Bu Blogda Ara

28 Nis 2024

SORULARLA BAŞ BAŞA KALMAK...

 


Hayat boyu sorular, sorunlar, sorgulamalar insan olmanın gereği. Dünyayı, çevremizi zamanla tanıyor, anlıyor, değerlendiriyoruz. Dünyayı tanımak isteyen bir çocuk için  2 yaşlarında "ne sorusu" ne kadar önemlidir: Bitmez tükenmez sorularla gördüğü, dokunduğu her şeyi adlandırmaya çalışır: "Bu ne, bu nedir, peki ya bu...? " Çocuklar 4 yaşına geldiğinde "Neden sorusu" gündeme gelir: " Yağmur neden yağıyor, neden geldin...? " 

Çocuklarda 2-4 yaş arasındaki 3 yaş dönemi "İnatçılık dönemi "olarak  adlandırılıyor.  Tanıma isteği sonunda kendini kanıtlama, , kabul ettirme, ben de varım davranış kalıplarını da beraberinde getiriyor. İnsan yaş aldıkça, ömür uzadıkça davranışlar da yeniden başa dönüyor adeta. Hayat bir çelişkiler yumağı. Yaş alan insanlar da tıpkı çocukluk dönemleri gibi kabul görmek, varlığını kanıtlamak istiyor. 

Dünya Sağlık Örgütü ( WHO )dünyada yeni yaş dilimlerini şöyle sıralıyor: 

0- 17 Yaş- Ergen /18- 65 Yaş- Genç / 66-79 Yaş Orta Yaş / 80-99 Yaş Yaşlı 

Oysa ünlü şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı yıllar önce ünlü  "35 YAŞ" şiirine  şu dizelerle başlıyordu: 

"Yaş otuz beş ! Yolun yarısı eder.

Dante gibi ortasındayız ömrün. " 

İnsan ömrünün yaş ortalaması uzadıkça hastalıklar, kazalar, davranışlarda değişimler, uyumsuzluklar, kırılganlıklar da  da artıyor. Bazı beklentiler de haklı olarak yükseliyor. Yaşlı insanlar gençlerden özellikle saygı- sevgi bekliyorlar. Deneyimlerinden yararlanılsın istiyorlar. 

Ünlü şair Gülten Akın "Sessiz Arka Bahçeler" kitabının sonunda bıraktığı bir mektubun son satırlarında şöyle yazıyor: "yaşa sığınırsın hiç istemeden  / bağışlanmayı umarak "

Kadınlarla ilgili bir şiirinde dizeleri şöyle sıralanıyor:

"Düşünmeden konuşmadan yaşayanlar

düşünmeden konuşmadan yaşayanlarımızın

geleceğini bekliyor

aykırı bir sese yeniliyor kocaman sessizlik

gelecek gelmiyor "  

Gülten AKIN 



Yaş aldıkça bazı duyu organlarımızın hassasiyeti azalıyor. Ancak çoğu kez birinin eksikliğini diğeri tamamlıyor. Anlamsız sesler daha rahatsız edici oluyor. Alışılamayan durumlarda (yadırgama, şaşırma gibi) çocukların gözleri kocaman açılırken yaşlılarda gözler kısılıyor.  Dokunma duygusu, el teması, korunma , konuşma ihtiyacı her  iki tarafta da artıyor. 

Baharın tüm güzellikleri yaşanırken günbegün;  daha anlayışlı,  sevgi dolu içten, duyarlı hassas insanlarla karşılaşmayı diliyoruz. Çocuk hassasiyetinde olmak zor gerçekten ama dünya kötüler, kötülükler dünyası olmamalı...

Makbule ABALI. Urla 

28 Nisan 2024 










23 Nis 2024

BİR BÜYÜK BAYRAM- BİR ŞAİR- İKİ ŞİİR



 

 23 NİSAN   ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLU OLSUN.

DÜNYANIN BU İLK VE TEK ÇOCUK BAYRAMINI ÇOCUKLARA ARMAĞAN EDEN BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK'Ü SONSUZ TEŞEKKÜRLERİMİZLE SAYGIYLA ANIYORUZ.

* Vatanı korumak çocukları korumakla başlar.

* Çocuklarını sağlıklı ve bilgili yetiştirmeyen uluslar, temeli çürük binalar gibi çabuk yıkılırlar. 

 * Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir.

  *Bugünün çocuğunu , yarının büyüğü olarak yetiştirmek hepimizin insanlık görevidir. 

Mustafa Kemal ATATÜRK




                                 UÇURTMA 

Çocuklarımız neleri sevmiyorlar ki...

Uçurtmayı seviyorlar sözgelişi,

Bir havalandı mı uçurtmaları

Daha da güzelleşiyorlar.

Maviliklerde gözleri

Özgürlüğü yaşıyorlar

Uçurtmalarla birlikte.


Koparıp da iplerini hele

Bir kurtuldular mı ellerinden,

Öylesine seviniyorlar ki,

Gidiş o gidiş, bile bile... 


Kızalım mı umursamayışlarına?

Kendi yaşamlarını izliyorlar boşlukta,

Onlar da birer uçurtma değil mi?


Bizim de ne süslü uçurtmalarımız vardı,

Alıp başlarını gitmediler mi?

Gözümüzden bile esirgerdik 

Hangi birinin ipi kaldı elimizde? 


Rıfat ILGAZ 

8 Mayıs 1911 Kastamonu- Cide doğumlu. 7 Temmuz 1993'de İstanbul'da vefat etmiş.

Uzun yıllar öğretmenlik yapmış. Çok yönlü bir yazar. Romanları, anı kitapları, tiyatro oyunları, öykü ve şiir kitapları var. Yaşamının son dönemlerinde çocuk edebiyatı alanında eserler vermiş. . Öykücülüğü özellikle mizah alanında gelişmiştir.  "Hababam Sınıfı" en tanınmış eseridir. Aldığı ödüller: 1982- Orhan Kemal Roman Armağanı, 1982 Madaralı Roman Ödülü, 1993- Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü.

 *Son Şiiri:

Elim eline değsin

Isıtayım üşüdüyse

Boşa gitmesin son sıcaklığım 

Rıfat ILGAZ






21 Nis 2024

ÇOCUKLAR VE BİR ONARIM ÖYKÜSÜ...



Üç gündür rüzgâr hükmünü sürdürüyor buralarda. Bir gün önce yağmur rüzgârı biraz hafifletse de tam bitiremedi. Bugün güneşli açık bir hava var ama fırtına devam ediyor. Nisan ayı sürprizlerle doludur; yağmur da yağar, dolu da hatta bir yıl yaylada kaldığımız bir gece kar yağışına bile tanık olmuştuk.

Bahçede küçük objeleri seviyorum: Seramik kuşlar, kuş kafesleri, minik bez bebekler...
 

Rüzgâr çanlarını hem görüntü olarak hem de çıkardıkları seslerle çok severim. Taşınma sırasında çok güzel sesler çıkaran iki tanesi kayboldu. (Alınmış diyemiyorum, öyle çok şey kayboldu ki. ) Nisan Ayının başlarında bir başka fırtınada iki rüzgar çanından biri de çözüldü, dağıldı. Karşı komşumuzun kızı Aslı görür görmez "Aa ben bunu hemen yaparım." dedi. Bazı çocuk ve gençlerdeki bu özgüvene bayılıyorum. 

O günden iki gün sonra Aslı işe koyuldu. Bahçedeki masanın üstüne çubukları dizdik.  O usta, ben çırak, elimizdeki malzemelerle (sicim, dikiş iğnesi, çengelli iğne, mum...) onarım işi gerçekleşti. Eski halinden biraz farklı olsa da ses veriyordu ya. Aslı mutlu- ben mutlu. Ancak bu güzel tasarım son fırtınaya yenik düştü.  O kadar dayanabildi. Olsun, biz de deneyim kazandık. 




Bu sabah bu yörede gene fırtına vardı. Birden kapıda iki küçük arkadaşımı gördüm; Aslı ve Doğa. Aslı'nın elinde bir demet kır çiçeği: "Bu çiçekleri çok sevdiğinizi söylemiştiniz, sizin için topladım." Havadan mı bilmem, gözlerim çabuk sulanıyor bugünlerde... Çiçekleri hemen suya koydum. Gece kapansalar da sabah yeniden açacaklar. Çok çok teşekkür ederim. (Kucaklar dolusu.) 




Bu minik gerçek öykü ve cep telefonumda yerini bulan görseller duygularımı aktarmaya yardımcı olabilir mi... ? Karar sizin...

Makbule ABALI - Urla
21 Nisan 2024






17 Nis 2024

YILLAR ÖNCESİNDEN ÖRNEK BİR EĞİTİM MODELİ: KÖY ENSTİTÜLERİ

 


" Bir varmış bir yokmuş " diye başlar çoğu masal. Oysa  kuşaktan kuşağa anlatılan gerçek bir Eğitim Öyküsü keşke hep var olsaydı. Geçmişten günümüze gelişerek ama aslına, ilkelerine sadık kalınarak bugünlere ulaşabilseydi.

Dünyanın neresinde olursa olsun; bir kişi ya da bir kurum zaman aşımına uğramadan yıllar sonra da övgüyle, saygıyla anılıyor, değerini koruyarak  benimseniyorsa bir efsane veya saygınlık abidesi olarak söz edilebilir. 

Bugün 17 Nisan. Köy Enstitülerinin 84. Kuruluş Yıldönümü. Tüm dünyada bir savaş sonrası zor koşullarda başlatılıp aydınlanma yolunda çok büyük bir eğitim seferberliğini gerçekleştiren başka bir örnek yok. Ancak daha sonraları  o modeli örnek alarak eğitimde çok üst düzeyde başarılara imza atan ülkeler var. Biz yok ederken onlar yeniden var etmişler.

Her insanın yaşamında olduğu gibi toplumların da pişmanlıkları, keşke'leri , mutluluk ve mutsuzluk dönemleri, acı deneyimleri olacaktır elbette. Güvenilir kayıtlar, sağduyu ve mantıkla değerlendirilmiş günler yıllar, dönemler yıllar sonra bile tarafsız değerlendirmelerle aydınlanacak,  gerçek yerini bulacaktır herhalde...

Eğitime gönül vermiş bir eğitimci olarak Köy Enstitüleri ile ilgili çok kitap okudum, konferanslara katıldım, anılar dinledim, yazılar yazdım.   Sonuçta her zaman iç sesimin özlemle seslenişini duydum adeta. "Keşke o yıllarda öğretmen ya da öğrenci olarak ülke kalkınmasında görev alabilseydim." Ama doğum yılım ve doğum yerim bu isteğin gerçekleşmesine izin vermedi. 

Eşim Ahmet Abalı Mersin Arslanköy doğumlu. Köy Enstitüleri hakkında bizim için en güvenilir canlı kaynak oldu. O ve arkadaşları 17 Nisan'ı bir bayram gibi düşünürler. Ancak buruk bir bayram. Keşke daha farklı izlerle daha coşkulu kutlanabilse, daha fazla katılım sağlanabilseydi. Bugün de o yıllardan arkadaşları ile konuştu, özlem giderdi, duygulandı. 

Eşimin eğitim öyküsü ilginçtir: 1950 yılında Arslanköy İlkokulu'nu bitirir. Babasının çocuklarına paylaştırdığı küçük bir tarlayı elma bahçesi oluşturmak için hazırlar. Öte yandan küçük baş hayvanları otlatır. Sınıf arkadaşları okumak için köyden kente gidince o da sınavlara girmeye karar verir. 2 yıl aradan sonra Aksu Köy Enstitüsü'nü kazanır. Köy Enstitüleri 5 yıldır. 1954 de okul Aksu İlköğretmen Okulu adını alır, eğitim-öğretim 6 yıla çıkarılır. Mezuniyetten iki ay sonra Diyarbakır Silvan İlçesi'ne atanır. Daha sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü'nü bitirip İlköğretim Müfettişi olarak atanacaktır. Mezuniyetten bir gün sonra atama yapılıp o ay maaşlarını alırlar. 

Yoksul  köy çocukları için Köy Enstitüleri bir başka dünyadır. Hatta köyden dünyaya açılmış bir penceredir. Çok değerli eğitmenler -öğretmenlerle birlikte hayata hazırlanırlar. Üretime dönük eğitim esastır. Sabahları derse girmeden öce 500 kişinin katıldığı sabah sporu vardır. Yöresel oyunlar oynanır, halaylar çekilir. Kültür dersleri ve uygulamalı iş dersleri vardır. Gerektiğinde yapı yaparlar, bataklık kuruturlar, sebze meyve yetiştirirler, arıcılık, hayvan bakımı, dikiş, el sanatları gibi türlü alanlarda eğitilir, yetişirler. 

Dünya klasiklerinden çevrilmiş kitaplar okurlar, mutlaka bir enstrüman çalmayı öğrenirler, spor müsabakalarına birçok branşta katılırlar. Ezberciliği değil, üretmeyi, kendi kendilerine yetmeyi öğrenirler. Öğrencilerden seçilen okul başkanları, öğrenci temsilcileri vardır. Hak aramayı, uygun biçimde eleştirmeyi bilirler. Köylüyü bilinçlendirmek, kalkındırmak amaçlarındandır. Sınıflar arasında abla- abi  saygı ve koruyuculuğu esastır. 

Ülkemizde 1940 yılından itibaren kuzeyden güneye, batıdan doğuya 21 Köy Enstitüsü açılmıştır. Tüm öğrenciler köy kökenli yoksul çocuklardır. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü ise 1942 yılında, enstitülerde başarılı öğrencilerden adil bir seçimle seçilen öğrencileri Köy Enstitülerine öğretmen olarak yetiştirmek amacıyla kurulmuştur. Yüksek Köy Enstitülerinde 8 bölüm bulunurdu: Tarım, ziraat, madencilik, güzel sanatlar,  müzik, resim, heykel, zootekni, kümes hayvanları, el sanatları. 

Eşimin ilkokul ve sonrasında gittiği Aksu Köy Enstitüsü'nden birçok arkadaşını tanıma fırsatım oldu. Hepsi çok saygın, vatansever, idealist , hümanist insanlardı.  Halâ sık sık arayıp dakikalarca konuştuğu dostlara sahip. Bugün birlikte YouTube'da Köy Enstitüleri ile ilgili olarak hazırlanmış çok güzel videoları birlikte izledik, duygulandık. Benim o yılların idealist eğitimcilerine saygım, hayranlığım, özlemim bir kat daha arttı.

Merak ettiğim bir konuyu dile getirmek isterim; Acaba bugün ülkemizde 18-40 yaş arası bireylerden Köy Enstitüleri hakkında bilgi sahibi olan kaç birey var? Bu konuda bir istatistik ya da araştırma var mıdır? Eğitim Fakültelerimizde, Sosyal Bilimlerle ilgili programlarda ders konuları arasında ne kadar yer verilebiliyor, kaç öğrenci bitirme tezine konu  olarak seçiyor? Eski okul binaları, işlikleri, tarım bahçeleri, uygulama alanları bugün ne durumda? Bir Eğitim Müzemiz var mıdır?

Vefamız, değerbilirliğimiz, insana saygımız, duyarlılığımız, farkındalığımız ölçülebilse sonuçlar yüzümüzü güldürüp içimizi ferahlatabilir mi...?  Köy Enstitüleri modeli temel alınarak günümüz koşullarına uygun eğitim projeleri geliştirilip uygulamaya konabilir mi ?

17 Nisan Köy Enstitüleri Kuruluş Yıldönümünü kutluyor, başta Başöğretmen Atatürk olmak üzere EĞİTİM alanında emek ve çaba harcamış tüm insanlarımızı minnet ve teşekkürle anıyoruz. 

Makbule ABALI Urla

17 Nisan 2024








                                         








13 Nis 2024

ÜNLÜ ŞAİRLERİN DİZELERİNDE BAHAR (Bir Bayramın Ardından )

 


SEVDA ÜSTÜNE

Küçük pencerem bahçeye bakar

Bademler erikler geceye bakar

Bir ışık dökülür yapraklardan şıkır şıkır

Filizler susmuş, tohumlar uyumuş

Bir an durmuş, genişlemiş büyümüş 

Bir eski şarkı, bir eski bahar, bir bildik deniz 

Vakit nisan ortasındaki bir akşam...


Bu şiirde sevda sevda üstüne

Senelerdir veda veda üstüne

Yaralı yüreğimde dağ dağ üstüne

Vakit Nisan ortasında bir akşam

Mehtap ettiğinden bihaber

Kuşlarla, çiçeklerle, balıklarla beraber

İki tel kumral saç olsa avucumda şimdi 

Ağlayıp ağlayıp avunsam.

Turgut UYAR 1927-1985 



BİR İLKBAHAR ŞİİRİNE BAŞLANGIÇ

Hava ne kadar güzel öğretmenim 

Yollar ağaçlar kuşlar ne kadar güzel

Yeryüzü pırıl pırıl öğretmenim 

Gizlisi saklısı kalmamış dünyanın

Nesi var nesi yoksa dökmüş ortaya 

Bütün bitkiler, bütün hayvanlar, bütün taşlar

Sürüngenler, konglomeralar, serhaslar

Hepsi hepsi ortada öğretmenim 

Ne olur biz de gidelim

Burda kalsın iğneli karafatmalar

Burda kalsın kitaplar 

Kollarından bacaklarından gerilmiş kurbağalar

Burda kalsın hepsi 

Bomboş kalsın evler okullar

Hapishaneler, hastaneler... 

Öğretmenim sevgili öğretmenim 

Sırtımıza alırız hastaları

Kim bilir ne özlemişlerdir kırları

Ya mahpuslar.

Ne sevinirler kim bilir

Sarılıp sarılıp öperler adamı

Melih Cevdet ANDAY 



BAHAR GELİYOR

Damlardaki kar, saçaklardaki buz,

Kanı kaynayan suya dar geliyor.

Haberin var mı? Oluklardan 

Akan su sesinde bahar geliyor.


Duy güneyden estiğini rüzgarın;

Göreceksin neler olacak yarın.

Yuvada çırpınan yavru kuşların

Uçmak hevesinde bahar geliyor.

Cahit Sıtkı TARANCI



HABERİN VAR MI ?

Haberin var mı taş duvar?

Demir kapı, kör pencere,

Yastığım, ranzam, zincirim,

Uğruna ölümlere gidip geldiğim,

Zulamdaki mahzun resim,

Haberin var mı?

Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,

Karanfil kokuyor cigaram

Dağlarına bahar gelmiş memleketimin... 

Ahmed ARİF 



BAHARIN İLK SABAHLARI

Tüyden hafif olurum böyle sabahlar

Karşı damda bir güneş parçası,

İçimde kuş cıvıltıları şarkılar;

Bağıra çağıra düşerim yollara,

Döner döner durum başım havalarda


Sanırım ki günler hep güzel gidecek

Her sabah böyle bahar

Ne iş güç gelir aklıma ne yoksulluğum 

Derim ki: "Sıkıntılar durdursun!"

Şairliğimle yetinir,

Avunurum.

Orhan Veli KANIK













 



8 Nis 2024

ÇİÇEKLERİN DİLİNDEN- ÖZÜNDEN...

 


Sevgi ile ilgi ve özenle yaklaşırsanız tüm canlılar ses veriyor. Çiçekler, ağaçlar, otlar bile daha uyumlu oluyor, daha coşkuyla açıyorlar. Urla'da yüz yıllık zeytin ağaçlarını köklü veya köksüz gördüm. Ağaç kesilse bile kökleri canlı kalıyor, kolay kolay pes etmiyor. Özgürce salınıyorlar;  Dağda, bayırda, ovada, çorak taşların arasından bile adeta ses veriyorlar; Yüzyıllar öncesinden,  bilge filozoflar gibi. İlkbaharın bu yanını çok seviyorum: Kupkuru ağaçlar bile yeniden yapraklarla, çiçeklerle donanırken insanları da bir ruhsal arınmaya çağırıyorlar sanki. Her yer papatya tarlası. En doğal, gösterişsiz, sade çiçekler papatyalar. 





Kardelenler gibi taşları delerek (Taşdelen diyorum ben onlara.) taşların arasından dünyaya gülümseyen çiçeklere sizler de rastlıyorsunuzdur. Mücadeleci insanlar gibi her duruma ya da ortama uyum sağlayıp yaşama  devam ediyorlar. Kocaman ağaçların altında, Arnavut Kaldırımlarının hemen dibinde hiç kimseye aldırış etmeden varlıklarını sürdürüyorlar. Bu çevrede kuşlar da değişti. Kışlık kuşlar gitti, yerlerine yenileri geldi. Sabahları erken saatlerde kumruların serenadı başlıyor.



Dün sabah Urla'da hava bulutluydu. Öğleden sonra güneş yüzünü gösterdi. Sadece biz değil, doğadaki tüm canlılar sevindi sanki. İçe kapanmış lazanyalar bile açıldılar, yüzlerini güneşe çevirdiler. Küçük bahçemizdeki fırça çiçeği  (Mersin'de hiç rastlamamıştım.) kış boyu yeşil yapraklı ama çiçeksizdi. Baharın ilk günlerinde  dallarında tomurcuklar oluştu. Soğuklar tekrar başlayınca sanki kendini korumaya aldı, çiçek vermedi. (Akıllı bir çiçek.) Havalar tekrar ılınınca kıpkırmızı güzel çiçeklerini sergiledi. Yakında güllerimiz de açacak.





Düşünüyorum; Badem, erik, şeftali, zerdali  portakal, limon, turunç gibi meyve veren ağaçlar çoğunlukla beyaz, narin çiçekler açıyorlar. Duruluk, saflık, temizlik simgesi beyaz, ruhumuzu da aydınlatıyor, rahatlatıyor. Arka bahçedeki portakal ağacı da çiçeklerle donandı. Kokusu tüm çevreyi sardı. Tek başına bir özveri sembolü gibi. Buram buram kokusu ta içimize sindi adeta. Yakın bir gelecekte kokular da duygulara tercüman olabilmek amacıyla kargoyla gönderilebilir mi acaba? Ne yaratıcı bir buluş  olurdu. (!) Yapay değil, doğal bir kokudan söz ediyorum elbette.





Portakal ağacının hemen yanı başında geçen yıl İnternette beğenerek kargo ile alıp özenle diktiğimiz, sabırla suladığımız iki limon ağacından sadece biri tek limon çiçeğiyle adeta bizim aldatılmışlığımızın simgesi gibi duruyor. Oysa sipariş verdiğimiz firma limonlarla donanmış bir  ağaç görseliyle reklam yapıyordu.  Bir yıl sonra ağacımız öyle olacaktı. Kargo paketine de sadece çürük bir limon koymuşlardı.  Ağaçlar onların davranışından utanıyor mudur acaba ? Kaybolan güven kolay kolay geri gelmiyor. Tüketici haklarıyla ilgili bir kurum halen işliyor mu acaba? 





Mersin'de hiç görmediğim mor salkımlar burada her yerde varlar. Bahçemizde yok ama sağlı-sollu, önlü- arkalı tüm komşularımızda mor salkımlar şenliği sürüyor adeta. Öyle güzel yayılıyorlar ki. Kesilen badem ağacımızı küstürdük galiba. Henüz en küçük bir canlanma belirtisi yok. Ama yeşillikler bölümünde maydanoz, dereotu salatalara hazırlık yapıyorlar. Roka bir dönemi tamamladı, çiçeğe dönüştü. Komşularımız; Sevgili Nur ve Zeynep  bahçelerindeki bitkilerin fotoğraflarıyla beni mutlu ettiler. Berrin'in nefis naneleri, Mevlüt Bey'in yerelmaları soframıza konuk oldular. Emin Bey'in kara dut ağacı ikrama hazır. Tolga, Emin Bey, Mahir Bey türlü çeşitli konularda danışmanlarımız, yardımcılarımız.



Kimselere söylemedik ama bugün; doğanın tüm güzelliklerini birlikte yaşadığımız, ortak duygularla gözlediğimiz, güvenli, vefalı , sadık yol arkadaşım, eşimle  beraberliğimizin 46. yıldönümü. Karşılıklı anlayış ve hoşgörüyle, inceliklerle, insan insana,  ılımlı bir HAYATA , değişen mevsimlere, farklı iklimlere  sağlıkla, sevgiyle, umutla , sevdiklerimizle tutunmaya çalışıyoruz. 

Makbule ABALI. Urla

8 Nisan  2024 



https://youtu.be/b47oBxsZPew?si=h4gjkYVbUqmyccTF





2 Nis 2024

RUH SAĞLIĞIMIZI ONARMAK: BİR ŞİİR , BİR ŞARKI

 Sağlık;  uzmanlar tarafından şöyle tanımlanıyor: Ruhsal, bedensel ve toplumsal açıdan tam bir iyilik halidir. Şiir, müzik, güzel sanatlar, doğa, sakin -düzenli bir yaşam insan sağlığını olumlu yönde etkiliyor. Belirsizlik, karmaşa, gürültü, kaygı, stres, endişe ruhsal sağlığımıza olumsuz yükler yüklüyor. 

Psikosomatik hastalıklar, psikolojik kökenli bedende ortaya çıkan rahatsızlıklar. Beden adeta isyan ediyor, sesini duyurmaya çalışıyor. " Beni duy " diyor. Pek çok hastalık birdenbire ortaya çıkmıyor, zaman içinde birikimler rahatsızlıkları tetikliyor. Toplumsal kaygılar, endişeler, ekonomik sıkıntılar  daha  bencil, tahammülsüz, şiddet yanlısı insanların  çoğalmasına neden oluyor. Çocukların ve gençlerin önünde kötü örnekler de giderek çoğalıyor. Aile geçimsizlikleri, boşanmalar, aldatmalar, kavga ve tartışmalar olağan hale geliyor. 

Toplumsal patlamalar yaşanmadan denge  sağlamak ne güzeldir. Sağlıklı bir toplum sağlıklı, eğitimli, mutlu kuşakları da yetiştirecektir. "Mutsuz Ülkeler Sıralamasında" en alt sıralarda olmayı hak etmiyoruz. Biz ; coşkuda, başarıda, tasada, kederde, acıda ve kıvançta ortak olmayı, paylaşmayı bilen bir toplumun insanlarıyız.









Şiirin gizemli dünyasında rahatlatıcı bir mola : 

Sanatçı Yetkin DİKİNCİLER,  Nazım HİKMET'İN ünlü şiirini seslendiriyor:

BU  MEMLEKET BİZİM







Sanatın, müziğin evrenselliğini, rahatlatıcı gücünü nasıl inkâr edebiliriz? Bazı Kurumlar bunu çeşitli sanatsal etkinliklerle  kanıtlıyorlar. Koruyucu Sağlık Hizmetlerinin değerini iyi bilen hekimlerimizin İstanbul Tabip Odası bünyesinde Tıp doktorlarından oluşan  "Türk Sanat Müziği Korosu " var.  Şef Sn. Suat GÜNEY yönetiminde bu yıl da 14 Mart "Tıp Bayramı" çerçevesinde mükemmel bir konser sundular. 
Biyokimya  uzmanı   Dr. Sibel Abalı ALTIN " İnleyen Nağmeler Ruhumu Sardı" adlı şarkıyı seslendiriyor.(Keşke tüm koroyu sunabilseydim. Sadece kızımız Sibel Abalı Altın'ı ekleyebildim. Bağışlasınlar lütfen.)


Mersin'de Halk Müziği Ustası Sn. Hasan EKİNCİ  yıllardır gönüllü olarak çalıştığı Mersin  Alzheimer Derneği yararına  bu akşam Mersin'de "Unutulmayan Türkülerle" adlı bir konser sunuyor. Hasta ve hasta yakınları için büyük bir moral desteği.




Kim bilir , ülkemizde daha nerelerde ne güzel çalışmalar,  umutlarımızı yeşerten etkinlikler var. Her konuda ülkemizin aydınlanması yolunda Toplum ve Halk Sağlığı için özverili çalışmalar yapan, bize gerçek anlamda baharı yaşatan  tüm güzel insanlarımıza sonsuz teşekkürler. 

Makbule ABALI - Urla 
2 Nisan 2024