Bu Blogda Ara

20 Haziran 2025

HAYATIN HER AŞAMASI BİR SINAV...


Sınav denince hangimizin içi titremez. Dünyanın her yerinde sınav sözcüğü bir heyecan, küçük bir ürperti ile birlikte anılır. Ama zaten o heyecan olmasa yapılan iş ciddiye alınmaz ki. 

Hayatın her aşamasında sınanma, sınav var. Sınavlar hayat hakkında bilgimizi, umudumuzu, cesaretimizi, deneyimlerimizi de sınıyor...Bazen daha küçük, bazen büyük. Bazen puanlı, bazen puansız, dereceli veya derecesiz, madalyalı, madalyasız... Katılan sayısı bazen yüz binlerle ifade edilen, bazen binlerle, bazen 9-10, hatta kimi zaman da sadece 1-2...

Her sınav bir ölçme-değerlendirmeyi, bir anlamda puanlamayı içerir. Bir iş başvurusu insanı nasıl da heyecanlandırır. Eş seçimi de belli değerlerin ölçüldüğü bir sınav değil midir? 

Sınavlar hayatımızda sıralanmış büyük veya küçük engeller. Bu engelleri atlamaya, aşmaya hazırlıklı olanlar, ortama uyum sağlayanlar, kendine güvenenler, konsantrasyon sağlayabilenler, zamanı ve heyecanını ayarlayabilenler her alanda, her sınavda  daha başarılı oluyorlar. 

Yetişkinler, anne-babalar, aile büyükleri-haklı olarak- en az sınava giren adaylar kadar heyecanlı olabiliyor. YGS (Yüksek Öğretime Geçiş Sınavı) meslek seçimine yönlendiren bir basamak sınavı. LYS (Lisans Yerleştirme Sınavı) ile gençlerin gidecekleri üniversiteler ve bölümleri belirleniyor. 

Eskiden genel sınav sonuçları daha detaylı açıklanırdı. Okullarımızın başarı grafiği çok iç açıcı değil ne yazık: 2010 yılında YGS de geçerli puan alamayan 14.000 aday var. 2011'de bu sayı 38.000 olmuş. 2013'de 61.000. 2014'de 50.000. 160 sorudan bir puan bile alamayan bunca aday Eğitimimiz adına acı bir tablo...

Üniversite Sınavları 1981 yılından itibaren 2 basamaklı yapılmaya başlanmış. 1999'da ÖYS (Öğrenci Yerleştirme Sınavı) kaldırılmış, ÖSS (Öğrenci Seçme Sınavı) tek basamaklı sınav olarak uygulanmış. 2010'dan itibaren YGS ve LYS olarak çift aşamalı sınav uygulanmış. Bu yıl 2.126.000 aday sınava girdi. Çeşitli alanlardaki 160 soruyu yanıtlamaları için 160 dakika süre verildi. 

Üniversiteler akademik çalışmaların yapıldığı kurumlar. Ama gerçek şu ki; gençler akademik çalışmaya pek hazır değiller. Seçenekler üzerinde düşünmekten, bazı kalıplaşmış bilgileri ezberlemekten yorgun düşmüşler. Asıl düşünmeyi öğrenmeleri, çekinmeden soru sormaları, gerçek hayata hazırlanmaları gerekiyor.
 
Gençlerin çoğu öylesine güvensiz ve tedirgin ki... Belirsizlikler her durumda onların heyecanlarını arttırabiliyor.  Açıklamalarda netlik bekliyorlar; Sınav soru kitapçıkları verilecek mi, verilmeyecek mi? 
Cevap anahtarı açıklanacak mı? Sınavda güvenli bir ortam sağlanacak mı? Adil bir sınav olabilecek mi? 

Bu yıl (2015) soruların ancak %20 si açıklanacakmış. İnternetten cevap anahtarının doğrulanması mümkün olacakmış. 2010'da uygulanan sınavda kopya çekildiği, gecikmeli olarak bu yıl belirlenmiş. "Gecikmiş açıklamalar" doğruyu, haklıyı ne derece açıklar? Adil olabilir mi? Gençler kurumlara güvenmek, inanmak istiyorlar. Haklılar... 

Sınavlar, "sınanma-ölçme-başarma- kazanma" basamaklarını izlerse mutlu sonla sonuçlanır. Hayatın zorlu aşamaları içinde karşılaşacağımız pek çok sınav var. Dileriz bu uzun yolda "Hak eden umduğu güzel sonuçlara  ulaşsın."

Makbule Abalı- Eğitimci
17. Mart. 2015 Mersin



  • Güncelleme Notu: Her sınav, bir sınanmadır. Unutmayın;  hayatta  en güzel başarı, zoru başarabilmektir. Mucizeler değil, inandığınız değerler yolunuzu-yönünüzü-yerinizi  belirleyecektir. 
Ne güzel sözdür: "Çaresizseniz, çare sizsiniz." Yolunuz açık olsun. 

Makbule Abalı- Eğitimci
20. o6. 2025 İzmir-Urla  


19 Haziran 2025

MUTLULUĞUN RESMİNİ ÇEKEBİLMEK...

 


Yaşadıkça neler görüyor, nelerin farkına varıp, nelerden mutlu olup, nelerden hüzünleniyoruz?  

Bu sorunun tek bir cevabı olabilir mi? Hayat sürprizlerle dolu. Bazı günler masmavi bir gökyüzü, içinizi ısıtan bir güneşle güne başlıyor, her şey ne kadar güzel gidiyor derken, anlık değişimlerle dengeniz bozulabiliyor. Varsın olsun, elbet mutluluk anları da yaşanacak.

Bloğumun sağ üst köşesinde, profilimin içinde yıllardır değiştirmeye ya da silmeye kıyamadığım bir cümle vardır; "Mutluluk Kaf Dağı'nın ardında değil. Uçun Kuşlar Uçun." Gerçekten öyle düşünürüm... 

Mutluluk bazen yanı başımızda. Tutunuverecek bir dal gibi, elinizi sakince-sessizce-sevgiyle uzatırsanız,  hiç karşı çıkmaz. 

Polyanna kırılmasın ama, sözünü ettiğim öylesi bir oyun değil. Gerçekleri göz ardı etmeden, olumsuzluklar olsa da güzelliklerin, iyi ve yararlı şeylerin, doğanın, ağaçların, çiçeklerin, canlıların "farkında  olabilmek"...

Yıllardır konuşulur; Mutluluğun fotoğrafı" çekilebilir mi? Onun cevabını Usta Sanatçılar -profesyoneller versin. Biz amatörce; duygularımızı harmanlayarak, beynimizi ve yüreğimizi rahatlatan,  duyu organlarımıza işlerlik kazandıran resimleri kayda alalım.

Açmış çiçeklerini kesince, giysileri elinden alınmış çocuklar gibi küstü sandığım sarmaşık gül, yoğun bakımdan çıktı. İlk tomurcuklarını  görünce çocuklar gibi mutlu oldum ben de. 


Doğadaki tüm canlılar "Sevgi-ilgi-güven" ikliminde canlanıyorlar. Belki de birlikte bir dostluk halkası oluşturma içgüdüsünden kaynaklanıyor bu durum. Kupkuru begonvil de ortama uydu. 


Lavantalar zaten her zaman kendileriyle de, çevreleriyle de barışıklar. Semizotu da onlara imrendi. Salata ve yemeklerimize tat katıyor.


Salyangozlarını ellerimle toplayıp kurtardığım kaktüslerin, özellikle Aloa veranın dikenleri artık canımı yakmıyor. 


Bugünkü mutluluğumun resimleri;  şimdiden kendilerine ortaklaşa bir dünya oluşturdular bile. Dijital ortamda, mekanik seslerden, yapay ilişkilerden uzakta, henüz düzenleyemediğim fotoğraflar klasöründe. Eski albümlerdeki gibi "Dokunmatik" olmasalar da aramızda bir sevgi bağı oluştu bile.

Seviyor, kolluyor, koruyorum onları. Dünya da daha güzel ve yaşanabilir geliyor o zaman...

Makbule ABALI-Eğitimci 

19. 06. 2025 Türkiye 






17 Haziran 2025

YAZMAK- YAŞAMAK...

 


  Bir zamanlar Varlık Yayınları arasında  çıkan "Önce Ekmekler Bozuldu" adlı boyutu küçük, içi dopdolu bir kitap okumuştum. O yıllarda kitapların kâğıt kalitesi ve görüntüsü günümüzdeki kadar çekici değildi. Okumak için alırdık, kuşe kâğıtlara basılı, renkli, ciltli "Al beni" diye adeta seslenen kitaplar çok sonra çıktı. 

Ünlü gazeteci-yazar Oktay Akbal'ı o kitabıyla tanımıştım. "Yazmak,  yaşamak . " sözü Onundur. Yazmayı- okumayı sevenler, sürdürenler için bu kısacık cümlede ne büyük anlamlar yüklüdür. Severek-gönülden-içtenlikle yapılan her işte olduğu gibi... 

Yazmayı istediğim ne çok konu birikmiş zihnimde.   Gün-24 saat- artık yetmiyor. "Ben eskiden..." diye başlayan cümleleri sessizce fısıldar gibi, sadece kendinize duyurabiliyorsunuz. Bedeninizin sızlanışlarına benliğiniz aldırmıyor. Ancak çatışmalara alışık değilseniz, bastırdığınız tüm güçlü sesler beden ve ruh sağlığında hasarlara neden oluyor. "Nasılsın?" sorusuna "İyiyim." yanıtı ne kadar gerçek olabilir? 

"Farkındalık, duyarlılık, duyu organlarınızın sağlam ve işler olması; Her zaman mutlu etmiyor kişiyi. Hiç kimse tek başına değil ki. Küçücük dünyanızda bile dış dünyadan gelen uyaranlar var. Karmakarışık, anlaşılmaz sesler-çığlıklar, görüntüler, alacalı bulacalı uyumsuz renkler... 

Uyum çabalarımız da hayal kırıklığı ile mi noktalanacak? Yavaş şehirler (Slow cities) akımı başladığında nasıl da mutlu olmuştuk. Yemyeşil kırlar, masmavi denizler, kirlenirken, aydınlık gökyüzü bulutlarla kararırken, doğa-ağaçlar, çiçekler, her türden canlılar- değişirken İnsan nerede barınacak?

Hayatın içinde her an, her gün öylesine ani değişimlere uğruyor ki. Mevsimler, iklimler bile değişti. Yavaş şehirlere uymaya çalışırken; makinelerin sesi  hızlandı. İnsan yavaşlamak isterken bitkin düştü, sesi çıkmaz oldu, hepten sustu.  

Yazmak-yaşamak, anlamak, anlatmak, anlaşılmak, konuşmak, dinlenmek, huzur bulmak, güvenmek, inanmak, umutlanmak  istiyor insanoğlu.

Bu geçici-ölümlü dünyada yaşarken; var olduğunun farkında olmak, bilinçli olarak varlığını kanıtlamak, yapabilmek. başarabilmek. 

Yüzyıllar öncesinden ne güzel söylemiş ünlü edebiyatçı-düşünür-yazar: " To be or not to be."  

İnsan olarak; Anlayarak, algılayarak derin derin  düşünmek gerek...

Makbule Abalı-Eğitimci 

17. 06. 2025 Türkiye 



16 Haziran 2025

SINANMAK...



Sınavlar yaşamın her aşamasında var: O yüzden mi "sınav" denince içimiz titriyor,  kaygılanıyoruz; Yeni bir okula başlama, yeni bir iş, yeni bir hayat, bir yer değişimi, ana- baba olma, yeni bir yaşam kurma... Hepsi bir sınav ya da sınanma değil midir, hayatı boyunca kim sınanmamıştır ki...

Eğitim-Öğretim alanındaki sınavlar, öğrenci ya da adaylar açısından ayrı bir önem taşıyor. Yılların birikimini, emeğini, çabanızı, yeteneğinizi, heyecanınızı, özgüveninizi, birkaç saat içinde test ediyor, kendinizi değerlendiriyorsunuz.

 Geçmişte ÖSYM'nin düzenlediği sınavlar-zaman zaman bazı hatalar yaşansa da-iyi bir ölçme aracı sayılırdı. Günümüzde sınav sonuçlarıyla yalnız öğrenciler, okullar, öğretmenler, yöneticiler değil, aynı zamanda MEB, YÖK, ÖSYM' de sınanıyor. Sınav sonuçlarında yaşanan karmaşa ve düzensizlikler; adaylarda eşitlik ya da adalet anlayışını zedelemez mi, gelecek kuşaklarda bilime, kurumlara güvensizlik yaratmaz mı...?

  Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) Başkanı Profesör Dr. Ünal Yarımağan'ın açıklamasına göre, Kamu Personeli Seçme Sınavındaki iddialar araştırılıyor: Bu yıla kadar Eğitim Bilimleri Testindeki 120 sorunun tamamını yapan yokken, bu yıl 350 kişi var, bu kişilerden bazıları geçen yıl aynı testten hiç puan almamışlar, tam puan alanlardan bazıları da evli çiftler. Bir yılda böylesi bir "başarı" istatistikçileri de şaşırtabilir.

  Her sonuç insanı düşüncelere yöneltiyor:
  
 Sınav sonuçlarında en üst sıraları paylaşanlar, meslek yaşamlarında da "en iyiler" arasında olabilir mi?

 "Güvenmek ve inanmak" konulu objektif, önyargısız, bilimsel bir sınav yapılsa; çocukların ana-babalarına, öğrencilerin öğretmenlerine, öğretmenlerin yöneticilerine, yöneticilerin kurumlara yönelik test sonuçları nasıl olurdu? 

Olumlu ya da olumsuz örnekler, bireyin "iyi insan olma" çabasını ne kadar etkiler?

Yenilgi, düş kırıklığı, öfke, sinirlilik, isyan duyguları, içsel duygu patlamaları, ruhsal fırtınalar, kişinin akıl ve ruh sağlığını, bedensel, psikolojik ve sosyal dengesini ne ölçüde bozar?

Çok çaba harcayıp başarısız sayılmak, haklı iken haksız konuma düşmek, aynı durumda "farklı" uygulamalarla karşılaşmak, çok yol aldığını düşünürken "arpa boyu" gitmiş sayılmak, değişen değerlerle "kabul görmek" insanı nasıl değiştirir, "yaraları" kimler, nasıl onarabilir?
 
Sınav düzenleyici kurumlar veya yetkili birimler de zaman zaman kendilerini "sınamak-değerlendirmek" isterler mi acaba? Örneğin bir SDS(Sorumluluk Değerlendirme Sınavı) olsaydı sonuçlar kimleri sevindirir, kimleri üzer, kimleri şaşırtırdı? 
   
 Duygusal zekâmız sınanmadığı ya da ölçülmediği için mi, toplum olarak çabuk sinirlenip öfkeleniyor, birbirimizi incitip hırpalıyor ve sonuçta hataları düzeltemeden gene yanlışlara düşüyoruz?
 
 Önce kendimizi sınayıp değerlendirmekle başlıyor her şey...

Makbule Abalı-Eğitimci 
Mersin-21.08 2010

                                               
 Güncelleme Notu: Hayatımızın her döneminde- farklı alanlarda- sınavlar var. Haziran Ayı genellikle sınavların uygulandığı bir ay olarak bilinir. 


Emek ve çaba harcayarak "Fark yaratan" herkes, hak ettiği yerde olsun. 
Başarı dileklerimizle. 

Makbule ABALI-16. 06.2025     

15 Haziran 2025

BABAMA MEKTUP- (15 Haziran 2025)



Ne kadar uzun zaman oldu yazışmayalı... Oysa ben oldukça sık yazardım eskiden. Sen de düzenli olarak her hafta yazardın. Evimizin haber kaynağı gibiydin. Mektuplarını alınca nasıl mutlu olurdum. 

Cep telefonlarının henüz olmadığı yıllardı. Biz gurbetteki öğrenciler bin bir zorlukla postaneden telefonla konuşmaya çalışırdık. Ailesinden  uzakta bir öğrenci için mektup cankurtaran sayılırdı. Adeta evin kokusu sinmiştir o mektuplara. Hele bir de içi güzel haberlerle doluysa mutluluk ikiye katlanırdı.

Annem işlerinden ötürü çok sık yazamazdı ama yazınca uzun yazardı. İşlek bir el yazısıyla yazılan, buram buram sevgi kokan, hasret yüklü mektuplar... Nasıl sevinirdim. Okurken bazen yanaklarımdan yaşlar süzülürdü.

Senin mektupların hep daktilo ile yazılmış olurdu. Kısa ama her şeye yer veren açıklayıcı mektuplar... 
Annem mektuplarında, "Canım Yavrum" diyerek  seslenirdi. Sen her zaman "Makbule Kızım" diyerek başlardın. Ciddi bir hitap, ama bilirdim ki, içeriği duygu-sevgi yüklüydü. Bütün çocuklarına için titrerdi, hepimizi çok severdin. 

O emektar daktilon, tık tık sesleriyle sadece mektuplara değil, geç kalmasın diye eve getirilen ne çok dosyaya yardımcı olmuştur. Ona  küçük kızım sahip çıktı. Hatta anıları yaşatmak adına kullandı da. Öylesine iyi bakmışsın ki hala tıkır tıkır işliyor. 

Çok küçük yaşta anneni kaybetmiş olmanın etkisi mi bilmiyorum, yumuşak, sakin bir mizacın vardı. Çevrendeki insanlara karşı hep nazik ve ölçülüydün. Ben senin küfür ettiğini hiç duymadım. Çok kızdıklarına bile kin beslemedin, nefret etmedin. Sadece "Kerata" derdin.

Babalarla kız çocukları arasında sıkı bir sevgi bağı olduğu söylenir. Kız çocukları için baba bir güven ve güç kaynağı sayılır. Pek çok kız çocuğu babasını sever, ona düşkündür ama ben sana hayrandım baba.

Sen kardeşler arasında sevgi paylaşımında hiçbirimizi ayırt etmezdin. Evde olduğun zamanlar hepimiz için bir güvence idi. Kendimizi daha rahat hissederdik. Özellikle kız çocukların babalarına güvenmeleri, daha sonraki yıllarda evlilik ilişkilerini de sağlam temellere oturtuyor. 

 Henüz o yıllarda televizyon yoktu. Daha sonra tek kanallı televizyon en büyük lüksümüz olacaktı. Adana'da iki sinema vardı. Sen bizi her hafta sonu, ailece önce yakınımızdaki Asmaaltı Kebapçısına ve sonra Alsaray Sinemasına götürürdün. Seçiciydin, sorardın. Filmler izlememize uygun değilse o hafta gitmezdik.

 Kolay kolay sinirlenmezdin. Belki bizler de sinirlenebileceğin şeyler yapmadık. İmkanlar ölçüsünde yenilikleri hep izlemeye çalışırdın. Hayatı kolaylaştıran, güzelleştiren araç gereçler evimize hep alındı ve kullanıldı. 

Babalar mutfağa girerse çocuklar nasıl da mutlu oluyor. Senin mutfağa girdiğin zamanlar iştahımızın tavan yaptığı zamanlardı. Artık ben de ev sucuğu yapıyorum. Ama o lezzette olmuyor. 

2 kere çekilmiş dana kıyma içine tuz, karabiber, kimyon, dövülmüş sarımsak katarak iyice yoğururdun. Çok az yağla tavada pişirirdin.  Bizler mutlaka ikinci partiyi isterdik. Onun için mi daha az yapardın bilmiyorum. Artık hiçbir sucukta o lezzeti bulamıyorum. Zaten artık sağlık nedeniyle sucuk da yemiyoruz.

Her konuda tasarruf, çok önem verdiğin bir şeydi. Sofrada kalan yemekler ve ekmekler hiçbir zaman çöpe dökülmezdi. O yıllarda biz bütün çocuklar yerde gördüğümüz ekmeği 3 kere öpüp kaldırırdık. Ekmek kutsaldı. Ve hepimiz bayat ekmeklerden yapılan ekmek çorbasını (Papara) bayıla bayıla içerdik. Bol soğan, salça, varsa domates ve kızarmış bayat ekmekler katılarak yapılan basit bir çorba. Sen yapınca bize nasıl da güzel ve lezzetli gelirdi.

Bak gene eskisi gibi uzun bir mektup yazdım. Ama inan mektup bitince düşünmeden edemedim; Keşke kısacık da yazsan, gene mektuplarını okuma şansım olsaydı. Gene sağlık haberlerinizi alsaydım. Geçmiş zaman kullanıyorum şimdilerde. "Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer" diyoruz artık. İyi ki yaşandı o güzel yıllar... İyi ki annemiz babamızdınız...Sizden çok şey öğrendik.

Aslında sevgimizi dile getirmek, sevdiklerimizi anmak için tek gün yeterli olabilir mi? Benim için o yüzden, "Özel Günler" önemli değil. Ama bu günü özellikle anmak istedim.

Bilsen seni, sesini, gösterişsiz-abartısız-içten sevgini, koruyucu-kollayıcı tavrını, nasıl arıyor, özlüyorum. Seninle, mütevazı davranışlarınla, gurur duyardım.

İçimde anlatılmaz bir hüzünle, ama her zaman, saygıyla, özlemle, rahmetle anıyor, arıyorum. 

Makbule Kızın. 
Haziran 2015 -Mersin




Babamı anarken; BABA deyişini hak eden, baba olmasa da gerçek bir  "Baba gibi" davranan, hayatta olan ya da kaybettiğimiz tüm babaları saygı ve rahmetle anıyorum.
 
Makbule Abalı-Eğitimci
15.06. 2025


14 Haziran 2025

Zamanı Durdurabilir Miyiz-Anlık Ya Da Bir Hayal Süresince...

 


Çocukların hayallerini hep sevmişimdir; Yanında-yakınında olmadan, uzaktan gözleyerek, bazen kendi kendine konuşmasını dinleyerek, kulak misafiri olarak... 

En doğal, oldukları gibi, başkaları öyle istiyor diye değil, içinden geldiği gibi. Yılların ardından yaş aldıkça çocuklar gibi oluyoruz sanırım.

Bütünüyle değişim imkânsız elbette. Kişiliğiniz-kimliğiniz, inandığınız değerler arada frene basıyor. Ama yaydan çıkmış ok hızını almışsa, durdurmak ne mümkün.  Zamansız coşan, akan sular-seller gibi.

Bir depremin küçük artçılarının anlık vuruşları gibi. Bir yanardağın ince ince sızan lâvları kadar ürkütücü. Kasırga öncesi biraz sert esen rüzgârın sesini yadırgamak, alışılmayan biçimde beklemek gibi. 

Dönem ve kuşak farkı olur kuşkusuz. Çocukların tepkisi anlıktır. Hatta bazen nedensiz bile olabilir. Şımarma hakkını kullanmak biçiminde de olur. Ergenlik öncesi-ergenlik sonrası dahi kabul görebilir. Geçicidir. 

Ancak yaşlılık patlamaları; yılların birikimini, içgüdüsel haykırışları, zamanında dile getirilmemiş duyguları-olayları, akıtılmamış gözyaşlarını, ruhun-bedenin, aklın-mantığın incinmelerini, kabuk bağlamış sanılan ama halâ usul usul kanayan yaralarını da dile getirir.  Yıllar öncesi değil de, yıllar sonra seslendirmek çözüm olabilir mi...? 

İnsanın giderek bencilleştiği, eskiyen araçların yedek parçasının bile kolay bulunamadığı, onarmanın, resetlemenin, rektefenin, en aza indiği, taklitlerinden sakınınız, gözlerinizi dört açınız,  kendinizi koruyunuz gibi deyişlerin çoğaldığı bir dünyada... Nasıl-ne zamana -nereye kadar...? 

Zamanı durdurabilir misiniz? Hiç değilse çocuklar gibi, anlık ya da  mutlu-umutlu-güzel hayaller süresince... 

Makbule ABALI-Eğitimci 

14. 06. 2025 Türkiye 


                                                                             


10 Haziran 2025

ÖLÜMÜN YÜREK BURKAN ACISI: FERDİ ZEYREK

                                                                  


Her ölüm, acı bir tecrübedir yaşayana. Nerede, nasıl ve kaç yaşında olursanız olun: Her ölüm zor bir yaşam tecrübesidir, zor bir sınavdır, bir duygu karmaşasıdır. Bir kopuştur adeta, Bir duraktır sanki. Her kayıp, insanı yeniden karanlık bir tünelden geçirir, ışığı göremezsiniz, dünyanız kararır. Yeniden sorgularsınız hayatı, yakın ve uzak çevrenizi. 

Bu uzun yolda suçlamalar vardır, İsyan ve inkâr vardır. Kendini toparlamak, yeniden gerçek dünyayla buluşmak uzun sürebilir. Acıyı sindirmek zaman alır.  Ancak hayatın içinde kabullenme de vardır... 

Ünlü şairimiz Yahya Kemal Beyatlı'nın bakış açısıyla, bir başka dünyaya göç etme ya da var olmanın sonu şöyle aktarılmış. 

"Ölüm âsude bahar ülkesidir bir rinde; 

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter,

Ve serin serviler altında yatan kabrinde

Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter." 


FERDİ ZEYREK... Bu toplumun insanı. İçimizden biri.  1977 Yılında Manisa'da doğmuş. Bursa Uludağ Üniversitesi - Mimarlık Fakültesi mezunu. Evli, 3 kız çocuk babası. (Mutluluk tablosu gibi güzel aile fotoğrafınız, eşiniz Nurcan Hanım, masum bakışlarıyla kızlarınız hafızamdan  hiç silinmeyecek.) 

Hayatımda hiç karşılaşmadığım, hayat hikâyesini bilmediğim, ailesi-yaşam tarzı-umutları-hayal kırıklıkları hakkında fikir sahibi olmadığım bir İNSAN ölümüyle sarsıldım adeta.

İç dünyam altüst oldu.  Ölümünü-demeye dilim varmıyor- aramızdan ayrılışını ta yüreğimde hissettim.

Eşimle birlikte, onunla ilgili haberleri ekranlardan izlerken gözlerimizden yaşlar süzülüyordu. Daha sonra içimdeki fırtınanın etkisiyle katıla katıla ağladım. 

Sadece Manisa Halkını değil, sevenlerini, tutkuyla bağlananları, fikirlerini, ilkelerini, yaşam tarzını benimseyenleri öyle iyi anlıyorum ki...

Dürüstlüğe, katıksız sevgiye. doğru bildiğini uygun biçimde savunmaya, önyargısız olmaya, kardeşliğe ne çok ihtiyacımız varmış.

Güzel ülkemizin güzel insanları; sevmeyi, saymayı, iyi ile kötüyü ayırt etmeyi, değerlerin farkına varmayı, barış içinde kardeşçe yaşamayı yüzyıllardır bilseler de unutmuşlardı, hatırlattınız...

Bir cenazede çok farklı görüşteki insanların hep  birlikte dua edip, ortak temennilerde bulunabilmeleri ne güzel. Özlemişiz...

GÖNÜLDEN TEŞEKKÜRLER SAYIN FERDİ ZEYREK. BİZE YENİDEN UMUT VE GÜVEN AŞILADINIZ. 

Çocukları, gençleri, kadınları, yaşlıları, her kesimden, her meslekten, her çevreden insanı nasıl kucakladığınızı fotoğraflarda gözledik. 

Beden diliniz, içten gülümsemeniz, gözlerinizin ışıltısı, tokalaşmanız. selamlaşmanız, kucaklaşmanız, çocuklarla konuşurken onların boyunda eğilmeniz, her bir davranışınız, alçak gönüllülüğünüzün, iç dünyanızın, dışa yansımasıydı adeta. 

SİZİ  UNUTMAYACAĞIZ. 

Ömrümüz yettiğince; Sizi ve sizin gibi iyi, dürüst, güvenilir insanları rahmetle, saygıyla, özlemle anacağız. 

Tüm sevenlerinize sabır ve baş sağlığı dileyerek. 

Makbule ABALI- Eğitimci

10.06.2025 -Türkiye 






07 Haziran 2025

KUMBARALI BAYRAMLAR



 Bayram gibi günler yaşasın çocuklar;
 Coşkulu, duygulu, şarkılı, türkülü,
 Eskisi gibi heyecanlı,
 Bahar gibi, bayram gibi... 
 Sudan ucuz olsun gene şeker,
 Kandırılmasınlar bir elma şekerine.
 Almaya alışmadan fazlasını;
 Bir küçük mendil, bir avuç yemiş, 
 Utanarak alınırsa da bayram harçlığı, 
 Doğru kumbaraya.
 Tıka basa dolmasa da kumbara,
 Minik yüreklere yeter onca para... 

Makbule Abalı-Eğitimci
Mersin-2010







05 Haziran 2025

BAŞKALAŞAN HAYATLAR- Öykü



Şehre yaklaşık bir saat uzaklıkta küçük bir belde burası. Uzaktan dağlar görülüyor. Çevrede çam, katran, elma, şeftali, erik, ceviz ağaçları yeşilin her tonunu sergiliyor. Sabah kuşluk vakti. Sonbahar bütün haşmetiyle hüküm sürüyor. Bu mevsimde henüz soğuk yok, ama serin serin esen tatlı bir rüzgar var. Ağaçlarda yapraklar hafif hafif hışırdıyor. 

Tarihi çınarın altındaki kahvede birkaç masa dolu. Oturanlar oyun oynuyor, son meyve satışlarındaki karı, zararı konuşuyorlar. Köşedeki bir masada konuşulanlar farklı. 4-5 kişi heyecanla tartışıyorlar. 
"Ayşe Teyzeyi sabaha karşı gene tepenin başında bulmuşlar. Oturmuş, ağlıyormuş. Ölen babasını, eşini aradığını söylüyormuş. Oysa onlar öleli yıllar oldu."

"Bu kadıncağıza ne oldu da böyle değişti. Geçen gün evine gidenlere çay diyerek soğuk su ikram etmiş. Çayı soğuk suyla demlemiş. Bir gün de ocağı açık unutup bakkala gitmiş, az kalsın evde yangın çıkıyormuş". 

"Muhtar oğluyla konuşmuş, annesinin durumundan kaygılandıklarını dile getirmiş. O ise "yok annemde hiçbir şey, bazen ben de unutuyorum" demiş. Oysa durumu kabullense her şey daha kolaylaşacak." 
"Geçen gün topalak çorbasının içine bulgur yerine pirinç koymuş. Sonra da "bunun içine pirinçleri kim koydu diye komşularına çatmış. O Ayşe Teyze ki, düğün yemeklerinin baş danışmanıydı."

"Evinin önündeki çiçeklere gözü gibi bakardı. Oysa şimdilerde sulanmış, sulanmamış, umurunda bile değil. İçinde ot biten bir çiçeği soğan sanarak yemeğe kattığı bile söyleniyor. Bu aralar Ayşe Teyze efsane gibi oldu. Yaptıkları dilden dile dolaşıyor."

"İki gün önce de buzdolabının içindeki tüm yiyecekleri boşaltıp yerine giysilerini yerleştirmiş. Bu hastalık mı, bunamak mı, aklını kaçırmak mı, şaka mı, biz çözemedik."
"Sağlık Ocağındaki doktorumuz oğluna açıklamalı broşürler vermiş. Ayrıca mutlaka bir nörolog veya psikiyatriste gitmesini salık vermiş. Son zamanlarda onun da gözü korktu ki , yakında gideceklermiş."

"İlkokulu beraber okuduk. Sınıfın en akıllısı bu kadındı. Ne oldu böyle?"
"Geçenlerde televizyonda bir açıklama vardı; Yaşa bağlı bir hastalık bu, herkesin başına gelebilir. Zihnin yitirilmesi anlamına geliyormuş. Erken davranıp önlem almak lazım."

Rüzgar şiddetini arttırmıştı. Sonbahar ağırlığını hissettiriyordu artık. Belli ki "yaprak dökümü" insanlar arasında da sürüyordu. Dili, milleti, ülkesi ne olursa olsun, dünyanın her yerinde aynı hastalıklar farklı insanların kapısını çalıyor, hayatını bir başka yöne çekiyor, değiştiriyordu.
 
Kahvedeki insanlar çaylarını tazelediler Sıcak çay onları rahatlattı sanki. İçlerinde en yaşlı olan tekrar sözü aldı;
"Neyse ki komşuluk ilişkileri henüz bitmedi. Bir tas sıcak çorba, bir kap yöresel yemek dünyalara değer bazen. Bundan sonra kadınlarımız sık sık kapısını çalsınlar bari. O da zamanında hepimizin hastasına az mı koşturmuştu." 


"Yarın Bayram. Ayşe Teyze her bayramda komşularına tatlı yapar, dağıtırdı. "Şeker tadında geçsin günler, bayramlar. Hep ağız tadıyla, gönül huzuruyla yaşayın" derdi. 
"Şimdi hatırladım, çocuklara da içine lokum konmuş mendil verirdi. "Uzaklıkları yakın kılın. Beyinden beyine, yürekten yüreğe yol açın" derdi.

"O zaman yarını beklemek neden? Bu akşam biz de onun ziyaretine gidelim. Yalnız olmadığını anlasın. Geçmişteki güzel alışkanlıkları biz devam ettirelim. Çocuklarımıza da güzel bir ders olur, örnek oluruz."
"Bugün bana, yarın sana... 

Adı ne olursa olsun, ortak kaderi paylaşan insanların iş birliği, güç birliği hastalıkla mücadeleyi de kolaylaştıracaktır." 
"Eskiden insanlar savaşlara karşı mücadele ederlermiş. Oysa şimdi hastalıklar paylaşım bekliyor. Böylece insanın dayanma gücü de artacaktır elbette." 

Çaylar bir kez daha tazelendi. Hava daha da güzelleşmişti sanki. Rüzgar ılık ılık esiyor, öğle güneşinin ışıltısı masalara güzel bir aydınlık yayıyordu...

Makbule Abalı 
Mersin-2013



                                                                                   




SAĞLIKLA, HUZURLA, UMUT VE GÜVENLE, ÖZLEMLE, HEP BİRLİKTE, BARIŞ İÇİNDE BAYRAM GİBİ BAYRAMLARA... 
BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN. 

Makbule Abalı-Eğitimci 6 Haziran 2025

01 Haziran 2025

Bir Başka Sabaha: Güneşle-Sağlıkla-Umutla-Uyumlu Uyanmak...

                                                               


 Güneş her gün yeniden doğarken, gözlerimizi kamaştıran parlak ışıklarıyla sadece çevremizi aydınlatmakla kalmıyor. Ruhumuzun  da  ta derinliklerine ulaşıyor, usul usul yüreğimize de küçük dokunuşlarla ulaşıyor, incitmeden, bağırmadan, hırpalamadan; "Uyan artık derin uykulardan," diyerek bizi, yeni bir güne "Merhaba!" demeye hazırlıyor. 

Tüm varlığımızın,  bedenimizin ,benliğimizin, zihnimizin en ıssız, en ücra, en gizli-saklı köşelerine dek ulaşıyor, ışık hızıyla yayılıyor. Mavi-beyaz-sarı-mor-turuncu-yeşil , rengârenk bir renk harmanıyla, güçlü enerjisiyle, sindire sindire geliyor ve  biraz daha yüksek tonda sesleniyor: "Uyuma, uyuşma, umutsuz kalma!" 

Çalar saat ya da çan sesi gibi değil, kulağınızda çınlamalar yaratmadan, kabalık veya zorbalıkla da değil, Bir anne sesi gibi ılımlı, bebek sesi kadar yumuşak, bir sanatçı duyarlılığı ile, anılardan süzülmüş bir ninni  kadar etkileyici. Doğanın ta içinden gelen kuş sesleri ile birlikte havanın ince-hafif esintisi de uyumlu bir beraberlik oluşturursa... 

İşte o zaman, her şeye rağmen; DÜNYA daha güzel, daha yaşanabilir, daha mutlu-huzurlu-umutlu geliyor İNSAN'A.  Tüm yollar çıkmaz sokaklara ulaşsa da, kuşku-endişe güvensizlik ve kararsızlıklar hayatımızı karartsa da, karmakarışık-anlaşılmayan sesler kulağımızı yıpratsa da...

Zihnin, ruhun, yüreğin yükü; tüm bedenimizi zorlayarak, boynumuzdan omuzlara, kollardan ellere, dizlerden bacaklara, ayaklara kadar inip, hızımızı keserek hayatı yavaşlatsa da...

Tüm zorluklara  direnerek, yaşama sevinciyle, önce CANLI ve ardından İNSAN kimliğimizle, duyarlılık, farkındalık, hoşgörü ve sağlıklı algılamalarla YAŞAMAK gerek... 

Bahara veda ederken; Bir başka mevsime-Yaza MERHABA diyerek... 

Makbule ABALI- Eğitimci 

1 Haziran 2025 İzmir-Urla

                                                                          


                                                                             








27 Mayıs 2025

ÖMÜRDEN GİDEN GÜNLER-YILLAR...

                                                                             


İlkbaharın son ayı Mayısın da son günlerini yaşıyoruz. Çocuklarım mevsim şeridindeki ritmik saymalarından bile hızlı geçti bu yıl. Yaşadığımız sürece hiçbir şey sürpriz değil. Hiçbir şey her zaman aynı biçimde devam etmiyor. Bahar esintisi, birden bastıran bir fırtınanın ardından yok olup gidiyor. Ya da kara bulutlarla kaplı bir gökyüzü ansızın yağan bir yağmurun ardından beliren güneşle aydınlanıyor. 

 Bu yıl sanatseverler açısından zor bir yıl oldu. Ne çok insanımızın ardından  sesli-sessiz duygular dile geldi. Acıyı ta içinde hissetmek, acıya ortak olmak, paylaşmak; Bugün bir kez daha düşündüm, Neden sevgimizi, saygımızı, takdir ve beğenilerimizi, o güzel insanlar yaşarken değil de, çoğu kez ölümden sonra dile getiririz.?

Haberlerde önce sevindik, mutlu olduk; Yılların amansız hastalığı kanserden kurtulan, sevimli bir çocuk için gökyüzüne balon uçurmaya çok büyük sayıda kişi eşlik etti. Tablo gibi bir görüntü idi. İçimiz aydınlandı. Sonra ünlü sanatçı  İlhan Şeşen'in kanserden ölüm haberine üzüldük.  Ancak yıllardır sevgi yüklü şarkılarla, ekip çalışmasının gücünü kanıtlayarak seslenen bir insan ölümünden sonra değer kazandı. 

İlhan Şeşen anlaşılır bir dille, sakin-ılımlı bir insan duruşu ve onuruyla, her dönem geçerli -kaliteli eserler bıraktı. Hukuk Fakültesi mezunu, başarılı bir sanatçı dünyamızdan göçtü.

Rahmetle-saygıyla-sevgiyle anıyor, yakınlarına, sevenlerine sabır ve baş sağlığı diliyoruz.


Makbule ABALI-Eğitimci

27.05. 2025 


                                                                                  


22 Mayıs 2025

FOTOĞRAFLARA YANSIYAN YÜZLER: DUYGULAR, DAVRANIŞLAR, DÜŞLER...

 


Hayatın içinden türlü-çeşitli insan hallerini, duygu ve davranışlarını kalıcı kılan , profesyonelce çekimler gerçekleştirenlere farklı bir saygı ve hayranlık duymuşumdur hep. "İnsan" dediğimiz, her biri diğerinden farklı o karmaşık yapının özüne inmek, kolay değildir elbette. Kim bilir kaç kare harcanır; o an'ı, o durumu ya da iç dünyalara bir yolculuğu gerçekleştirmek için... ? 

Gerçek mutluluğun veya mutsuzluğun, sevincin, hüznün. insan üzerindeki etkisini. bazen ufacık bir araçla dışa yansıtmak. Yüksek teknoloji ile çok farklı çalışmalar da oluyor tabii. Ama "O an" sadece çekilende değil çekende de yoğun bir duygu birikimini, bakış açısını, empati kurmayı, anlamayı, önyargısız olmayı gerektirmez mi? 

Yazarken düşünüyor da insan. Kendimizle fikir alışverişi yapmak, biraz zaman kaybı gibi görülse de daha sağlıklı ve objektif yollara götürebiliyor çoğu zaman. Bilemem ne kadar doğru; Çocuk resimleri yetişkinlerden daha doğal,  maskesiz-yapmacıksız oluyor. "Aslının aynıdır." der gibi. 

Yetişkinlerde çekilen fotoğraflar: kişiye, kişiliğe, zamana, duruma,  çekiliş nedenlerine,  beklentilere, amaçlara göre değişebiliyor sanki. Detaylarla oynama, düzeltme, filtreleme, olduğundan başka türlü gösterme, hile  mümkün. Bu konuda uzman olmadığım için çizmenin sınırını aşmak istemiyorum. Ben sadece bir amatörüm. 

Ancak çok inandığım bir şey var: Mutluluk yüze, bedene, gülüşe, mimiklere yansıyor. Mutsuzluk ve hüzün ise daha çok ve daha yoğun biçimde gözlerde kendini gösteriyor. Usta işi fotoğraflarda göz kızarıklığı, karşısındakinin gözünün ta içine bakamama hali, akan birkaç damla gözyaşı dahi  fark edilebiliyor. Yaşlılarda "gözlerin feri kaçmış " dediğimiz durum bile algılanabiliyor... 

"Gözler ruhun aynasıdır" deyişi çok yerinde bir saptama gibi gelir bana. Çevrenizdeki kişilerle konuşurken, dinlerken, anlatırken, anlamaya çalışırken ;  "Göz göze iletişim kurabilmek" ne kadar önemli. Çevrenizdekilere duyarlı iseniz mutlaka anlarsınız... 

Spor karşılaşmalarında, yarışmalarda, yerel ya da uluslararası müsabakalarda  kazananların coşkusunu izlerken, toplu katılımlarda ortak paylaşımın güzelliği--yaşanan coşku, sevinç, mutluluk, haklı gurur  fark edilir. Olimpiyatlara hazırlanma günlerini-yıllarını, Paralimpik sporcuların hayat öykülerini izlemek-dinlemek  "Hayat Bilgisi"  dersini  bir belgesel kalitesinde işlemek gibi...

Geçen hafta sonu ailece çok beğenerek izlediğimiz bir programda bir görüntü dikkatimi çekti; Güzel ülkemizin yeterince tanımadığımız yörelerini çok yönlü tanıtan,  türkülerle-şarkılarla insanlara yaşama  sevinci aşılayan güzel bir programdı. Programın sonunda, katılan tüm çocuklar,  ellerinde   armağan edilen  kitaplar, bayraklarını  coşkuyla sallarken,  sağ alt köşede bir kız çocuğu dikkatimi çekti.  Yüzü, gözleri, bakışları, duruşu, ürkek-kederli hali. Halâ o görüntü, o çocuğun gözleri  aklımda...  

Anlamak, dinlemek, anlamaya çalışmak, sonuçlardan nedenlere  ulaşabilmek, çok zaman geçmeden gerekli önlemleri alabilmek hepimiz için daha güzel bir dünyanın  oluşmasına katkıda bulunabilmek... Sağlıkla- sevgiyle-hoşgörüyle-umutla...

Makbule Abalı- Eğitimci

İzmir-Urla 22 Mayıs 2025 



 


*Gelincikler. Hastane dönüşü bir tarlada ansızın gördüğüm, günü aydınlatan doğal çiçekler. 
Cep telefonumla çekimi yapan Adayla'ya teşekkür borçluyum. 

20 Mayıs 2025

BİR CUMHURİYET DÖNEMİ ÖĞRETMENİNİ ANARKEN...

 






Eski yıllardan kalan fotoğraflar, belgeler, anı defterleri, mektuplar, kitaplar... Bazen zamanın yıkımına, acımasızlığına  uğramışlardır. Bir sahaf dükkânında, bazen bir çöp arabasının içinde, belki bir müzede, yeniden elden geçirilip tekrar can bulduğunda kim bilir nerede...?

Sayfa düzenini, teknik konulardaki eksikliğime sayın, bağışlayın lütfen. İlk elden, gerçek bir belge sunmak istedim genç kuşaklara. 

Ailemizde hepimiz için çok değerli bir akrabamız-Muzaffer Erengezgin' in nikâh törenimizde emekle, özenle inci gibi el yazısıyla bazen Osmanlıca (Eski Türkçe) hazırlayıp armağan ettiği kalın bir defter.

Benim için değeri paha biçilmez. Zaman zaman açar okurum.  İçim aydınlanır,  Bilgi dağarcığıma eklemeler yaparım. Bu sayfa, 1978 yılının, bir bahar ayında yazılan o değerli defterden bir sayfadan.



Öğrencilerle birlikte çekilen fotoğrafın altında , çok düzgün bir el yazısıyla aynen şöyle yazıyor;

"1945 Çok sevdiğim çocuklarım müdürüm ve atölye arkadaşlarımdan ayrılış hatırası... M G."

Müzeyyen Gültekin, benim annem, "çocuklarım"  dediği öğrencileri, istifadan sonraki yıllarda da  onu hiç unutmayanlar, utandırmayanlar... 

Kaybettiğimiz büyüklerimizi, kaybolan değerlerimizi saygı, rahmet ve özlemle anıyoruz. 

Makbule Abalı-Eğitimci

İzmir-Urla 20 Mayıs 2025








16 Mayıs 2025

ÇİÇEKLERİN DİLİNDEN-ÖZÜNDEN...

 


"Bir İlkbahar Sabahı Güneşle Uyandın mı  Hiç?" diyordu bir bahar şarkısı. 

Bu sabah güneşle uyandım. Oysa iki gün önce, dayanılmaz bir karın ağrısı, titreyerek üşüme, şiddetli kalp çarpıntısı, inip çıkan tansiyon değerleri, ağız kuruluğu ve çaresizlik içinde ağlama isteğim vardı. 

Mevsimler gibi insanlar da değişken. Gün güne, an an'a uymuyor.  Çiçekler de canlı değil mi? Onlar da değişen iklimlere, ortama, havaya, suya, bakıma, ilgiye göre değişerek-başkalaşarak uyum sağlıyorlar.

 Dün yazımı tamamlayamadan, hiç yapmadığım biçimde kapatmışım sayfayı. Yorgun, bitkin, umarsız.... 

İçimden gelmeden, zorlanarak, "mış gibi yaparak..." beynime komut vererek, iç sesimi bastırarak, olmuyor. Güzel başlayan bir gün, bir anda, gördükleriniz,  duyduklarınız, yaşadıklarınızla bir anda yön değiştirebiliyor. "Farkındalık" olmasa daha mı mutlu ve rahat olurdu insan...?



Doğanın, çiçeklerin, ağaçların, temiz havanın, suyun, güneşin insanlar üzerinde inanılmaz derecede rahatlatıcı, iyileştirici gücü var. Tedavi sadece ilâçlarla sağlanmıyor. 

En gerçekçi biçimde yapılsa da yapma çiçekleri sevemedim oldum olası. Doğanın kuruttuğu çiçekler bile daha sevilesi sanki. Yıllar önce kalın bir kitabın arasında kuruttuğum limon çiçeği, eski bir dosta yeniden rastlamak kadar mutlu etti beni. Şaşırdım...



Çiçekler sadece insanları değil, diğer canlıları da çok mutlu ediyor galiba. Karıncalar, arılar, kelebekler, salyangozlar... Hele kuşlar! Bu mevsimde en güzel ötüşlerini çiçek açmış ağaçların dallarında gerçekleştiriyorlar. Sabah koro halinde sesleri, koruluk ya da ormanlık alanlarda daha net duyuluyor.

Siz de çiçek seven insanların daha hassas ve duyarlı olduklarını düşünenlerden misiniz? Keskin dikenli kaktüsler bile sivri dilli insanlar kadar zarar vermezler insana. Çok suya da ihtiyaçları yoktur. Ama güneşsiz yapamazlar.



 


Ağzının tadını bilen salyangozlar, bahçedeki Aloa Vera bitkisinin suyunu emerek bazılarını kuruttular. İlâç sanayiinde bile kullanılan bu güçlü bitki o minicik canlılara yenik düşebiliyor. Neyse, Doğa, Aslı ve Derin'den öğrendiğim biçimde,  artık onları yapıştıkları bitkilerden kurtarıp elimle atabiliyorum. 



Bugün bu yörede çok şiddetli  fırtına vardı. Rüzgârın saatteki  hızı ne kadardı bilemem ama, dün usta ellerin diktiği yeni çiçekler epey hasar gördü. Zayıf, naif olanların boynu büküldü. Kış soğuklarında kuruyan, daha sonra sevgiyle-ilgiyle- yeterli suyla canlanan görkemli beyaz gülümüz bile bayağı etkilendi. 



Rahmetli annemin çok sevdiği, Mersin'de yaşarken bulamadığımız güzel kokulu leylağımız bile var artık. Çok sevdiğim lavantalar ve hanımeli çiçeği kokularıyla birleşip ortak güzellikler sergileyecekler.

Yakın çevremizde bir sanatçıdan alığım beton güvercinlerin saksı toprağını, dışardaki  kediler çok seviyorlardı.  Yeni çiçekleri kuşların yanına yerleştirince, kediler de tuvalet ihtiyaçlarını başka yerlerde gideriyorlar artık. 

Reyhan, fesleğen, biberiye, begonvil, sardunya, fırça çiçeği, mor menekşe, sarı papatya... Hepsi küçük bir bahçede adeta kocaman bir dünya yarattılar. Gözlerde bir renk, yorgun yüreklerde bir mutluluk yarattılar.

Yaşam enerjimiz çiçeklerle, tohumlarla güç kazansın, çevreye ışık hızıyla yayılarak; hepimize sağlık, mutluluk ve huzur getirsin. Giderek çölleşen, kuruyan, uyumsuzluk yaşayan doğa da  can kazansın, dünyamız yaşanabilir bir yer olsun.... 

Makbule ABALI-Eğitimci

İzmir-Urla 16.05. 2025 










 

12 Mayıs 2025

BİR ANNELER GÜNÜ SONRASI..

 


Günler hızla akıp geçerken takvimden bir yaprak daha düştü. Dün Mayıs Ayının 11. gününü yaşadık. Bugün 12 Mayıs Pazartesi. 

Dün, 2025 yılının  ANNELER GÜNÜ idi. Gün boyu Ne güzel etkinlikler düzenlendi; Törenler yapıldı, şiirler okundu, yarışmalar, oyunlar, sanat ve spor çalışmaları sergilendi.

Bugün  yeni bir gün. Sıradan bir gün. İlkbaharın üçüncü ayı Mayısın,  ikinci Pazar günü de sona erdi.

Anneler, anne adayları, anne olmak isteyenler, yüreğinde tüm çocuklara çok yoğun bir  sevgi barındıran insanlar, kadınlar 

Onlar için yazılan şiirler, yazılar, hikâyeler, oyunlar asılan pankartlar, el emeği-göz nuru ile üretilen ürünler-sanat eserleri. Beğenilerine göre alınan hediyeler... 

Öte yanda günün anlam ve öneminin farkında bile olmayanlar, adı sanı, yeri yurdu belli olmayan kadınlar, erkekler, çocuklar. gençler...

Tek bir gün, ne zamana kadar etkili? Sadece bir gün yeterli olur mu anlamaya-anlatmaya-anlaşılmaya...?

Yıllardır ilk kez Anneler Günü'nde şiir ya da yazı, gerçek hayat hikâyeleri yazmadım.

Dünden sonra bugünler, yarınlar da vardı,  olmalıydı... Bir gün yeter mi...?

İçimizden geldiği gibi: Sevgi, güven, haklılık, paylaşma, fedakârlık, koruma, sabır, iyi niyet hep sürsün. 

Yakın ve uzak çevreye, kırlara, dağlara, köylere, kasabalara, kentlere, ülkelere, tüm dünyaya, bebeklerden başlayarak çocuklara, ergenlere, yaşlılara, kadınlara erkeklere, insanlara , yaşayanlara, iyilere, kötü düşüncelere, yitirdiklerimize ışık olup ulaşsın.

Kötülük tohumlarının üstüne, bahar yağmurlarıyla beraber  iyilik tohumları da yağsın. İyiler, iyilikler örnek olsun.

ANNELER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN. YÜREĞİNİZDEKİ SEVGİ, EKSİLMESİN. 

Makbule ABALI-Eğitimci

İzmir-Urla 12.05. 2025