Bu Blogda Ara

28 Ara 2021

SEVMEK...


Sevmek;

Bazen bir kenti, 

Bazen bir yeri, doğayı...

Sevmek;

Ağaçları, çiçekleri

Kuşları, çocukları...

Sevmek;

Bir insanı sevmek

İnce duygularla 

Katıksız, çıkarsız

Meziyetleriyle, kusurlarıyla

Aklıyla, yüreğiyle

Coşkusuyla, hüznüyle

İyi günde, kötü günde

Tüm insanlığıyla

Sevmek;

Bir ömür boyu...

Makbule ABALI



20 Ara 2021

ALIŞVERİŞ...Mini Öykü


 Akşam saatleriydi. Öğleden sonra hafif yağmur çiselemeye başlamıştı. Günlerdir yağmur bekleyen kent halkı için  bu bir müjde gibiydi. Genç kadın bir mağazada tezgahtar olarak çalışıyordu. Asgari ücretli maaşı bir ayın sonunu zor getiriyordu. Evde küçük dikişler yaparak evin bütçesine katkı sağlıyordu.

İki  çocuğundan  büyüğü öğleden sonra  okuldaydı. Zamlar gözünü korkutmasına rağmen  birkaç gıda maddesi almak için küçük kızıyla alışverişe çıkmıştı. Cebindeki paranın hesabını yapıyordu. "Param yetmezse ürünleri kasada bırakırım" diye düşündü. Bütün marketlerde olduğu gibi burada da giriş reyonu çocuklar için bir tuzak  gibi düzenlenmişti: Yaldızlı kağıtlarda çikolatalar, şekerlemeler, sakızlar,  renkli kutularda saklı kurabiyeler, anne elinden çıkmış gibi tatlılar... 

Küçük kız anında bu tuzaklara takıldı. Önce eliyle işaret etti. Ama annesi kararlı bir ses tonuyla "Sonra" dedi. Bu sonra'nın zamanı belli değildi. Ama çocuk dilinde sonra ," biraz sonra" anlamında da yorumlanabilirdi. Tam çıkmaya hazırlandıklarında aniden ziller çalmaya başladı. Çocuk korkuyla annesinin eteğine sarıldı. Bir güvenlik görevlisi onun montunun ceplerini kontrol etmeye başladı. Herkes durmuş, onları izliyordu. Genç annenin yüzü lacivert ceketinin aksine bembeyaz olmuştu. İkisi de ağlıyorlardı.

Mağaza müdürü küçük suçlu için bir tutanak tuttu. Ağlayan bir anne ve çocuğunun gözyaşları yağmur damlalarına karıştı. Yağmur ince ince yağıyordu.

Makbule ABALI



15 Ara 2021

HAYATIN AKIŞI...


 Bazen hayat akıp giderken birden sekteye uğrar. Akış yavaşlar ya da duraklar.  Sanki her şey birdenbire olmuştur.  Bu ani yavaşlamaya akıl sır erdiremezsiniz. Zaman alışık olduğunuz zaman dilimi değildir. Ağır çekimdesinizdir adeta. Fırtına öncesi sessizlik yaşanırken her zaman, bazen de gürültü birdenbire olur. Nasıl, nereden olduğunu bilemez insan. 

Yapraklar savrulur sanki, beden huzursuz olur. Bir hastalık yer bitirir , adeta kemirir vücudu. Gücü azalır, takati tükenir. Zordur hastalıklarla uğraşmak, ilaçlarla ortak olmak. Önce güvenilir bir doktor bulmak gerekir; Dinleyen, anlayan, alanında bilgili. Ve sonra önlem almak, kendine zaman tanımak, beklemek... 

İnsanın hayat boyu mücadelesi hiç bitmez. Ama her acı, her sıkıntı insanı biraz daha güçlü ve dirençli kılar.

Makbule ABALI

10 Ara 2021

10 ARALIK İNSAN HAKLARI GÜNÜ.....


Dünyanın her yerinde, duyularla-duygularla ilgili sözcükleri ne çok kullanır insanoğlu; duyarlılık, duyarlı olmak, duyarsız olmak, duygulanmak, duygusuz olmak... Neden ihtiyaç duyar, bilinmez... belki de insan yanını-varlığını kanıtlamak ister. 

Duyu organlarımızla farkına varıyoruz pek çok şeyin; görüyor,kokluyor, duyuyor, tadıyor, dokunuyor, böylece anlıyor, tanıyor, algılıyor, bilincine varıyoruz. Duyarlı olmak için ille de tüm duyu organlarımızın sağlam ve işler olması gerekmiyor elbette. Duyu organları  sapasağlam olduğu halde pek çok konuda duyarsız olabilen ne çok insan var toplumda. Uzman doktorlardan "sağlam" raporu alsa bile "duyarlılık" konusunda "özürlü-engelli" olabiliyor kişi... 

Gün gelecek, belki de son teknoloji harikası robotlar, aldıkları komutlar doğrultusunda her işi büyük ustalıkla gerçekleştirecekler, ancak hangi "üstün robot" insan duyarlılığında olabilir...? İnsan gibi yüz yüze-göz göze gelebilir, insan sıcaklığında dokunabilir, yüzü kızarıp utanabilir, acıyı test edip, sevinci-coşkuyu ölçebilir...? Pozitif bilime güvenmek gerek, belki bir gün insana duyarlı robotlar da olacak... kim bilir... 

Duyu organlarımız arasında ne güzel bir iş bölümü vardır: Birinin gerçekleştiremediğini diğeri başarmaya çalışır, uyum sağlanır böylece; Dil susarsa göz berraklaşır, göz kapanırsa kulak açılır, kulak duymazsa göz baş role geçer, beynin işlerliği artar. Dünyanın her yerinde "insanca dokunuşlar" sona erdiğinde, "kötü kokular" alabildiğine çoğalıyor... Duyarlı bir yürekle duyarlı duyu organları insana zarar vermiyor ancak, "duyarsızlık-duygusuzluk" büyük kayıplara neden olabiliyor. "Gözünü dört açmazsa" insan, kötülerin-kötülüklerin olumsuz etkisinden kurtulamıyor... 

Dilimiz öylesine zengin ki; Belki zamanında insan değerini bildiğimiz ya da insana önem verdiğimiz için, duyarlılık ve duyu organlarımız ile ilgili doğru-yanlış ne çok söz,  üretmişiz. Acaba çocuklar yetişkinlerden daha iyi görüp duydukları için mi "Çocuktan al haberi" demişiz. "Gözlerinin içi gülmek" mutluluğun mu, duyarlılığın mı bir göstergesidir? Her şey makineleştiği için mi, yoksa değer bilmezliğimizden mi, "El emeği-Göz nuru" deyişini daha az kullanır olduk? "Kulaklarına kadar kızarmak" deyimini bilen ya da kullanan kaç kişi kaldı aramızda? Gözleri görmediği halde nice güzel işler başaran onca güzel insanımız varken neden "Kör-topal işini sürdürmek" deriz... gözün görmeyişi veya ayağın aksaması beynin işleyişine engel değil ki... 

Görme engelli öğrencilerin-topun doğru yönünü algılayabilmek için-ziller takılmış bir topla oynadıkları kavgasız futbol maçlarına bakan-gören kaç göz imrenmez? Yeter ki aldatılmasınlar, zihinsel engelli pek çok çocuğun yüreği öylesine sevgi doludur ki, uygun yaklaşımlar hemen sevgi diliyle ödüllendirilir. Oysa bazı insanlarda bakışlara bile yansıyan kin-nefret-öfke nasıl da korkutur incitir-yaralar insanı.

Güzelliklerin, küçük mutlulukların tadını çıkarmak yerine pek çok şeyin tadını kaçırırız bazen, ille de "acı" ararız yaşantımızda. Gözümüzde büyüttüğümüz bazı insanlar, nesneler anlaşılmaz biçimde giderek değer kaybedip küçülürler... neden-nasıl soruşturmayız, araştırmak istemeyiz... Dilin söyleyemediğini "Beden dili" ne güzel anlatır oysa... "Timsah gözyaşları" tanınmadığı bilinmediği için mi "gerçek gözyaşları" anlaşılmaz-fark edilmez bazen.

"Duyarlılık-duyarsızlık" doğuştan var olan bir özelliğimiz değil. Sonradan pek çok etkenle dünyaya-yaşadığımız ortama uyumlu veya uyumsuz olabiliyoruz. Zamanında duyu organlarına yeterince işlerlik kazandırılmamışsa, sonradan beyin ve yürek de yeterince yardımcı olamıyor. Yürek "nasır bağlayınca" göz  görmek istemiyor, dil yaralayıcı olabiliyor... Ağız ne kadar çok açılırsa göz giderek küçüldüğü için "görüş alanı" daralıyor, sonuçta görmez oluyor. 

İnsanın içindeki "fırtına" büyüdükçe fırtına öncesi sessizlik bazen patlamalarla sonuçlanabiliyor. kasılmalar çoğaldıkça dokunma duyusu da azalıyor, umarsızlık-duyarsızlık-ilgisizlik artıyor. Tüketim toplumlarında "kalabalıklar içinde yalnız ve çaresiz insan" imajı nasıl da acımasız gelir duyarlı insana. "Kalp kör olduktan sonra gözün görmesinde yarar yoktur" deyişiyle ne güzel-ne doğru söylüyor Hz. Ali. 

Bir zamanlar teknoloji böylesine gelişmeden, sanal dünya oluşmadan, hatta cep telefonları yaygınlaşmadan da   biz "iletişim" kurabiliyorduk; bazen beden diliyle, bazen bir kartla, bazen mektupla... Anlaşmak-iletişim kurmak için istemek ve hazır olmak yeterdi. Ancak belki de en önemlisi beyin ve yüreklerin "paylaşıma" açık olması, "duyarlı" olmasıydı... Neden günümüzde de olmasın...? 

10 ARALIK  DÜNYADA BARIŞİN VE İNSANLIĞIN GÜNÜ OLSUN.
Bu yazıyı ilk 2010 yılında yayınlamıştım..














6 Ara 2021

UÇURUM ZAMANI- BİR KİTAP TANITIMI...


 Mert Ofluoğlu  Trabzon doğumlu genç bir yazar. 18 yaşında yazdığı ilk kitabı Ters Düz epey ses getirmiş, övgü almış. Uçurum zamanı "Bozbalık Üçlemesinin" ikinci kitabı. Üçüncü kitap daha sonra yayınlanacak. Kitap, Kitapyurdu  Doğrudan yayıncılık tarafından yayınlanmış. 392 sayfa.

Kitabın ilk sayfalarında ilginç bir şeye rastlıyorsunuz:" Uçurum Zamanı Şarkı Listesi" Ve altında bir açıklama: Bu şarkıların ve sözlerin anlamları roman boyunca okuyacağınız sahnelerdeki karakterlerin duygu durumlarına ve psikolojik tasvirlerine denk düştüğü için titizlikle seçilmiştir.

Kitabı okumaya başlamadan önce Sonsöz'e göz gezdiriyorum;" Benim için yazarlık, anlatacak iyi bir hikaye bulma ve onu iyi anlatma sanatıdır. İkisinden biri var, diğeri yoksa iyi bir yazar değilsinizdir demektir. Gerçek yazarlık bir sanatçılık işidir. Gerçek kitaplarsa birer sanat eseridir. Yazmak bir tutku, bir bağımlılık , bir yaşama amacıdır." diyor Mert Ofluoğlu.

Romanda olaylar Karadeniz dolaylarında Bozbalık adlı bir köyde geçer. Romanda ana kahramanın etrafında olaylara karışan pek çok insan vardır. Ve hayatın  içinde yaşanabilecek  pek çok sürpriz olay. Mert Ofluoğlu  toplumdaki yozlaşmaların, kısa süreli aşkların , sataşmaların, aldatmaların , ihanetlerin yansıyan yüzünü romanda da işlemiş. Kitaptaki karakterler arasında ilişkiler bazen basit sallantılarla çatırdıyor ya da yıkılıyor. 

Romanı okurken bazen bir aşk romanı okuduğunuz  izlenimine kapılıyor bazen bir polisiye roman tadı alıyorsunuz. Yazar genç yaşına rağmen çok ustaca  karakter tahlilleri ve doğa tasvirleri yapmış.

Örneğin:

"Yepyeni yerler gördükten, yepyeni insanlar tanıdıktan sonra tekrar kümese dönmek Nilgün için tuhaf bir duyguydu. Kar etrafı mistik bir ışımayla  esrarengiz bir şekilde aydınlatıyor ve karanlığa saklanmış çam ağaçlarının arasındaki  evlerine , masallardakine benzer bir örünüm veriyordu." 

"Neredeyse boş olan köy meydanında bir banka oturup düşüncelere daldı. O saatte orada ne işi olduğunu bilmiyor, sadece nedenini bile tam olarak bulamadığı derin bir mutsuzluk hissediyordu. Gece koyu bir örtü gibi yalnızca köyü değil, onu da yutmuş gibiydi."

"Burak tamamen gözden kaybolunca içini biir hüzün kapladı, verandaya çöküp sessizce ağlamaya başladı. Sanki hayatta hiçbir amacı kalmamış, bir şey bütün ruhunu çekip almıştı. Bir yanlışlık olduğunu o da biliyordu, her şey yanlıştı; bunlar olmamalıydı, böyle olmamalıydı. Ve sonra Bozbalık'ta yağmur başladı. Kuşlar, insanların acılarından habersiz havada uçuyordu."

Ve yöresel ürünlerin zaman zaman tanıtıldığını görüyoruz. ; Laz böreği, hemofta reçeli, kuymak, veryel çiçekleri vb. 

Kitabın editörlüğünü Mert Ofluoğlu yapmış. Yanlışsız bir kitap okumanın keyfine varıyorsunuz.

Mert  Ofluoğlu'nun genç yaşında ulaştığı bu başarıyı kutluyor, devamını diliyoruz. Yolun açık olsun MERT.

Makbule ABALI