Bu Blogda Ara

29 Nis 2020

KÖY ÇOCUKLARI


Onlar aydınlık yüzlü köy çocukları
Bakışları ne çok şey anlatır;
Gözlerine bakınca ayıramazsınız gözlerinizi,
Derinden girilen bir vaha gibi,
Ya da dalınca ürperten engin bir deniz
Gene de doğrudan ulaşamazsınız gözlerine...
Bazen utangaç, bazen çekingen,
Hemen kaynaşamaz,
Oğlan veya kız, sonra öyle kaynaşır ki kopamazsınız.
Kiminin adı Songül,
Kiminin Yeter ya da Soner.
5-6 kardeş vardır önlerinde.
Okul bir şanstır, iyi bir öğretmen rastlantı
Kitaplar kardeşten kardeşe geçer,
Ah, kitaplar değişmese sistemler değiştikçe.
Kalemler açıla açıla tükenmiştir,
Defterler siline siline kararmış.
Gene de okul kurtarıcıdır,
İyi bir öğretmen unutulmaz bir kaynak,
Bazen bir efsane, bir mucize başlatan güzel insanlar
Öylece sürüp gider yılların ötesine,
Unutulmaz izleri yıllar boyunca...

Makbule ABALI


BİR BAHAR ESİNTİSİ...



Baharın kokusu geldi bu sabah;
Pencereden ta içeriye...
Nisanda narenciye çiçekleri açar güneyde,
Portakal, limon, turunç çiçekleri
Hele akşamları,
Kokuları içinizi bayıltır...
Hanımeli, lavanta, yasemin.
Baharın kokusunu soludum bugün.
Ta içime çektim derinden
Doğanın taze nefesi gibi
Ciğerlere oksijen depolamak gibi
Bahar girdi bugün evimize
Bir bahar esintisiyle...

Makbule ABALI



27 Nis 2020

KORONA GÜNLERİNDE ÜRETİMDEN TÜKETİME...


Anneler korkulu masalları pek çocuklarına anlatmazlar. Anlatsalar bile, değiştirirler, yumuşatırlar. Ama gelecekte korona şimdiki çocuklara mutlaka uzun uzun anlatılacaktır. Yaşanmış öykülerden yola çıkılacaktır belki de. Kişisel ya da evrensel, yaşanmış her felaket insanı sarsıyor, şok etkisi  yapıyor. Zamanla duruma uyum sağlıyor insan. Ama bu arada sabrı, dayanma gücü, acılara karşı dayanıklılığı da sınanıyor belki. Testlerden geçiyor adeta.

Kayıplar kazanca dönüşüyor kimi zaman; Azla yetinmeyi öğreniyoruz bazen. Ya da daha az harcama yapmanın gerekliliğini.
Uzaklardan dokunmaksızın, hatta bazen ses bile duymadan sevmenin mümkün olduğunu. Yaş almış, yalnız kalmış insanların kapısını çalıp hal hatır sormanın güzelliğini fark ediyoruz. Aile bireyleriyle birlikte yaşamanın keyfini çıkarmayı...Mutfakta ortaklaşa çalışıp, yeni tatlar keşfetmeyi, yardımlaşmanın mutluluğunu, dayanışmanın, paylaşmanın güzelliğini...

Ve en güzeli , evde yeni işlerle uğraşmanın mutluluğunu; Çiçeklerle uğraşmak, saksıda yeşillik ya da sebze yetiştirmek, çocukları da bu işlere dahil etmek. Aile boyu üretim ne güzel olur. Tam bir görüntü  ve tüketim toplumu olduk aslında. Belki mide açlığından çok göz açlığı da çekiliyor. "Ya biterse" endişesiyle fazladan da alınabiliyor. Bu arada evde kalmanın güzellikleri de var. Eşim eski okuma alışkanlığına yeniden dönüş yaptı. Her biri 300 sayfanın üzerinde 8 kitap bitirdi. Belki bir nevi göz jimnastiğiyle de gözlerinde hiçbir sıkıntı yaşamadı.

Bu arada korona , kurallara uyulmadığında insan öğütme makinesi gibi her yaştan insanı yok etmeye devam ediyor. Belki böylece insanoğlu paylaşmayı, dayanışmayı, sağlığın önemini daha iyi kavrayacak, ırk, din, dil ayırt etmeden insana yardımı benimseyecek...

Makbule ABALI


23 Nis 2020

BİR GÜNLÜĞÜNE BÜYÜK OLMAK...


Her 23 Nisan'da 
Çocukları oturtuyoruz büyüklerin yerine;
Sadece birkaç saatliğine...
Çocuklar oturuyor yüce makamlara,
Koltuklar kocaman, çocuklar ufacık,
Mikrofonlar ulaşılmaz...
Çocuklar konuşuyor;
Su gibi temiz, su gibi duru, su gibi berrak
Çocuklar konuşuyor;
İçten, katıksız, çıkarsız, kavgasız...
Çocuklar konuşuyor;
Barıştan. kardeşlikten, paylaşımdan yana...
Düşündüğümüz gibi, düşlediğimiz gibi,
Hep istediğimiz gibi...
******************
Dünya ne zaman çocukların olacak?
Bu çocuklar ne zaman büyüyecek?

Makbule ABALI

Sevgili Çocuklar;
 *************

Dünyada bir çocuk bayramı olan ilk ve tek ülkeyiz.Büyük Millet Meclisimiz kurulalı 100 yıl olmuş.
Sizin önünüzde de belki 100 yıl değil ama, çok uzun yıllar var.
Umudumuz sizde. Elde edeceğiniz başarılı sonuçlarla hep birlikte gurur duyalım. İnsanı, doğayı, okumayı, düşünmeyi sevin. Özgürlükten, adaletten, paylaşımdan yana olun.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınız kutlu olsun.

22 Nis 2020

DÜNYA GÜNÜ 2020



Bir zamanlar atom bombası vardı,
Savaşlar, depremler, doğal afetler;
Hep felaketlerle karşı karşıyaydı insanoğlu.
Dünya yıpranmış, dünya yorgun
Dünya takatsiz, dünya insanlıktan habersiz...
Dünyanın bir ucundan başladı korona;
Ezdi. geçti, yıktı, perişan eyledi,
Pek çok dünya ülkesinde korku saldı 
İnsanlar uzaklaştılar en yakınlarından bile,
Sosyal mesafe oluşturdular aralarında,
Kimse kucaklaşamadı birbiriyle ,
Sevgiler yarım kaldı...
Kentler, caddeler, sokaklar boşaldı,
Parklar, sahiller boş kaldı,
Okullar, iş yerleri kapandı
İnternet önem kazandı,
Çocuklar yetişkinlerden 3-0 öne geçtiler.
Bir ıssız şehir, bir insansız kent,
Herkes gelecekten habersiz, her şey belirsiz...
Korona iyi şeyler de öğretti;
Temizlik bilincini, sağlığın önemini, değerini
Sevdiklerimize zaman ayırmanın güzelliğini,
Yardımlaşmanın, paylaşmanın gücünü,
Elimizdeki ile yetinmenin gerekliliğini,
Kurallara uyulmazsa her şeyin altüst olacağını
Psikolojik savaşların da akılla, mantıkla kazanılacağını
Umudun önemini, iç huzurun değerini...

Makbule ABALI
"2020 Dünya Günü" beraberinde sağlıklı, mutlu, güzel günleri getirsin.


17 Nis 2020

KÖY ENSTİTÜLERİNİ ANMAK..( HÜSNÜ ÇELİK).



Bugün 17 Nisan. Baharın ortası. Köy Enstitülerinin 80. kuruluş yıl dönümü. Kuru ağaçların ansızın yeşermesi, tomurcuk açması gibi çorak yerlerde, bozkırın ortasında baharı andıran görüntüler oluşturmuşlar. Beyinler yeşermiş adeta. Okullardan müzik sesleri yükselmiş, bahçeler düzenlenmiş, ağaçlar dikilmiş,  çiçekler ekilmiş.  Okullarını kendileri inşa etmişler, yıkılmayan okullar yapmışlar. İş atölyeleri kurulmuş, köy çocukları bulundukları yörelere uygun becerilerle donatılıp uygulamalı hayata girmişler. Her öğrenci bir enstrüman çalmayı öğrenmiş. Okulda kullandığı mandolini hala saklıyor. Her yıl en az 20 kitap okumuşlar. 
Elektriğin olmadığı köylere, yörelere aydınlığı götürmüşler. 21 tane Köy Enstitüsü kurulmuş.

Günümüzde eğitimde gelişmiş batılı ülkelerden bazıları bu modeli benimsemişler, uyguluyorlar. Finlandiya bunlardan biri. Köy Enstitüleri kapatıldıktan sonra Öğretmen Okulları adını almışlar. Bu öğretmenlerden her birini tanıdığınızda içten gelen bir saygı ve hayranlık duyuyorsunuz. Bu kurumlar devam etseydi eğitim öğretimde ne çok şeyin üstesinden gelirdik. Hüsnü Çelik, Köy Enstitüsünden mezun çok başarılı bir öğretmen. 1923 doğumlu. Eşimin Mersin Arslanköy İlkokulundan başöğretmeni. Köy Enstitüsünden dereceyle mezun öğretmen adayları, Yüksek Köy Enstitülerine gider, gezici  başöğretmen olur, teftiş yaparlarmış.


Oğlunun evinde kalan Hüsnü Çelik Öğretmenimizi bu kış bir akrabamızla ziyarete gitmiştik. Çok mutlu oldu. Hala pırıl pırıl işlek bir beyin. Sadece bastonla yürüyor, kulağı az duyuyor. Gözlerdeki pırıltı hiç azalmamış. Anılar canlanıyor tabii. Henüz Köy Enstitülerine gitmemiş öğrenciler matematik ve Tükçe derslerinde zayıf oldukları kanaatindedirler. Başöğretmen Hüsnü Çelik onlara bir yol önerir. "Akşamları gelin. ben sizleri çalıştırayım" der. Her akşam okulun sobasını yakar. elektrik yoktur, lüks lambasını hazırlar, öğrencileri  etütte çalıştırır. 


O yıllarda dershane yoktur, paralı özel ders yoktur ama idealist öğretmenler vardır. O köyden 6 çocuk yatılı okulu kazanır. sonraki hayatlarında onların arasından değerli eğitimciler, doktorlar, hukukçular, profesörler çıkacaktır. Ziyaretimizde uzun bir süre oturduk. Biz rahatsız etmeyelim endişesiyle tedirgin oldukça o yorulmadığını dile getirdi. Öğretme isteği eski hızıyla devam ediyor. Bu inanılmaz enerjiye saygı duymamak elde değil...
"Eğitim yaşam boyu devam eder" diyen eğitimciler ne güzel söylemişler.

Makbule ABALI

Not: Blogda Köy Enstitüleri ile ilgili başka yazılarımı da okumak isterseniz: 17 Nisan 2015 Bir zamanlar Köy Enstitüleri 
17 Nisan 2016 Orada bir köy var uzakta
17 Nisan 2017 Köy Enstitüleri
17 Nisan 2018 Bir okuma öyküsü
Arşivden de bakılabilir. Ya da sol üstteki kutucuktan parça adı yazılıp büyütece tıklanarak da aranabilir.


13 Nis 2020

NEBİYE TEYZE...

Bu, hayran olduğum, saygı duyduğum ve çok sevdiğim bir güzel insanın öyküsü. Bir insanlık abidesi,Mersin Alzheimer Derneği'nin sevgili Nebiye Teyzesi. Son derece bakımlı, çalışkan, kendine özen gösteren biri. Çevresindeki pek çok kişi O'nun gibi yaş almak isterdi. Zaman bir su gibi akıp gitmiş. Doğum gününü kutlamıştık, şimdi ölümüne tanık oluyoruz. Ben tekrar başa dönmek istiyorum. Son'u yazmaya  şu anda elim varmıyor.

Hayat akıp giderken bazen öyle bir gün yaşarsınız ki;bir insan, bir olay, bir davranış, bir şarkı veya bir türkü gününüzü farklı kılar. Gününüze renk katar, anlam kazandırır. Bir insan hayatınıza dokunur adeta.
Bir tüy hafifliğinde ince, naif bir dokunuş ama etkisi günler, aylar belki yıllar sürer...


Bugün Mersin Alzheimer Derneği Yaşlı Bakım Merkezi'nde bir gün kutladık. Bir doğum günü. Pastalı, mumlu, müzikli bir doğum günü kutlaması. Dernektekilerin çok sevgili Nebiye Teyzesi bir yaş daha alıyordu. 

Onunla ilk tanışmamız Dernekte "Üretici Kadınlar"la ilgili bir sunumun ardından çay saatinde, yazdığım bir şiiri okumamla başladı. Bitince göz göze geldik. Çok zarif ve kibar bir edayla "Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum." dedi. İçim titredi, tam bir İstanbul Hanımefendisi görünümünde idi. Boyasız gümüşi saçlar, şık, sade bir giysi, insana güven veren bir görünüm. 

Daha sonraki karşılaşmamız Dernek bahçesinde "Anneler Günü" nedeniyle düzenlenen kahvaltıda oldu. Aynı masada karşılıklı oturduk. Görevli gençler kahvaltısını getirdiler. Çok seçici, sağlığına özen gösteriyor. Sohbet sırasında nereli olduğumu sordu. "Adanalıyım" dedim. 

İnsandan insana "uzun ince bir yol." İster "duygu yolu" diyelim, ister "akıl yolu." Bir süre sonra insan ortak bir dilde-"insanlık dili"- konuşmaya başlıyor. İnsandan insana köprü kurulunca rastlantıları da keşfediyorsunuz. Adana-Mersin güzergahında ortak anılar, ortak adlarla buluştuk. Yıllar önce Nebiye Teyze Adana Kız Enstitüsü Dikiş Bölümünde annemin öğrencisi imiş. Geç rastlamışız birbirimize. Keşke geçmişte bir araya gelip eski günleri yad etselerdi. O yıllarda avukatlık yapan babamı da çok iyi tanıyor.

Nebiye Teyze konuşmamız sırasında heyecanla, gözleri parlayarak "Torunlarım" diyerek anlatıyor. Boş bulunuyorum "Çocuklarınız neredeler?" diye soruyorum. "Benim hiç çocuğum olmadı. Yeğenlerim, çocuklarım, torunlarım gibidir. 7 torunum var " diyor. 
O gün kahvaltıdan çok, tatlı dilli- güler yüzlü bir İstanbul hanımefendisinin güzel sohbetiydi bizi doyuran. Ve o Anneler Gününde bir kez daha anladım ki kan bağıyla "anne" olmak çok önemli ama yüreğinizde insan sevgisi varsa onu en iyi şekilde dağıtıyor, "anne" gibi de davranıyorsunuz.
_______________________________________

Bugün Nebiye Teyze çok şık.Açık renk bir pantolon takım ve üstünde onu tamamlayan aksesuarlar.Kolye, bilezik, yüzük, küpe.Ama hiçbiri fazla durmuyor. Takı sevmeyen ben bile hoşlanıyorum o güzel uyumlu beraberlikten.Hepsi ince bir zevkle alınmış, hiç de abartılı durmuyor.

Harika bir belleği var. Yanımızdaki arkadaşlara Adana'dan, annem ve babamdan söz ediyor.Adlarını söylüyor. O konuşmamızın üzerinden bir ay geçmiş, unutmamış. Sürekli işleyen, bilgi depolayan bir beyin.93 yaş... Neredeyse bir asır. İçine neler sığdırılmış. Abide-çınar kavramları bu insanda tam yerini buluyor. Bizler bugün o çınarın serin gölgesinde oturuyoruz. Yüzümüz güneşe dönük. Her söylediği değerli. Kaydetmeye çalışıyorum...
Ama hayır, kayıt yetmez. Bu konuşmalarda yüz mimikleri, ses tonu, vurgulamaları da kaçırmamak lazım.Yaşadığımız sürece öğreneceğimiz ne çok şey var.

Nebiye Teyze Alzheimer hastası değil. Burada kendi isteğiyle kalıyor. Odasını cennete çevirmiş. Balkonunda yeşillikler-maydanoz, nane, tere- çiçekler yetiştiriyor.
Her gün sabahtan belli etkinlikler için aşağıya iniyor. Çeşitli etkinliklere katılıyor. Bazen dikiş dikiyor.




Pastayı keserken:"Ölmek istemiyorum ama iyi yaşamak istiyorum." diyor. Ve ekliyor:" Adam gibi yaşamak, adam gibi ölmek lazım. Ot gibi yaşamak neye yarar?"  Doğum günü kutlamaları başladığında her kutlayan için Nebiye Teyze oturmuşsa bile ayağa kalkıyor, karşısındakini sevgiyle kucaklıyor. Saygıyla izliyorum. Bu salonda Onun gibi yaş almak isteyen ne çok insan var. Bir hayran kitlesi, bir sevgi halesi oluşmuş adeta. Tablo gibi. Bu görüntüyü izlemek bile insana huzur veriyor, rahatlatıyor...


Bu dünyadan bütün zarafeti, inceliği, kibarlığıyla bir Nebiye Teyze geçti. Bu güçlü Cumhuriyet kadınını hiç  unutmayacağız. Işıklar içinde uyusun. Saygıyla, rahmetle anıyoruz.

Makbule ABALI



KUŞLARIN SESSİZLİĞİ...


Önce herkes unuttu onları. Ya da düşünülecek onca şey varken akla bile gelmediler. Oysa göz görgüsü idiler. Şiirlerde, şarkılarda dile gelmişlerdi. Alıştıkları mekanlar vardı: İstanbul'da Kadıköy Meydanında, Eminönü Meydanında, Beyazıt Meydanında, Mısır Çarşısı girişinde ne güzel yerler edinmişlerdi. Onları düşünen, sevenleri de vardı. Hiç aç kalmazlardı. 

Ama gelenler giderek azaldı, bir gün hiç gelen olmadı.Ne fotoğraf çekmeye, ne yem ya da su vermeye... Gözden uzak, gönülden ırak olmuşlardı. O gün sokağa çıkma yasağı vardı. Kimsecikler görünmedi meydanlarda. Kuşların yiyecekleri azalmaya başlamıştı  zaten. Bu kez hiç kalmadı.Büyük kuşlar küçük kuşlara bıraktılar yemi, suyu. Kavgasız ,dövüşsüz sıralandılar...

Bahar güzel kokulu çiçekleriyle devam ediyordu.Bir anda kavga başladı. Fırının önünde insanlar ekmek paylaşamayıp yumruk yumruğa girdiler. Barışın sembolü güvercinler kavganın ortasında kaldılar. Bahar tüm görkemiyle devam ediyordu. Korona salgını henüz bitmemişti...



Kuş dostu şairler kuşlarla ilgili ne güzel şeyler söylemişler:
"Seni her özlediğimde bir tanem, kuşlara bakıyorum."
Behçet Necatigil.
"Keşke susmanın muhabbet kuşu olsaydım."
Didem Madak
"Bir kuş uyandı derinliklerinde kalbimin."
Halil Cibran
"Kuş olsun, insan olsun, yalnızlık sevmeyi bilmeyenlerin icadı."
Edip Cansever
"Kuşlar nereye sığınır akşam olunca?"
Ahmet Telli



Kuşlar susarsa insanlar da susar mı?




10 Nis 2020

YÖRESEL BİR YEMEK (TOPALAK ÇORBASI)



Mutfak kültürü,damak tadı, insanın kimliğini tanımlayan bir şey. Çocukluktan kazandığımız alışkanlıklar var. "Tadı damağımda" deriz. "Kokusu buram buram tütüyor adeta" deriz  Sonradan öğrendiklerimiz, kazandıklarımız da dağarcığımızda saklanır. Örneğin çocukluktan beri tabağımda hiç yemek artığı bırakmam. Annem bu konuda çok disiplinli idi. Eşim köy kökenli olunca sonradan onun sevdiği yöresel yemekleri de öğrendim. 


Sevdiklerinizi mutlu etmek sizi de mutlu ediyor. Ağız tadıyla yenen her yemek, yuvaya da mutluluk dağıtıyor. Topalak çorbası yöresel bir yemek. İmece usulü topluca yapıldığında çok daha bereketli oluyor.
Kırsal kesimde Korona öncesi genellikle düğünlerde, özel günlerde yeniyordu. Yapılışı her yöreye göre değişiklikler gösterebiliyor.Mersin, Adana, Konya, Manisa, Adıyaman yörelerinde biliniyor. 
Belki daha çok yerde de yapılıyordur.

Şu andaki ülke koşullarına göre düşündüğümüzde ekonomik açıdan çok yönlü uygulanabilen bir yemek. Çocuklar ve yaşlıların da evde oldukları düşünüldüğünde onların da rahatlıkla katkıda bulunabilecekleri bir yemek. Böylece çorba da bereket kazanacaktır. Malzeme miktarlarını istediğimiz gibi çoğaltıp azaltabiliriz. Ekonomik sıkıntıların arttığı bu dönemde sade, tavuklu ya da etli yapmak mümkün.


Yapılışı: 2 bardak kadar ince köftelik bulgur ılık suyla ıslatılır. Bir süre sonra birer  kaşık biber ve domates salçası, tuz ve kimyonla iyice yoğurulur. İçine 1 yumurta, 1 bardak kadar un katılır. İyice yoğurulup yuvarlanarak un serpilmiş  tepsiye sıralanır. Bir tavuk budu haşlanır, didiklenir(etsiz de yapılabilir.) 1 soğan yağda kavrulur, salça, nane eklenir. Yeterince kaynar su eklenir, topalaklar içine atılır, pişirilir. Suyuyla birlikte yenir.Limon sıkılabilir.

Seçenekler size bağlı: Susuz, üstüne sarımsaklı yoğurt dökülerek yenebilir. Gene susuz, üstüne salçalı sos dökülerek yenebilir. 

Hayatınızın tadı tuzu hiç eksilmesin. 
Yuvanızın bereketi daim olsun.



8 Nis 2020

YİTİRDİKLERİMİZ...( MEHMET TÜRK)









Çoğu zaman düşünürüm; Şu anda dünyada kaç doğum, kaç ölüm olayı gerçekleşmekte? Kim bilir ölen neler yaşadı, doğan neler yaşayacak? Nelerle karşılaşacak, ardından neler söylenecek? Yaşamda hiçbir şey çok net değil.Bir bilinmezlik içindeyiz. Her ölüm içimi acıtır, hayatı yeniden sorgulatır ve düşündürür Genç ölümü de yaşlı ölümü de yakınlarına göre zordur. Giden bir can'dır. "Daha yaşanacak anlarımız, günlerimiz vardı" sözü çok anlamlıdır onlar için.

Kafama takılan bir soru vardır hep: Cenaze namazında Hoca sorar: "Merhumu nasıl bilirdiniz ?"
Cemaat hep birden cevap verir:"İyi bilirdik." Oysa içlerinde hayatı kendine ve çevresine zehir edenler de vardır elbette. Gerçek iyi insanlardan birini kaybettik bugünlerde. 

Mersin Alzheimer Derneği gönüllülerinden Mehmet Türk arkadaşımız mütevazı kişiliği, saygılı davranışlarıyla fark ettirmeden iyilik yapmak için koştururdu. Küçük küçük anıları topladığımızda bir iyilikler yumağı çıkıyor ortaya.
Eşi Alzheimer hastasıydı, Derneğin Bakımevinde kalıyordu. Mehmet Bey eşine ilgisini, özenli bakımını hiç esirgemedi. 

İyiliklerle anılıyor insan. Geride bir tebessüm, bir tatlı seda bırakabilmek ne kadar önemli. Cahit Sıtkı Tarancı 35 Yaş şiirinde ölümü nasıl da anlamlı özetler:
"Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında.

Yaşarken hiç ölmeyecekmiş gibi yaşama anlam katabilmek ne kadar önemli.
Değerli arkadaşımızı saygıyla, rahmetle anıyor, yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyoruz.

Makbule ABALI



5 Nis 2020

İMECE (2)

 

Böylesi bir dünyada dayanışmaya, kardeşliğe, işbirliğine ne çok ihtiyacımız var. Hele hastalıklarda, kazalarda, zor günlerde insan insanı arıyor. Dayanışma insanın doğasında var. Yardımlaşma ihtiyacı duyuyor.Çocuk oyunlarında bunu ne güzel gözleriz. Hemen aralarında görev bölümü yaparlar, kavgasız, tartışmasız bir düzen kurulur.

Mersin Alzheimer Derneğinde İmece Grubu aylardır etkinliklerini sürdürüyor. Bu konuda ilk yazım blogda 27 Şubat 2019 tarihinde yayınlandı. Mersin Alzheimer Derneği İmece Ekibi ilk kuruluşta 5 kişiydi.Giderek çoğaldı. Şef Yaşar Karataş önderliğinde çok keyifli bir ortamda çalışan, güler yüzlü, iyimser,  neşeli, sohbete hazır,yardımsever, fedakar insanlardan oluşan bir grup...



O ortamda iyi günde, kötü günde hafif hastalıklarda da birlikte olundu. Ancak insanız, çoğumuzun daha ağır hastalandığı, ameliyat geçirdiği dönemler oldu.  Gidemedik, bulunamadık. ama hep o ortamı aradık, unutamadık. Belki orada manevi bir haz sağlıyorduk , bir işe yarıyorduk, paylaşıyorduk. Son zamanlarda Turizm Otelcilik Okulu öğrencilerinden bir grup da yardımlaşmaya geldiler. 



İmece Mutfakta her Çarşamba toplanıldı. Yapılan her ürün çok lezzetliydi, çok beğenildi. Malzemeler kaliteliydi ama içine katılan sevginin, vefanın, dostluğun , hoşgörünün dozu da çok yüksekti. Bu ara tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de zor günler yaşanıyor. İmece Mutfak da sosyal mesafeyi korumak zorunda. Ama dayanışma ille dokunarak değil, uzaklardan göz teması kurarak konuşarak, yardımlaşarak da oluyor.



Bu arada evlerden  tarifler paylaşılıyor, sosyal medya kanalıyla İmece tüm hızıyla ve güzelliğiyle devam ediyor. Fotoğraflara bakınca ne çok şey yapılmış diye düşünüyorum: İçli köfte, çıtır börek, mantı, hıngal, etli pilav, turunç reçeli, tarhana, kek, turşu, şekerlemeler...Hatta kantaron yağı, zeytinyağı üreten arkadaşlarımız oldu.




Kocaman mutfak tencereleri, sanayi fırınları, dev kepçeler ve önlükleri boneleriyle bir gönüllü grubu. Emek harcayanların yüreğine sağlık. İmece Grubu her Çarşamba toplanıyordu. Acaba kaç Çarşamba sonra tekrar dayanışma başlayacak?


Makbule Abalı

2 Nis 2020

DAYANIŞMA...








Çok basit şeylerden mutlu olduğumuz günler, anlar vardır; Bir konuşma, bir tebessüm, güzel bir görüntü, bir iyilik, bir sürpriz... nasıl da mutlu eder insanı. Bazen de hayatınız kararır birden. Bir söz, bir bir davranış incitir, acı verir. Dünyamız kararmıştır sanki. Her şey değişime uğramıştır.

Son zamanlarda bir korku filmi yaşıyoruz adeta. Belki zaman gelecek, korona öncesi-korona sonrası diye anılacak. Her felaket sonrası olduğu gibi daha sonra belgeseller hazırlanacak, film senaryoları oluşturulacak, kitaplara, roman ve öykülere konu olacak. Olumsuzluklar yaşasak da ders çıkarmamız gereken ne çok olay var. Ciddiye almadığımız her şey bize zarar veriyor. 

 Salgın hastalıklar, doğal afetler, büyük kazalar bana ilk anda hep dayanışma sözcüğünü hatırlatır. İnsanın insana vefa duygusu, bir olmak, birlik olmak... Zor günlerde bir gülümseme, bir düşünme, bir hatırlama dünyaya bedel değil midir? İşin özünü ünlü yazarlar, şairler en kısa yoldan anlatmışlar: Şükrü Erbaş "insanın acısını insan alır" demiş. Erdal Atabek" İnsan sıcağı" demiş. 

Bu aralar komşularımız tarafından  çok sık aranıyor, güzel sözler duyuyoruz. Farklı sorular hep aynı amaçla soruluyor: "Markete gidiyorum, pazara gidiyorum, bir şeye ihtiyaç varsa lütfen söyleyin." Ya da elinde bir çorba tenceresi, kek, meyve, sebze tepsisi... Hepsine sonsuz teşekkürler. 

Yıllar önce bir yazımda, "bilgisayarda dünya yakın, insan uzak" demiştim. Çağın hastalığında insandan iyice uzaklaştık. Mikrop kapma endişesiyle araya mesafeler koyuyoruz. Ruh üşürse beden buz kesiyor, hiç ısınamıyor.  Neyse ki sevdiklerimizin varlığından haberdar olabiliyoruz. Bu aralar baharda kışı yaşıyoruz ama dünya her şeye rağmen dönüyor. 
Ve henüz "Durdurun dünyayı inecek var" demeye niyetimiz yok...

Makbule ABALI