Günlük uyku ihtiyacı kişiye göre değişebilir. Bazen 8 bazen 9 saat. Ama yayladaysanız uzun, yorucu bir günün sonunda daha erken yatma ihtiyacını duyuyorsunuz. Sabah gün erken başlıyor. Erken kalkınca tüm gün de verimli oluyor. Sabah güneşi aydınlanmayı sağlarken kuşlar cıvıltılarıyla eşlik ediyorlar.
Beldede yaşayanların bahçeleri genellikle evlerden uzak mesafede. Oraya gitmek için erken yola çıkmak gerek. Sabah kahvaltısı çoğunlukla çay ve sıkma. Ya da yufka ekmek yanına tulum peyniri. Gün uzundur yaylalarda. Yapılacak çok iş vardır. İş bölümü yapılmışsa iş de kolaylaşır. Bazen buğday kaynatılır, kurutulur, değirmende bulgur olmak için yola çıkar. Bazen komşularla imece usulü uzun süreli yufka ekmek yapılır, domates, biber salçası hazırlanır. Sırada reçel ve marmelat vardır. Bazen de meyvelerden pestil yapılır. Çevrede çok yararlı otlar var. Yayla halkı bu konuda çok duyarlı ve bilinçli.
Bizim bahçede semizotu (bu yörede tokmakan deniyor.)özgürce yayılmış. Çevredeki pek çok ev yararlanıyor. Kesildikçe daha çok veriyor. Yemeği, böreği, salatası yapılarak çok çeşitli şekillerde kullanılıyor.
Kuşlar bu yıl da bizi yalnız bırakmadılar. Kırlangıçların yaptığı yuvalara serçeler de konuk oldu. Ben kuşların bereket ve güzellik getirdiğine inanıyorum. Doğanın küçük aksesuarları. Bahçede iki sulama havuzu ve damlama teşkilatı var. Sulama havuzlarına kurbağalar konuk olmuşlar. Gece oldu mu bir kurbağalar korosu başlıyor.
Havuza bir miktar göktaşı atılınca rengi çok tatlı bir maviye dönüşüyor. Bu uygulama bahçedeki ürünler için de yararlı. Eşimin 3 yaş küçük kardeşi Mustafa Abinin bahçede çok emeği var. Kahvaltılarda, yemeklerde birlikteyiz. Benim çiçek sevgimi biliyor, sağ olsun bahçe gözlere şenlik. Öğleden sonraları dinlenme molası gibi çay saatlerimiz var. Yanına atıştırmalık bir şeyler mutlaka ekliyorum. İçine sevgi katılmış ürünlerin kokusu çiçek kokularına eşlik ediyor..
Beldeye uğrayan satıcılar çok renkli bir görüntü oluşturuyorlar. Kamyonetlerde ellerinde hoparlörle mutfak eşyaları satanlar, sebze satanlar ya da kilim alıp halı, paspas, battaniye satanlar. Ne yazık, pek çok köy evinden güzelim kilimler gitmiş, yerlerini makine halıları almış. Arada bakır tencere, sahan ve siniler de alüminyum tencerelerle yer değiştirmiş. Eskinin, geçmişin değeri henüz tamanlaşılamadı. Nedense ülkemizde parıldayan her şey daha değerli sanılıyor... Yayladaki çocuklar erken olgunlaşıyorlar. Çünkü ailedeki işbölümü içinde sorumluluk almalar ı gerekiyor; kardeşine bakmak, çalı çırpı toplamak, yemek yapılırken yardımcı olmak, bazen hayvanları otlatmak... Doğal ortam içinde , doğal gıdalarla doğanın düzenine uymak. Büyük-küçük bunu başarmaya çalışıyor. 100 yaşını aşan insanlar var. Ömür burada uzuyor galiba. Dağların doruklarına doğru kayıt altına alınmış "anıt ağaçlar" var. Sanki insanlar da, diğer canlılar da bu güzel ortamda yayılan enerjiyle kendini tazeliyor.
Buralarda güneşten koruyucu, üstü tente veya asmayla, sarmaşıkla kapatılmış oturma düzenlerine" talvar" deniyor. Talvarın altı, konuk ağırlama için gölgelik, serin bir mekan oluyor. Fotoğrafta görülen talvarın altındaki koltuklar ve sehpa bir mobilya mağazasından alınmadı. Burada yaratıcı bir bakkalın, büyük mağazalarda satılan ürünlerden ilham alarak ahşap malzemeyle yaptığı ürünler. Böyle bir girişimciliği takdirle karşılıyor, maddi destek sağlıyoruz. Biz zevkle kullanırken görenler de çok beğeniyorlar..
Yaylada eşim ve ben konuk ağırlamaktan hoşlanıyoruz. Hele çocukluk arkadaşlarıyla karşılaşınca eşim çok mutlu oluyor. Güzel, sıcak sohbetlerle saatler geçiyor. Ünlü yazar Osman Şahin ilkokuldan çok sevdiği sınıf arkadaşı. Onların zor koşullarda geçen çocukluk öykülerini ben de ilgiyle dinliyorum. Evin altı eskiden toprak zeminli elma deposu iken bazı değişikliklerle bir oturma düzeni oluşturduk. Mutfak tezgahı, banyo, tuvalet eklendi. Taş evler yazın kavurucu sıcaklarında doğal klima etkisi yapıyor. Kışın da ılık oluyor.
Sabah 07.00'den akşam 19.30'a kadar Belediye otobüsleri Mersin-Arslanköy arasında seferler düzenleniyor. Bazen günübirlik gelip dönülüyor. Deniz seviyesinden 1500 m. yükseklikte insanın aklına kar geliyor doğal olarak. Piknik yolu üzerinde bir oturma düzeni oluşturulmuş. Yaylacılar karsambaç satıyorlar. Yaylanın en doğal ve en güzel tatlısı karsambaç. Hatta sağlıklı da denebilir. Katkı maddesi yok. Dağların doruklarından alınmış temiz kar yontularak üstüne pekmez veya bal dökülmesiyle oluşan bir tatlı. Bu yıl çeşidi çoğaltmışlar; vişneli, çilekli, kirazlı ve karışık çeşitleri de var. Hemen yakınında sıkma, börek, ayran, mısır satılan bir yer de var.
Bu yıl iki gün süren 3. Şaymana Müzik Festivali bile yapıldı. Sloganı: "Çadırını al da gel" idi. Şaymana çok eski bir mağaranın adı. Bu adı taşıyan bir sosyal tesis de var.
Burada yemek kültürü çok gelişmiş. Topalak çorbası, öğcel, sarımsaklı köfte, içli köfte, kabak çiçeği dolması ilk anda aklıma gelenlerden. İlginçtir, kabak çiçeği günün ilk ışıklarıyla toplanıyor. Sonraki saatlerde içine kapanıyor. Dişi çiçekler kabak olarak yetişiyor, dolması yapılamıyor. Sanki özgürlüklerini kanıtlıyorlar böylece. Ya da eşleriyle güzel bir işbirliği yapıyorlar. Doğa kendi düzenini sağlamış. Kabak çiçeği dolmasını hepimiz çok seviyoruz.
Yaylada günler uzun. Gün doğumundan gün batımına kadar yaşambir koşturmacayla sürüyor. Ama çalışmaktan şikayetçi değil bu insanlar. Mutlular. Belki o yüzden birkaç saatlik uykudan sonra güneşin ilk ışıklarıyla zinde kalkıp yeni güne hazırlanıyorlar. Yeni bir gün yeni umutlar, yeni beklentiler demek.
Ama insanoğlu dünyanın her yerinde doğal afetlerle mücadele ediyor. Yağmur, sel, dolu, deprem...5 Ağustos günü ansızın bastıran olağanüstü bir yağmur , fırtına ve dolu herkesi zamansız yakaladı. 40 dakika içinde yerler bembeyaz oldu. Ağaçlar meyvelerle donanmışken yapraklar ve meyveler hızla döküldü. Üreticinin şansı ve kazancı, doğayla ve hava durumuyla iniş çıkışlı. Bazen kar, bazen fırtına, yağmur ya da dolu... Varsın olsun. İnsanoğlu her şeye hazırlıklı. Yaşadıkça umut hiç tükenmiyor ki... Çiçekler de bahara kavuşmuş gibi öyle güzel açmışlardı ki. Ama onlar da biliyor ki daha yaşanacak nice yazlar var...
Makbule ABALI
Arslanköy Ağustos 2016
NOT: 2016 yazında yazdığım bir yayla yazısı. Mersin'den İzmir Urla'ya gelişimizin üçüncü yılını yaşıyoruz. Eşim doğduğu yeri, yöre insanlarını özlüyor tabii. Bu yazımı , yorumlarla birlikte tekrar okurken anı tazeledik...
Bugün 2024 Haziran Ayında bir Kurban Bayramı'nın daha son gününü yaşıyoruz. Yıllar sonra kim bilir nasıl hatırlanacak, nasıl anlatılacak...? Her özel gün, diğer sıradan günlerden belki biraz daha farklı biçimde yaşanıyor, hepimizin hafızasında farklı izler bırakıyor; Tıpkı farklı yaşamlar, farklı tatlar gibi. Mutluluk- mutsuzluk, coşku- hüzün, kırgınlık- hoşgörü gibi değişik duygu ve davranışlar yaşamın o hızla dönen çarkında fırsat bulunca yeniden belleklerimizi tazeliyorlar. Şimdi söz onlarda...
Bloglarda uzun süredir her hafta bir konu seçilerek devam eden "Ağaç Ev Sohbetlerinin " 252. haftadaki konusu : "Nerde o Eski Bayramlar Diyenlerden misiniz ?"Haftanın konusunu çok kez olduğu gibi "Sade ve Derin Blog " arkadaşımız sevgili Derin belirledi.
"Her insan ayrı bir dünya" olduğuna göre ben kendi iç sesime kulak verirken siz de zihninizde yıllar öncesinin anılarını hatırlamaya çalışın lütfen. Zamanında iç seslerimizi duymazsak gün gelir; suskun, sessiz bir toplumun bireyleri gibi beklenmedik zamanda, beklenmedik biçimde söz hakkı isteyebiliyorlar.
Hayatım boyunca geçmişteki güzel değerlere. insani davranışlara, güzel insanlara bağlı kalmaya özen gösterdim. Bu elbette yaşanılan zamanı, gelecek günleri toplumsal değerleri tutucu ve bağnaz bir biçimde reddederek tamamen geçmişe tutunmak biçiminde olmadı. Bir olayı ya da kişiyi değerlendirirken ön yargılı ve art niyetli olmamayı, çağdaş ve bilimsel değerlerin ışığında kararlar vermeyi ön planda tutmaya çalıştım. İnsana saygı ve adilane çözümlerle sağlıklı sonuçlara ulaşabilmek, şiddete başvurmadan olayları ve kişileri anlamaya çalışmak, hayatı yaşanabilir kılmak... İlke ve prensiplerinizi koruyarak kendinizi geliştirmeye çalıştığınızda daha çabuk yol alıyorsunuz.
Eski Bayramları düşündüğümde; hemen "Evet çok güzeldi" ya da "Hayır hiç özlemiyorum, aramıyorum " diyerek tek yönlü bir değerlendirme yanlış olur, kişileri yanıltmak olur diye düşünüyorum: İnsanın kişiliği çok değişmese de, koşullar ve çevresel değişikliklere bağlı olarak çocukluk, ergenlik, gençlik dönemlerinde dünyayı farklı gözlemliyorsunuz. Yetişkinlerde de yaş aldıkça dünyanızın daha hoşgörülü, olgun , değerbilir olmasını istiyor ama bir ergen gibi eleştirmekten sakınmayarak gerçekleri kararlılıkla dile getiriyorsunuz.
Eski bayramları farklı evlerde, farklı çevrelerde, farklı insanlarla büyük kentlerde, veya kırsal kesimde, dağ köylerinde gözleme şansım oldu. Yıldan yıla değerler değişti, adetler, gelenek ve görenekler başkalaştı, İnsan farklılaştı, Hepimiz bu değişimlerden iyi-kötü payımızı aldık. Mevsimler, iklimler bile değişirken, teknolojik hamlelerle zekâmız bile sınanırken tüm dünyada İNSAN giderek daha yalnız ve çaresiz kaldı ..
* Geçmiş bayramlar; içinde sevgi, mutluluk, hoşgörü, iyi niyet, vefa, merhamet, güven, inanç barındırırdı.
* İnsanlar yoksul ama mutluydu. Yardımlar gösterişsiz, abartısız yapılırdı. Tok açın halinden anlardı.
* İnsanlar aza kanaat etmeyi bilirler, lüksten, gösterişten, ihtişamdan değil, sadelik ve temizlikten, hatır-gönül almaktan mutlu olurlardı. Bayramlar kırgınlık ve küslüklerin sonlanmasına vesile olurdu.
*Selamlaşma, hatır gönül sorma, paylaşma sıradan günlük ya da özel günlere has değil. kalıcı davranışlar olarak büyüklerce çocuklara aşılanırdı.
* Bayram telâşı, bayram temizliği, bayram alışverişi, bayram yemekleri, bayram tatlıları bayram ziyaretleri günler öncesinden düşünülür, planlanırdı. Arife günü mezarlıklara gidilir, vefat etmiş yakınlar , sevdiklerimiz unutulmazdı.
* Borcu olmayan kurban kesmekle yükümlü sayılırdı. Kesile kurban üç grup düşünülerek dağıtılırdı: Üçte biri eve, aileye ayrılır, üçte biri yoksullara, et alamayanlara, üçte biri de komşu ve akrabalara pay edilirdi.
* Sebze, meyve bol ve ucuzdu. Köy kökenli olanlar için hayat daha kolaydı. Yerli malı üretmeye- tüketmeye teşvik vardı. Sümerbank kunduraları, renkli-çiçekli basmaları çok tüketilen kaliteli bayram malzemeleriydi.
* Bayramların yazılı olmayan kurallarını hatırlıyorum: İki bayram arası nikâh yapılmaz deyişi vardı. Kurbanlık mutlaka erkek hayvanlar arasından seçilirdi. dişi hayvan kurbanlık olmazdı.
* Ben her bayram biraz hüzünlenirim: Ulaşılamayan onurlu yoksullar gelir aklıma. Tatlı çalan çocukları düşünürüm; hayatlarında kaç kez evlerine tatlı veya şeker girmiştir acaba. Küçük yerlerde insanlar kurbanlarını kendileri keser bazen. Köy kökenli olan eşimin ilk kurban kesişini gördüğümde hissettiğim duyguları yazıya dökmem çok zor geliyor. şimdi. "Sen nasıl bir cana kıyabiliyorsun? dediğimi çok net hatırlıyorum. Genellikle köyde durumu çok uygun olmayanlar da önceden alıp besleyerek kurban keserler. Öylece kavurma yapılarak ailenin bir yıllık et ihtiyacı giderilir.
* Çocuklar için bayram mutluluk veya mutsuzluk nedeni olabilir. Farklı bir gün yaşarlar ancak öyle çok şeye tanık olurlar ki; Adana'daki bahçeli evimiz mutluluk yuvası gibiydi. Huzurlu, konuksever, sevgiyle harmanlanmış, güven ve saygıyla sağlamlaşmış bir ev. Orta direk bir aileydik ama gönül zenginliği paha biçilmezdi. Büyük bayram sofralarımızdan herkes gözü, gönlü, midesi doymuş olarak kalkardı.
* Evin düzeninde, temizliğinde, yemeklerin hazırlanmasında hepimizin katkısı olurdu. Tüm kardeşlerin yemek kültürü gelişmiştir. Ama Sıdıka Ablamızın emeği ödenmez. Hayatın akışı içinde mutsuzluklar da hastalık ve ölümler de yaşandı elbette. Ancak acılara hazırlıklı olması gerektiğini de öğreniyor zamanla insan.
* Eski bayramlarda emek, yorgunluk, telâş vardı belki ama İNSAN merkezliydi etkinlikler.. Sanırım o yüzden gülmeyi unutmamıştı insanlar. Birbirine güven vardı, mizah duygusu, şakalaşma dozunu aşmamışsa kabul görürdü.
* Sohbetlerin konusu sadece ekonomi, yitirdiğimiz değerler, sahtekarlıklar, haksız ve adaletsiz uygulamalar, hayat pahalılığı, bozulan sağlık durumları, eğitim- öğretim kaygıları, iş bulma güçlükleri değildi.
* Bayramlar tatil amaçlı değil, anılar biriktirmek için kullanılırdı. Görüntülü telefonlar, kısa mesajlar, yüksek teknolojinin son harikası dijital fotoğraflar belki uzakları yakın kılıyor ama insan insana sohbetin güzelliğini, insan sıcaklığını yaşatamıyor.
*Sadece bayramlarda değil, hayatın her aşamasında, yaşamın her boyutunda insanın acısını gene İNSAN alıyor.
* Sağlıkla, umutla, mutlulukla, huzurla güzel günlere, yıllara...
Gerektiğinde çocuğuna "senin baban olmakla gurur duyuyorum" diyebilen,
Çocukların önünde bir tartışma-kavga ortamı yaratmaksızın uyum sağlamaya çalışan,
Kinle, öfkeyle, intikam duygusuyla değil, insani duygularla, paylaşımcı, dürüst, ahlaki değerlere sahip çocuklar yetiştirmeye özen gösteren,
Zamanı gelince çocuğunun artık büyüdüğünü, çocuk değil "genç" olduğunu, bağımsız kararlar alabileceğini kabul eden, onun kişisel kararlarına saygı duyan,
Kuşaklar arası değişimi kabul eden, çocuklarının kendi kişilik özelliklerinden farklı birer "birey" olduğunu düşünebilen, gerektiğinde kendi kararlarını değiştirebilen... Güzel ve iyi şeyleri gerçekleştirmek kolay değildir. Yorucudur, zaman ister, çaba gerektirir. Ama ortaya çıkan eser güzeldir, tüm zahmete değer. Hele emek harcanan" insan" ise, kayıp değil, kazanç söz konusudur. Çocuklarını "insan" olarak yetiştirebilmek için büyük çaba harcayan tüm babalara sonsuz saygılar.
Her mevsimde, her iklimde şiir dilinin canlılar üzerinde rahatlatıcı, sakinleştirici etkisi var. Ünlü şair Cahit Sıtkı Tarancı şiirleri bu sıcak günlerde umarım hepimize iyi gelecektir.
Unutmak insanın özünde var. Ama pek çoğumuz unutulmaması gereken öyle çok şeyi unutuyoruz ki sonuçta hep birlikte acı çekiyor, büyük kayıplar yaşıyoruz. Toplumsal belleğimizin zayıf olduğu bir gerçek. Ancak aynı olayları giderek daha kötü biçimde yaşasak da sorgulamıyor, önlem almıyoruz. Yaşamın içinde her zaman her durumda dram da vardır elbette ama dramları trajediye dönüştürmekte adeta toplum olarak ustalaştık. İnsan yoruluyor, bedenler yıpranıyor, yürekler acı çekiyor, duygular duyarsızlaşıyor. Sonuçta acıya yenik düşüyoruz...
Uzun zamandır okumak istediğim bir kitaptı "Acı Yoruldu" Erteledim; 6 Şubat büyük depreminin içinde olmasak da içimizde tüm şiddetiyle yaşadık, belleklerimizde, yüreklerimizde onulmaz izler, yaralar bıraktı. Fay hatları kırılırken ruhsal anlamda biz de paramparça olduk, Stres sonucu oluşan hastalıklar, içimizde oluşan isyanlar, tahammülsüz, öfkeli, sinirli, kırılgan acılı insanlar giderek çoğaldı. İnsan psikolojisi ile ilgili uzmanlar büyük acılardan sonra kişinin kendini toparlaması için en az 6 aylık bir süre öneriyorlar. Ah sonra unutmasak, ders alabilsek, olayları akıl ve mantık süzgecinden geçirerek yeni kararlar alabilsek... Yıllardır bu konuda pek başarılı olamamışız.
Serhan Asker; bellekleri tazelemek, büyük acıları unutturmamak adına cesaretle zor bir işe girişmiş. Her Cumartesi -Pazar severek, bilgilenerek , duygulanarak izlenen "Görkemli Hatıralar" Programında olduğu gibi konuyu gündemde tutarak, çokça bam telimizi titreterek yaşadıklarını aktarıyor. Her programda özellikle çocuklarla çok güzel bir iletişim kurarak kitap okuma ve şiir sevgisini vurguluyor. " Boş çuval dik durmaz." diyerek kitaplar armağan ediyor Rahmetli Barış Manço da programlarında çocukları ne güzel yönlendirirdi. Unutamadıklarımızdan...
Kitabı İzmir'de bir kitapçıdan aldım. 160 sayfa. Alfa tarafından basım, yayım ve dağıtımı yapılmış. Aldığım kitabın üzerinde "45. Baskı" yazıyordu. Serhan Asker 1974'te Hatay'da doğmuş, ilk, orta ve lise eğitimini Gaziantep'te tamamlamış. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünü bitirdikten sonra Almanya'da siyaset muhabirliği dalında eğitim almış.
*Kitabın önsözünde Zülfü Livaneli'nin bir değerlendirmesi var:
" Serhan Asker, bu kitapta depremin trajik boyutunu ve insanların bu felaketle başa çıkma çabalarını ustalıkla işliyor. Trajedi ile dram arasındaki farkı göz önünde bulundurarak, okuyucuları depremin soğuk ve acımasız gerçekliği ile insanların duygusal tepkileri arasındaki ince çizgiye davet ediyor.
Trajedi, olayın trajik boyutunu vurgulayan ve okuyucuyu ürperten bir üsluba sahip. Dram ise duygu yoğunluğu taşıyan cümlelerle okuru etkilemeyi hedefler. Acı Yoruldu kitabı. bu iki anlatım tarzını ustalıkla bir araya getiriyor. Yazar, depremin yarattığı acıları ve trajediyi gerçeklikle anlatırken, aynı zamanda insanların iç dünyalarına ve duygusal deneyimlerine derinlemesine nüfuz ediyor. Yazar depremin getirdiği trajediyi anlatırken insanlığın gücünü ve umudunu da kutluyor.
Serhan Asker'in bu etkileyici eseri, depremin yarattığı acıları ve insanların bu trajediye nasıl yanıt verdiğini anlatarak, trajedi ile drama arasındaki farkı büyük bir ustalıkla ayırıyor ve okuyucuları bu derin ve etkileyici yolculuğa davet ediyor." Z. Livaneli
*Ardından Nebil Özgentürk'ün "Bir Belgeselcinin Gözüyle" adlı yazısı:
" Ekran ve sanat insanının hazinesi ve sermayesi söz söylemek, söz söyleyeni dinleyip aktarmaktır. Öyle ya... Babası, annesi, aile yakınları, çocukluk arkadaşları da deprem bölgesindeydi, mağdurdu. Paniği, acıyı, çabayı, umudu, yalnızlığı, gözyaşını, teselliyi, kısacası insanlığın pek çok halini yaşadı, gördü, tanıklık etti, en içinden, en derininden. Deprem gerçeğini hissederek, acı çekerek ve çözüm önererek yaşayanlardandı. Sonra, kendi acı gerçeğini yaşamayı sürdürürken, hazin bir insan yolculuğuna başladı, deprem insanlarının orta yerinde kaldı. "Acının yorulduğu zamanlar" ın sahici tanığıydı artık. Hem mağdur, hem yurttaş, hem aktarıcı oluverdi; tanıklıklarını saat saat ileten, Örneğine az rastlanan cinsten!. İşte bu yüzden, "aktarıcılığı" değerli ve anlamlı! İbret ve ders niyetine. Tarihe kalsın diye..." N. Özgentürk
Arka kapakta üç ünlü şairimizin kısa değerlendirmeleri var:
*Ataol Behramoğlu "Elinizdeki kitap acıya tanıklığın, onu teninde yaşamanın benzersiz ürünüdür. Tıpkı bir savaş güncesi gibi. Doğanın acımasızlığına karşı insanca duruşun, direnişin güncesi."
*Ahmet Ümit: " Acıların değil bir yüzleşmenin kitabı bu. Korkunç yıkımlarla, travmalarla, kayıplarla karşı karşıya gelen insanların çaresizliğinin, direncinin, yaşamı yeniden öğrenmeye çalışmanın kitabı. Geçip giden bir afeti değil, her an, her dakika kapımızı çalabilecek bir tehdidi anlatmış Serhan Asker. hep aklımızda tutmamız, hep hazırlıklı olmamız gerektiğini anlatan bir kitap bu. Yani tam da ihtiyacımız olan bir kitap."
*Ahmet Telli; "Acı yoruldu diyor Serhan Asker; Acının sürüp gittiğinin bir ifadesidir bu. 6 Şubat depremiyle içimizde kopan çığlığın, hafızamızın duvarlarındaki yankısı diye de okunabilir."
"ACI YORULDU " insanı derinden sarsan, farkındalığa davet eden, sorgulayan, düşündüren, bellekleri yeniden, yeniden tazeleyen önemli bir kitap. Empati her insanda olması beklenen bir anlayış ama nedense pek çoğumuz ondan yoksunuz. "Erkekler ağlamaz" denen bir toplumda yetişmiş Serhan Asker olaylara tanıklık ederken sık sık hüngür hüngür ağladığını dile getiriyor.
Depremi çok uzaklardan izlerken hissettiklerinizi yeniden düşündürüyor; Kazazedelerle birlikte uykusuz geceler yaşıyor, üşüyor, titriyorsunuz. Boğazınızdaki lokmaları zor yutuyor, içinizin yanmasını suyla söndüremiyorsunuz. Dünyanın her yerinde acının dili aynı... Bazen bir dokunuş, bir bakış, bir el uzatma, yürekten gelen birkaç söz , yaralı insana nasıl da iyi gelir.
Kitabı okurken ara verdiğim zamanlar oldu. Bir anda her şeyini kaybetmiş insanların yaşam öykülerini okurken altını çizdiğim pek çok cümle oldu. Kitabın ikinci bölümündeki görsellere bakarken düşlerde yolculuklar yaptım, bazen gözlerimde yaşlarla, bazen içimdeki sesin isyanını bastırarak okumaya çalıştım. Alıntılar ne kadar bu büyük faciayı aktarabilir bilemiyorum, ama deneyeceğim... M.A
KİTAPTAN ALINTILAR:
"İnsanlar balık istifi halinde yerlerde battaniyelerin üstünde korkuyla bekliyordu. Yüzlerce insan. Tanıdığım birçok yüz vardı. Bir toplama kampı gibiydi... Kıyameti görmüş insanlar... "
"Her yazdığım öyküyle hüngür hüngür ağladım. Biliyorum ki siz de gözyaşı dökeceksiniz okurken. Onları unutmamamız, unutturmamamız gerekiyor. Ben bunu yazarak yerine getiriyorum. Onlar bir rakam değil, hepsi birer can, hayalleri olan, gelecek planları yapan talihsiz insanlar. Hepsi can... can... can... "
"Arama kurtarma ekiplerinin, özellikle de madencilerin gözlemleri çok değerliydi. Onları dinledim. On beş milyon insan bizzat yaşadı depremi. Geciken yardımlardan dolayı bağıra bağıra can verdiler. Teknolojimiz sınıfta kaldı. GSM operatörleri tarihe bu alandaki beceriksizlikleriyle geçti."
"Mezarlıktan çıkarken kapısında bir elinde bir kol, diğer elinde bağırsaklarla gelen bir gence rastladım. Dayanamadım. sordum. "Babam. Gömmeye geldim..." Buz gibi oldum."
"Önemli olan deprem olduktan, o canlar gittikten sonra yapılan konutlar değil. Bağıra bağıra gelen depremden önce yapılması gerekenler."
"Unutmayın, sorgulamaz, merak etmezsek hesap da soramayız." Serhan ASKER
NOT: Bu yazıyı BCP ( Blogları Canlandırma Projesi) kapsamında yazdım. Her ay belirlenen temalardan birini seçerek yazılabiliyor.. Mayıs Ayının temaları Dram, Gotik, Tarihi, İrlanda idi. Ben DRAM'I seçtim. Duyarlılığınız ve farkındalığınız için teşekkürler. Benzer acılar yaşanmasın, içten dileğimizdir...
"GENÇLİĞİ YETİŞTİRİNİZ. ONLARA İLİM VE İRFANIN MÜSPET FİKİRLERİNİ VERİNİZ. GELECEĞİN AYDINLIĞINA ONLARLA KAVUŞACAKSINIZ." M.K. ATATÜRK
Sevgili Gençler!
Birey olma çabanızda yarın yeni bir gün. Hayat boyu seçimlerinizi yaparken, tercihlerinizi belirlerken yolunuzu çizecek, yönünüzü netleştirecek sınavlardan biri:
*YKS (Yükseköğretim Kurumları Sınavı) 8 Haziran 2024 tarihinde uygulanacak.
*2024 YKS 1. Oturum Temel Yetenek Testi (TYT) Saat 10.15- 13.00 saatleri arasında.
(AYT) 9 Haziran 2024 tarihinde Saat 10.15-13.15 saatleri arasında uygulanacak.
*2024 YKS (Yükseköğretim Kurumları Sınavı ) YDT (Yabancı Dil Testi)
Saat 15.45- 1745 saatleri arasında uygulanacak. Salona giriş:15.30
KÜÇÜK HATIRLATMALAR :
Sınav yerine geç kalmayınız.
Gerekli belgeleri yanınıza almayı unutmayın.
Normal bir kahvaltı yaparak sınava gidin.
Zamanı iyi kullanın.
Cevapları rastgele işaretlemeyi düşünmeyin.
Kendinizi daha güçlü gördüğünüz testlerde kontrol etmeyi unutmayın.
Zorlandığınız sorularda çok zaman kaybetmeyin.
Çok heyecanlanmanın sizi geride bırakıp başkalarına yer açmak olduğunu unutmayın.
Sınav başlamadan yapılan açıklamaları iyi dinleyin.
Sınava girecek tüm adaylara başarılar diliyoruz. Unutmayın, hayat sınavlarla doludur.
Kendine güvenen, ne istediğini iyi bilen, emek harcayan, çalışan adaylar daha başarılı sonuçlara ulaşacaklardır. Umutla, özgüvenle aydınlık yarınlara.. Hak eden kazansın. M. ABALI
Başöğretmen ATATÜRK'ÜN deyişleri çağdaş bilimin ışığında yol göstericiniz olsun:
" Gençler!
Cesaretimizi kuvvetlendiren ve devam ettiren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitim ve kültür ile insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli sembolü olacaksınız. "
"Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; Onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz."