Bu Blogda Ara
18 May 2024
EĞİTİMDE YENİ MİLLİ EĞİTİM SİSTEMİMİZ- TÜRKÂN SAYLAN'I ANMAK...
15 May 2024
ÜNLÜ ŞAİRLERİN DİZELERİNDE SEVGİ- KADINLAR...
Yüzyıllardır romanlarda, hikâyelerde, şiirlerde, şarkılarda, türkülerde, sanat eserlerinde, tablolarda, heykellerde dilden dile, yürekten yüreğe hep anlatılmış, aktarılmış sevgi. Bazen ad değiştirmiş, sevda denmiş, aşk denmiş, renk değiştirmiş, karasevda denmiş, beyaza, maviye, yeşile bürünmüş, kılık değiştirmiş... Ama SEVGİ denince insanın içini sıcacık duygular kaplamış, çoğu zaman gözler dünyayı toz pembe görmüş, mavinin her tonunda, beyazın saf duruluğunda, sarının hüznünde aramış. Sevgi üstüne, sevda ve aşk üzerine çok şey söylenmiş...
Ya Şairler... ? Sarıp sarmalamışlar, yeniden üretmişler, beslemişler bu güzel duyguyu ve dillendirmişler. Sevgi her yerde, her konuda , her canlıda varlığını kanıtlamış. Duygularını; coşkusunu, sevgisini, hüznünü, acısını doya doya yaşamak isteyen bir toplumda şairlerimiz de çok değerli eserler bırakmışlar. Eklenmesi gereken daha nice güzel şiir var.
*ÇOCUKLAR GİBİ
Bende hiç tükenmez bir hayat vardı
Kırlara yayılan ilkbahar gibi
Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı
Göğsümün içinde ateş var gibi
Bazı nur içinde bazı sisteyim
Bazı beni seven bir göğüsteyim
Kâh el üstündeydim, kâh hapisteydim
Her yere sokulan bir rüzgar gibi
Aşkım iki günlük iptilalardı
Hayatım tükenmez maceralardı
İçimde binlerce istekler vardı
Bir şair yahut bir hükümdar gibi
Hissedince sana vurulduğumu
Anladım ne kadar yorulduğumu
Sakinleştiğimi, durulduğumu
Denize dökülen bir pınar gibi
Şimdi şiir bence senin yüzündür
Şimdi benim tahtım senin dizindir
Sevgilim, saadet ikimizindir
Göklerden gelen bir yadigar gibi
Sözün şiirlerin mükemmelidir
Senden başkasını seven delidir
Yüzün çiçeklerin en güzelidir
Gözlerin bilinmez bir diyar gibi
Başını göğsüme sakla sevgilim
Güzel saçlarında dolaşsın elim
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
Sabahattin EYÜBOĞLU
*SENİ SEVDİM
Seni sevdim,
Seni birdenbire değil usul usul sevdim.
'Uyandım bir sabah' gibi değil,
Öyle değil nasıl yürür özsu dal uçlarına
Ve gün ışığı sislerden düşsel ovalara...
Seni sevdim...
Artık tek mümkünüm sensin...
Gülten AKIN
*SON
İçimden hep iyilik geliyor
Yaşadığımız dünyayı seviyorum
Kin tutmak benim harcım değil
Çektiğim bütün sıkıntıları unuttum
Parasız pulsuzum ne çıkar
Gelecek güzel günlere inanıyorum
Gelecek güzel günlere
Sonunda galip geleceğine eminim
İyiliğin, zekanın ve cesaretin
İmanım var zaferine
Aşkın, adaletin ve hürriyetin
Necati CUMALI
*ESKİDEN
Ne güzel insanlar vardı eskiden
Çocukluğumuzu kaplamışlardı.
Bize masal anlatırlardı
Cinlerden, perilerden.
Büyük anneler, büyük babalar vardı.
O zaman hepsi uzaktı ölümden.
Hem sevdirir hem korkuturlardı.
Acı hikayeleri bile tatlı başlardı.
Demek bunun için gittiler hikayelerden.
Ne güzel insanlar vardı eskiden.
Ne güzel şarkılar vardı eskiden.
Gençliğimizi donatırlardı.
Hep iyi şeyler hatırlatırlardı
Geçip gitmiş devirlerden.
Sevgi ve ümit yaratırlardı.
O zaman her şey uzaktı ölümden.
Yanık şarkılar bile neşeli başlardı.
İster istemez saadet taşardı
Gamsız günlerimizden.
Ne güzel zamanlar vardı eskiden.
Hayal içinde yaşatırlardı.
Güldürür ağlatırlardı
Özdemir ASAF
*SEVGİLERDE
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz.)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı.
Gecelerde ve yalnız
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı
Behçet NECATİGİL
*TERK ETMEDİ SEVDAN BENİ
Terk etmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Ve ellerim kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terk etmedi sevdan beni...
Ahmed ARİF
Derleyen: Makbule ABALI
Urla. 15 Mayıs 2024
11 May 2024
YAŞAMI ENGELLEMEK- ENGELLENMİŞ YAŞAMLAR
Bireysel ve toplumsal farkındalığımızı arttırmak için belirli günlerimiz haftalarımız var. Günler haftalar düzenlenmesine rağmen ne çok şey hiç önemsenmiyor Belleklerimiz bazen kişisel ya da nankörce davranıp yaşanmış olayları kayda geçmiyor bile. Unutmanın sağladığı-geçici bile olsa-sakinleştirici bir rahatlık varsa bilinçaltı iyi bir depolama görevi de görüyor. "Gözden ırak gönülden uzak" Günler hızla akıp gidiyor nasılsa. " Ağlama değmez hayat bu gözyaşlarına" diyor şarkılar bile! Ancak Bireysel vicdan, Toplumsal vicdan, Kamu vicdanı kolay kolay pes etmiyor.
Kolay mı affediyoruz, bağışlıyoruz, hatırlatmak için de çaba harcamak, uğraşmak gerekiyor çoğu zaman. Belki de kısa süreli hatırlamalar yeterli geliyor bazılarımıza. Bir gün en fazla bir haftalık zaman diliminde günün önemini vurgulayan programlar yapılıyor, kocaman vaatlerle sözler kayıt altına alınıyor, şiirler şarkılarla destekliyor ve tekrar bir yıl sonrasına erteliyoruz. Bazı sözler 4-5 yıl sonra yinelenirken biraz daha cilalanmış cümlelerle yer değiştiriyor, olaylar zamanın akışına terkediliyor.
Oysa yaşam ertelemeye gelmiyor; Bir saat sonrası, bir gün ya da 3ay, 10 yıl sonrası. Zaman diliminde düşlerde yolculuk çok da kolay olmuyor. Neden unutmak yaşamın can bağlarını? Kinle, öfkeyle, kahrederek hatırlamak değil elbette, ancak olayların, kişilerin etkilerini, katkılarını unutmadan. Çevremizde insan gözüyle, insan duyarlılığıyla, yüreğiyle fark edilmeyi, abartısız incelikli hatırlanmayı bekleyen öyle çok konu, öyle çok insan var ki.
10-16 Mayıs Haftası Dünya Engelliler Haftası olarak anılıyor. 3 Aralık Engelliler Günü idi. Yarın aynı zamanda Anneler Günü. Engellilerin sıkıntılarını, çektikleri güçlükleri anlamak için ille de engelli olmak gerekmiyor tabii. Beş duyu organımızdan birinin işlerliğini kaybettiğini düşünmek, birkaç dakika sınamak denemek yeterli olabilir. Karmakarışık sesler arasında kulaklarınızın çınlaması, sesleri duymak ama ayırt edememek, ışığı, sevdiklerinizi görememek, yön belirleyememek, merdivenleri çıkamamak, düzensiz yollarda, kaldırımlarda bocalamak...
Tam anlamıyla engellilerin nasıl yaşadıklarını bilebilmek için kaç dakika, saat, kaç gün yeteridir? Onlar yıllarca prova ederek değil gerçek yaşamda bu durumu yaşıyorlar. Anlamak, anlamaya çalışmak, farkında olabilmek öyle önemli ki. Her konuda bu böyle değil midir? Sevgi, saygı duymak, benimsemek, çareler aramak, sorgulamak, önlem alabilmek, paylaşmak, yapabildiği ölçüde yardımcı olmaya çalışmak... Çok mu zor?
Beklenmeyen doğal afetlerde, dramların, trajedilerin yaşandığı acılı günlerde mi birlikte olacağız sadece? Bu toplum uygun açıklamalar yapıldığında, güvenip inandığında örnek davranışlarla yardıma hazırdır. Ses vermek için çok yüksek seslerle bağırmalara, haykırmalara gerek yok. Seslere kulak vermek, anlamaya çalışmak, doğru algılamak değil mi asıl önemli olan? İyilere, iyiliklere , güzelliklere zaman ve zemin ayırmak çok da güç değil. İnsan olmak da bunu gerektiriyor. Pek çok insan buna özlem duyuyor. Bir zamanlar Anadolu'da sinema salonlarında filmin sonunda kötüleri yenen iyi kahramanlar ayakta alkışlanırdı.
Takdir etme özelliğimiz çeşitli nedenlerle çok azaldı. Eleştirmekten de çekiniyoruz. Meydan olumsuzluklara kalıyor. Eski deyişler halâ geçerli: "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın. Etliye-sütlüye karışmamak, kraldan çok kralcı olmak, sus-pus olmak..." Oysa ne güzel deyişlerimiz de var: "Ne ekersen onu biçersin, iyilik yap at denize-balık bilmezse Halik bilir...
" Damdan düşenin halini anlamak istemiyoruz. Empati kurmayı unuttuk sanki. İnsanları değerlendirirken gerçek ölçütlerle değil, farklı değerlendiriyoruz; İdeolojik, cinsel veya dinsel yargılarla yaklaşıyoruz. Birbirimizi anlamaktan, dinlemekten o kadar uzağız ki. Konuşamadan susuyor, sonra da içimizde birikenlerle asabi, öfkeli, sabırsız, tahammülsüz bireyler haline dönüşüyoruz. Acımasızca kırıyor, kırılıyoruz...
Beynimize, aklımıza, mantığımıza, yüreğimize, duygularımıza engeller koyarak hayatı yaşanmaz hale getirirsek gerçek engellilere nasıl yardımcı olabiliriz? Her şeye rağmen kendisiyle barışık, çevresiyle uyumlu, kendini kanıtlamış nice insanımız var. Kaybettiğimiz değerlere güvenimiz nasıl yeniden oluşacak, adaletin hassas terazisini nasıl onarıp, eğitim sistemini nasıl yenileyeceğiz...? Her konuda: umuda, dayanışmaya, paylaşıma, çıkarsız dostluklara, barış içinde yaşamaya en çok ihtiyaç duyduğumuz dönemlerden birini yaşıyoruz.
İşte o zaman sadece belirli günler değil, tüm günler, yıllar yaşanmaya değer olacaktır...
Makbule ABALI- Eğitimci
11 Mayıs 2024 Urla
https://youtu.be/dH5dJ1cLD0M?si=X9mJeg-f3gM0Qbaq (Tıklayın lütfen.)
6 May 2024
HAYATIN İÇİNDEN - İNSANLAR- BİR İNSAN...
Hayatın içinde pek çok şey birlikte yaşanabiliyor. Dünyanın farklı coğrafyalarında, farklı iklimlerde, çok çeşitli insan tiplemeleri, farklı yaşamlar, farklı beklentiler. İyilikler, kötülükler, mutlu günler, beklenmeyen zamanlarda ansızın yaşanan acılar... Herkes payına düşeni yaşıyor, farklı inanışlar, değişen umutlar, hayaller ya da tam tersine hayal kırıklıkları. İnsana ait öyküleri, insan tahlillerini o yüzden çok seviyorum. Yaşadığımız çevrede, uzak veya yakın, adını bile bilmediğimiz, fark etmediğimiz ne çok insan var kim bilir...?
Hayatın içindeki her şey yerini buluyor zamanla. Belki iyiliklerin, güzelliklerin fark edilmesi, kötülüklerin gerçekçi olarak eleştirilmesi, uygun tepkiler verilmesi bir denge sağlanmasında da yararlı olacaktır. Toplumsal olarak her mesleğin, her uğraşın kendine özgü sorumlulukları, kuralları vardır. Toplumun gelişmesinde, değişmesinde, ilerlemesinde birer yapı taşı gibi katkıda bulunur, ihtiyaçları belirlerler. Ama kanımca özellikle Sağlık, Eğitim ve Adalet biraz daha farklıdır. Bu alanlar uygulayıcılarından biraz daha fazla özen, duyarlılık ve empati gerektirir. Yapılan yanlışlar büyük yıkımlara yol açabilir, çok kişinin hayatını karartıp kalıcı rahatsızlıklara zemin hazırlar.
Baharın son ayını karşıladık. Kötü haberler nasıl içimizi karartıyorsa iyi haberler de içimizde ılık bahar rüzgârları estiriyor. Baharla birlikte adeta bir kan değişimi gibi sıkıntılardan arınmak, yenilenmek , yeni umutlar yüklenmek... Neden olmasın? İyi dilekler dilemenin, güzel insanları anmanın saati, zamanı yok ki. Çocuklar, gençler kimleri örnek alıyorlar, nelere, nasıl yönlendiriliyorlar? Gelecekten ne kadar umutlular, kendilerini güvende hissediyorlar mı?
Eğitimde köklü değişikliklere gidiliyor, kaçımız haberdarız? Devlet ve Vakıf Üniversitelerinde Tıp Fakültelerinin sayısı 200'e ulaşmış. Hukuk Fakülteleri 92 tane. Yarın Hıdırellez; çok eski geleneklere göre dilekler tutuluyor, belli ritüeller çerçevesinde umutlar tazeleniyor. Bugün bir yakınımın doğum gününde mesaj yazmaya hazırlanırken durdum, düşündüm. Bu yazı öylece oluştu. Şu anda bile dünyada kaç çocuk doğuyor, kaç insan ölüyor? Çevrenizde rol-model olarak benimsenen kaç kişi var? Magazin haberleri dışında kaç tane etkileyici güzel habere ulaşabildiniz?
Çok detaya girmeden, içimden geldiği gibi, gönül dolusu iyi dileklerimi iletmek istiyorum. Aslında O'nun varlığında Hipokrat Yeminini benimsemiş, koruyucu hekimliğe inanmış, insana saygılı, sorumluluk sahibi tüm doktorları da anarak bir kutlama belki. Varsın bugün Tıp Bayramı, Öğretmenler Günü ya da özel bir gün olmasın. Bir doğum Günü kutlaması belki içten dileklerin gerçekleşmesine de bir fırsat hazırlar ! 5 Mayıs'ı 6 Mayıs'a bağlayan gece yazdım bu yazımı. Yıllar öncesinden sürdürülen bir gelenek Hıdrellez de tüm insanlar için iyi dileklerimizin gerçekleşmesine vesile olsun.
Siz de bilirsiniz, bazı insanlar hep vermeye, yardımcı olmaya ayarlandıklarından almayı, istemeyi de pek bilmezler. Küçücük bir jest, bir gönül alma, içtenlikle dile getirilmiş bir cümle, bir vefa borcu gibi bir anımsama yeterlidir onlar için. Hatta sevdiklerinin onun adına bir şeyler yapmak için çırpınışları bile üzebilir kimilerini, alışmamışlardır. Onlar paylaşmayı, yardımcı olmayı, insanca davranmayı çok iyi bilirler. Övgüde yüzleri kızarabilir, "Ben sadece görevimi yaptım" der. Alçakgönüllülük kanına, hücrelerine işlemiştir adeta. "İyi ki... " ile başlayan cümleleriniz bile yetersiz olabilir bazen.
Bazen yetersiz kalsa da "İYİ Kİ..." ile başlayan sözcükler bazı insanları anarken bana iyi geliyor. O iki sözcük yüreğimden, aklımdan geçenleri dolduruyor, tamamlıyor sanki... Her mesleğin kendine özgü beklentileri, sorumlulukları var. Ancak bazı meslekler daha fazla özveri istiyor, gönüllülük esasına dayanıyor. Vicdani sorumluluğunuz yoksa empati kurmaktan yoksunsanız , insani duygularınız körelmişse; geçen yıllar size, kimliğinize ne kazandırmıştır?
Özellikle Eğitim, Sağlık ve Adalet alanında uygulamalar, uygulayıcılar biraz daha hassasiyet gerektirir. Yaş aldıkça bu konuda duyarlılığımız daha da artıyor. Kopsun inceldiği yerden diyemeyenlerdenseniz beden tepki veriyor, yaralar oluşuyor yüreğinizde. İnsanın özvarlığını ilgilendiren konularda hatalı uygulamalar, zamanla hayati sorunlar yaratıp kayıplara neden oluyor. Telâfisi olmayan kayıplar... Konuşmayıp susan toplumların bireylerinde daha çok anlatma, konuşma ihtiyacı doğaldır tabii.
Dün başlayıp bugüne kalan yazım da belki bir iç sesin ürünüdür. Bir Doğum Günü kutlamaktı amacım. O'nun haberi bile yok bu yazımdan. Dün kutladım uzaklardan telefonla, mesajla. Bir demet kır çiçeği bile veremeyince içime battı doğrusu. O geçen yıl buralara kadar ziyaretimize gelmişti. Bugün sıra bende!
Tıp Fakültelerinin sayısı bu kadar çok değilken kazanmak gerçekten çok çaba ve emek gerektirirken o tüm ısrarlara karşın doktor olmak istedi. Çok severek doktorluğu sürdüren annesinin yolunu izledi: Anne ve babasının görev nedeniyle bulundukları bir Güneydoğu ilimizde ilkokulu tamamladı. Ortaokulu Kırıkkale'de, Anadolu Lisesini Adana'da tamamladı. Annesi kötü bir kanser tümörüne yenik düşerek vefat ettiğinde O Hacettepe Tıp Fakültesi (İngilizce) ikinci sınıf öğrencisiydi. Hiç yıl kaybetmeden gene Hacettepe Üniversitesi Çocuk Hastalıkları Uzmanlık Sınavını kazandı. O yıllarda Çocuk Hastalıkları Uzmanlık süresi 5 yıldı. Daha sonra Çocuk Gastroentrolojisi dalında uzmanlık sınavını kazanarak 3 yıl da o dalda eğitim gördü. Van'da görev yaptı.
Dr. ZEREN halen Eskişehir'de akademik kariyerini sürdürüyor. Emek ve çaba harcayarak, hak ederek kazanılan her başarı güzeldir. Hastalarından kaç çocuğa adı verildi, kaç çocuk gelecekteki meslek seçiminde rol- model olarak onu benimsedi, bilmiyorum. Öyle alçakgönüllüdür ki, böyle şeylerden söz etmez. Sabırlıdır, güler yüzlüdür, araştırmacıdır. Yorgunluğundan söz etmez, enerjisi, bilgisiyle her an paylaşıma hazırdır. Bu yazım ona sürpriz olacak, biliyorum. Bir günlük gecikmenin yaştan kaynaklandığını da bilir, eminim.
Bilirsin Zeren, içimden gelmeden hiçbir şeyi yazmam, yazamam. Yazımı bitirmeden adının anlamına bir kez daha baktım. TDK : "Anlayışlı, kavrayışlı, zeki" diyor. İsimler Sözlüğünde: "Güneşi çok severler, güneşli günler en sevdikleri günlerdir. Sağduyulu, sevecen ve sempatiktirler, aklını kullanmayı sever, hızlı düşünür ve hızlı tatbik ederler, olaylar hakkında derinlemesine inceleme yapmayı severler." yazıyor.
Mayıs Ayını ben de çok severim. Daha nice baharlara tanık olasın canım... İnanıyorum ki her yeni yaş güzel işlerle, iyiliklerle , yararlı uğraşlarla sürecek.
İYİ Kİ VARSIN...
Makbule ABALI- Eğitimci
6 Mayıs 2024 Urla
Bu şarkı tüm iyi ki varsın dediklerimiz için. Dinlemek için tıkla lütfen...
1 May 2024
FANTASTİK BİR ÖYKÜ-HAYALLER GERÇEK OLSA (Blogları Canlandırma Projesi-Nisan )
Sabaha karşı bir düş gördüm canım öğretmenim ! Hani siz hep derdiniz ya: "Paylaşmak istediğiniz güzel şeyleri anlatın, yazın, sevdiklerinize aktarın." Siz aklıma geldiniz. Neden anlatmayayım dedim, günlüğüme bile aktardım. Rüya gibi, sihir gibi, masal gibi ama öyle sevindim, mutlu oldum ki. Görseniz siz de çok mutlu olurdunuz. Gözlerimi açtım, kapadım, sımsıkı yumdum sonra.. O güzel hayaller hep sürdü, zaten ben de hiç bitmesin istedim..."
Masmavi, pırıl pırıl, tertemiz bir denizle başladı rüyam. Ben bir deniz kızıydım. (Gülümsediğinizi görür gibiyim, izin verirseniz devam etmek istiyorum.) Annem uykudan önce denizde geçen öyküler okumuştu. Babam o sırada küçük akvaryumdaki renkli canlı balıklara yem veriyordu. Annem Küçük Kara Balık öyküsünü bitirince ben artık uykuya hazırdım... Sahilde kalan kovam, küreğim, özenle yaptığım kule, çevresine dizdiğim bembeyaz taşlar yarına kadar beni beklerdi elbette.
Çocuk olmak, çocukluğunu yaşayabilmek güzel şey Öğretmenim. Rüyamda caretta carettalarla birlikte denize açıldım. Yumurtalardan yeni çıkmışlardı. Tertemiz bir denizde yol almak onlar için de nasıl bir mutluluktu, anlatılmaz... Onlarla birlikte ben de hızlandım. Ta uzaklardan güzel bir müzik ve annemden duyduğum eski bir şiir aynı anda geldi aklıma, Ben bir Deniz Kızı'ydım artık...
Adım:ANNABEL LEE
Senelerce senelerce evveldi
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı bileceksiniz
İsmi; Annabel Lee
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekten başka beni
O çocuk ben çocuk, memleketimiz
O deniz ülkesiydi
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee
Göklerde uçan melekler
Kıskanırlardı bizi
Bir gün işte bu yüzden göze geldi
O deniz ülkesinde
Üşüdü bir rüzgarından bulutun
Güzelim Annabel Lee
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni
Mezarı oradadır şimdi
O deniz ülkesinde
Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskanırdı bizi
Evet! Bu yüzden şahidimdir herkes ve deniz ülkesi
Bir gece rüzgarından bulutun
Üşüdü gitti Annabel Lee
Sevdadan yana kim olursa olsun
Yaşça başça ileri
Geçemezlerdi bizi
Ne yedi kat göklerdeki melekler
Ne deniz dibi cinleri
Hiç biri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee
Ay gelir ışır, hayalin erişir
Güzelim Annabel Lee
Orda gecelerim uzanır beklerim
Sevgilim sevgilim hayatım gelinim
O azgın sahildeki
Yattığın yerde seni
Edgar Allan POE ( Çeviri- Melih Cevdet Anday )
"Sabaha daha vakit vardı Öğretmenim. Rüyam bitmesin istedim, Oradan uçurtmalarla Masallar Ülkesine uzandık. Çocuk Masallarındaki kahramanlarla tanıştık, topladığımız kır çiçeklerini paylaştık. Gerçekleri bir kez de onlardan dinledik. Bazen hüzünlendik, bazen sevindik: Keloğlan yeni masallar anlattı bize. Kibritçi Kız artık üşümüyordu, yardımlaşma vardı. Pinokyo'nun burnu söylediği yalanlardan daha da uzamıştı, ustası ağaç oyma işlerini bırakmıştı. 1001 Gece Masalları halâ devam ediyordu. Kül Kedisi mutluydu. Pamuk Prensesle yedi cüceler tam bir dayanışma içinde var güçleriyle çalışıyorlardı.
Öyle çok dolaştık ki öğretmenim; Şarkılar, türküler söyledik, oyunlar oynadık. El ele, kol kola, kardeşçe dağlarda, denizlerde, yemyeşil çayırlarda koştuk özgürce. Aç Kapıyı bezirgan başı oyununu şarkılar eşliğinde söylerken soluk aldık, yorgun ama mutluyduk. Gün ışıkları yüzlerimize yansıdığında toparlandık, Masallar Ülkesinden güzel ülkemize indik. Kuşların kanatlarında, salıncaklarda, kucaklarımızda kır çiçekleriyle...
Siz yoktunuz canım öğretmenim; Sessizce bizi mi izlediniz, beklediniz, gözlediniz mi...? Ben bu güzel bahar gününde bir bayram günü gibi yaşadıklarımızı size anlatmak istedim. Her zamanki gibi bizi dinlediniz, anladınız değil mi ? Elimizde peri değnekleri yoktu ama çok istersek rüyalar gerçek olur mu Öğretmenim...???
Makbule ABALI
Bir Bahar Günü
28 Nis 2024
SORULARLA BAŞ BAŞA KALMAK...
Hayat boyu sorular, sorunlar, sorgulamalar insan olmanın gereği. Dünyayı, çevremizi zamanla tanıyor, anlıyor, değerlendiriyoruz. Dünyayı tanımak isteyen bir çocuk için 2 yaşlarında "ne sorusu" ne kadar önemlidir: Bitmez tükenmez sorularla gördüğü, dokunduğu her şeyi adlandırmaya çalışır: "Bu ne, bu nedir, peki ya bu...? " Çocuklar 4 yaşına geldiğinde "Neden sorusu" gündeme gelir: " Yağmur neden yağıyor, neden geldin...? "
Çocuklarda 2-4 yaş arasındaki 3 yaş dönemi "İnatçılık dönemi "olarak adlandırılıyor. Tanıma isteği sonunda kendini kanıtlama, , kabul ettirme, ben de varım davranış kalıplarını da beraberinde getiriyor. İnsan yaş aldıkça, ömür uzadıkça davranışlar da yeniden başa dönüyor adeta. Hayat bir çelişkiler yumağı. Yaş alan insanlar da tıpkı çocukluk dönemleri gibi kabul görmek, varlığını kanıtlamak istiyor.
Dünya Sağlık Örgütü ( WHO )dünyada yeni yaş dilimlerini şöyle sıralıyor:
0- 17 Yaş- Ergen /18- 65 Yaş- Genç / 66-79 Yaş Orta Yaş / 80-99 Yaş Yaşlı
Oysa ünlü şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı yıllar önce ünlü "35 YAŞ" şiirine şu dizelerle başlıyordu:
"Yaş otuz beş ! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün. "
İnsan ömrünün yaş ortalaması uzadıkça hastalıklar, kazalar, davranışlarda değişimler, uyumsuzluklar, kırılganlıklar da da artıyor. Bazı beklentiler de haklı olarak yükseliyor. Yaşlı insanlar gençlerden özellikle saygı- sevgi bekliyorlar. Deneyimlerinden yararlanılsın istiyorlar.
Ünlü şair Gülten Akın "Sessiz Arka Bahçeler" kitabının sonunda bıraktığı bir mektubun son satırlarında şöyle yazıyor: "yaşa sığınırsın hiç istemeden / bağışlanmayı umarak "
Kadınlarla ilgili bir şiirinde dizeleri şöyle sıralanıyor:
"Düşünmeden konuşmadan yaşayanlar
düşünmeden konuşmadan yaşayanlarımızın
geleceğini bekliyor
aykırı bir sese yeniliyor kocaman sessizlik
gelecek gelmiyor " Gülten AKIN
Yaş aldıkça bazı duyu organlarımızın hassasiyeti azalıyor. Ancak çoğu kez birinin eksikliğini diğeri tamamlıyor. Anlamsız sesler daha rahatsız edici oluyor. Alışılamayan durumlarda (yadırgama, şaşırma gibi) çocukların gözleri kocaman açılırken yaşlılarda gözler kısılıyor. Dokunma duygusu, el teması, korunma , konuşma ihtiyacı her iki tarafta da artıyor.
Baharın tüm güzellikleri yaşanırken günbegün; daha anlayışlı, sevgi dolu içten, duyarlı hassas insanlarla karşılaşmayı diliyoruz. Çocuk hassasiyetinde olmak zor gerçekten ama dünya kötüler, kötülükler dünyası olmamalı...
Makbule ABALI. Urla
28 Nisan 2024
23 Nis 2024
BİR BÜYÜK BAYRAM- BİR ŞAİR- İKİ ŞİİR
23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLU OLSUN.
DÜNYANIN BU İLK VE TEK ÇOCUK BAYRAMINI ÇOCUKLARA ARMAĞAN EDEN BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK'Ü SONSUZ TEŞEKKÜRLERİMİZLE SAYGIYLA ANIYORUZ.
* Vatanı korumak çocukları korumakla başlar.
* Çocuklarını sağlıklı ve bilgili yetiştirmeyen uluslar, temeli çürük binalar gibi çabuk yıkılırlar.
* Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir.
*Bugünün çocuğunu , yarının büyüğü olarak yetiştirmek hepimizin insanlık görevidir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
UÇURTMA
Çocuklarımız neleri sevmiyorlar ki...
Uçurtmayı seviyorlar sözgelişi,
Bir havalandı mı uçurtmaları
Daha da güzelleşiyorlar.
Maviliklerde gözleri
Özgürlüğü yaşıyorlar
Uçurtmalarla birlikte.
Koparıp da iplerini hele
Bir kurtuldular mı ellerinden,
Öylesine seviniyorlar ki,
Gidiş o gidiş, bile bile...
Kızalım mı umursamayışlarına?
Kendi yaşamlarını izliyorlar boşlukta,
Onlar da birer uçurtma değil mi?
Bizim de ne süslü uçurtmalarımız vardı,
Alıp başlarını gitmediler mi?
Gözümüzden bile esirgerdik
Hangi birinin ipi kaldı elimizde?
Rıfat ILGAZ
8 Mayıs 1911 Kastamonu- Cide doğumlu. 7 Temmuz 1993'de İstanbul'da vefat etmiş.
Uzun yıllar öğretmenlik yapmış. Çok yönlü bir yazar. Romanları, anı kitapları, tiyatro oyunları, öykü ve şiir kitapları var. Yaşamının son dönemlerinde çocuk edebiyatı alanında eserler vermiş. . Öykücülüğü özellikle mizah alanında gelişmiştir. "Hababam Sınıfı" en tanınmış eseridir. Aldığı ödüller: 1982- Orhan Kemal Roman Armağanı, 1982 Madaralı Roman Ödülü, 1993- Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü.
*Son Şiiri:
Elim eline değsin
Isıtayım üşüdüyse
Boşa gitmesin son sıcaklığım
Rıfat ILGAZ
21 Nis 2024
ÇOCUKLAR VE BİR ONARIM ÖYKÜSÜ...
17 Nis 2024
YILLAR ÖNCESİNDEN ÖRNEK BİR EĞİTİM MODELİ: KÖY ENSTİTÜLERİ
" Bir varmış bir yokmuş " diye başlar çoğu masal. Oysa kuşaktan kuşağa anlatılan gerçek bir Eğitim Öyküsü keşke hep var olsaydı. Geçmişten günümüze gelişerek ama aslına, ilkelerine sadık kalınarak bugünlere ulaşabilseydi.
Dünyanın neresinde olursa olsun; bir kişi ya da bir kurum zaman aşımına uğramadan yıllar sonra da övgüyle, saygıyla anılıyor, değerini koruyarak benimseniyorsa bir efsane veya saygınlık abidesi olarak söz edilebilir.
Bugün 17 Nisan. Köy Enstitülerinin 84. Kuruluş Yıldönümü. Tüm dünyada bir savaş sonrası zor koşullarda başlatılıp aydınlanma yolunda çok büyük bir eğitim seferberliğini gerçekleştiren başka bir örnek yok. Ancak daha sonraları o modeli örnek alarak eğitimde çok üst düzeyde başarılara imza atan ülkeler var. Biz yok ederken onlar yeniden var etmişler.
Her insanın yaşamında olduğu gibi toplumların da pişmanlıkları, keşke'leri , mutluluk ve mutsuzluk dönemleri, acı deneyimleri olacaktır elbette. Güvenilir kayıtlar, sağduyu ve mantıkla değerlendirilmiş günler yıllar, dönemler yıllar sonra bile tarafsız değerlendirmelerle aydınlanacak, gerçek yerini bulacaktır herhalde...
Eğitime gönül vermiş bir eğitimci olarak Köy Enstitüleri ile ilgili çok kitap okudum, konferanslara katıldım, anılar dinledim, yazılar yazdım. Sonuçta her zaman iç sesimin özlemle seslenişini duydum adeta. "Keşke o yıllarda öğretmen ya da öğrenci olarak ülke kalkınmasında görev alabilseydim." Ama doğum yılım ve doğum yerim bu isteğin gerçekleşmesine izin vermedi.
Eşim Ahmet Abalı Mersin Arslanköy doğumlu. Köy Enstitüleri hakkında bizim için en güvenilir canlı kaynak oldu. O ve arkadaşları 17 Nisan'ı bir bayram gibi düşünürler. Ancak buruk bir bayram. Keşke daha farklı izlerle daha coşkulu kutlanabilse, daha fazla katılım sağlanabilseydi. Bugün de o yıllardan arkadaşları ile konuştu, özlem giderdi, duygulandı.
Eşimin eğitim öyküsü ilginçtir: 1950 yılında Arslanköy İlkokulu'nu bitirir. Babasının çocuklarına paylaştırdığı küçük bir tarlayı elma bahçesi oluşturmak için hazırlar. Öte yandan küçük baş hayvanları otlatır. Sınıf arkadaşları okumak için köyden kente gidince o da sınavlara girmeye karar verir. 2 yıl aradan sonra Aksu Köy Enstitüsü'nü kazanır. Köy Enstitüleri 5 yıldır. 1954 de okul Aksu İlköğretmen Okulu adını alır, eğitim-öğretim 6 yıla çıkarılır. Mezuniyetten iki ay sonra Diyarbakır Silvan İlçesi'ne atanır. Daha sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü'nü bitirip İlköğretim Müfettişi olarak atanacaktır. Mezuniyetten bir gün sonra atama yapılıp o ay maaşlarını alırlar.
Yoksul köy çocukları için Köy Enstitüleri bir başka dünyadır. Hatta köyden dünyaya açılmış bir penceredir. Çok değerli eğitmenler -öğretmenlerle birlikte hayata hazırlanırlar. Üretime dönük eğitim esastır. Sabahları derse girmeden öce 500 kişinin katıldığı sabah sporu vardır. Yöresel oyunlar oynanır, halaylar çekilir. Kültür dersleri ve uygulamalı iş dersleri vardır. Gerektiğinde yapı yaparlar, bataklık kuruturlar, sebze meyve yetiştirirler, arıcılık, hayvan bakımı, dikiş, el sanatları gibi türlü alanlarda eğitilir, yetişirler.
Dünya klasiklerinden çevrilmiş kitaplar okurlar, mutlaka bir enstrüman çalmayı öğrenirler, spor müsabakalarına birçok branşta katılırlar. Ezberciliği değil, üretmeyi, kendi kendilerine yetmeyi öğrenirler. Öğrencilerden seçilen okul başkanları, öğrenci temsilcileri vardır. Hak aramayı, uygun biçimde eleştirmeyi bilirler. Köylüyü bilinçlendirmek, kalkındırmak amaçlarındandır. Sınıflar arasında abla- abi saygı ve koruyuculuğu esastır.
Ülkemizde 1940 yılından itibaren kuzeyden güneye, batıdan doğuya 21 Köy Enstitüsü açılmıştır. Tüm öğrenciler köy kökenli yoksul çocuklardır. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü ise 1942 yılında, enstitülerde başarılı öğrencilerden adil bir seçimle seçilen öğrencileri Köy Enstitülerine öğretmen olarak yetiştirmek amacıyla kurulmuştur. Yüksek Köy Enstitülerinde 8 bölüm bulunurdu: Tarım, ziraat, madencilik, güzel sanatlar, müzik, resim, heykel, zootekni, kümes hayvanları, el sanatları.
Eşimin ilkokul ve sonrasında gittiği Aksu Köy Enstitüsü'nden birçok arkadaşını tanıma fırsatım oldu. Hepsi çok saygın, vatansever, idealist , hümanist insanlardı. Halâ sık sık arayıp dakikalarca konuştuğu dostlara sahip. Bugün birlikte YouTube'da Köy Enstitüleri ile ilgili olarak hazırlanmış çok güzel videoları birlikte izledik, duygulandık. Benim o yılların idealist eğitimcilerine saygım, hayranlığım, özlemim bir kat daha arttı.
Merak ettiğim bir konuyu dile getirmek isterim; Acaba bugün ülkemizde 18-40 yaş arası bireylerden Köy Enstitüleri hakkında bilgi sahibi olan kaç birey var? Bu konuda bir istatistik ya da araştırma var mıdır? Eğitim Fakültelerimizde, Sosyal Bilimlerle ilgili programlarda ders konuları arasında ne kadar yer verilebiliyor, kaç öğrenci bitirme tezine konu olarak seçiyor? Eski okul binaları, işlikleri, tarım bahçeleri, uygulama alanları bugün ne durumda? Bir Eğitim Müzemiz var mıdır?
Vefamız, değerbilirliğimiz, insana saygımız, duyarlılığımız, farkındalığımız ölçülebilse sonuçlar yüzümüzü güldürüp içimizi ferahlatabilir mi...? Köy Enstitüleri modeli temel alınarak günümüz koşullarına uygun eğitim projeleri geliştirilip uygulamaya konabilir mi ?
17 Nisan Köy Enstitüleri Kuruluş Yıldönümünü kutluyor, başta Başöğretmen Atatürk olmak üzere EĞİTİM alanında emek ve çaba harcamış tüm insanlarımızı minnet ve teşekkürle anıyoruz.
Makbule ABALI Urla
17 Nisan 2024
13 Nis 2024
ÜNLÜ ŞAİRLERİN DİZELERİNDE BAHAR (Bir Bayramın Ardından )
SEVDA ÜSTÜNE
Küçük pencerem bahçeye bakar
Bademler erikler geceye bakar
Bir ışık dökülür yapraklardan şıkır şıkır
Filizler susmuş, tohumlar uyumuş
Bir an durmuş, genişlemiş büyümüş
Bir eski şarkı, bir eski bahar, bir bildik deniz
Vakit nisan ortasındaki bir akşam...
Bu şiirde sevda sevda üstüne
Senelerdir veda veda üstüne
Yaralı yüreğimde dağ dağ üstüne
Vakit Nisan ortasında bir akşam
Mehtap ettiğinden bihaber
Kuşlarla, çiçeklerle, balıklarla beraber
İki tel kumral saç olsa avucumda şimdi
Ağlayıp ağlayıp avunsam.
Turgut UYAR 1927-1985
BİR İLKBAHAR ŞİİRİNE BAŞLANGIÇ
Hava ne kadar güzel öğretmenim
Yollar ağaçlar kuşlar ne kadar güzel
Yeryüzü pırıl pırıl öğretmenim
Gizlisi saklısı kalmamış dünyanın
Nesi var nesi yoksa dökmüş ortaya
Bütün bitkiler, bütün hayvanlar, bütün taşlar
Sürüngenler, konglomeralar, serhaslar
Hepsi hepsi ortada öğretmenim
Ne olur biz de gidelim
Burda kalsın iğneli karafatmalar
Burda kalsın kitaplar
Kollarından bacaklarından gerilmiş kurbağalar
Burda kalsın hepsi
Bomboş kalsın evler okullar
Hapishaneler, hastaneler...
Öğretmenim sevgili öğretmenim
Sırtımıza alırız hastaları
Kim bilir ne özlemişlerdir kırları
Ya mahpuslar.
Ne sevinirler kim bilir
Sarılıp sarılıp öperler adamı
Melih Cevdet ANDAY
BAHAR GELİYOR
Damlardaki kar, saçaklardaki buz,
Kanı kaynayan suya dar geliyor.
Haberin var mı? Oluklardan
Akan su sesinde bahar geliyor.
Duy güneyden estiğini rüzgarın;
Göreceksin neler olacak yarın.
Yuvada çırpınan yavru kuşların
Uçmak hevesinde bahar geliyor.
Cahit Sıtkı TARANCI
HABERİN VAR MI ?
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mı?
Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cigaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin...
Ahmed ARİF
BAHARIN İLK SABAHLARI
Tüyden hafif olurum böyle sabahlar
Karşı damda bir güneş parçası,
İçimde kuş cıvıltıları şarkılar;
Bağıra çağıra düşerim yollara,
Döner döner durum başım havalarda
Sanırım ki günler hep güzel gidecek
Her sabah böyle bahar
Ne iş güç gelir aklıma ne yoksulluğum
Derim ki: "Sıkıntılar durdursun!"
Şairliğimle yetinir,
Avunurum.
Orhan Veli KANIK