Bu Blogda Ara

30 Nisan 2025

BİR ŞİİR- (Fazıl Hüsnü Dağlarca) Ve BİR ÖYKÜ...



Bugün 30 Nisan. Baharın bitmesine sadece bir ay kaldı. Bu yıl baharı tam yaşayamadık. Mevsimsel değişiklikler insanlara da yansıdı. Bağışıklık sistemi çok güçlü olmayan ne çok insan, terk-i diyar eyledi. Beklenmeyen soğuklar zamansız çiçek açan ağaçlara çok zarar verdi Soğuk vurdu çiçeklere. Doğaya- dünyaya uyum sağlayamayanların çok canını yaktı bu bahar. 

Geçen haftalar gibi, çok yoğun bir gün yaşadık bugün de. Ancak ayın son günü  de bloğa uğramamak Nisan'a haksızlık olacaktı. Yıllardır eşim, "Önce Sağlık" diyenlerdendir. Zaman zaman bedenden gelen uyarıları dikkate almazsak insan makine değil ki, giderek iç ve dış sesler, beyni- duyu organlarını- ruhsal yapımızı etkiliyor.

Son günlerde eşim ve ben güne ; geçmiş yıllardan bir şiir, bir anı, bir türkü ile başlar olduk. Uzmanlar beynimize uygun uyaranlar verilmediğinde, .düşünmenin de yavaşladığını söylüyorlar. Yıllardır hiç dile getirmediğimiz pek çok şeyi böylece hatırlar olduk. 

Cumhuriyet Dönemi öğretmenlerinden şair-yazar Faruk Nafiz Çamlıbel'in ünlü "Han Duvarları" adlı uzun şiirinin  tamamını hatırlayamasak da bazı dizelerini birlikte söylemek, yorgun yüreklerimizi  derinden etkiliyor,  ruhumuzu rahatlatıyor. 

HAN DUVARLARI (Bazı dizeleriyle)

"Gidiyorum,  gurbeti gönlümde duya duya,

Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya

İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık! 

Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,

Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...

Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları 

On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan

Baba ocağından, yar kucağından

Bir çiçek dermeden sevgi bağından

Huduttan hududa atılmışım ben "

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

Şair, gelip geçen yolcuların han duvarlarına yazdıkları satırlardan etkilenerek , uzun şiirinin içine onlardan eklemeler yapmış, not defterine ilginç kayıtlar düşmüş... 

O hanlarda kim bilir kimler nasıl, ne zaman, ne durumda kaldı? 

Düşünmek, anılar yolculuğunu da başlatıyor.


Bu güzel şiir bana kısacık bir öyküyü hatırlatır: "Susan Kuş" 

Çok eski çağlarda kanaryası ötmeyen bir çocuk varmış. Yolda karşılaştığı kişilere sormuş: "Kanaryam ölmesin  istiyorum . Ne yapabilirim? Bir savaşçı "Kopar başını, hepten susar." demiş. İkinci kişi bir hukukçu: " Biraz zorlarsan ötebilir ." cevabını vermiş. Üçüncü kişi bir eğitimci: " Güzel davranırsan, sabırlı ve iyi niyetli, hoşgörülü olursan, sevgi ile yaklaşırsan neden ötmesin? " deyince çocuk, umutla beklemiş.

Bir süre sonra çocuk emeğinin, çabasının ödülünü almış. Kuşu iyileşmiş ve eskisi gibi coşkuyla şakımaya devam etmiş. 

 Yaklaşım, anlamaya çalışma, çözüme yönelik uygun davranışlar her yerde-her zaman ne kadar önemlidir gerçekten...


Makbule ABALI

30.04.2025  İzmir-Urla




NOT: Değerli şairimiz Faruk Nafiz Çamlıbel hakkında kısa bir bilgi eklemek isterim:Kaynak: Arife Kalender- ŞİİR ADALARI-Çağdaş Şairlerimiz





28 Nisan 2025

ADSIZ KAHRAMANLAR...

 


Ülkemizde adını sanını bilmediğimiz, belki uzak, belki yakın bir yerlerde güzel işler yapan öyle "güzel" insanlar var ki... "Adsız Kahramanlar" onlar...Haber olmaya hiç ihtiyaçları yok. Sessiz ve derinden, doğru bildikleri yolda ilerliyor, sadece görevlerini yapıyorlar.

Bazen bir öğretmen, bazen bir maden işçisi, bazen bir kurum çalışanı, bir anne, bir sanatçı, bir hemşire, bir asker,  doktor, mühendis, güvenlik görevlisi olarak karşımıza çıkıyorlar. Gazetelerde ancak ara sayfalarda küçük puntolu haberlerde görebilirsiniz onları...

 Bilmem siz rastladınız mı, geçenlerde onca kötü haber arasında bir haber bahar güneşi gibi içimi ısıttı, ruhumu dinlendirdi: Bir doktor öyküsü... "Öldü" diye rapor verilen beş yaşında bir çocuğu, bir sağlık ocağında görevli pratisyen  doktor yeniden hayata döndürmüş.

 Basit bir olay gibi algılamıyorum ben bu olayı ;  Can'ın değeri bilmek, görevini ciddiye almak, işini iyi yapmak, çaba harcamak, beni ilgilendirmez dememek... Onca sahte kahraman varken, böyle insanlar "adsız kahraman" değil midir...?

 Türkiye asıl onlarla gurur duyuyor, gazeteciler asıl onları  haber yapmalı. Hem de öyle üçüncü sayfadan değil, belki birinci sayfadan, hatta belki manşetten... O zaman belki iyi örneklere bakarak biraz değişir ve umut yükleniriz.

Doğa olaylarında, depremde, selde, toprak kaymalarında,  orman yangınlarında, iş kazalarında-karada, havada, denizde, yer altında canları pahasına çalışanlar; askerler, güvenlik görevlileri, gönüllüler, merhametli, vicdan sahibi , dürüst, güvenilir insanlar.

Ünlü şair Nazım Hikmet'in "Yaşamak Şakaya Gelmez" adlı şiiri, bana hep adsız kahramanları hatırlatır. 

"Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından."

İyi ki varsınız "Adsız Kahramanlar"...
Sizlere teşekkür borçluyuz...
Acaba onlardan kaçını biliyor ya da tanıyoruz...?
Kimler hak ettiği konumda, kimler ödüllendirildi...?
Zamanında ya da gecikmeli olarak değerlerini bilebildik mi...?

Makbule ABALI -Eğitimci
2010














  
 


25 Nisan 2025

ÇOCUKLAR VE HAYALLERİ...






ÇOCUKLAR VE HAYALLERİ

Son ders zili çaldı

Resim dersiydi o ders

Resim çizdirdi öğretmen çocuklara

Konumuz, "Babanız ve siz" dedi

"Hayalinizdeki babanızı çizin" 


Her renkte, her boyda kalem dağıttı çocuklara

Siyah, beyaz, sarı, turuncu, kırmızı, yeşil...

Çocuklar önce düşündüler bir süre

Sonra sarıldılar  kalemlere...

Türlü çeşitli baba canlandı resimlerde...


Bir küçük bakkal levhası market oldu önce,

Sonra  bir Alışveriş Merkezi, bir çocuğun resminde.

Bir başka resimde 

Bir çocuğun elindeki minicik top

Kocaman bir futbol topuyla yer değiştirdi,

Kaleyi baba koruyordu tabii.

 

Bir Eskici dükkanı vardı bir resimde

Eskimiş ayakkabılar, küçülmüş giysiler, solmuş paltolar

Yeni giysilere dönüştü birden,

Adı "Son model giysiler dükkanı " oldu. 


Çocuk bu ya! Bir çocuk babasını çizdi,

En büyük koltukta otururken

Anne de vardı aynı resimde:

Yorgun, saçları dağılmış, 

Yüzünde buruk bir tebessüm...


Bir başka resimde sadece baba vardı

Kapıda, elinde boş cüzdanı

"Ben iş bulmaya gidiyorum"  diyordu.

Sınıfın en çalışkanı, doktor babasını  çizmişti,

Yüzünde maskesi, elinde ilaçları,

Odanın kapısında "nöbetçi" yazısı.


Bir kız çocuğunun resminde

Elinde kitabıyla bir öğretmen,

Kitabın üstünde minicik bir yazı,

Romanlardaki gibi bir Çalıkuşu olmak.


Arabasıyla kâğıt toplayan bir baba da vardı,

Arabası son model, gıcır gıcır 

İçinde pırıl pırıl kitaplar, kaplı defterler

Göz alıcı renkli kalemler...


Evde çok hırpalanan, aşağılanan,

Sürekli dayak yiyen bir çocuğun resminde

Kendi küçücük, anne-baba kocamandı.

Elleri-ayakları çizilmemişti çocuğun...


Bir madencinin oğlu vardı sınıfta :

Resmi kapkaraydı ; 

Gökyüzü karaydı, evler kara, yüzler kara

Sadece parlayan bir güneş vardı resimde, altın sarısı

Ama tepede değil, yerin yedi kat altında.


Ve çocuklar vardı resimlerde ;

Güneşe ipler bağlayıp

 Onu gökyüzüne çekmeye çalışan...

Aydede' ye  salıncaklar kurup sallanan...


Zil çaldı, ders bitti okulda

Hayat devam ediyordu tüm dünyada.

Çocuklar hayalleriyle baş başa,

Umutlar, beklentiler düşler, kağıtlarda,

Çıplak gerçekler dışarıda, yaşamda kaldı...


Makbule ABALI-Eğitimci 

18.10. 2022 İzmir-Urla 


Dünyada çocuklara ulusal bir bayram armağan edilen ilk ve tek ülkeyiz.

23-29 Nisan tarihleri arasında kalan günler, "Çocuk Haftası " olarak anılıyor.

İnşaat Mühendisi iken sınıf öğretmeni olmayı tercih eden bir akrabamızın gönderdiği alıntı video, beni çok mutlu etti. O güzel videoyu 2022'de yazdığım bir şiirle birlikte sunmak istedim. 

Gönülden isteyerek yapılan çalışmaların, her türlü imkân ve durumda harika sonuçlar verebileceğinin kanıtı gibi... 

Emek harcayanlara sonsuz teşekkürler. M. Abalı








23 Nisan 2025

BİR ÇOCUK BAYRAMINDA ÇOCUKLUĞA ÖZLEM...


 Sevgili Çocuklar: 23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramımız Kutlu Olsun. 

(Yeni bir Bayram Haftasında; Geçmişte yazdığım şiir denemelerimden birini sizlere armağan etmek istedim. İnanıyorum ki gelecekte sizler, bizim yazdıklarımızdan anlattıklarımızdan çok daha güzel masallar, şiirler yazıp, türküler-şarkılar söyleyeceksiniz.)


BİR ÇOCUK BAYRAMINDA ÇOCUKLUĞA ÖZLEM...

Bir Bayram günü,

Tüm çocuklar toplandı köy meydanında ;

Kızlı erkekli her yaştan çocuk

Esmer, yanık tenli, buğday, beyaz tenli çocuklar

Kara saçlı, kumral, sarışın

Uzun, kısa, şişman, zayıf

Çocuklar, bir çocuk şenliğinde...


Kocaman bir masa kuruldu

Evlerden gelen yiyecekler ortaya kondu. 

"Şimdi bölüşeceğiz, paylaşacağız" 

dedi en büyük abla.

İki yardımcı seçti yanına;

Bölüştüler bazlamaları, gözlemeleri,

Ata buğdayından yapılmış ekmekleri,

Börekleri, kurabiyeleri, mercimekli köfteyi

Paylaştırdılar tabaklara.


Taze toplanmış otlardan salatalar,

Saf zeytinyağı, nar ekşisiyle tatlanmış

Görkemli bir sofra çocuklara lâyık,

Bir Çocuk Bayramında ortaklaşa hazırlanmış...

Ortada rengârenk kır çiçekleri

Papatyalardan taçlar örülmüş,

Al al olmuş kızların yanakları.

 

Kardeş kardeşe, el ele, omuz omuza

Oyunlar oynandı, türküler söylendi

Halaylar çekildi o güzel günde

Bir Çocuk Bayramında

Bir gün ki, unutulmaz.

Bir gün ki, 

Çocuklar yaşar ancak...


Makbule ABALI-Eğitimci

İzmir-Urla







22 Nisan 2025

İÇİMİZDEKİ BAHAR


Baharın müjdecisi son cemre de 6 Mart'ta toprağa düştü. Cemreler; havaya, suya, toprağa birer hafta arayla düşerken bizim de içimiz ısınır adeta. Değişimin habercisidir bahar, yeniden doğuşun simgesidir adeta. Tatlı bir telaşla gelir her yıl; içimizde bir coşku, yüreğimiz kıpır kıpır, nasıl da sevinir, umutlanırız. 

Kışın yaprağını döken ağaçlar yeniden yapraklarla gönenirken, gözlerimiz bayram eder adeta. Kuşlar bile bahar şenliğine kilometrelerce yol aşarak katılırlar. Onca ülkeden geçmelerine rağmen, her yıl şaşmaz biçimde zamanı ve geliş yolunu nasıl bellemişlerdir, bilinmez. Göçmen kuşların havadaki kanat çırpışı yüreğimize su serper adeta. Düzenlerine şaşırmamak elde değildir.

Önce badem ağaçları çiçek açar, ardından diğer ağaçlar. Kır çiçekleriyle donanır ovalar. En yararlı otlar toprağın altından güneşi görmek için başını uzatır. Karın altından çıkan çeşitli otlar midelere bayram ettirir. Beslenme uzmanlarına göre o otların yararları saymakla bitmez. 

Baharda gün doğumunu, gün batımını izlemek bir başka güzeldir. Her yeni doğan güneş, bir yeniden aydınlanmadır. Hayvanlar kış uykusundan uyanırken, insanlar bedensel değişikliklerle daha çok uyku ihtiyacı duyabilirler. Bahar yorgunluğu bedenimizde, içimizde hissedilirken kendimizi nasıl yenileyebiliriz? Bir bahar temizliği gibi, alışkanlıklarımızda neleri değiştirebiliriz? 

Dışımızda bahar tüm güzellikleriyle sürerken, acaba içimizde de baharı yaşatabiliyor muyuz? Yoksa çevresindeki güzelliklere kara camlı gözlüklerle bakanlardan mıyız? Çevremize yeterince, dikkatlice bakamıyor, bakıp da göremiyorsak, içimizdeki baharı da hiç canlandıramıyoruz. Bir başka bahara kalıyor her şey. 


Umutlar, özlemler, planlar, sevgiler bir başka bahara kalmasın. İçimizdeki bahar, dışarıdakinden daha güzel, daha görkemli olsun. Kendimizle barışık, çevremizdekilerle kavgasız nice güzel baharlara...,

22 Nisan, dünyamızı güzelleştirip-herkes için yaşanabilir bir hale getirebilmek için- çaba ve emek harcayabileceğimiz bir gün olarak düşünülmüş, "DÜNYA GÜNÜ" olarak belirlenmiştir.
Bu günü,  365 gün olarak düşünsek keşke...

Makbule ABALI-Eğitimci
22.04.2025 İzmir-Urla 


Makam: Hicaz  Beste; Muzaffer İlkar  Güfte: Şemsi Belli


DÜŞÜNCE YUMAĞI...

  Yeni oluşturduğum blog'da, eski bir eğitimci olarak "Eğitim" üstüne yazılar yazarken arada bir de "DÜŞÜNCE YUMAĞI" başlığı altında topladığım; Umut, sevinç, kaygı ya da endişe içeren yazıların beşincisini yazıyorum bugün...

 Bu, toplum olarak ne kadar "düşünce karmaşası" yaşadığımızın bir göstergesi mi acaba ? Sarmaya çalışırken, çabalarken, "yumak" hiç çözülmüyor, düşünceler yeniden birbirine karışıyor...  
  
 Düşüncelerimizi, "Karışık yumaklar" haline dönüşmeden aktarabilsek, anlatabilsek belki beyinlerimiz,  yüreklerimiz,  vicdanlarımız da, iç sesimiz de rahatlardı.

Bazı ülkelerde insanların seslerini  yükseltmeden, kimseyi yumruklamadan-  düşüncelerini rahatlıkla dile getirebildiği "kürsüler" olduğu için mi acaba , insanlar gerginlik yaşamıyor, "söz" hakkına saygı gösteriyor... 
 
 Eskiden beri "adaleti temsil eden" terazili kadın" simgesini yeni kuşak gençlerden hatırlayan ya da bilen var mı?  Terazinin kefeleri mi düştü, ibresi mi bozuldu bilemiyoruz.

Ülkemizde; suç, suçlu, suçsuz, ceza kavramlarında karmaşa yaşandıkça, "suçlular" da, "suskunlar" da çoğalıyor...

 "23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" etkinliklerini çoğaltsak mı acaba ? Çocuklar kürsüye çıkınca, "umudumuz" artıyor, içimiz aydınlanıyor, beyinlerimiz  dinleniyor, dünya aydınlanıyor adeta.

Makbule ABALI -Eğitimci 
4. 05. 2010  Mersin  




 TÜM ÇOCUKLARIN; BARIŞ İÇİNDE, GELECEK KAYGISI YAŞAMADAN,
 HAYAL ETTİKLERİ GİBİ BİR DÜNYADA , GÜVEN İÇİNDE YAŞAMALARINI İÇTENLİKLE DİLEYEREK...
    -

17 Nisan 2025

YILLAR ÖNCESİNDEN ÖRNEK BİR EĞİTİM MODELİ: KÖY ENSTİTÜLERİ

 


" Bir varmış bir yokmuş " diye başlar çoğu masal. Oysa  kuşaktan kuşağa anlatılan gerçek bir Eğitim Öyküsü keşke hep var olsaydı. Geçmişten günümüze gelişerek ama aslına, ilkelerine sadık kalınarak bugünlere ulaşabilseydi.

Dünyanın neresinde olursa olsun; bir kişi ya da bir kurum zaman aşımına uğramadan yıllar sonra da övgüyle, saygıyla anılıyor, değerini koruyarak  benimseniyorsa bir efsane veya saygınlık abidesi olarak söz edilebilir. 

Bugün 17 Nisan. Köy Enstitülerinin 85. Kuruluş Yıldönümü. Tüm dünyada bir savaş sonrası zor koşullarda başlatılıp aydınlanma yolunda çok büyük bir eğitim seferberliğini gerçekleştiren başka bir örnek yok. Ancak daha sonraları  o modeli örnek alarak eğitimde çok üst düzeyde başarılara imza atan ülkeler var. Biz yok ederken onlar yeniden var etmişler.

Her insanın yaşamında olduğu gibi toplumların da pişmanlıkları, keşke'eri , mutluluk ve mutsuzluk dönemleri, acı deneyimleri olacaktır elbette. Güvenilir kayıtlar, sağduyu ve mantıkla değerlendirilmiş günler yıllar, dönemler yıllar sonra bile tarafsız değerlendirmelerle aydınlanacak,  gerçek yerini bulacaktır herhalde...

Eğitime gönül vermiş bir eğitimci olarak Köy Enstitüleri ile ilgili çok kitap okudum, konferanslara katıldım, anılar dinledim, yazılar yazdım.   Sonuçta her zaman iç sesimin özlemle seslenişini duydum adeta. "Keşke o yıllarda öğretmen ya da öğrenci olarak ülke kalkınmasında görev alabilseydim." Ama doğum yılım ve doğum yerim bu isteğin gerçekleşmesine izin vermedi. 

Eşim Ahmet Abalı Mersin Arslanköy doğumlu. Köy Enstitüleri hakkında bizim için en güvenilir canlı kaynak oldu. O ve arkadaşları 17 Nisan'ı bir bayram gibi düşünürler. Ancak buruk bir bayram. Keşke daha farklı izlerle daha coşkulu kutlanabilse, daha fazla katılım sağlanabilseydi. Bugün de o yıllardan arkadaşları ile konuştu, özlem giderdi, duygulandı. 

Eşimin eğitim öyküsü ilginçtir: 1950 yılında Arslanköy İlkokulu'nu bitirir. Babasının çocuklarına paylaştırdığı küçük bir tarlayı elma bahçesi oluşturmak için hazırlar. Öte yandan küçük baş hayvanları otlatır. Sınıf arkadaşları okumak için köyden kente gidince o da sınavlara girmeye karar verir. 

2 yıl aradan sonra Aksu Köy Enstitüsü'nü kazanır. Köy Enstitüleri 5 yıldır. 1954 de okul Aksu İlköğretmen Okulu adını alır, eğitim-öğretim 6 yıla çıkarılır. Mezuniyetten iki ay sonra Diyarbakır Silvan İlçesi'ne atanır. Daha sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü'nü bitirip İlköğretim Müfettişi olarak atanacaktır. Mezuniyetten bir gün sonra atama yapılıp o ay maaşlarını alırlar. 

Yoksul  köy çocukları için Köy Enstitüleri bir başka dünyadır. Hatta köyden dünyaya açılmış bir penceredir. Çok değerli eğitmenler -öğretmenlerle birlikte hayata hazırlanırlar. Üretime dönük eğitim esastır. Sabahları derse girmeden öce 500 kişinin katıldığı sabah sporu vardır. Yöresel oyunlar oynanır, halaylar çekilir. Kültür dersleri ve uygulamalı iş dersleri vardır. Gerektiğinde yapı yaparlar, bataklık kuruturlar, sebze meyve yetiştirirler, arıcılık, hayvan bakımı, dikiş, el sanatları gibi türlü alanlarda eğitilir, yetişirler. 

Dünya klasiklerinden çevrilmiş kitaplar okurlar, mutlaka bir enstrüman çalmayı öğrenirler, spor müsabakalarına birçok branşta katılırlar. Ezberciliği değil, üretmeyi, kendi kendilerine yetmeyi öğrenirler. Öğrencilerden seçilen okul başkanları, öğrenci temsilcileri vardır. Hak aramayı, uygun biçimde eleştirmeyi bilirler. Köylüyü bilinçlendirmek, kalkındırmak amaçlarındandır. Sınıflar arasında abla- abi  saygı ve koruyuculuğu esastır. 

Ülkemizde 1940 yılından itibaren kuzeyden güneye, batıdan doğuya 21 Köy Enstitüsü açılmıştır. Tüm öğrenciler köy kökenli yoksul çocuklardır. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü ise 1942 yılında, enstitülerde başarılı öğrencilerden adil bir seçimle seçilen öğrencileri Köy Enstitülerine öğretmen olarak yetiştirmek amacıyla kurulmuştur. Yüksek Köy Enstitülerinde 8 bölüm bulunurdu: Tarım, ziraat, madencilik, güzel sanatlar,  müzik, resim, heykel, zootekni, kümes hayvanları, el sanatları. 

Eşimin ilkokul ve sonrasında gittiği Aksu Köy Enstitüsü'nden birçok arkadaşını tanıma fırsatım oldu. Hepsi çok saygın, vatansever, idealist , hümanist insanlardı.  Halâ sık sık arayıp dakikalarca konuştuğu dostlara sahip. Bugün birlikte YouTube'da Köy Enstitüleri ile ilgili olarak hazırlanmış çok güzel videoları birlikte izledik, duygulandık. Benim o yılların idealist eğitimcilerine saygım, hayranlığım, özlemim bir kat daha arttı.

Merak ettiğim bir konuyu dile getirmek isterim; Acaba bugün ülkemizde 18-40 yaş arası bireylerden Köy Enstitüleri hakkında bilgi sahibi olan kaç birey var? Bu konuda bir istatistik ya da araştırma var mıdır? Eğitim Fakültelerimizde, Sosyal Bilimlerle ilgili programlarda ders konuları arasında ne kadar yer verilebiliyor, kaç öğrenci bitirme tezine konu  olarak seçiyor? Eski okul binaları, işlikleri, tarım bahçeleri, uygulama alanları bugün ne durumda? Bir Eğitim Müzemiz var mıdır?

Vefamız, değerbilirliğimiz, insana saygımız, duyarlılığımız, farkındalığımız ölçülebilse sonuçlar yüzümüzü güldürüp içimizi ferahlatabilir mi...?  Köy Enstitüleri modeli temel alınarak günümüz koşullarına uygun eğitim projeleri geliştirilip uygulamaya konabilir mi ?

17 Nisan Köy Enstitüleri Kuruluş Yıldönümünü kutluyor, başta Başöğretmen Atatürk olmak üzere EĞİTİM alanında emek ve çaba harcamış tüm insanlarımızı minnet ve teşekkürle anıyoruz. 

Makbule ABALI -Eğitimci

İzmir-Urla 17.04.2024









                                         








15 Nisan 2025

50 YIL ÖNCESİNİN ŞİİRLERİ...




Yıllar değişim rüzgarlarıyla birlikte geçiyor. Bazen çok sert rüzgarlarla, fırtınalarla bir şeyler kaybolup  giderken , bazı günler, ılıman rüzgarlar ve küçük değişikliklerle hayat kendini kanıtlıyor.
 
Toplumsal veya bireysel olarak değişim, elbette kaçınılmazdır. Doğal olarak her değişimde kayıplar da, kazançlar da vardır. Doğada dengeyi sağlamak zordur. Savunmasız ya da  yalnız kalmak, an meselesidir.

Hayatın karmaşası içinde; yazılanlar, çizilenler yıllar sonra da güncelliğini koruyabiliyor. Bir süre soluklanıp; "Daha henüz dün gibi" diyorsunuz.

İnsan yaşamında 40 -50 yıl önemli bir zaman dilimi. Acaba yakındığınız bir durum halen devam etmekte midir? İnsan olumsuzlukların iyiye gitmesini beklerken, diğer  yandan olumlu özelliklerin sürekliliğini diliyor.

Hayat rüzgarları her zaman istediğimiz yönde esmiyor ya da beklentilerimize uygun değişmiyor. Yıllar zamanı da beraberinde sürükleyerek hızla akıp gidiyor. 

Geçmişte yazdığım şiir denemelerinden küçük bir demet...



                KOŞU
Amansız bir koşuydu bu
Bizden öncekilerin başlattığı
Ve sürüp gidecek bizden sonrakilere
Koştuk yürümeyi öğrendiğimizden öte
Koştuk koştuk hep koştuk...
Başarıya, iyiliğe, güzelliğe
Dostluğa, sevgiye, umuda...
Öyle bir koşuydu ki bu bitiş' siz
İpi göğüsleyemeden göçtü nicemiz...

Makbule (Gültekin) Abalı
Adana

                  KÜÇÜCÜK
Küçücüktü; 
Ama öylesine küçük ki,
Başı, elleri, ayakları.
Yalnızca gözleriydi kocaman olan.
Yıllar geçti,
büyüdü...
Neler gördü bilseniz,
gözleri de küçüldü...


Makbule (Gültekin) Abalı
Adana

            DOĞA KANUNU

Taştı, duygusuz-anlamsız.
Kaldı yıllarca yerinde.
Fırlatıverdiler bir gün denize doğru
Düştü, yer değiştirdi.

Bitkiydi,  güneşe-ışığa-suya tutkun.
Uzadı, büyüdü, çiçek açtı.
Baharı özledi hep mevsimlerin ardından
Susuz kaldı bir gün, kurudu...

Güçlü bir çoban köpeğiydi.
Sürüyü korudu onca yıl
Hata yaptı bir gün,
Kurtlara yem oldu.

İnsandı, düşünen- konuşan-gülen-ağlayan.
Doğdu, adım attı dünyaya.
Girdi oyuna, türlü rollere büründü senelerce
Uydu yaşama, büyüdü, gelişti ve öldü...

Mezar taşında sadece iki sözcük kaldı;
Doğdu... Öldü...

Makbule Abalı-Eğitimci 
Mersin







13 Nisan 2025

YENİDEN BAHARI YAŞAMAK

 


İnsan yaşadığı sürece hiçbir şey durağan değil. Hayat her an yeni sürprizlerle varlığımızı  kanıtladığı gibi, evrendeki tüm canlılar da yaşamak için uyum sağlamak zorunda. Zamanında uzmanlar zekâyı "Uyum sağlama yeteneği" olarak tanımlamışlar. Sadece insanlar için değil, belki de doğadaki tüm canlılar için geçerli bir kural bu. 

Göçmen kuşlar zamanı gelince , ılıman iklim yaşayan ülkelere çok uzun yollar, dağlar, denizler aşarak gidiyorlar.  Çok düzenli bir uçuş biçimleri var. Yorulan arkaya geçiyor. Uçuş düzenleri hiç bozulmadan yerlerine ulaşıyorlar. 

Su kaplumbağaları (caretta carettalar) yumurtalarını bırakmak için en temiz sahilleri seçiyorlar. Acaba mavi bayraklı plajlar o şekilde mi oluşuyor? Akdeniz sahillerimizde ne çoktular. Ama deniz turizmi açısından   Ege ve Marmara Bölgelerimiz daha şanslıdırlar. 

Güneyde Silifke'ye yakın Susanoğlu Plajı, Boğsak Yöresi hastalıklarda şifa kaynağı gibi bilinirdi. Galiba Seka kâğıt Fabrikasına yenik düştüler. Kumkuyu'da (Yazları eğitimcilere kalma imkânı sunan bir okulun sınıfında) yakınlarımızla birlikte 12 kişi kalmıştık. Su sıkıntısı ve tuvalet kuyrukları can sıkıcıydı ama mutlu olmasını da bilirdik. Mutlulukla mutsuzluk ne zaman buluşur, ne zaman birbirlerine sırtlarını dönerler? En kısa zaman birimi an değil midir?

Bir başka yıl gene Akdeniz Sahilinde iki kız kardeş, çekirdek  ailelerimizle birlikte 15 günlüğüne ev kiralamıştık. Sıcak ve sivrisineklerin beraber olup rahatsızlık verdikleri bir zaman dilimiydi. İnsan mutluluğa odaklanmışsa her şeye rağmen dünyayı daha güzel algılayabilme yeteneğine sahip.

Dünkü havanın aksine bugün güneşli bir Nisan sabahına uyandık. Güneşli günlerin hayali bile insanın içini ısıtıyor. Küçük şeylerle mutlu olmayı öğrenmek belki biraz zaman alıyor. Polyanna olmaya hiç  gerek kalmadan duyarlı olmak, önyargılı davranmadan, bilinçli bir farkındalıkla sağlıklı gözlemler yapmaya çalışmak... Nedenleri bilirsek  sonuçlara daha çabuk ulaşıyoruz., 

Dün ; sanki günlerin, ayların hatta belki yılların yorgunluğuyla yazımı bile tamamlayamadan günü bitirmiştim. Ben o yazıyı bugünkü tarihle yayınlamayı düşünürken fark ettim ki halâ 12 Nisan yazıyor. Öyle de yayına  girdi.  Bu inceliğe çok mutlu oldum. 

Bugün tüm canlılar sokaktaydı sanki. Biz evden çıkmasak da çocuklar, yürüyüşe çıkanlar, kuşlar, kediler hatta karıncalar. Yaşam da canlanmıştı. Zor anlarda yardımsever komşularınızın olması, dürüst ve işini bilen ustalara rastlamak, yanılmanızı önleyen uyarılar-öneriler, hatır sormaya gelen , doktor adı ve telefonunu veren vefalı bir eski dost , bazen hazine bulmuş gibi rahatlatır insanı.

Bütün bunlara ilaveten bir sabah telefonunuzu açtığınızda çok sevdiğiniz iki şarkıyla, kendi sesiyle -enstrümansız -seslenen can dostlarınız, sevdikleriniz olduğunda: En karmaşık ruhlar bile çözülür, dünya apaydınlık olur. "Nasılsın? " sorusunun içeriği de anlam kazanır, kısık sesiniz bile can bulur. 

Dünyamızın güzelleşmesine,  iyiler ve iyiliklerin çoğalmasına  iç ve dış huzurumuzun artmasına, barışın ve güvenin sağlanmasına katkıda bulunan herkese selam olsun.

Makbule ABALI- Eğitimci 

13.04. 2025 Urla 









  


12 Nisan 2025

BAHAR MEVSİMİNİ YAŞARKEN- NİSAN SÜRPRİZLERİ

 


Günlük hava tahminleri yanıltmadı. Urla'da öğleden sonra fırtına ile karışık sağanak yağış bekleniyordu. Günlük işlerimizi hava durumuna göre belirledik. Öğleden sonra hava birden karardı, Yazıma başladığımda dışarıda insanın içini titreten bir yağış vardı. Yağmur, kar hep beklenir, bereket sayılır. Ancak düşünmekten kendimi alamam; Kimler ıslandı, kimler zarar gördü, kimler yağışların keyfini sürüyor. Karda-yağmurda yollarda kalanlar, ailece perişan olanlar adına içim yanar.

Yıllar öncesi canlandı  anılarımda. 1978 Yılı 23 Nisan'da eşimin yeni ehliyetiyle kullandığı, Anadol marka arabayla Mersin'de Arslanköy Beldesine büyükleri ziyarete gitmiştik. O yıllarda deniz seviyesinden 1500 m. yükseklikte , virajlı daracık yolları (henüz asfaltlanmamış) yol üstünde içilebilir doğal kaynak suları yol boyunca el değmemiş çam ,ardıç, katran (sedir) ağaçları  ile ünlü bir yayla.

Çocukluk anılarımın toplandığı Adana-Bürücek Yaylasından sonra  gördüğüm ikinci yayla, eşimin doğduğu, 14 yaşına kadar yaşadığı, dağlarında hayvan otlattığı, 4. erkek çocuk olarak annesine -ailesine hamur yoğurduğu, beş şişle yün çorap ördüğü, babasına tarlada yardım ettiği , okuma oranı yüksek bir büyük köy, belde. 

O yıllarda yol boyunca tek bir kahvede (kafe değil) nefis kekik çayı içilirdi. Gerçek kekik tadı ve kokusu unutulmaz. Bugünlerde kaç durak yeri vardır bilmiyorum. Geçmişten söz ederken, mevsimler gibi zaman da iç içe yaşanıyor. Dün başladığım yazımı -rahatsızlık ve yorgunluk  nedeni ile- bugüne  ertelediğime üzülmüştüm. Yanlış düşünmüşüm. İnsan isterse;  emek ve çaba verdiği, sevdiği işi-ertelese bile- kolay kolay bırakamıyor. 

Yıllar öncesinde de sürprizlerle dolu bir Nisan ayı yaşamıştık. 1978 yılında eşimle birlikte Arslanköy'de Baba Evinde rahmetli anneyi ziyaret  etikten sonra yola çıkmadan, eşimi halası Emine  Hala ve eşi Mustafa Amca'yı köy merkezinde,  kirada oturdukları evde ziyaret ettik. Beklenen ama ansızın başlayan ve giderek artan kar, o gece orada kalmayı zorunlu kıldı. 

Gerçek bir Anadolu kadını olan rahmetli Emine Halanın yer sofrasında hazırladığı muhteşem kahvaltının lezzetini, nice konforlu sofrada bulamadım. Karın bereketi miydi o sofraya yansıyan, onların derya gibi sohbetleri miydi tadı damağımızda kalan... Halâ düşünürüm...

Makbule ABALI- Eğitimci 

13 Nisan 2025 İzmir-Urla 






08 Nisan 2025

SAĞLIKLI BAŞLANGIÇLAR, UMUTLU GELECEKLER

 


Özel gün ve haftaların mutlaka kutlanması veya anılması gerektiği düşüncesinde değilim. O kadar çok gün belirlemişiz ki, yıllardır kutladığımız- andığımız çok önemli günlerin dışında bazıları hiç bilinmiyor, duyulmamış bile.

Oysa günler, haftalar; topluma belirli konularda duyarlılık ve farkındalık kazandırmak amacıyla belirlenir. Bazen tek gün yetmez. Konuyu daha belirgin ve anlamlı kılmak-hatırlatmak amacı ile tekrarlar gerekebilir. 

"7 Nisan 2025 Dünya Sağlık Günü" olarak belirlenmiş. İçtenlikle merak ettim; Dünya genelinde hastalıkların arttığı, salgın hastalıkların çoğaldığı, beslenme bozukluklarının kaygı yarattığı bir dönemde keşke tüm dünyada daha farklı önlemler alınabilseydi. Toplum sağlığı ile ilgili eğitsel etkinlikler ve konferanslar çoğalsaydı. 

İklimsel ve mevsimsel değişikliklerin yaşandığı Nisan Ayı, sağlık açısından da önemli bir ay olarak kabul ediliyor. Sağlık Bakanlığınca belirlenen "Sağlık Takvimi" şöyle düzenlenmiş:

1-7 Nisan- Ulusal Kanser Haftası, 2 Nisan-Dünya Otizm Farkındalık Haftası, 7 Nisan- Dünya Sağlık Günü, 11 Nisan-Dünya Parkinson Hastalığı Günü, 14-20 Nisan-Kalp Sağlığı Haftası, 21-27Nisan-Dünya Aşı Haftası. 

Evlerimizde ana-babalar, anneanne-babaanne-dedeler ve yakın akrabalar, anaokulları-yuvalar-ilk ve ortaokullarımızda öğretmenler, Sağlık Meslek Liselerimizde, yüksekokullarımızda, fakültelerimizde Öğretim Elemanları için; çocuk ve gençleri-toplumu eğitmek adına, bu gün ve haftalar ne güzel bir fırsattır.

Ödüllü öykü ve şiir yarışmaları,  münazaralar, oyunlar, drama çalışmaları, resim-heykel-karikatür-müzik ve spor etkinliklerine yer verilebilir. Her yaş için yararlı çalışmalarla konular zenginleştirilebilir. Bu konularda gündemi, çeşitli yönlerden izlemeye çalıştımsa da (Belki ben yeterince araştıramadım-göremedim-duyamadım.) merakımı yeterince gideremedim doğrusu. 

Öncelikle bebekler ve çocuklar için, ergenler, yetişkinler, orta yaşlı, yaşlı, her cinsten, ırktan, ülkeden, barış içinde güvenle , insanca yaşamayı hak eden herkese iyilikler- güzellikler dileyerek...

Tüm dünyada görev bilinci  ve sorumluluk anlayışı içinde, insanı sağlıklı yaşatabilmek için fedakârca çalışan sağlık görevlilerine yürekten teşekkürlerimizle. 

Makbule Abalı- Eğitimci 

8. 04. 2025 - Urla 


NOT: Rastlantı, 8 Nisan evlilik yıldönümümüzdü. Çocukların getirdiği çiçek buketini tüm dünyada SAĞLIK için emek harcayanlara sunmak istedim. M.A 



Biliniyordur herhalde ama eklemek istedim: Çiçeğin adı Hüsnüyusuf. İnternette araştırdığımda anlamı şöyle açıklanmış; "Beyaz çiçeklere sahip Hüsnüyusuf aynı zamanda saflığı, masumiyeti ve temizliği simgeler. Harika tonlarda olabilen mor renkli hali, mutluluğu ve samimiyeti temsil ederken, pembe rengi sevgiyi ve merhameti simgeler. "








06 Nisan 2025

AVUKATLAR GÜNÜ- 5 Nisan)

 


Doğrusu bilmiyordum. Kendimi kınadım önce, ama sonra düşündüm; Geç öğrenmek değil de hiç öğrenmemek daha büyük kusur sayılabilir. Takvim yaprağını kopardığımda haberim oldu. Aynen şöyle not düşülmüştü.: "AVUKATLAR GÜNÜ- Atatürk 5 Nisan 1923'te Ankara Barosunu açmış ve adaleti Türk avukatlarına emanet ederek , bu günü  Avukatlar Bayramı ilan etmişti." 

Bu bilginin hemen üstünde dünyaca ünlü bir düşünürün özdeyişi yer almıştı: " Yasama, yürütme yargı iç içe geçmişse, özgürlükler garantide değilse, anayasa yok demektir. Kuvvet kimdeyse o hakimdir.-Jean Jacques Rousseau.

Takvim yaprağının ön yüzünde ise bir başka ünlünün kısacık bir özdeyişi vardı: "Adaletin gecikmesi adaletsizliktir." W.S. Landor 

AVUKATLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN.

(Gecikmiş bir kutlamayı bağışlayınız lütfen.)

Makbule Abalı-Eğitimci

6.04.2025 






04 Nisan 2025

BAHARIN GETİRDİKLERİ -BİR SARI ÇİÇEK...


Bütün mevsimleri sevsem de baharları bir başka severim. Doğanın yeniden canlanması, kış uykusuna yatan canlıların uyanması, kupkuru ağaçların filiz verip yeni yapraklarla donanması, yağan yağmurların bereket getirmesi (sel felâketine dönüşmeden) ta çocukluktan beri çok mutlu etmiştir beni. Mucizelere tanık olmak gibidir baharlar.

Biz insanlar için baharlar ; yeniden doğuş, kendine çekidüzen verme, gelecek için yeni planlar yapma, yeni uğraşılara girişme gibi algılanabilir. Bu yıl bahar, bana özlediğim ılımlı havaları getirmedi ne yazık.  Önce soğuk rüzgârlar esti, şiddetli yağmurlarla devam etti. Mevsimsel geçişler, inip yükselen ısı çoğumuz için aldatıcı oldu. Bağışıklık sistemim adeta çöküntüye uğradı.  Halâ tam iyileşemedim.

Her şeye rağmen dünya dönmeye devam ediyor. Takvim yaprakları, saatler, güneş, ay, zamanın akışını kanıtlıyor. Bir tiyatro oyunundaki gibi "Durdurun Dünyayı İnecek Var." demenin yararı da, anlamı da yok. Bizler hastalansak da çocuklar enerjilerini tüketmeden oyunlarını sürdürüyorlar. Eski oyunları bile unutmamışlar; "Aç kapıyı bezirgân başı..." diye başlayan oyunu bir zamanlar  biz de ilkokulda oynardık.

Bugün kısacık bir yazı yazmaktı amacım. Başlayınca bitirmekte zorluk çekiyorum. Hassas, duyarlı, kırılgan insanların beni çok iyi anladıklarına eminim. Dışa atılamayan duygular, sözler, davranışlar iç dünyamızda öyle bir birikim oluşturuyor ki , yazmak, anlatmak, anlaşılmak iyi geliyor insana.

Bugün sadece küçük bahçemizin kapı önünde , taşların arasında yeniden açan sarı çiçekten söz edecektim. Solmasın diye çabalamam onu diriltti. Yanındaki papatyalar solarken o yeniden can buldu. Sanki yanındaki çiçeklere de can verdi adeta.
 
Doğadan almamız gereken öyle çok ders var ki...

Makbule Abalı-Eğitimci
4.04. 2025 İzmir Urla










01 Nisan 2025

Çocuklara Bir Bayram Armağanı: HAYATIN İÇİNDEN ÜÇ MASAL

 




Çocukların dünyası adeta bir başka dünya. Yetişkinlerde olduğu gibi onlarda da her yüz bir hikâye yazıyor. 7 yaşına kadar çocukların temel kişilik özelliklerini kazandığı kabul ediliyor. O yüzden dünyanın her yerinde çocukların okul öncesi anaokulu eğitimi alması çok önemseniyor. Ailelerin sosyo- ekonomik ve kültürel durumuna göre ailede kazanılamayan davranışlar okulda  alanında yeterli bilgileri kazanmış bir öğretmence tamamlanıyor. 

Çocuklar saf, masum ve doğallar. Çevrelerinde rol-model olabilecek insanlar varsa , yeterince sevgi ve ilgiyle yaklaşılırsa, gelişimleri için gerekli olan besinlerden yararlanırlarsa geleceğe daha güvenli ve sağlıklı hazırlanabiliyorlar. Çocuk içtenliğini, doğallığını, olduğu gibi, içinden geldiği gibi davranmasını yetişkinlerde görebilmek çok kolay değildir. Çocuklukta yanlış eğitilen çocuklar gün geçtikçe sorunlu davranışlar geliştirebilirler. 

Zekâ testleri, kişilik testleri, performans testleri, çocukları tanıma teknikleri profesyonelce  uygulanması gereken tekniklerdir. Ancak  çocukların iç dünyalarını  tanımak, ruhsal değişimlerini gözlemek amacıyla, onları tedirgin etmeden, korkutmadan,  sakin bir ses tonuyla sorular yöneltilebilir, resimler çizdirilebilir, yarım kalmış cümleleri tamamlama,  masal tamamlama, oyunlar, uygun davranışlarla, önyargılı  davranmadan sonuçlara ulaşılabilir. Tabii ki sonuçta bir uzmana danışmak en sağlıklı yol olur. 

Dinlediklerimden, okuduklarımdan; İz bırakan, çok sevdiğim 3 hikâye var:

* 1- Eski çağlarda varlıklı bir ev sahibi,  evine gelen konuklarına çok lezzetli yemeklerle birlikte, uzun saplı, normalden farklı kaşıklar verir.  İlk gelen 10 kişilik gruptakilerden biri  şaşkınlıkla sorar: "Bu uzun kaşıklarla mı yiyeceğiz?"  "Evet" der ev sahibi. Konuklar kaşıkları ağızlarına götüremeden, yemekleri  döke saça sofradan kalkarlar.

Bir başka gün,  ikinci grupta köyün yaşlı bilgeleri vardır. Gene aynı güzel yemekleri tatmak için masaya otururlar. 

Uzun saplı  kaşıklarla karşılıklı birbirlerini doyururlar Kimse sofradan aç kalkmadan, hiçbir yemek israf edilmeden, dökülmeden tüketilmiş. 
Paylaşmak güzeldir, insan sadece kendini değil, karşısındakileri de düşünmelidir. 

* 2- Bir zamanlar bir kasabada ev yapımında, inşaat işlerinde çalışan çok ünlü bir usta varmış. Herkes onu tanır, iş yaptırmak için adeta yalvarırlarmış. Ama o, her yere gitmez, en çok parayı veren kasabanın en zenginine taş ya da ahşap evler yapar, çok para kazanırmış. 
Bir gün ustanın aklına farklı bir fikir gelmiş; Kendi kendine şöyle düşünmüş: "Bu güne kadar hep ben çalıştım, didindim, yoruldum.  Bundan sonra emekli olmak istiyorum, evimde dinleneceğim artık. Son yapacağım eve diğerleri kadar emek harcamadan, fazla yorulmadan özen gösterip titiz davranmayacağım. Bu kadar yeter."

Ev bitmiş, usta anahtarı evin sahibine  teslim ederken, ev sahibi: " Emeklilik öncesi yaptığın bu son evi ben senin için düşünmüştüm. Benim armağanım" deyince usta çok şaşırmış. Utanç içinde, başı öne eğik, yavaşça mırıldanmış. "Teşekkür ederim. Böyle bir şeyi hiç düşünmemiştim." 

* 3- Büyük bir hastanenin zeminden sonra üçüncü katında, penceresi dışarıya   bakan, iki yataklı küçük bir oda düşünün. Çok sade döşenmiş bu odada iki yatakta iki hasta yatmaktadır. İki farklı kişilik yapısı, iki farklı karakter, çok değişik beklentileri-hayal ve umutları olan iki hasta. 
 
Pencere kenarındaki yatakta yatan hasta, her şeye rağmen çok dirençli ve konuşkandır.  Durmadan bahçeyi gözlemekte ve konuşmaktadır: "Baharın ilk çiçekleri açmış bile. Köşede mor menekşeler, hemen yanında bir sarı çiçek. Bir de begonvil var. Dikenli haliyle bile güzel. Papatyalar biraz susuz kalmış, yazık olmuş. Köşedeki mimozanın kokusunu duyuyorum. Yaşamak güzel...

İkinci yataktaki hasta "Yeter artık anlatma. Anladık !" dedikçe diğeri sadece gülümseyip susuyormuş. Birkaç gün sonra pencere kenarında yatan hasta taburcu olmuş. Kalan hasta hemen görevlilere seslenmiş: "Yatağımı pencere kenarına taşıyın!" Taşımışlar. 

Karşıda sadece boyası gitmiş bir taş duvar ve birikmiş çöp yığınları varmış.
 
İyi şeyler düşünmek, çok yönlü hayaller kurmak, beyne olumlu mesajlar göndermek, umudunu yitirmemek hayata anlam katar, insana ilâç gibi gelir. 

Makbule ABALI-Eğitimci 
1 .04. 2025

                          Ney Sesi Otistik çocuklarda bir terapi yoludur.
 


Sanata ve Sanatçılara saygıyla