Yeni bir Eğitim-Öğretim dönemiyle açılan okullarda, ziller de belirli aralıklarla çalmaya başladı. Onca ses arasında zilleri "gerçek anlamda" duyup-farkına varıp, kulak kabartabiliyor muyuz? Eğitim-Öğretimde ziller acı acı çalıyor, çınlıyor; kafamızda, yüreğimizde, beynimizde... Öğretmen, öğrenci, veli, anne-baba, yönetici, vatandaş olarak, ziller aslında hepimizi uyarıyor, düşünmeye yöneltiyor...
İnsan olarak, duyu organlarımıza haksızlık ediyoruz bazen; belki önyargıyla, belki duygusalca, isteyerek ya da istemeyerek, onların görevlerini tam yapmalarını engelliyoruz. Görülmesi gerekenleri görmüyor, duyulması gerekenleri duymuyor, söylenmesi gerekenleri uygun zamanda, uygun biçimde dile getirmiyoruz. Görmezden, duymazdan geldiğimiz her şey, sonradan daha çok canımızı acıtıyor, karşılığında daha büyük bedeller ödüyoruz.
Yaşarken öyle durumlarla, kişilerle karşılaşıyoruz ki bazen, gerçekten insanın içi sızlıyor; Çeşitli alanlarda, onca yıllık eğitim-öğretimin ardından, kazanılması gereken bilgi, beceri ve davranışlarda ne büyük eksikler, açıklarla mezunlar vermişiz. Aslında çeşitli nedenlerle belli yaşlarda kazanılamayan davranışların, sonradan kazanılması da çok kolay olmuyor; gecikmeyi gidermek daha çok emek, çaba ve zaman istiyor. "Öğretmen, öğrenci, anne-baba, ya da yönetici olarak kimler nerede yanlış yaptı, hatalar olduysa, kimlerin payı ne kadardı, nasıl bir özeleştiri uygulandı, sorunun kaynağına, nedenlere inilebildi mi"... Çok yönlü, uzun zamanlı düşünmemiz gerekiyor.
Aslında ziller hepimiz için çalıyor, hepimizi düşünmeye davet ediyor: Yıllar öncesini düşündüğünüzde; hangi öğretmenlerinizi adıyla hatırlıyorsunuz, kimleri düşünmek sizi rahatlatıyor, o yıllardan ne kadar olumlu-olumsuz izler taşıyorsunuz, o zamanlar bir bilgi ve görgü alışverişinden almaya ne kadar hazırdınız, ne kadar yararlanabildiniz...? Çocukluk veya gençlik döneminde (bilerek ya da bilmeyerek) yanılgılarınız, bugün nelere mal oldu? İyi örneklerden pay almaya hazırken, hangi kötü örneklerden etkilendiniz, ya da siz (uygun yaklaşımlarla) istemesini mi bilemediniz...?
Her alanda yaşamı farklı yönleriyle değerlendirdiğimizde; bazen "öğretici", bazen "öğrenici" konumundayız. "Öğrencilik", yalnız okulların dört duvarı arasında oluşan bir eylem değil: Güvenmeyi- güvenmemeyi, inanmayı-inanmamayı, umudu-umutsuzluğu, utanmayı-utanmamayı; acaba ne zaman, nerede, nasıl, hangi koşullarda ve kimlerden öğrendik...? Birbirimizi ne kadar tanıdık, hangi ölçütlerle değerlendirebildik? Sözsüz iletişimin bile geçerli olabileceği durumlarda-hiç iletişim kurmadan-kimleri nasıl incittik? Asıl olan "Hayat Okulunda" kendimizi ne kadar eğitebildik, hangi konularda "geçersiz not" aldık?
Ziller içimizi titretiyor, bizi uyarıyor mu, yoksa duymazlıktan mı geliyoruz? Acaba işimize gelmeyen hangi durumlarda-iğneyi önce kendimize batırmadan- karşımızdakine çuvaldızı kullandık? Dakikaların değerini bilmezden gelip, saatleri, günleri, yılları nasıl acımasızca kaybettik. Gelişmiş ülkelerde zaman o denli önemliyken biz "yitirilmiş zamanlar ülkesi" olmayı nasıl başardık...(!) Doğru zamanda, doğru insanları bulabilmek için nasıl bir çabamız oldu, ne kadar yararlanabildik, kimleri onayladık, kimleri reddettik, kimleri damgaladık, "tanımadık-görmedik-duymadık-söylemedik"...
Ne yazık yıllardır, çalan zilleri hiç duyamayanlar ya da duyuramadıklarımız da oldu... Okuma çağında: Okulda olması gerekirken; ovalarda, tarlalarda, atölyelerde, evlerde, başka işlerle uğraşan, hiç çocuk ve genç sayılmayanlar da vardı aramızda... Nice "Küçük Adam" zil seslerine bu yıl da çok uzak kaldılar; başka seslerin içinde sanki kayboldular, çalan zilleri hep "paydos zili" olarak algıladılar...
Severek, benimseyerek sürdürülen her iş, her meslek, kişiye değer kazandırıyor, topluma artı değer olarak geri dönüyor. Gönül rahatlığıyla, "yapmam gerekenleri yaptım" diyebilmek, her meslekte, ama asıl eğitimde çok önemli. Öğretmen olmak; dünyanın en zor ama en zevkli uğraşılarından biri... Bir öğretmen: öğrencilerinin yüreğini köreltmeden; görmeyi, anlamayı, dinlemeyi, düşünmeyi, yerinde konuşmayı, adil olmayı, uygun biçimde hakkını savunmayı, insana saygıyı kazandırabiliyorsa, kişiliği ve davranışlarıyla örnek olabiliyorsa başarıya da daha kolay ulaşıyor. Bilgi açığı sonradan da tamamlanabiliyor, ancak kişilik oluşumu, kimlik kazanma uzun zaman alıyor, ruhsal zedelenmeler yaratıyor.
Eğitimde ödüller kadar caydırıcılar da önemli kuşkusuz: Hoşgörüsüzlük kadar aşırı hoşgörü de zararlı; zamanında kurallar öğretilmemiş, benimsetilmemişse, sonradan karşılaşılan yasaklar -cezalar, zamansız öfke patlamalarına neden olabiliyor. Her konuda; özgüvenli, cesaretli olma, haksızlıklara karşı çıkma, ancak "insan duyarlılığında" kabul görebilir. Kendisiyle ve çevresiyle barışık olan insan, bedensel güce, şiddete başvurmaksızın, daha etkili olabilecek başka çözüm yolları arayabiliyor.
Öğretmenler, bazı durumlarda tüm çabalarına rağmen-çeşitli nedenlerle- bazı öğrencilerine ulaşamayabilirler de. Öğretmen olmak tabii ki her şeyi bilmeye yetmiyor; yanılgıları açıklamak, gerektiğinde özür dileyebilmek , kişinin değerini düşürmez, saygınlığını artırır. Bilgeliğin özünde; sevgi, alçakgönüllülük, adil olabilme, bağışlama, hoşgörü var. Keşke öfkeye yenik düşmeden, zamanında mantık-duygu dengesi kurulabilse...Yüzyıllar öncesinden Konfüçyüs ne güzel sesleniyor: "Bilmediğini bilenin arkasından gidin. Bilmediğini bilmeyeni uyandırın. Bilmediğini bilene öğretin. Bilmediğini bilmeyenden kaçın."
Her konumda alınan diplomanın derecesi, büyüklüğü, sayısı, her zaman kişinin "adam" olmasına yetmiyor. Deneyim, birikim, etkileşim, paylaşım, ve en önemlisi zaman, diplomayı zenginleştiriyor, ya da değer kaybettiriyor...Her yıl okullar açılıp ziller yeniden çaldığında: Bir öğretmenin, insan yetiştirme uğraşı verenlerin yüreği çarpıyorsa, duygulanıp düşünüyorsa, çözümler üretebiliyorsa; iyi şeyler, güzellikler sürecek demektir.
Sadece eğitim kurumlarımızdan değil, "hayat okulundan" da yeterli bir diploma alabilen İNSAN sayısını artırabilsek; daha umutlu, daha güvenli bir ülke olabilir miydik acaba? Ziller çalarken; zaman çok geçmeden, keşke hepimiz kulak kabartıp duyabilsek, kendimize düşeni yapabilsek...
NOT. Bu yazımı 27.09.2010 yılından önce bir Eğitim-Öğretim Kurumunda çalışırken yazmış daha sonra Blogda yayınlamıştım. Yıl 2024...Emekli bir eğitimci olmama rağmen ; Her Eğitim-Öğretim Yılının başlangıcında okullarda ziller yeniden çalarken halâ büyük heyecan duyuyor, karışık duygular yaşıyorum.
2024 -2025 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI KUTLU OLSUN.
Çağdaş bilimlerin ışığında çocuklarımız-gençlerimiz, öğretmenlerimiz ve anne babalar için, toplum için sağlıklı-mutlu-verimli, Ülkemiz için örnek başarılarla dolu bir yıl olsun.
Makbule ABALI
9 Eylül 2024- Urla