgan tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyor. Hak-hukuk pek çoğumuz için önemli kavramlar; Kendimizi güvencede hissetmek istiyoruz, aykırı davranışlar, haksızlıklar son bulsun istiyoruz.
Bir başka olay; Bir baba çocuklarının gözü önünde kaynar su dökerek eşini yakıyor. O çocuklar hayatları boyunca ateşten, sıcak sudan çekinmeyecekler mi? İçlerindeki yangını nasıl söndürecekler, belleklerindeki görüntüyü nasıl silecekler? Benzeri kötü olaylara tanık olan çocukların travması bir ömür boyu sürmeyecek mi?
Söz edilmesi gereken o kadar çok olay var ki; "Yolumu kestin" bahanesiyle bir arabanın önünü kesen iki maganda( bu sözcüğü hiç kullanmayan ben bile kullandım.) sürücüyü öldüresiye sopalarla dövüyorlar. Günün aydınlığında oluyor bu olay, gün ışığı karanlığa dönüşüyor. Hayatı kararıyor genç adamın.
Bir büyük kentimizde-kentlerin suçu yok tabii- bir yurtta 7 çocuğa tecavüz ediliyor. Olay halen soruşturuluyor. Acaba bütün görevliler sımsıkı gözlerini kapatıyorlar mı, korku tüm duyguları bastırıyor mu, doğrularla yanlışlar hızla yer mi değiştiriyor...? Sormak belki aydınlanmak olacak ama soran cezalandırılıyor...
Anlatmakla bitmiyor; Otobanda motosiklet üzerinde baş aşağı durup akrobasi hareketleri yapmaya çalışıyorlar. Bir arabaya çarparak durabiliyorlar ancak. Onlar kurtuluyor ama başkalarının canı pahasına. Yaşam bu kadar ucuz muydu...?
Bir köpeği arabanın arkasına bağlayıp kilometrelerce acımasızca
sürüklüyorlar, hayvanın büyük acı çekmesinden keyif alıyor, kahkahalarla gülüyorlar. Bu tür olayları yazarken bile rahatsız oluyorum; Bir kedinin üstüne benzin dökerek yakıyorlar. Bu insanlık dışı olayı, vahşeti izliyorlar, arsızca gülüyorlar, eğleniyorlar...(!)
Bir kent merkezinde, kalabalıkta, bir zabıta daire başkanı, bir zabıta memurunu arkadaşlarının gözleri önünde defalarca tokatlıyor. Onun görevden alınması yaraya ilaç olmuyor tabii. Başı eğik gezmek kimilerine yük olurken kimilerine gökyüzünde yeni yıldızlar aratıyor.
Örnekler çarpıcı, toplum neden bu tür olaylara tanık olsun? Okullarda da şiddet kol geziyor, çocuklar bazı öğretmenlerince aşırı dayakla, kaba şiddetle cezalandırılıyor. Okullar basılıyor, okul müdürleri öldürülüyor, yöneticiler yaralanıyor, okul önlerinde dahi uyuşturucu satışı yapıldığı söyleniyor.
Ve ne yazık, ülkemizde pek çok şey "terör " sözcüğüyle birlikte anılıyor. Bir zamanlar yadırgadığımız şeyleri artık kanıksadık: Trafik terörü, gıda terörü, eğitim terörü, sağlık terörü, öldürülen kadınlar terörü, inşaat terörü, taşeron terörü, çocuk işçi terörü... İnsanlarımız böylesine acımasız, duyarsız değildi. Ne oldu bize...?
Yolda giderken ya da bir toplu taşıma aracında bazen insanların yüzlerine bakarım; çoğumuzun duyguları yıprandı, yıpratıldı adeta. Daha öfkeli, daha tahammülsüz, daha kırılgan insanlar olduk. Bazen havai fişek patlamalarını dahi bir başka yorumluyoruz. Çok sakin bildiğimiz insanlar birden patlayabiliyorlar. Ya da gerçekte çok sinirli olan insanların kendini kabul ettirmek için farklı davranabildiklerini gözlüyoruz. Güçlü olmayı; kaba kuvvetle, kötü sözle, insanı aşağılamakla, maddi güçle, güzellikle, yakışıklı olmakla eşdeğer tutanlar var.
Zordur İNSAN'ı anlamak, davranışlarının nedenine inmek, ruhsal yapısını çözümlemeye çalışmak...
Kişi iç dünyasında nereye kadar geçiş izni verirse, biz o kadarını görürüz. Çıkar ilişkileri öylesine çoğaldı ki, kim gerçek beniyle, kim maskeli, kim maskesiz, bilmek giderek güçleşiyor. Çift kişilikli insanları tanımak ustalık gerektiriyor.
Çevremizde ne olup bittiğinin farkında olmak, sorunlara karşı duyarlı olabilmek, çok geç kalmadan önlemler alabilmek gerekiyor herhalde. Yel değirmenlerine karşı tek başına savaş açan Don Kişot gibi öne çıkmak değil tabii; ama yetkili ya da yetkisiz ülkesini seven bireyler olarak bir şeyler yapmak, çorbanın tuzu misali katkıda bulunabilmek...
"Durdurun dünyayı inecek var. " demeye belki henüz zaman var... Ama, şiddetten uzak, daha sakin bir hayatı öylesine özlüyoruz ki...
2017 Mersin