Aile içinde çocukların eğitimi, disiplinin sağlanması pek de kolay değildir. Davranışlarda "ince bir ayar" gerekir. Aşırı disiplin kadar tamamen serbest bırakmak da çocuğa zarar verir. Anne baba arasındaki çelişkiler çocuğa yansırsa çocukta davranış kusurları oluşabilir. Çocuklar zayıf noktaları ya da zaafları çok çabuk değerlendirip söz dinlemeyebilir, karşı çıkabilirler. Ailedeki çatışmalar, karmaşalar çocukların iç dünyasında da strese, gerginliklere yol açar.
Okulda da öyle değil midir? İyi bir öğretmenin "tatlı-sert" olması beklenir. Sınıfta yeterli disiplini sağlayamıyorsa iyi bir öğrenme ortamı oluşmayacaktır. Çok katı bir disiplin uygulanırsa, korku öğrenmeye engel olacaktır. Notu adilane vermeyen, öğrencileri arasında ayrım yapan öğretmene çocuklar güven duymazlar. Bu durumda ancak dalkavuklar yetişir. Öğretmene şirin görünmek için her şeyi onun istediği biçimde onaylayan, "evet efendim" diyen tipler çıkar. Ama öğretmenlerine duydukları güvensizlik giderek her şeye yansır.
İlkel toplumlarda suç ve ceza konusunda "orman kanunları" geçerlidir. Ama uygar toplumlarda her şey yasaların güvencesi altındadır. Ya da öyle olması beklenir.İnsanlar mal ve can güvenliği içinde olmak isterler. Aileden, okuldan çok daha geniş bir şemsiye altında, eşit ve adil davranışlar beklerler. Haksızlıklar giderek büyüyüp, madden ve manen bedenlere, yüreklere ve beyinlere zarar verirse, hasar yaratırsa toplumsal acıyı onarmak da çok zaman alacak ve çok güç olacaktır. Kendini güvencede hissetmeyen insanın ne kendisine ne çevresine olumlu katkısı olamaz... Eskiden mahalle bekçilerinin geceleri uzun uzun düdük çalışı bile rahat bir uykunun güvencesiydi.
Yıllar önce "suç ve ceza" kavramını,bu konuda insanların farklı tepkilerinin neler yaratabileceğini ortaya koyan gerçek bir öykü okumuştum; "Kırık camlar öyküsü" Bir suç karşısında vurdumduymazlığın, aldırmazlığın nelere mal olabileceğini vurgulayan anlamlı bir öykü: Büyük bir kentte çok düzenli, insanların huzur içinde yaşadığı; çiçekleriyle, ağaçlarıyla tertemiz bir sokak varmış. Bir gün bu sokaktaki evlerden birinin camı kırılmış. Ev sahipleri aldırmamış; "Nasıl olsa taktırırız" demişler. Birkaç gün sonra o eve bir hırsız girmiş. Epeyce şeyler çalmış. Hırsızlığa alışık olmayan evdekiler, diğer komşularını da uyarmışlar. Ama hepsinin huzuru kaçmış.
Bu arada başka evlerin camları kırılmaya, hırsızlıklar çoğalmaya başlamış. Bazı ev sahipleri, evlerini bırakıp o sokaktan taşınmaya karar vermişler. Boş kalan birkaç evi evsizler işgal etmiş. Bazı evler madde bağımlılarınca kullanılmaya başlamış. Bir süre sonra sokakta eski halinden eser kalmamış. Güvenlik sağlanamamış, gece lambaları yanmamış, çöpler toplanmamış, çiçekler kurumuş, ağaçlar kesilmiş. İnsanlar göç etmişler.
Yıllar sonra insanlar bu durumu çocuklarına bir "hayat dersi" gibi anlatmışlar: "Her şey bir kırık camla başladı. Aldırmadık... Her şey kırıldı, döküldü. Umursamadık... O güzelim sokak bir harabeye döndü. Kurtaramadık... Haklıyken haksız olduk, kendimizi savunamadık. Hiçbir şey eskisi gibi değil artık..."