"Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar çirkindir." Platon
Takvimden bir yaprak -25.09.2025
Hayat, ana çıkış noktasında ayrılıp, nereye varacağı pek de belli olmayan, yatağından taşmış bir dere gibi ulaşılmaz bir hızla akmaya devam ediyor. Bazen çağıldayarak, bazen kederli insanlar gibi durgun ama sürekli sezilip anlaşılır biçimde akıyor... akıyor.
Suya en çok özlem duyulan zamanda-temiz içme suyu olarak, yağmur olarak-aranıyor. Ama o hiç aldırmadan, umursamadan, kirli-bulanık olsa da, ihtiyacı olan insanlara ulaşma çabası duymaksızın, yetiş bana dercesine telaşla, hırçın-agresif insanlar gibi yol alıyor.
Hayatın bu hızlı ritmi içinde canlıların da, insanın da, dünyanın ritmi de sürekli değişiyor. Gündemi takip etmek isterken her şey karmakarışık olunca, değer erdiklerimiz hızla değer kaybına uğradıkça şaşkın ördek misali dere kenarında kalakalıyorsunuz.
Günlerdir yazmayı düşündüğüm ne çok konu birikti zihnimde... "Zamanla nasıl değişiyor insan" demişti ünlü şairimiz.
Sadece yüzler mi değişen; Davranışlar, beklentiler, beğeniler, akıl yürütmeler, alıştığımız değerler, ruhsal yapımız, ilişkilerimiz., dost ve arkadaşlarımız.. Ama gözler pek değişmiyor sanırım.
Hayat boyu özellikle bakışlar çok değişime uğruyor. İşin içinde yalan varsa, büyükler uyarırdı bir zamanlar: Gözlerimin ta içine bak da söyle
Modaya uygun kara gözlükler, geniş kenarlı şapkalar, kasketler, her duruma-ortama uyan bin bir çeşit maske satılıyor dünyanın her ülkesinde. Çocukların bile kocaman gözleri kısılıyor.
Bugün karşılaştığım güzel insanlardan, iyiliklerden, can dostlardan, farkındalık ve duyarlılıklardan söz edecektim. Erteledim, sonra yazacağım.
Nasılsın dendiğinde her zaman yiyim demeye alışmışız. Ne var ne yok sorusunun karşılığı iyilik. Oysa dilimiz öyle zengin ki...
Çok değerli bir aile büyüğümüzün defterine kaydettiği sözü okuduktan sonra, hemen ben de kaydettim:
"Gözün kıymetini âmâ olandan/Sözün kıymetini lâl olandan/ Ekmeğin kıymetini aç olandan/ Aşkın kıymetini hiç olandan öğren."
Daha güze, daha huzurlu ve aydınlık bir dünya özlemiyle...
Makbule ABALI-Eğitimci
23 Eylül 2025 -Türkiye
Uçsuz bucaksız bir yerde-dünyanın herhangi bir yerindeki bir kara parçasında- ya da masmavi bir denizin ta içinde,, olur mu demeyin, uzayda bir gezegende...
Nerede yaşarsak yaşayalım, duyarlılığımız ve farkındalığımız var oldukça, çalışır durumdaki duyu organlarımızla. işlevini yitirmemiş beynimizle, henüz atışları tükenmemiş yüreğimizle her şeyi doğru ve gerçekçi bir biçimde algılamamız-anlamamız-değerlendirmemiz mümkün...
Her şeyin sonsuz bir hızla değiştiği, olayların ışık hızıyla geliştiği, canlıların her türlü operasyonla, hile ve aldatmacalarla konum sağladığı, dipsiz kuyuların çoğaldığı, uçan araçların göz kamaştırdığı, yenileşmeye çalışan bir dünyada... Her şeye rağmen ayakta kalabilmek... Çok zor ama imkansız değil.
İp cambazlarını düşünün. Bilmiyorsanız- görmediyseniz hayal edin... Ellerinde uzun, ince bir değnekle , çok ince bir ipin üzerinde, var olan tüm algıları açık, yürümeye- dengede kalmaya çalışıyorlar. Çok çalışarak, emek ve çaba harcayarak çıraklıktan kalfalığa-ustalığa eriştiklerinde övgüyü de-alkışı da hak ediyorlar.
Adınız, yaşınız, cinsiniz, renginiz, gücünüz, işiniz, uğraşınız, kimliğiniz, kişiliğiniz, beden-akıl ve ruh sağlığınız nasıl ve ne durumda olursa olsun... Sadece İNSAN olun. İYİ insan olmaya çalışın. Kötüleri-kötülükleri fark edin.
Kaba güçle, zorbalıkla, can yakmakla değil; Bilimin-aklın-mantığın, barış ve hoşgörünün yönlendirdiği yolda iz sürün. Boş vermeyin, umursamazlıktan kaçının. Tıpkı dün olduğu gibi bugünün yarınları da var.
Neden denemeyesiniz? İlle de ip cambazı olmak gerekmiyor...
22Eylül 2025
Sonuçta koskocaman evrende İNSAN; tek başına, çaresiz, suskun, güvensiz. kaygılı, dayanaksız...
Makbule Abalı-Eğitimci
12. 09. 2025
Çok uzaklarda bir okulda son ders zili çaldı;
Resim dersiydi o ders, resim çizilirdi tabii.
Önce düşündü öğretmen ve konuyu verdi çocuklara;
Bugünkü konumuz "Babanız ve siz " dedi
"Hayalinizdeki babanızı çizin"
Her renkte, her boyda kalem dağıttı çocuklara
Siyah, beyaz, sarı, turuncu, kırmızı, yeşil, kahverengi, mor.
Çocuklar önce düşündüler bir süre,
Sonra sarıldılar kalemlere.
Türlü çeşitli baba canlandı resimlerde...
Bir küçük bakkal levhası market oldu önce,
Sonra bir Alışveriş Merkezi, bir çocuğun resminde.
Bir başka resimde
Bir çocuğun elindeki minicik top
Kocaman bir futbol topuyla yer değiştirdi,
Kaleyi baba koruyordu tabii.
Bir Eskici dükkanı vardı bir resimde
Eskimiş ayakkabılar, küçülmüş giysiler, solmuş paltolar
Yeni giysilere dönüştü birden,
Adı "Son model giysiler dükkanı " oldu.
Çocuk bu ya! Bir çocuk babasını özenle çizdi,
Baba evdeki en büyük koltukta otururken
Anne de vardı aynı resimde, bir köşede;
Yorgun, saçları dağılmış,
Yüzünde buruk bir tebessüm...
Bir başka resimde sadece baba vardı
Kapıda, elinde boş cüzdanı
"Ben iş bulmaya gidiyorum" diyordu.
Sınıfın en çalışkanı, doktor babasını çizmişti,
Yüzünde maskesi, elinde diploması, ilaçları
Odanın kapısında "Nöbetçi Hekim" yazısı.
Bir kız çocuğunun resminde;
Elinde kitabıyla sınıfta bir öğretmen,
Kitabın üstünde minicik bir yazı,
"Çalıkuşu gibi bir öğretmen olmak"
Arabasıyla kâğıt toplayan bir baba vardı bir resimde;
Arabası son model, gıcır gıcır
İçinde pırıl pırıl kitaplar, kaplı defterler
Göz alıcı renkli kalemler, dosyalar...
Evde çok hırpalanan, aşağılanan,
Sürekli dayak yiyen bir çocuğun resminde
Kendi küçücük, anne-baba kocamandı.
Elleri-ayakları, yüzü çizilmemişti çocuğun...
Bir madencinin oğlu vardı sınıfta
Resmi kapkaraydı ;
Gökyüzü karaydı, evler kara, yüzler kara
Sadece parlayan bir güneş vardı resimde, altın sarısı
Ama tepede değil, yerin yedi kat altında.
Bir anne-kız çizilmişti bir çocuğun resminde,
Sadece anne ve çocuk, ikisi de ayakta
Yalnız ama el ele, yürek yüreğe
El emeğine-sanata gönül vermiş,
Etraf apaydınlık, uzun ince bir yol, çiçekler içinde...
Her yaştan, her renkten çocuklar vardı resimlerde ;
Güneşe ipler bağlayıp
Onu gökyüzüne çekmeye çalışan...
Aydedeye, yıldızlara salıncaklar kurup sallanan,
Rengârenk, gerçek ya da gerçeküstü hayaller kuran...
Zil çaldı, ders bitti okulda,
Hayat devam ediyordu tüm dünyada.
Çocuklar hayalleriyle baş başa,
Umutlar, beklentiler düşler, kağıtlarda,
Çıplak gerçekler dışarıda, yaşamda kaldı...
Makbule ABALI-Eğitimci
18.10. 2022 İzmir-Urla
Dünyada çocuklara ulusal bir bayram armağan edilen ilk ve tek ülkeyiz.
23-29 Nisan tarihleri arasında kalan hafta "Çocuk Haftası " olarak anılır.
İnşaat Mühendisi iken sınıf öğretmeni olmayı tercih eden bir akrabamızın gönderdiği alıntı video, beni mutlu etmişti.
O güzel videoyu, 2022'de yazdığım bir şiirle birleştirmek istedim.
Gönülden, isteyerek yapılan çalışmaların, her türlü imkân ve koşulda harika sonuçlar verebileceğinin kanıtı gibi...
Eğitime emek harcayanlara sonsuz teşekkürler.
"Bir ulusun yaşayabilmesi için, özgürlük ve bağımsızlığına sahip olması gerekir."
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Destanlar yazılan, dilden dile kahramanlık öyküleri yazılan, marşlarla, şarkılarla, türkülerle anılan, zafere ulaşmak için; her yaştan-her yöreden insanın el ele vererek topyekûn mücadele ettiği, tarihe yazılan günler-yıllar unutulmamalıdır.
Çocuklar ve gençler, bir ulusun gerçek tarihini öğrenmelidirler ki; yaşanılan mücadelelerin değerini bilebilsinler.
Makbule Abalı-Eğitimci
30 Ağustos 2025 -Türkiye
"Çocukluğunuza dair neler hatırlıyorsunuz ? "
"Nasıl bir çocuktunuz? "
Çocukluktan söz etmeyi seviyorum. Geçmişe bir vefa borcu gibi. Güzel şeyleri hatırlamak iyi geliyor insana. Amaç; bugünü unutmak değil, geçmişin izlerini aktarmak, deneyimleri tazelemek. Yeni kuşakları daha gerçekçi olarak anlayabilmek hatta tanıyabilmek için de bu gerekli.
Atalar genel anlamda söylemişler: "İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur. " Görüşler, yargılar, fikirler , davranışlar yılların ardından her ne kadar değişime uğrasa da uzmanların da benimsediği bir gerçek var: "Genlerle, doğal, sosyal ve kültürel çevrenin etkisiyle 7 yaşına kadar çocukların kazandığı kişilik yapıları pek değişmiyor."
"Şanslı çocuklardık" diye düşünürüm zaman zaman. "Orta direk" ailelerin çoğunlukta olduğu, zenginlerle yoksullar arasında henüz uçurumların olmadığı, insanların birbirine çıkarsız dost olduğu, güvendiği, idealist öğretmenlerin yeterli sayıda olduğu bir ortamda mutsuzluktan söz edilebilir mi? Dünya güzeldi.
Sevgiyi, saygıyı çok yoğun yaşadık. Karma Devlet Okullarında farklı sosyal çevrelerden arkadaşlar edindik. Bazı yoksul arkadaşlarımın arasında giysilerim farklı olduğunda çok üzüldüğümü, onları giymekten kaçındığımı hatırlıyorum.
İlk çocukluğumu üç kelime ile özetlerdi annem :"Sakin, uslu, güzel bir bebektin." Onun ilk çocuğu, ilk göz ağrısı idim. Ama "abla" olmak çok da kolay değildi. Hep özverili, hep paylaşımcı, hep düşünceli olmak zorundaydı ablalar. Bazen düşünürüm; " Ailemiz içimize sanki iyilik tohumu ekmiş" derim. İyilikler kötülüklerle çatışınca çok büyük hayal kırıklıkları yaşanıyor. Aslında o kuşak belki de bu yüzden duygusal anlamda çok acı çekti.
Merhamet duygumuz yoğundu. Bir çöreği bazen sekiz ya da on parçaya böldüğümüz, bir portakalı dilim dilim paylaştığımız zamanlar olurdu. Pahalı oyuncaklarımız değil, bez bebeklerimiz vardı. En yaramaz arkadaşlarımız sınıfta kağıt tan yaptıkları uçurtmaları uçuranlar olurdu.
Milli Bayramlarda sınıflarımızı renkli kağıtlarla süslerdik. Renkli ince krapon kağıtlardan bayram elbiseleri hazırlanırdı. Bir gün tören günü ansızın yağan yağmur kâğıttan yapılmış elbiselerimizi ıslatmış, emeklerimizi nasıl da harcamıştı. O komik görüntülere bile çocuksu duygularla gülmüştük.
Tutumlu çocuklardık. Okulda iş derslerimiz vardı. Kartondan kumbaralar yapar, harçlıklarımızdan biriktirirdik. Bebek elbiseleri dikmeyi, yama yapmayı, sökük onarmayı hep okulda öğrendik. Hayat Bilgisi derslerinde ıslak pamuklar arasında nohut, fasulye çimlendirerek, üretmeyi öğrendik.
Temizlik aranılan bir değerdi. Her pazartesi okulda beyaz mendiller ellerimizde, tırnak temizliği kontrolünden geçerdik. Kitaplar defterler önce kaplanır, etiketlenir, sonra kullanılırdı. Defterlere özenle kenar süsleri yapılırdı. Kutlama kartlarını bile kendimiz hazırlardık. Yaratıcılık kabul görürdü.
Renkli boyalı kalemler çok çeşitli olmasa da dayanıklı kurşun kalemlerimiz vardı. Sanata, çizime yatkın eller öyle çoğaldı. Karikatürler, gülmece dergileri olumsuz zamanlarda bile dik durup gülebilmeyi sağlamıştır.
Cep telefonları yoktu tabii. Ama oyunlarımızda kibrit kutularından telefonlar oluştururduk. Duvar yazılarının belki en güzelleri, en anlamlıları o dönemlerde yazıldı: "Oku oku yaz / Okul açıldı/ Ali Ayşe'yi seviyor..." Günlüklerin en duygusalı, en sadesi o dönemlerde tutuldu. "Bana kalbin kadar temiz bu sayfada bir yer ayırdığın için... Sepet sepet yumurta sakın beni unutma."
Anlamsız kısacık mesajlar yerine uzun mektuplar vardı tabii. Çocukluk bu ya; meraklıydık da. Babamın anneme yazdığı buram buram sevgi, özlem kokan mektupları nasıl unuturum... İnci gibi bir el yazısıyla, bazen de ilkokul döneminde öğrendikleri eski Türkçe ile yazılmış mektuplar... Okuyamadıklarımız oldu tabii.
Küçük bir kutuda, pembe bir kurdeleyle bağlanmış, kurutulmuş çiçeklerle süslenmiş upuzun mektuplar. Sanırım hayatımdaki en büyük suç, o mektupları annemden gizli okumak olmuştur. Ama gene de kardeşlerimle vicdanımız elvermedi, bir gün itiraf ettik. Bir suçlu gibi ezik, yüzümüz kızarmış...
O zamanlar beden ruha uyardı; yüzlerimizin kızarması, gözlerimizin sulanması, utanma özelliğimiz vardı. Gerçek duygularımızı gözlerimiz anlatırdı, yalan söylemek, aldatmak ayıptı. Belki de ondandır bu çağa kolay kolay uyum sağlayamayışımız...
Özür dilemeyi, gerekirse bağışlamayı bilirdik. Bir demet kır çiçeği affedilmek için yeterdi çoğu zaman. Kitaplar en güzel hediyeydi. Ve okumak, yazmak bir tutku. Çocukluk düşleri yılların ardında kaldı. Sadece çocukluk değil, zamanla pek çok değer de, insanlar da yitirildi. Belki de "Toplumsal bellek zayıflığımız" da unutmaları, vefasızlıkları hızlandırdı.
Geriye kalan; anılar... anılar... anılar...
Makbule Abalı-Eğitimci
31. 08.2024 İzmir-Urla
Güncelleme:27 Ağustos 2025