Bu Blogda Ara

28 Ara 2021

SEVMEK...


Sevmek;

Bazen bir kenti, 

Bazen bir yeri, doğayı...

Sevmek;

Ağaçları, çiçekleri

Kuşları, çocukları...

Sevmek;

Bir insanı sevmek

İnce duygularla 

Katıksız, çıkarsız

Meziyetleriyle, kusurlarıyla

Aklıyla, yüreğiyle

Coşkusuyla, hüznüyle

İyi günde, kötü günde

Tüm insanlığıyla

Sevmek;

Bir ömür boyu...

Makbule ABALI



20 Ara 2021

ALIŞVERİŞ...Mini Öykü


 Akşam saatleriydi. Öğleden sonra hafif yağmur çiselemeye başlamıştı. Günlerdir yağmur bekleyen kent halkı için  bu bir müjde gibiydi. Genç kadın bir mağazada tezgahtar olarak çalışıyordu. Asgari ücretli maaşı bir ayın sonunu zor getiriyordu. Evde küçük dikişler yaparak evin bütçesine katkı sağlıyordu.

İki  çocuğundan  büyüğü öğleden sonra  okuldaydı. Zamlar gözünü korkutmasına rağmen  birkaç gıda maddesi almak için küçük kızıyla alışverişe çıkmıştı. Cebindeki paranın hesabını yapıyordu. "Param yetmezse ürünleri kasada bırakırım" diye düşündü. Bütün marketlerde olduğu gibi burada da giriş reyonu çocuklar için bir tuzak  gibi düzenlenmişti: Yaldızlı kağıtlarda çikolatalar, şekerlemeler, sakızlar,  renkli kutularda saklı kurabiyeler, anne elinden çıkmış gibi tatlılar... 

Küçük kız anında bu tuzaklara takıldı. Önce eliyle işaret etti. Ama annesi kararlı bir ses tonuyla "Sonra" dedi. Bu sonra'nın zamanı belli değildi. Ama çocuk dilinde sonra ," biraz sonra" anlamında da yorumlanabilirdi. Tam çıkmaya hazırlandıklarında aniden ziller çalmaya başladı. Çocuk korkuyla annesinin eteğine sarıldı. Bir güvenlik görevlisi onun montunun ceplerini kontrol etmeye başladı. Herkes durmuş, onları izliyordu. Genç annenin yüzü lacivert ceketinin aksine bembeyaz olmuştu. İkisi de ağlıyorlardı.

Mağaza müdürü küçük suçlu için bir tutanak tuttu. Ağlayan bir anne ve çocuğunun gözyaşları yağmur damlalarına karıştı. Yağmur ince ince yağıyordu.

Makbule ABALI



15 Ara 2021

HAYATIN AKIŞI...


 Bazen hayat akıp giderken birden sekteye uğrar. Akış yavaşlar ya da duraklar.  Sanki her şey birdenbire olmuştur.  Bu ani yavaşlamaya akıl sır erdiremezsiniz. Zaman alışık olduğunuz zaman dilimi değildir. Ağır çekimdesinizdir adeta. Fırtına öncesi sessizlik yaşanırken her zaman, bazen de gürültü birdenbire olur. Nasıl, nereden olduğunu bilemez insan. 

Yapraklar savrulur sanki, beden huzursuz olur. Bir hastalık yer bitirir , adeta kemirir vücudu. Gücü azalır, takati tükenir. Zordur hastalıklarla uğraşmak, ilaçlarla ortak olmak. Önce güvenilir bir doktor bulmak gerekir; Dinleyen, anlayan, alanında bilgili. Ve sonra önlem almak, kendine zaman tanımak, beklemek... 

İnsanın hayat boyu mücadelesi hiç bitmez. Ama her acı, her sıkıntı insanı biraz daha güçlü ve dirençli kılar.

Makbule ABALI

10 Ara 2021

10 ARALIK İNSAN HAKLARI GÜNÜ.....


Dünyanın her yerinde, duyularla-duygularla ilgili sözcükleri ne çok kullanır insanoğlu; duyarlılık, duyarlı olmak, duyarsız olmak, duygulanmak, duygusuz olmak... Neden ihtiyaç duyar, bilinmez... belki de insan yanını-varlığını kanıtlamak ister. 

Duyu organlarımızla farkına varıyoruz pek çok şeyin; görüyor,kokluyor, duyuyor, tadıyor, dokunuyor, böylece anlıyor, tanıyor, algılıyor, bilincine varıyoruz. Duyarlı olmak için ille de tüm duyu organlarımızın sağlam ve işler olması gerekmiyor elbette. Duyu organları  sapasağlam olduğu halde pek çok konuda duyarsız olabilen ne çok insan var toplumda. Uzman doktorlardan "sağlam" raporu alsa bile "duyarlılık" konusunda "özürlü-engelli" olabiliyor kişi... 

Gün gelecek, belki de son teknoloji harikası robotlar, aldıkları komutlar doğrultusunda her işi büyük ustalıkla gerçekleştirecekler, ancak hangi "üstün robot" insan duyarlılığında olabilir...? İnsan gibi yüz yüze-göz göze gelebilir, insan sıcaklığında dokunabilir, yüzü kızarıp utanabilir, acıyı test edip, sevinci-coşkuyu ölçebilir...? Pozitif bilime güvenmek gerek, belki bir gün insana duyarlı robotlar da olacak... kim bilir... 

Duyu organlarımız arasında ne güzel bir iş bölümü vardır: Birinin gerçekleştiremediğini diğeri başarmaya çalışır, uyum sağlanır böylece; Dil susarsa göz berraklaşır, göz kapanırsa kulak açılır, kulak duymazsa göz baş role geçer, beynin işlerliği artar. Dünyanın her yerinde "insanca dokunuşlar" sona erdiğinde, "kötü kokular" alabildiğine çoğalıyor... Duyarlı bir yürekle duyarlı duyu organları insana zarar vermiyor ancak, "duyarsızlık-duygusuzluk" büyük kayıplara neden olabiliyor. "Gözünü dört açmazsa" insan, kötülerin-kötülüklerin olumsuz etkisinden kurtulamıyor... 

Dilimiz öylesine zengin ki; Belki zamanında insan değerini bildiğimiz ya da insana önem verdiğimiz için, duyarlılık ve duyu organlarımız ile ilgili doğru-yanlış ne çok söz,  üretmişiz. Acaba çocuklar yetişkinlerden daha iyi görüp duydukları için mi "Çocuktan al haberi" demişiz. "Gözlerinin içi gülmek" mutluluğun mu, duyarlılığın mı bir göstergesidir? Her şey makineleştiği için mi, yoksa değer bilmezliğimizden mi, "El emeği-Göz nuru" deyişini daha az kullanır olduk? "Kulaklarına kadar kızarmak" deyimini bilen ya da kullanan kaç kişi kaldı aramızda? Gözleri görmediği halde nice güzel işler başaran onca güzel insanımız varken neden "Kör-topal işini sürdürmek" deriz... gözün görmeyişi veya ayağın aksaması beynin işleyişine engel değil ki... 

Görme engelli öğrencilerin-topun doğru yönünü algılayabilmek için-ziller takılmış bir topla oynadıkları kavgasız futbol maçlarına bakan-gören kaç göz imrenmez? Yeter ki aldatılmasınlar, zihinsel engelli pek çok çocuğun yüreği öylesine sevgi doludur ki, uygun yaklaşımlar hemen sevgi diliyle ödüllendirilir. Oysa bazı insanlarda bakışlara bile yansıyan kin-nefret-öfke nasıl da korkutur incitir-yaralar insanı.

Güzelliklerin, küçük mutlulukların tadını çıkarmak yerine pek çok şeyin tadını kaçırırız bazen, ille de "acı" ararız yaşantımızda. Gözümüzde büyüttüğümüz bazı insanlar, nesneler anlaşılmaz biçimde giderek değer kaybedip küçülürler... neden-nasıl soruşturmayız, araştırmak istemeyiz... Dilin söyleyemediğini "Beden dili" ne güzel anlatır oysa... "Timsah gözyaşları" tanınmadığı bilinmediği için mi "gerçek gözyaşları" anlaşılmaz-fark edilmez bazen.

"Duyarlılık-duyarsızlık" doğuştan var olan bir özelliğimiz değil. Sonradan pek çok etkenle dünyaya-yaşadığımız ortama uyumlu veya uyumsuz olabiliyoruz. Zamanında duyu organlarına yeterince işlerlik kazandırılmamışsa, sonradan beyin ve yürek de yeterince yardımcı olamıyor. Yürek "nasır bağlayınca" göz  görmek istemiyor, dil yaralayıcı olabiliyor... Ağız ne kadar çok açılırsa göz giderek küçüldüğü için "görüş alanı" daralıyor, sonuçta görmez oluyor. 

İnsanın içindeki "fırtına" büyüdükçe fırtına öncesi sessizlik bazen patlamalarla sonuçlanabiliyor. kasılmalar çoğaldıkça dokunma duyusu da azalıyor, umarsızlık-duyarsızlık-ilgisizlik artıyor. Tüketim toplumlarında "kalabalıklar içinde yalnız ve çaresiz insan" imajı nasıl da acımasız gelir duyarlı insana. "Kalp kör olduktan sonra gözün görmesinde yarar yoktur" deyişiyle ne güzel-ne doğru söylüyor Hz. Ali. 

Bir zamanlar teknoloji böylesine gelişmeden, sanal dünya oluşmadan, hatta cep telefonları yaygınlaşmadan da   biz "iletişim" kurabiliyorduk; bazen beden diliyle, bazen bir kartla, bazen mektupla... Anlaşmak-iletişim kurmak için istemek ve hazır olmak yeterdi. Ancak belki de en önemlisi beyin ve yüreklerin "paylaşıma" açık olması, "duyarlı" olmasıydı... Neden günümüzde de olmasın...? 

10 ARALIK  DÜNYADA BARIŞİN VE İNSANLIĞIN GÜNÜ OLSUN.
Bu yazıyı ilk 2010 yılında yayınlamıştım..














6 Ara 2021

UÇURUM ZAMANI- BİR KİTAP TANITIMI...


 Mert Ofluoğlu  Trabzon doğumlu genç bir yazar. 18 yaşında yazdığı ilk kitabı Ters Düz epey ses getirmiş, övgü almış. Uçurum zamanı "Bozbalık Üçlemesinin" ikinci kitabı. Üçüncü kitap daha sonra yayınlanacak. Kitap, Kitapyurdu  Doğrudan yayıncılık tarafından yayınlanmış. 392 sayfa.

Kitabın ilk sayfalarında ilginç bir şeye rastlıyorsunuz:" Uçurum Zamanı Şarkı Listesi" Ve altında bir açıklama: Bu şarkıların ve sözlerin anlamları roman boyunca okuyacağınız sahnelerdeki karakterlerin duygu durumlarına ve psikolojik tasvirlerine denk düştüğü için titizlikle seçilmiştir.

Kitabı okumaya başlamadan önce Sonsöz'e göz gezdiriyorum;" Benim için yazarlık, anlatacak iyi bir hikaye bulma ve onu iyi anlatma sanatıdır. İkisinden biri var, diğeri yoksa iyi bir yazar değilsinizdir demektir. Gerçek yazarlık bir sanatçılık işidir. Gerçek kitaplarsa birer sanat eseridir. Yazmak bir tutku, bir bağımlılık , bir yaşama amacıdır." diyor Mert Ofluoğlu.

Romanda olaylar Karadeniz dolaylarında Bozbalık adlı bir köyde geçer. Romanda ana kahramanın etrafında olaylara karışan pek çok insan vardır. Ve hayatın  içinde yaşanabilecek  pek çok sürpriz olay. Mert Ofluoğlu  toplumdaki yozlaşmaların, kısa süreli aşkların , sataşmaların, aldatmaların , ihanetlerin yansıyan yüzünü romanda da işlemiş. Kitaptaki karakterler arasında ilişkiler bazen basit sallantılarla çatırdıyor ya da yıkılıyor. 

Romanı okurken bazen bir aşk romanı okuduğunuz  izlenimine kapılıyor bazen bir polisiye roman tadı alıyorsunuz. Yazar genç yaşına rağmen çok ustaca  karakter tahlilleri ve doğa tasvirleri yapmış.

Örneğin:

"Yepyeni yerler gördükten, yepyeni insanlar tanıdıktan sonra tekrar kümese dönmek Nilgün için tuhaf bir duyguydu. Kar etrafı mistik bir ışımayla  esrarengiz bir şekilde aydınlatıyor ve karanlığa saklanmış çam ağaçlarının arasındaki  evlerine , masallardakine benzer bir örünüm veriyordu." 

"Neredeyse boş olan köy meydanında bir banka oturup düşüncelere daldı. O saatte orada ne işi olduğunu bilmiyor, sadece nedenini bile tam olarak bulamadığı derin bir mutsuzluk hissediyordu. Gece koyu bir örtü gibi yalnızca köyü değil, onu da yutmuş gibiydi."

"Burak tamamen gözden kaybolunca içini biir hüzün kapladı, verandaya çöküp sessizce ağlamaya başladı. Sanki hayatta hiçbir amacı kalmamış, bir şey bütün ruhunu çekip almıştı. Bir yanlışlık olduğunu o da biliyordu, her şey yanlıştı; bunlar olmamalıydı, böyle olmamalıydı. Ve sonra Bozbalık'ta yağmur başladı. Kuşlar, insanların acılarından habersiz havada uçuyordu."

Ve yöresel ürünlerin zaman zaman tanıtıldığını görüyoruz. ; Laz böreği, hemofta reçeli, kuymak, veryel çiçekleri vb. 

Kitabın editörlüğünü Mert Ofluoğlu yapmış. Yanlışsız bir kitap okumanın keyfine varıyorsunuz.

Mert  Ofluoğlu'nun genç yaşında ulaştığı bu başarıyı kutluyor, devamını diliyoruz. Yolun açık olsun MERT.

Makbule ABALI



29 Kas 2021

KELİME OYUNU 52

 Bloglar arasında Kelime Oyunu devam ediyor. Bu haftanın kelimelerini Deeptone belirledi. 

Bu öyküyü  oluştururken bulunması gereken kelimeler: Kuş tüyü, kuyu, Çatı, ipek, Mermer.


SON UÇUŞ... (ÖYKÜ)

O zamanlar 7-8 yaşlarındaydım. Bahçesinde kuyu olan iki katlı , sarmaşıklı  bir evde otururduk. Kuyunun  suyu içilmezdi, bahçe sulama amaçlı  kullanılırdı. Ama tehlikeli olur düşüncesiyle üstü hep kapalı olurdu.

Mevsim geçişlerinde çatının üzerinden sürüler halinde kuşlar geçerken bütün çocuklar el sallardık. Bahçe çok kalabalık olmazsa bir mola verirler, bahçedeki süs havuzunun kenarındaki mermere konarak su içerlerdi. Onların çırpınarak su içişlerini izlemeye bayılırdım. Birbirlerinin sıralarını hiç almazlardı.

Keşke benim de bir kuşum olsa dediğim çok zaman olmuştur. Babam "Kuşlar özgür olmalı" derdi. "Onlar açık havada yaşamalılar." Ama bir gün zorunlu olarak bir kuşa sahip oldum. Kuşlar sürü halinde havuzdan su içip giderlerken bir tanesi uçamadı, en geride kaldı.  Onu kurtarmak için elimi uzattım. Önce ürktü sonra kaçmadı da.  Annemin ipek fularını istedim. Zaten eskimişti, yumuşacıktı. Kuşu sardım sarmaladım. Canlandı. 

Ama bir gün daha dinlensin istedim. Korumaya aldım. Anneme, babama söz verdim. Sadece bir günlüğüne. Ertesi sabahı zor bekledim. Gözümden yaşlar akarak kucağıma aldım, kucakladım. Ömrü o kadarmış. Oysa adını bile hazırlamıştım. Ondan geriye bir kuş tüyü kaldı. Mavi, ipek gibi bir tüy. Onu oymalı ahşap bir kutunun içinde saklıyorum . Sürüden kaybolduğunu diğer kuşlar anlamışlar mıdır acaba...?

Makbule ABALI

25 Kas 2021

BAŞÖĞRETMEN HÜSNÜ ÇELİK...


 Masallar "Evvel zaman içinde" diye başlar. Bu gerçek bir öykü. Efsane gibi anılan bir Öğretmenin öyküsü ; Başöğretmen Hüsnü Çelik. Cumhuriyet yıllarının idealist öğretmenlerinden, Köy Ennstitülerinin ilk mezunlarından. Düziçi Köy Ensttitüsü'nü dereceyle bitirdikten sonra  Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nde de 2 yıl okur. Gezici Başöğretmen olur. Ama doğduğu köyde, Arslanköy'de hizmet etmek ister. 

Arslanköy deniz seviyesinden 1500 m .yükseklikte, merkezden 72 km. uzaklıktadır. Kışın yoğun kar yağar, yolları kapatır. Toplu taşıma araçları yoktur. Kamyonlar taşıma yaparlar. Elektrik yoktur, tarım karasabanla yapılır. Köy okulunda 5. sınıfta öğrenciler matematik dersini anlayamamaktadırlar.  Başöğretmene giderek  bu durumu yansıtırlar. Hüsnü Çelik bu çocukları dikkatle dinler, çözüm bulmaya çalışır. "Matematik saatlerinize ben gireceğim der. "Her akşam okulda belli saatler arasında toplanıp etüt yapacağız. Çocuklar gelmeden odun sobasını yakar, lüks lambasını çalıştırır. 

Bu idealist Öğretmen akşam saatlerinde çocuklarla etüt yapar. O gruptan çoğu öğrenci Köy Enstitüleri sınavını kazanır. Daha sonra çoğu yükseköğretimi bitirir. Bir dağ köyünde bir başöğretmenin mucizesidir bu. Öğrencilerini azarlamadan, reddetmeden dinleyen, haklı oldukları konuda destekleyen bir öğretmen. Eşim de o öğretmenin öğrencisi olma şansına ulaşmış. Ziyaretine gittik.

Eşi Nimet Hanım'ı kaybetmiş. Oğlu ve ailesi ile yaşıyor. Bugün 98 yaşında. Anlama ve muhakemesi gayet güzel. Sadece  biraz işitme kaybı var. 

Atatürkçü. laik, idealist, başarılı o kuşağı nasıl da arıyor, özlüyoruz.

Makbule ABALI




23 Kas 2021

BİR ÖĞRETMEN ADAYI...


 BİR ÖĞRETMEN ADAYI;

Henüz 20' li yaşlarda

Gencecik, taze bir fidan gibi...

Okul sonrası sınava girmiş; KPSS...

Seçme Sınavından  geçerli puan alamamış. 

Okullarda ders veriyor rüyalarında,

Çocuklarla tanışıyor hayallerinde.

Çok  istekli bir öğretmen adayı

Çalışkan, sevgi dolu, ilgili.

Ama yıllardır ücretli öğretmen,

Kadrolu olamadı bir türlü...

Okullar çok uzaklarda,

Dağların doruklarında.

Kardelenler karın altında,

Papatyalar solgun,

Çalıkuşları çaresiz,

 Çocuklar umut dolu, özlem dolu...

Bu mevsim de öğretmensiz mi köy okulları?

Umutlar  bir başka bahara  kalmamalı...

Makbule ABALI

21 Kas 2021

YAŞAMDA ENERJİ KAYNAKLARI...


 Yaşantımızda bazı günler adeta tükeniriz. Yorgun, bitkin, halsiz düşeriz. Ama bazen de sanki enerji depolamışızdır; Sevdiğimiz bir arkadaş veya dostla buluşma, güzel bir haber alma, mutluluk saçan bir olay. Oynayan çocukların yaydıkları enerji, içten, güzel bir gülümseme,  zor zamanlarımızda yardımcı olmaya çalışan bir dost. Hepsi insanca yaklaşımlardır. İnsanın insan için varlığını, değerini kanıtlar. 

Ve bir de sarsıldığımız günler vardır; Üzüldüğümüz, hayal kırıklığına uğradığımız , kayıplarımızın olduğu günler. Enerjimiz tükenmiştir adeta. Her şeyimizi yitirmiş gibi hissederiz. Varlıkla yokluk arasında gider geliriz sanki. Bir anda her şeyini kaybedebilir mi insan? Ya da tüm enerjisini tüketebilir mi? Bir hastalık, bir kaza, kötü bir rastlantı, bir ölüm bir enerji kaybı değil midir? 

Gözlerinizin içi gülüyorsa yüreğiniz de mutludur. Ama kahkahalarınız çınlarken diğer yanınız sonbahar gibi yaprak döküyorsa mutluluk arayışındasınızdır.

Makbule Abalı

17 Kas 2021

BİR BAHAR GİBİ...


Sonbaharın ortasında baharı yaşarsınız bazen. Sarı, kahverengi, pastel soluk renkler pembelere, beyazlara, kırmızılara dönüşür hayallerinizde. Bir renk armonisidir belleğinizde toplanan. Ahenkli bir renkler toplamıdır. Gökkuşağını hatırlatır. Geçmiş baharları adeta yeniden yaşarsınız. Sevdikleriniz yanınızdadır. Uzaktakiler yakınınıza gelmiştir. 

Uzun bir zaman aralığından sonra özlem gidermek ne güzeldir. İnsan insana muhtaçtır: Sohbetine, yardımına, anlayışına, vefasına, iyi niyetine... Hele çocuklar nasıl da içten sarılırlar. Buram buram özlem kokar bakışları.  Onların gözünde mesafeler daha da uzundur. Sevdiklerine kavuşmak ise an meselesi...

Bir Kasım sabahının puslu, soğuk havası ansızın çıkan bir güneşle pırıl pırıl güneşli bir bahar havasına dönüşür. İçimizdeki bahar da uyanır birden. Aydınlık bir gün ışıldar gönlümüzde. Rengarenk çiçekler açar dört bir yanda. Aslında her şey hayal gücümüze bağlı değil midir?

Makbule Abalı 



5 Kas 2021

YAĞMURLA GELEN...


Dışarıda günlerdir yağmur yağıyor. Usul usul yağan yağmuru çocukluğundan beri severdi. Her yağmur ona aydınlık, güzel günleri çağrıştırırdı. Bereketli günleri, güneşi, temizliği, ürün çokluğunu... Hele yağmurdan sonraki toprak kokusunu hiçbir kokuya değişmezdi. Uzun zaman o kokuyu içine çeker, sindirmeye çalışırdı.

Çocukluğunda annesine sorardı: "Allah Baba ağlıyor mu anne?" Gök gürlerse o da ağlardı. Yağmur sonrası çiçeklerin üzerinde kalan damlalar nasıl da güzel olurdu. Çiy düşmüş güller gibi minik damlacıklar. Gök gürültüsü, şimşek, yıldırım eşliğinde yağan yağmurlar en büyük korkusuydu. Yüksek sesten, gürültüden oldum olası çekinirdi. Her zaman sakinlikten yanaydı: Yumuşak sesler, rahatsız etmeyen konuşmalar , hatta müzikler. Ardı ardına çakan şimşekler, birden aydınlanan gökyüzü ona adeta bir korku filmi izlettirirdi. 

Sonraki zamanlar da yağmur sonrası bir sele de tanık olmuştu. Doğanın amansız gücüne şaşırmış, mücadelenin zorluğuna hayret etmişti. Ve inanmıştı; Hayat , romantizm  ile trajedi arasında bir gidiş gelişler yolculuğudur. 

Yağmur yağarken camın ardından kitap okumak ne zevklidir.  Ya şemsiyesi olmadan sağanak yağmurun altında sırılsıklam olmak. Sevdiği insanla yağmur altında yürümek. Çatısı akan bir evde tüm eşyaların ıslanması. Hayatın uç noktaları, zorluklar, zıtlıklar...

Yağmurun ardından pırıl pırıl bir güneş çıkıp hepimizi şaşırtır bazen. Bir gökkuşağı umut saçar adeta. Hiç tükenmeyen yağmurlar yağsa, dünyanın tüm pislikleri, insanların kötü düşünceleri temizlenip arınır mıydı acaba?

Makbule ABALI.

  

29 Eki 2021

CUMHURİYETİMİZ 98 YAŞINDA...

 



ATATÜK ÖĞRENCİLER ARASINDA
                              ATATÜRK VE KADINLAR

                                            ÇOCUK SEVGİSİ

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.


26 Eki 2021

DEYİŞLER...


*** Başağa buğday

Buğdaya insan

İnsana emek,

Ne güzel uymuş...

Emeğe eylem 

Eyleme yürek 

Yüreğe sevgi 

Ne güzel uymuş..

Bülent ECEVİT


*** Şu iflas etmiş dünyada en geçerli para birimi ; kendin gibi bir insanla paylaştığın değerlerdir.

Pablo NERUDA

***Ağır ağır ölürler

Yolculuğa çıkmayanlar,

Kitap okumayanlar

Müzik dinlemeyenler,

Gönlünde incelik barındırmayanlar

Pablo NERUDA



16 Eki 2021

SARI KELEBEK

 Dün bir güzel düş gördüm;

Sarı bir kelebek,

Çiçekten çiçeğe uçuyordu

İncecik kanatlarıyla;

Narin, nazik, naif

Tıpkı bazı insanlar gibi kırılgan

Doğada bir renk, bir parıltı,

Zarif hareketlerle,

Tutmak istemedim

Kısacık ömründe,

İncitmek, kırmak, ürkütmek,

Kıyamadım, yakalamadım

Uçurdum özgürlüğe, 

Uçurdum uzak diyarlara...

Makbule ABALI

Görsel; İnternetten


11 Eki 2021

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ...(Bir mim: Küçükken etkilendiğimiz masal ve öyküler)DÜNYA KIZ ÇOCUKLARI GÜNÜ



Bazen düşünürüm, neden "Bir varmış bir yokmuş" diye başlar masallar? Anlatılanların gerçek olmadığını vurgulamak için mi? Oysa çocukluk çağında tüm masallarda bir gerçek payı bulur çocuklar. Öyle olmasa anlatılanlarla dinlediklerinden öylesine keyif alırlar mıydı.

Hangi çocuk masalı sevmez ki? Gerçekle hayal dünyası arasındaki o ince çizgiyi aşıp düşler alemine adım atmak... Sihirli bir dünya güçlü kılar insanı, gücüne güç katar, imkansızı mümkün kılar. 

Düşündükçe çocukluktaki mutluluk kaynaklarımız masal ve öyküleri nasıl da hatırlıyor insan... 4-12 yaşlar arasında çocuklar masallara daha düşkün oluyorlar.
Sevdiğim, etkilendiğim ne çok masal vardı. Şimdi düşünüyorum da hepsi bir iz bırakmış: Pinokyo, kibritçi kız, iki inatçı keçi, kül kedisi... 

Pinokyonun yalan söyleyince uzayan burnu, adeta benim de burnumu kaşındırır, hiç yalan söylememeye
 özen gösterirdim. Kibritçi kızın soğuktan morarmış ellerini hatırladıkça ellerimin uyuştuğunu çok iyi bilirim.
La Fontaine Hikayelerini hem evde dinledim, hem ilkokulda kitaplardan okuduk.

Tavşanla kaplumbağanın öyküsünde ben her zaman kaplumbağadan yana oldum.  İki inatçı keçinin neden o kadar inatçı olduklarını bir türlü anlayamadım. 
İnsanlara uyarlandığında ne çok ders çıkarılabilir. Kül kedisi gibi öykülerin çocuklara anlatılmasından yana değilim. İnsanlar öylesine kötü olabilir mi, birbirlerine eziyet edebilir mi diye ne çok düşünmüşümdür. Herhalde o zamanki ben gibi bugün de o hikayeye ağlayan çocuklar vardır.

Çocuklar gerçek kahramanlık öykülerinden çok hoşlanıyorlar. Ben de bir zamanlar Çakırcalı Efe'yi çok severek okumuştum. Sonraki yıllarda çocuklarımızı da gözleme şansım oldu. Eşimin anlattığı öyküleri çok büyük merak ve heyecanla dinlerlerdi. Eşim eğitim Müfettişi olarak okullara giderken o yıllarda köy yollarında daracık köprülerden at sırtında geçmiş, ıssız vadilerde yılanlarla karşılaşmış. " Baba ne olur o yılan hikayesini bir daha anlat" deyişlerini unutamam.

Doğan Kardeş Dergisine bayılırdım. İçeriğiyle öyle zengindi ki çocuklarda tatlı bir tiryakilik  yapardı. Dört gözle çıkacağı günü beklerdik.
Çocukluğumun en sevdiğim kahramanlarından biri de bir gazetede çizgi roman halinde yayınlanan Hoş Memo idi. Dünyada da çok tutulan bir çizgi roman olduğu söylenirdi. Annesi Boncuk anne, eşi Gül pembe, çocukları Merdefe'nin yaşantılarından öyküler. Bayılırdım... 

Hoş Memo'nun maceralarını önce dinledim, sonra okudum. Büyüdükçe , çok yararlı bilgiler de sunduğunun farkına vardım. Hoş Memo yararlı bir bitki olan pancarı çok severdi., eşine toz kondurmazdı, komşularıyla çok iyi geçinirdi. Daha sonraları babam gazeteden kestiği dizi  hikayeleri cilt yaptırmıştı.. Bu günlere kadar  dayandı o. ciltler. Sevgili Hoş Memo kuşaktan kuşağa el değiştirdi, okundu...

Son çocukluk dönemimde Aziz Nesin öykülerini çok severek okudum. "Şimdiki çocuklar harika", " Hayvan deyip geçme" defalarca okuduğum kitaplardı.
Ergenliğe geçmeden okuduğum Küçük Kadınların  hayatımda kalıcı izleri oldu. Hepsi farkı karakterde ama çok iyi anlaşan kız kardeşlerin öyküsü. Okumaktan çok büyük keyif aldığım, defalarca okuduğum bir kitaptı.
En büyük kardeş Meg'in yerine koyardım kendimi. Küçük ayrılıklar, büyük benzerliklerle hepimiz o kitaptaki bir karakterdik bence...

İlkokulda sınıf kitaplıkları ne güzeldi. Eğitsel kollar iyi çalışırdı. Hep kitaplık koluna seçilmek isterdim. Okumak için özellikle kalın kitapları seçerdim, çabuk bitmesin isterdim. 
Çocuklar var olduğu sürece masallar ve öyküler de gelişerek devam edecek. Kuşaktan kuşağa aktarılarak dersler çıkarılacak. "Masal bu ya" deriz çoğu zaman. Oysa masallarda ne çok dünya gerçeği gizlidir.
Masallar, öyküler daha yıllar boyu yetişkinlere çocuklarının eğitiminde yardımcı olurken ,çocukların da hayal dünyalarına uzun, gizemli yolculuklar sağlayacak.

Temmuz 2016

Not: Mim'lere çok alışık değilim. "Ayna Hikayesi" bloğundan sevgili Aytül Örcün' ün teklifiyle yıllar öncesine bir yolculuk yaptım. " Çocukluğumda etkilendiğim masal ve öyküleri " düşündüm, yazdım. "İçimdeki çocuk" da böylece çok mutlu oldu.
Teşekkürler Aytül Örcün,  Didemika.


1 Eki 2021

ŞARKILARLA- ŞİİRLERLE (Mini Öykü)


 Şirin, küçük bir çay bahçesi. Sarmaşık gülleriyle donatılmış. Bir köşede de yaseminler gizlenmiş. Yasemin kokusu buram buram burnunuza geliyor. İçeride 2-3 masa dolu, diğerleri boş.  Çevreyi izlerken birden onları gördüm; Kadının içeri girişi dikkat çekiciydi. Ağır adımlarla eşinin kolunda vakur  bir eda ile yürüyordu. Gözlerinin renginde yeşil bir giysi vardı üstünde. Tek taşlı zarif bir kolye beyaz boynunu çevreliyordu. Yıllar önce nasıl da güzeldi kim bilir. Eşi kah elini tutuyor, kah koluna giriyordu. Yoğun sevgisini bakışlarından anlamak mümkündü. Ama sanki kadının o güzel gözlerinde bir boşluk vardı. Boşluğa, uzaklara bakar gibiydi gözleri. Eşinin üstünde lacivert şık bir süveter, içinde mavi bir gömlek vardı. 70 yaşlarında görünüyordu. 

En uzak köşede bir masayı seçtiler, iki çay söylediler. İkisinin de elleri masanın üzerindeydi. Kadın ellerini uzattığı anda adam da uzattı, elleri birleşti. Yan masada oturunca konuşmalarını net duyuyordum. Şiir diliyle konuşuyorlardı. Kadın belli belirsiz bir sesle fısıldadı: "Ben sana mecburum bilemezsin" Adam ekledi:" Adını mıh gibi aklımda tutuyorum// Büyüdükçe büyüyor gözlerin/ İçimi seninle ısıtıyorum "

Kadın belli belirsiz fısıldadı: "Siz geniş zamanlar umuyordunuz" Adam devam etti : "Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek/ Yılların telaşlarda bu kadar çabuk geçeceği aklınıza gelmezdi." Kadın sırasını biliyordu: "Bir beyaz gemiydi ayıran onları" Adam devam etti: "Kadın güvertedeydi, adam rıhtımda/ Unuttum yüzünü kadının/ Adamın gözleri aklımda" Kadın fısıldar gibi  bir kelime ya da cümle söylüyor, eşi dizeleri tamamlıyordu.

Çay ocağı sahibi onları dikkatle izlediğimi fark edince yanıma geldi. "Gizem Hanım şairdir, şimdi Alzheimer" dedi. "Eşi sanatçı, sesi çok güzeldir. Çok büyük bir aşk yaşadılar. O büyük aşk bir hastalıkla sarsılıyor şimdi." Her gün belli saatte buraya gelirler, şiirler, şarkılar geçidi başlar. Gizem Hanım unutsa da Umut Bey hatırlatıcıdır. Terapi gibi, oyun gibi. 

Onlar devam ediyorlardı: "Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda / Dokunabilir misiniz  gözyaşlarıma ellerinizle?"

Adamın gözlerinden akan bir damla yaşı kimse görmedi, bilmedi sanırım.

Makbule ABALI 

ALZHEİMER DUYARLILIK İSTER, FARKINDALIK BEKLER.



27 Eyl 2021

ADI EYLÜL


Aylardan Eylüldü,

Mevsimlerden sonbahar

Bir yayla yolunda gördüm onu;

Annesinin elinden tutmuş,

Ürkek bir ceylan gibi.

13-15 yaşlarında olmalıydı

Nasıl da güzeldi,

Dağ yollarında 

Çiçekli şalvarıyla yürürken.

Ela gözleri bir başka güzel,

Göz göze gelince başını eğer,

Adı Eylüldü;

Dağ kekiklerini hatırlatır,

İnce, narin, nazenin

Ta uzaktan kokusu gelir...

Güz yaprakları düşerken her mevsim

Yeni bir çiçek açar bir başka renkte

Adı Eylül,

Bir başka güzel...

Makbule ABALI

EYLÜL AYI; ALZHEİMER FARKINDALIK AYI.

Alzheimer hastalarına ve onlara özveriyle, sabırla bakan hasta yakınlarına sağlıklı, huzurlu günler dileyerek...






24 Eyl 2021

ÖZLÜ SÖZLER...ALZHEİMER FARKINDALIK AYI- EYLÜL 2021


  •  İki şeyin değerini elden gitmeden takdir etmek zordur; Sağlık ve gençlik. Hz. Ali
  • Gençken bilgi ağacını dikelim ki  yaşlandığımız zaman gölgesinde barınacak bir yerimiz olsun. Lord Chesterfield

  • Gençliğin hakkını sadece hatalar verir. J Bernard

  • Böcek olmayı kabullenenler ezilince şikayet etmemelidirler. F.Schiller

  • Konuşmak ihtiyaç olabilir ama susmak bir sanattır. Goethe

  • Bir şeyler değiştirmek isteyen insan önce kendinden başlamalıdır. Sokrates

  • Söylediğiniz sözlerin hiçbirini kabul etmiyorum. Fakat sizin bunları serbestçe söyleyebilmeniz için canımı veririm. Voltaire
  • Umudunu yitirmiş olanın başka kaybedecek şeyi yoktur. Bolse

  • Kuş bakışı bakmak güzeldir. Fakat kuş gibi bakmamak şartıyla. Şeyh Sadi

  • Bildiğini bilenin arkasından gidiniz, 
  • Bildiğini bilmeyeni uyandırınız, 
  • Bilmediğini bilene öğretiniz,
  • Bilmediğini bilmeyenden kaçınız. Konfüçyüs


  • ALZHEİMER FARKINDALIK GEREKTİRİR.

21 Eyl 2021

DÜNYA ALZHEİMER GÜNÜ ( 21 EYLÜL)


 Hayat bir gidiş gelişler toplamı değil midir? Gelişler güzeldir genellikle; Uzaklıkları yakınlaştırır, umut yüklüdür, özlem gidericidir. 

Ama ya gidişler... Ne zaman, nasıl, nerede olacağı hiç belli değildir.  Bazen bir hastalık, bir kaza ya da ani bir ölüm sevdiklerimizi, dost ve yakınlarımızı elimizden alır.

Bugün DÜNYA ALZHEİMER GÜNÜ. 

Tüm ikinci çocukluğunu yaşayanlara saygıyla...




Edip Akbayram'ın "Sen Benden Gittin Gideli " adlı şarkısıydı. Maalesef yüklenemedi.

18 Eyl 2021

ALZHEİMER... Birer birer unutmak her şeyi...


-"Dünya Alzheimer Farkındalık Haftasında" tüm Alzheimer hastaları ve hasta yakınlarını saygıyla anarak-

Hayat akıp giderken
O'na hiç sorulmadı ki;
Çocukluk mu, gençlik mi, yaşlılık mı?
Seçim şansı verilmedi unutmak istediklerine;
Önemli, önemsiz, acı, tatlı, eski, yeni...
"Neyi, ne kadar, ne ölçüde unutmak istersin"
O'na hiç ama hiç sorulmadı ki...
Ailesi, yakınları, çevresi;
Önce kimler unutulacak, 
Kimler hep hatırlanacak,
Bellekten en son hangi olaylar silinecek...
Bilemedi, sezemedi, anlayamadı,
Ne zaman, ne kadar, ne derece,
O'na hiç sorulmadı ki...

Gün geldi O sormak istedi;
Ama artık çok geçti,
Karar verme yetisini yitirmişti.
O'na hiç ama hiç sorulmadı;
Sorsalar bile artık sözcükler tükenmişti,
Kelimeler tükendi, nefes tükendi,
Gözün feri tükendi...
Birer birer unuttu her şeyi:
Unuttu anıları, unuttu kişileri,
Unuttu evini, işini, eşini, unuttu adını bile...
Akıl, mantık yetersiz kaldı, duygular karmakarışık.
Sorular tükendi, cevaplar tükendi,
................
Aylar, yıllar yaşanmadan aktı geçti,
Zaman tükendi, can tükendi...

Makbule ABALI

Bu şiiri ilk kez 2013 yılında yayınlamıştım.


13 Eyl 2021

DÜŞLERDE SEVGİ...


 Yıllar öncesinden annemin bir sözünü hatırlıyorum; "Hayatta bir şeye çok imrendim" derdi.  "Çocuklarına yakın evlerde, yerlerde yaşayan anne -babalara... Babamı erken yaşta kaybettik. Sonraki  yıllar; tesadüfler, öğrenim durumları, çalışma hayatı, eş durumlarından ötürü  tüm kardeşler farklı yerlerde olduk. Biçki- dikiş öğretmeni olan annem  uzun yıllar fedakarca terzilik yaptı, öğrenci yetiştirdi.

Ben de torunlarının elinden tutarak onları çocuk parkına götüren dedelere imrendim hep. Geliş gidişlerle, kalışlarla annemi hiç yalnız bırakmadık. Sevilene duyulan özlem, bir vefa bağı, insanın bazen o ihtiyacı nasıl da yoğunlaşıyor. Bazen hava raporlarını dinlerken sevdiklerinizin olduğu yörelerde havanın soğuduğunu duyarsınız. İçiniz titrer, adeta siz de üşürsünüz. Ya da hava çok sıcaktır, sizin de içiniz yanar.

Uzaklarda bir doğum günü kutlanır, romantik bir akşam hayali girer devreye. Fotoğraflardaki mumların yarı aydınlığı bile nasıl da güzeldir. Kalabalık ailede olmanın en güzel  yanı bu kısa süreli buluşmalardır. 

Katıksız gerçek sevgi kaynakları o kadar çok ki; Sevdiklerimiz, dostlarımız, doğa, çiçekler, hayvanlar, sanat, spor, kitaplar... Tükenmez bir hazine gibi. Düş kurmak sınırsız. Bazen türlü iyilikler, güzellikler düş gücüyle bir merkezde toplanıyor. Uzakları yakın kılabiliyorsunuz. Düşlerin kumanda merkezi beynimiz. Çocuklarla birlikte dünyayı rengarenk boyamak mümkün. Uçurtmalar uçurmak, şarkı söylemek de...

İyi ki telefonlar var. Bazen yumuşacık, tatlı bir ses : "Dede ben sizleri çok özledim, Anneanne ben artık okullu oldum, Doğum günümü kutladım, ben artık beş yaşındayım."

Ve aralıksız sorular, sorular,,, "Peki siz ne zaman geleceksiniz? Bu doğum günümde de kargo gönderecek misiniz? 

Bu duygularla kuş olup uzak diyarlara, sevdiklerinin yanına  uçmak geliyor insanın içinden..

Makbule ABALI





6 Eyl 2021

AĞAÇ EV SOHBETLERİ- 107 - SİZ ÖĞRETMEN OLSAYDINIZ...

 


Ağaç Ev Sohbetleri her hafta bloglar arasında bir konu belirlenerek yapılan bir etkinlik. Özellikle iki arkadaşımızın bu konuda çok büyük emekleri var. Deeptone ve Kaplan Diary. Kendilerine yürekten teşekkürlerimizle.

Bu haftanın konusunu ben şöyle düşündüm: 1.5 yıllık bir Korona tatilinin ardından bugün  okullarda ziller yeniden çalıyor . Öğretmenlerle öğrenciler yüz yüze Eğitim-Öğretim  yapabilecekler. Konu şöyle:

Hayal bu ya, bugünlerde "ÖĞRETMEN" olsaydınız öğrencilerinize öncelikle hangi değerleri kazandırmak isterdiniz? Hangi öğretim kademesinde, hangi sınıflarda, hangi branşlarda öğretmenlik yapacağınıza lütfen siz karar verin. 

Ben anaokullarında öğretmenlik yapmadım. Rehberlik ve Araştırma Merkezlerinde her kademede çocuk ve gençlerle ilgilendim, zeka ve kişilik testleri uyguladım, sınıf öğretmenlerine seminerler uyguladım, Liselerde Rehber Öğretmenlik, Psikoloji ve Felsefe Öğretmenliği yaptım. Üniversitede Rehberlik Derslerine girdim. Ama hep düşünmüşümdür; Keşke ülkemizde  Okul öncesi Öğretmenliği  daha yaygınlaştırılsa idi bugünkü Eğitim Sistemimizin temeli daha sağlam olmaz mıydı?

Ben bir Anaokulu Öğretmeni olmak isterdim. Çocuklarda 0-7 yaşlar arası pek çok davranışın kazanıldığı yaşlar. Kişiliğin temeli bu yaşlarda atılıyor. Öncelikle çocukların okulu, öğretmeni sevmelerini önemserdim. Sonraki yıllara daha rahat bir geçişi sağlamaya çalışırdım. Zaman zaman  sınıf dışında, doğada etkinlikler düzenlerdim. Bir fidan ya da çiçek, sebze  dikmeye yönlendirirdim. Hayal gücüne önem verirdim. Oyunlarla, masallarla davranış kazandırmayı hedeflerdim. Resimlerle öyküleri canlandırmalarını isterdim. Belli sorumluluklar almalarını sağlayarak görevler verir, yeteneklerini sergilemelerini isterdim. 

En çok önem vereceğim  şeylerden biri, serbestçe düşüncelerini ifade edebilmelerine olanak tanımak olurdu. Neden, niçin sorularını sıkça sormalarını isterdim. Gerektiğinde öğretmen olarak beni de eleştirmelerini isterdim. Sınıf içi hakça ve adil seçimler yapmaya dikkat ederdim. Temel bir hak olarak oy kullanmayı öğrenirlerdi. Paylaşma, yardımlaşma, dayanışma gibi uygun davranışları uygun sözcüklerle vurgular, motive ederdim. Olumlu ve olumsuz davranışlarda ödül ve kınamayı kullanırdım, Ama bunlar özendirici ya da caydırıcı olmalıydı.  Dayağın, çok yüksek sesle azarlamanın eğitimde kişiliği aşağılamanın en ağır yolu olduğuna inanıyorum. 

Çocuklar sakin ve güler yüzlü bir  öğretmeni daha çabuk benimsiyorlar. Öğretmeni sevmek, okulu ve dersi sevmenin de  ilk adımı. Korku ancak geçici bir disiplin sağlıyor.  Oysa sevgi kalıcıdır. Çok basit nezaket cümlelerini  günlük yaşamda oyun  içinde kullanmalarına dikkat ederdi: Özür dilerim, affedersin, iyi akşamlar, günaydın arkadaşım vb. Bir oyun ya da yarışma sonrası yenilenin galip geleni kutlaması gerektiğini vurgulardım. Şiirlerle, şarkılarla, oyunlarla öğretmeye çalışırdım her şeyi...

Atatürk'ü anlamak, sevmek, benimsemek o yaşlar için zor ve soyut bir konu ama Atatürk Büstü  ıslanmasın diye şemsiye tutan çocuğu hatırlıyorum. Atatürk resmi baskılı  bluzu kirlendi diye hıçkırarak ağlayan kız çocuğu aklımdan çıkmıyor. Elinde bayraklarla Atatürk Marşı söylemeye çalışan çocuklar... Bunlar bu sevgiyi daha sonraki yaşlarda çok daha güçlü biçimde sürdürecekler elbette.

Eğer bir anaokulunda öğretmen olsaydım; yaratıcı dramalarla,  oyunlarla,  şarkı ve şiirlerle gelecekte iyi bir insan olmanın temelini atmaya çalışırdım.

Makbule ABALI



30 Ağu 2021

ANMA...

 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZI KUTLUYORUZ.


"Seni anlatabilmek seni 

İyi çocuklara, kahramanlara

---------------

Yokluğun cehennemin öbür adıdır

Üşüyorum kapama gözlerini..."

Ahmed ARİF





27 Ağu 2021

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 105


Neden Kitap Okuyoruz?

Bir süredir bloglar arasında devam eden Ağaç Ev Sohbetlerinin bu haftaki konusunu Derin Arkadaşımız (Deep Tone) belirledi. İsteyen arkadaşlar bu konuda sohbete katılabiliyorlar.

Neden Kitap Okuyoruz?

Okula başlamadan önce kitapları elime alır, uzun uzun resimlerine bakardım. O resimlerde az mı hayali yolculuklar yaptım, öykülerde dağlar aştım, yeni arkadaşlar edindim. Bizim zamanımızda Bütünden Parçaya öğrenirdik. Önce cümle, kelime ve harf. Renkli fişler hazırlardı öğretmenimiz. Şubat ayı gelmeden okurduk. Daha kolay, daha zevkli ve pratik. Eğitsel kollarda Kitaplık kolumuz vardı, her sınıfta bir kitap dolabı bulunurdu. Kitapları okudukça paylaşırdık. Kol başkanı olarak o dolabın anahtarını taşımak ne büyük sorumluluktu.

Daha sonraki yıllarda okuma yarışlarımız, kitap özetlerimiz, münazara ve kompozisyonlarımız bizleri okumayla dost kıldı. Okumak için okuduk, bilgilenmek, öğrenmek, sevdiğimiz, saydığımız büyüklerin gözüne girmek için okuduk.

Bugün bile takvim yapraklarını, birbirimize yazdığımız pusulaları okurum. Küçüklüğümüzde kardeşimle babamın anneme geçmişte yazdığı mektupları nasıl da heyecanla okurduk. Önceleri kitaplar konusunda seçici değildik. Her kitap öğrenmeye açık yeni bir kaynaktı. Polisiye romanlar, duygusal çocuk romanları, haftalık dergiler, macera kitapları... Belki büyüdüğümüzü hissetmek istiyorduk.

Yıllar önce yazdığım günlükleri bugün okumak şimdilerde öyle farklı bir duygu ki. Kendimi tanıyorum, sorguluyorum, belki yargılıyorum. Zamanla seçici olmayı öğreniyor insan. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza, budala. Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Sait Faik, Nazım Hikmet, Orhan Veli ,Cahit Sıtkı Tarancı, Steinbeck ,Gazap Üzümleri; dost olduklarım. Çalıkuşu, Küçük Kadınlar, can dostlarım, unutamadıklarım...

Çekingen bir çocuktum. İnsan kişiliği çok büyük bir değişime uğramıyor. Kitaplar size kocaman bir dünyanın kapılarını aralıyor, ufkunuzu genişletiyor, güveninizi tazeliyor.  Candan bir dost gibi yanınızda, yakınınızda olsun istiyorsunuz. Yemek, içmek gibi olağan bir ihtiyaç, açlık, susuzluk gibi bir duygu. Evliliğimizde yeni eve ilk siparişimiz, bir duvarı boydan boya kaplayan bir kitaplık olmuştu. Ve taşınan eşyalar arasında kutular dolusu kitap; vefalı dostlar gibi kitaplar...

Kitaplara notlar almışım, işaretler koymuşum. Her karıştırışta yeni şeyler buluyorum. Bir arkadaşıma, dostuma doğum günlerinde hep kitap armağan ederim. benim de her zaman aldığım en değerli hediye kitaptır. Bir küçük pusulayla verilen hediye iki kat değer kazanır benim için. Zamanla okuma hızınız düşüyor tabii. Gözlerinizde bozukluklar çıkıyor. beden temponuz yavaşlıyor. Sadece okumak değil, yazmak da bir başka anlam kazanıyor. Hayatı yeniden filme çekiyorsunuz adeta. Ama okumanın kazandırdıklarını kayda alıyorsunuz bu kez. Ve hayat devam ediyor... 

Makbule Abalı 



 

24 Ağu 2021

SULAR GİBİ...

 Suyun hayatımızda inkar edilmez bir önemi var:


Saflığı, temizliği vurgularız:

Su gibi temiz, su gibi berrak deriz.

Güzelliği anlatmak isteriz:

Bir içim su gibi deriz,

Olumsuzluğu anlatmak istediğimizde:

Elinden bir yudum su içilmez deriz. 

Ucuzluğu, sudan ucuz diyerek anlatırız. 

Kolay öğrenmekten söz ederken:

Sular seller gibi öğrendim deriz

Beddua eden insan:

Bir yudum suya muhtaç ol diyebilir. 

Çok öfkelenirse:

Bir kaşık suda boğmak ister adeta.

Çok susadığımızda su veren kişiye:

Su gibi aziz ol deriz. 

Bir özlemi dile getirmek için :

Suya susamış toprak gibi denir.

Değişik konulardan söz açarken:

Havadan sudan deriz. 

Bazen sudan meseleler için

Birbirimizi kırar, ama sonra 

Sular seller gibi kaynaşıp barışır,

Geçinip gideriz...

Makbule Abalı


17 Ağu 2021

PAYLAŞMA- YARDIMLAŞMA...


Paylaşma- yardımlaşma en güzel alışkanlıklarımızdan biri. Zamanla onlar da değişime uğradı, başkalaştı, kılık değiştirdi. Ben hala yemek servisi yaparken "kardeş payı" diyerek dağıtırım. Kalan bir küçük parçayı bile ikiye bölerim. Ülkemizde ve dünyada o kadar aç insan varken çöpe atılan yemeklere içim gider. Yemek reklamlarının görüntülerini aç insanlara haksızlık olarak nitelendiririm. Bir ülkede yoksullarla varlıklılar arasında uçurum varsa o ülkede adaletten söz edilebilir mi..? 

Son yangın ve sel felaketlerinde paylaşma ve yardımlaşmanın ne çok örneklerini gördük; Canla başla var gücüyle koşturanlar, kovalarla su taşıyanlar, yanan hayvanları ağlayarak kurtaranlar ya da bir tarafta seyirci kalanlar. Hatta bazı yardım kolilerinin ihtiyaç sahiplerinin eline ulaşmasına engel olunduğundan bile söz edildi. 

Tehlikenin boyutunu anlamayanlar; Onları hiç unutmayacağız. Ama öte yandan yangınlarda yanan bir kaplumbağaya su içiren insanı da, yaşlı insanları sırtına alıp taşıyanları da unutmadık, belleklerimize kazıdık. 

Gökyüzü renk değiştirirken, maviden kızıla dönerken kendilerinin yüzleri bile kızarmadan uzaklardan izleyenler de hep utanç köşelerinde kalacaklar. Bizler yardımlaşma ve paylaşmayı bilen insanlardık. Yaşadığımız acı deneyimler bize güvensizliği öğretti. Kim kime nasıl yardım etti, toplanan paralar nereye gitti? Huy değiştirdik, davranış değiştirdik. Sorgulamadan elimiz yardıma varmıyor. 

Ne zaman eski halimizi bulacağız, ne zaman yeniden "eski biz" olacağız?


Doğal afetlerde zarar gören, yakınlarını, malını, hayvanlarını kaybeden tüm yurttaşlarımıza geçmiş olsun diyor, acılarını yürekten paylaşıyoruz.

Makbule Abalı