İlkbaharın son ayı Mayısın da son günlerini yaşıyoruz. Çocuklarım mevsim şeridindeki ritmik saymalarından bile hızlı geçti bu yıl. Yaşadığımız sürece hiçbir şey sürpriz değil. Hiçbir şey her zaman aynı biçimde devam etmiyor. Bahar esintisi, birden bastıran bir fırtınanın ardından yok olup gidiyor. Ya da kara bulutlarla kaplı bir gökyüzü ansızın yağan bir yağmurun ardından beliren güneşle aydınlanıyor.
Bu yıl sanatseverler açısından zor bir yıl oldu. Ne çok insanımızın ardından sesli-sessiz duygular dile geldi. Acıyı ta içinde hissetmek, acıya ortak olmak, paylaşmak; Bugün bir kez daha düşündüm, Neden sevgimizi, saygımızı, takdir ve beğenilerimizi, o güzel insanlar yaşarken değil de, çoğu kez ölümden sonra dile getiririz.?
Haberlerde önce sevindik, mutlu olduk; Yılların amansız hastalığı kanserden kurtulan, sevimli bir çocuk için gökyüzüne balon uçurmaya çok büyük sayıda kişi eşlik etti. Tablo gibi bir görüntü idi. İçimiz aydınlandı. Sonra ünlü sanatçı İlhan Şeşen'in kanserden ölüm haberine üzüldük. Ancak yıllardır sevgi yüklü şarkılarla, ekip çalışmasının gücünü kanıtlayarak seslenen bir insan ölümünden sonra değer kazandı.
İlhan Şeşen anlaşılır bir dille, sakin-ılımlı bir insan duruşu ve onuruyla, her dönem geçerli -kaliteli eserler bıraktı. Hukuk Fakültesi mezunu, başarılı bir sanatçı dünyamızdan göçtü.
Rahmetle-saygıyla-sevgiyle anıyor, yakınlarına, sevenlerine sabır ve baş sağlığı diliyoruz.
Hayatın içinden türlü-çeşitli insan hallerini, duygu ve davranışlarını kalıcı kılan , profesyonelce çekimler gerçekleştirenlere farklı bir saygı ve hayranlık duymuşumdur hep. "İnsan" dediğimiz, her biri diğerinden farklı o karmaşık yapının özüne inmek, kolay değildir elbette. Kim bilir kaç kare harcanır; o an'ı, o durumu ya da iç dünyalara bir yolculuğu gerçekleştirmek için... ?
Gerçek mutluluğun veya mutsuzluğun, sevincin, hüznün. insan üzerindeki etkisini. bazen ufacık bir araçla dışa yansıtmak. Yüksek teknoloji ile çok farklı çalışmalar da oluyor tabii. Ama "O an" sadece çekilende değil çekende de yoğun bir duygu birikimini, bakış açısını, empati kurmayı, anlamayı, önyargısız olmayı gerektirmez mi?
Yazarken düşünüyor da insan. Kendimizle fikir alışverişi yapmak, biraz zaman kaybı gibi görülse de daha sağlıklı ve objektif yollara götürebiliyor çoğu zaman. Bilemem ne kadar doğru; Çocuk resimleri yetişkinlerden daha doğal, maskesiz-yapmacıksız oluyor. "Aslının aynıdır." der gibi.
Yetişkinlerde çekilen fotoğraflar: kişiye, kişiliğe, zamana, duruma, çekiliş nedenlerine, beklentilere, amaçlara göre değişebiliyor sanki. Detaylarla oynama, düzeltme, filtreleme, olduğundan başka türlü gösterme, hile mümkün. Bu konuda uzman olmadığım için çizmenin sınırını aşmak istemiyorum. Ben sadece bir amatörüm.
Ancak çok inandığım bir şey var: Mutluluk yüze, bedene, gülüşe, mimiklere yansıyor. Mutsuzluk ve hüzün ise daha çok ve daha yoğun biçimde gözlerde kendini gösteriyor. Usta işi fotoğraflarda göz kızarıklığı, karşısındakinin gözünün ta içine bakamama hali, akan birkaç damla gözyaşı dahi fark edilebiliyor. Yaşlılarda "gözlerin feri kaçmış " dediğimiz durum bile algılanabiliyor...
"Gözler ruhun aynasıdır" deyişi çok yerinde bir saptama gibi gelir bana. Çevrenizdeki kişilerle konuşurken, dinlerken, anlatırken, anlamaya çalışırken ; "Göz göze iletişim kurabilmek" ne kadar önemli. Çevrenizdekilere duyarlı iseniz mutlaka anlarsınız...
Spor karşılaşmalarında, yarışmalarda, yerel ya da uluslararası müsabakalarda kazananların coşkusunu izlerken, toplu katılımlarda ortak paylaşımın güzelliği--yaşanan coşku, sevinç, mutluluk, haklı gurur fark edilir. Olimpiyatlara hazırlanma günlerini-yıllarını, Paralimpik sporcuların hayat öykülerini izlemek-dinlemek "Hayat Bilgisi" dersini bir belgesel kalitesinde işlemek gibi...
Geçen hafta sonu ailece çok beğenerek izlediğimiz bir programda bir görüntü dikkatimi çekti; Güzel ülkemizin yeterince tanımadığımız yörelerini çok yönlü tanıtan, türkülerle-şarkılarla insanlara yaşama sevinci aşılayan güzel bir programdı. Programın sonunda, katılan tüm çocuklar, ellerinde armağan edilen kitaplar, bayraklarını coşkuyla sallarken, sağ alt köşede bir kız çocuğu dikkatimi çekti. Yüzü, gözleri, bakışları, duruşu, ürkek-kederli hali. Halâ o görüntü, o çocuğun gözleri aklımda...
Anlamak, dinlemek, anlamaya çalışmak, sonuçlardan nedenlere ulaşabilmek, çok zaman geçmeden gerekli önlemleri alabilmek hepimiz için daha güzel bir dünyanın oluşmasına katkıda bulunabilmek... Sağlıkla- sevgiyle-hoşgörüyle-umutla...
Makbule Abalı- Eğitimci
İzmir-Urla 22 Mayıs 2025
*Gelincikler. Hastane dönüşü bir tarlada ansızın gördüğüm, günü aydınlatan doğal çiçekler.
Cep telefonumla çekimi yapan Adayla'ya teşekkür borçluyum.
Eski yıllardan kalan fotoğraflar, belgeler, anı defterleri, mektuplar, kitaplar... Bazen zamanın yıkımına, acımasızlığına uğramışlardır. Bir sahaf dükkânında, bazen bir çöp arabasının içinde, belki bir müzede, yeniden elden geçirilip tekrar can bulduğunda kim bilir nerede...?
Sayfa düzenini, teknik konulardaki eksikliğime sayın, bağışlayın lütfen. İlk elden, gerçek bir belge sunmak istedim genç kuşaklara.
Ailemizde hepimiz için çok değerli bir akrabamız-Muzaffer Erengezgin' in nikâh törenimizde emekle, özenle inci gibi el yazısıyla bazen Osmanlıca (Eski Türkçe) hazırlayıp armağan ettiği kalın bir defter.
Benim için değeri paha biçilmez. Zaman zaman açar okurum. İçim aydınlanır, Bilgi dağarcığıma eklemeler yaparım. Bu sayfa, 1978 yılının, bir bahar ayında yazılan o değerli defterden bir sayfadan.
Öğrencilerle birlikte çekilen fotoğrafın altında , çok düzgün bir el yazısıyla aynen şöyle yazıyor;
"1945 Çok sevdiğim çocuklarım müdürüm ve atölye arkadaşlarımdan ayrılış hatırası... M G."
Müzeyyen Gültekin, benim annem, "çocuklarım" dediği öğrencileri, istifadan sonraki yıllarda da onu hiç unutmayanlar, utandırmayanlar...
Kaybettiğimiz büyüklerimizi, kaybolan değerlerimizi saygı, rahmet ve özlemle anıyoruz.
Bu sabah güneşle uyandım. Oysa iki gün önce, dayanılmaz bir karın ağrısı, titreyerek üşüme, şiddetli kalp çarpıntısı, inip çıkan tansiyon değerleri, ağız kuruluğu ve çaresizlik içinde ağlama isteğim vardı.
Mevsimler gibi insanlar da değişken. Gün güne, an an'a uymuyor. Çiçekler de canlı değil mi? Onlar da değişen iklimlere, ortama, havaya, suya, bakıma, ilgiye göre değişerek-başkalaşarak uyum sağlıyorlar.
Dün yazımı tamamlayamadan, hiç yapmadığım biçimde kapatmışım sayfayı. Yorgun, bitkin, umarsız....
İçimden gelmeden, zorlanarak, "mış gibi yaparak..." beynime komut vererek, iç sesimi bastırarak, olmuyor. Güzel başlayan bir gün, bir anda, gördükleriniz, duyduklarınız, yaşadıklarınızla bir anda yön değiştirebiliyor. "Farkındalık" olmasa daha mı mutlu ve rahat olurdu insan...?
Doğanın, çiçeklerin, ağaçların, temiz havanın, suyun, güneşin insanlar üzerinde inanılmaz derecede rahatlatıcı, iyileştirici gücü var. Tedavi sadece ilâçlarla sağlanmıyor.
En gerçekçi biçimde yapılsa da yapma çiçekleri sevemedim oldum olası. Doğanın kuruttuğu çiçekler bile daha sevilesi sanki. Yıllar önce kalın bir kitabın arasında kuruttuğum limon çiçeği, eski bir dosta yeniden rastlamak kadar mutlu etti beni. Şaşırdım...
Çiçekler sadece insanları değil, diğer canlıları da çok mutlu ediyor galiba. Karıncalar, arılar, kelebekler, salyangozlar... Hele kuşlar! Bu mevsimde en güzel ötüşlerini çiçek açmış ağaçların dallarında gerçekleştiriyorlar. Sabah koro halinde sesleri, koruluk ya da ormanlık alanlarda daha net duyuluyor.
Siz de çiçek seven insanların daha hassas ve duyarlı olduklarını düşünenlerden misiniz? Keskin dikenli kaktüsler bile sivri dilli insanlar kadar zarar vermezler insana. Çok suya da ihtiyaçları yoktur. Ama güneşsiz yapamazlar.
Ağzının tadını bilen salyangozlar, bahçedeki Aloa Vera bitkisinin suyunu emerek bazılarını kuruttular. İlâç sanayiinde bile kullanılan bu güçlü bitki o minicik canlılara yenik düşebiliyor. Neyse, Doğa, Aslı ve Derin'den öğrendiğim biçimde, artık onları yapıştıkları bitkilerden kurtarıp elimle atabiliyorum.
Bugün bu yörede çok şiddetli fırtına vardı. Rüzgârın saatteki hızı ne kadardı bilemem ama, dün usta ellerin diktiği yeni çiçekler epey hasar gördü. Zayıf, naif olanların boynu büküldü. Kış soğuklarında kuruyan, daha sonra sevgiyle-ilgiyle- yeterli suyla canlanan görkemli beyaz gülümüz bile bayağı etkilendi.
Rahmetli annemin çok sevdiği, Mersin'de yaşarken bulamadığımız güzel kokulu leylağımız bile var artık. Çok sevdiğim lavantalar ve hanımeli çiçeği kokularıyla birleşip ortak güzellikler sergileyecekler.
Yakın çevremizde bir sanatçıdan alığım beton güvercinlerin saksı toprağını, dışardaki kediler çok seviyorlardı. Yeni çiçekleri kuşların yanına yerleştirince, kediler de tuvalet ihtiyaçlarını başka yerlerde gideriyorlar artık.
Reyhan, fesleğen, biberiye, begonvil, sardunya, fırça çiçeği, mor menekşe, sarı papatya... Hepsi küçük bir bahçede adeta kocaman bir dünya yarattılar. Gözlerde bir renk, yorgun yüreklerde bir mutluluk yarattılar.
Yaşam enerjimiz çiçeklerle, tohumlarla güç kazansın, çevreye ışık hızıyla yayılarak; hepimize sağlık, mutluluk ve huzur getirsin. Giderek çölleşen, kuruyan, uyumsuzluk yaşayan doğa da can kazansın, dünyamız yaşanabilir bir yer olsun....
Günler hızla akıp geçerken takvimden bir yaprak daha düştü. Dün Mayıs Ayının 11. gününü yaşadık. Bugün 12 Mayıs Pazartesi.
Dün, 2025 yılının ANNELER GÜNÜ idi. Gün boyu Ne güzel etkinlikler düzenlendi; Törenler yapıldı, şiirler okundu, yarışmalar, oyunlar, sanat ve spor çalışmaları sergilendi.
Bugün yeni bir gün. Sıradan bir gün. İlkbaharın üçüncü ayı Mayısın, ikinci Pazar günü de sona erdi.
Anneler, anne adayları, anne olmak isteyenler, yüreğinde tüm çocuklara çok yoğun bir sevgi barındıran insanlar, kadınlar
Onlar için yazılan şiirler, yazılar, hikâyeler, oyunlar asılan pankartlar, el emeği-göz nuru ile üretilen ürünler-sanat eserleri. Beğenilerine göre alınan hediyeler...
Öte yanda günün anlam ve öneminin farkında bile olmayanlar, adı sanı, yeri yurdu belli olmayan kadınlar, erkekler, çocuklar. gençler...
Tek bir gün, ne zamana kadar etkili? Sadece bir gün yeterli olur mu anlamaya-anlatmaya-anlaşılmaya...?
Yıllardır ilk kez Anneler Günü'nde şiir ya da yazı, gerçek hayat hikâyeleri yazmadım.
Dünden sonra bugünler, yarınlar da vardı, olmalıydı... Bir gün yeter mi...?
İçimizden geldiği gibi: Sevgi, güven, haklılık, paylaşma, fedakârlık, koruma, sabır, iyi niyet hep sürsün.
Yakın ve uzak çevreye, kırlara, dağlara, köylere, kasabalara, kentlere, ülkelere, tüm dünyaya, bebeklerden başlayarak çocuklara, ergenlere, yaşlılara, kadınlara erkeklere, insanlara , yaşayanlara, iyilere, kötü düşüncelere, yitirdiklerimize ışık olup ulaşsın.
Kötülük tohumlarının üstüne, bahar yağmurlarıyla beraber iyilik tohumları da yağsın. İyiler, iyilikler örnek olsun.
ANNELER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN. YÜREĞİNİZDEKİ SEVGİ, EKSİLMESİN.
Vefa, günlük hayatımızda sıklıkla kullandığımız sözcüklerden biri. Bazen hüzünle anılır, bazen mutlulukla. Bazen sitemkardır, bazen davetkar. Ama hep duygu yoğunluğu taşır. İnsana özgü yoğun, naif duygular yüklüdür. Vefasızlıkta suçluluk vardır. Vefasızlıkta sitem vardır. Vefasızlıkta zamana karşı tepki vardır.
Oysa vefa , sözcük olarak bile nasıl da sıcacık sarıverir insanı.. İnsanın içini iyimserlik, hoşgörü kapsar. Vefa yeniden hayata bağlar insanı. Adeta kan tazeleyici gibidir. Vefasızlık ise tam tersi hayata küstürür. Vefasızlık: kötü niyet, öfke, kırgınlıkla iyi anlaşır. Vefa ise her zaman sevginin, dostluğun, iyiliğin yanındadır.
Hz. Mevlana ne güzel demiş:
"Sen uzattığın eli
Tutmayan ele mi dargınsın
Yoksa onu tutmayacak birine
Uzattığın için kendine mi kızgınsın?"
Çocukların ve bazı canlı türlerinin katıksız, abartısız, gösterişten ve yapmacıktan uzak vefası keşke bazı yetişkinlere de örnek olabilse...
*Sağanak yağmur yağarken küçük çocuk annesine sordu: "Allah Baba ağlıyor mu anne? O çok merhametlidir diyordun " Yağmur annesinin de yanaklarını ıslatmıştı. Soru yanıtsız kaldı.
*Zamanında cevapsız kalan sorular, çok mu zordur, cevabı mı yoktur, tam anlaşılamamış mıdır?
* Minicik kuşların, çerden çöpten salyalarını katarak yaptıkları yuvalar bile kolay kolay bozulmazken insan eliyle yapılan bazı yapılar nasıl yıkılır da taş taş üstünde kalmaz?
* Çok yüksek egolu, ön yargılı insanları yalan makinesine bağlasak, vicdanlarının sigortası atar mıydı acaba ?
* Değerli takıların sahtesini ustalıkla yapabilenler; gerçek yüzlerle maskeli yüzleri, içten davranışlarla, yapmacık davranışları ayırt edebilirler mi ?
* Öbür dünyada hayal ettikleri farklı hayatı, bu dünyada bulmak için midir bazı insanların bunca kavgası, didişmesi, acımasızca davranması...?
* Çok büyük yeryüzü felaketlerinde: Toprak yer değiştirip yarılırken, denizler dalgalanıp kabarırken, yanardağlar lavlarını püskürtürken , sular sel olup coşkuyla akarken, bazı insanlar olup bitenlere nasıl kayıtsız kalabilir...?
* Öfke, kin, nefret yerine ; hoşgörü, anlayış, sevgi dili kullanmayı neden bir türlü beceremez bazı insanlar ? "İnsanca'yı " öğrenmek , bir yabancı dili öğrenmekten daha mı zordur ?
* Adaletin olmadığı yerde kötülükler tavan yapmaz mı ? O zaman düzeni kim sağlar, haklıyı haksızdan kim ayırt eder ?
* Çok büyük bir felaket yaşanırken, yürekler yangın yeriyken, en zorunlu ihtiyaçlara çare olamayan bazı insanlar ya da kurumlar kendi birikimlerini bir başka dünyaya hangi kargo ile gönderebilirler?
* Binlerce insan enkaz altında kalırken, binlerce çocuk kayıplar listesine girerken, ağıtlar yakılıp destanlar yazılırken; kayıpların geleceklerini karartanlar nasıl bir hayat planı yaparlar...?
* Zamana, mekâna, duruma, kişiye, geçen bir ömre bağlı olarak zor sorular, zor cevaplar vardır bazen. Hayatın sonunda sorulur: "Merhumu nasıl bilirdiniz? " Hayatı boyunca iyi, güzel, yararlı çalışmalarla yıllar boyu iz bırakanlara ne mutlu...